Arama


fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
10 Mayıs 2009       Mesaj #3
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Platon’a göre duyusal deneyim, kusursuz bir bilgi biçimi değildir. Hakiki bilgi idealara olan vukûfiyettir ve idealara olan bu vukûfiyet, idealar dünyasına sezilebilir dünyanın ardından; bakmayı gerektirir. Aristo’ya göreyse duyusal deneyim, ampirik olan, daha olumlu bir konumdadır. Aristo’ya göre nihai olarak sadece belirli şeyler (tözler) vardır. Fakat aklın yardımıyla bu şeyler içindeki evrensel formları seçebiliriz. Soyutlama yapmak suretiyle eşyadaki evrensel formları tanıyabiliriz. Başka bir deyişle, duyusal deneyim ve akıl, Aristo’da Platon’a nazaran daha eşit bir hal alır. Aristoculuk ve Platonculuk arasındaki bu karşıtlığa ‘evrenseller’ konusundaki anlaşmazlıkla bağlantılı olarak geri döneceğiz Platon ve Aristo, düşünce tarihi incelendiğinde tüm zamanların kendinden sonraki dönemleri en çok etkileyen iki ismi olarak kabul görmüştür. Sokrates’in öğrencisi ve Aristo’nun hocası olan Platon’un etkisinin, 8. yüzyıla kadar olan dönemde Hıristiyan Tanrıbilimi üzerinde Aristo’ya kıyasla daha fazla hissedildiği görüşü vardır. Öyle ki bu büyüklüğü bazı düşünce adamları; “Platon, yalnız Sokrates öğrencilerinin değil, belki Yunan filozoflarının en büyüğüdür. Büyük bir düşünür ve parlak bir yazar olan Platon sayesinde Yunan felsefesi gerek şekil gerekse öz bakımından en yüksek düzeyine ulaşmıştır.” ; şeklinde ifade etmişlerdir. Ayrıca Nietzche; Hıristiyanlığın, Platonismin genişletilmişi olduğunu iddia ederek bu etkinin gücünü ve büyüklüğünü vurgulamıştır.
Platon’un farklı zamanlarda farklı veya aynı soruları sorması, bu sorulara çeşitli zamanlarda, önce verdiği cevaplardan farklı olarak cevap vermesi ve hemen her konuyu yeniden sorgulaması, onu incelerken gelişim dönemlerini kesin bir sınırla ayırmaya olanak tanımamaktadır. Hocası Sokrates den aldığı duraksız sorgulama yöntemleri ile kendi düşüncelerini sürekli sorgulayan Platon’un anlaşılması bu dönemlerin ilişkileriyle anlatılmasıyla mümkün olabilecektir.
Yunan felsefesi Platon’a kadar gelişen ve ulaşan döneme kadar iki dönem geçirmişti. Birinci dönemde doğa(kosmos), ikinci dönemde ise, insan(anthropos) sorunu ele alınmıştır. Bu dönemlerden sonra Yunan felsefesinin üçüncü döneminde ise; ilk iki dönemde doğa ve insan konularında elde edilen bilgilerin bir sentez içersinde birleştirilmesi, kaynaştırılması denenmiştir. Temsilcilerini sofistler ile Sokrates’te bulan anthropolojik dönemde bilgi, tek yanlı olarak, yalnız pratik hayat için değerlendirilmek istenmiştir. Onun için ilk-kosmolojik-dönemde üzerinde durulan, araştırılan evren ile ilgili metafizik sorunlar hemen hemen büsbütün bir yana bırakılmıştır. Yunan felsefesinin üçüncü döneminde ise bu metafizik problemlere yeni bir güçle dönülmüş, bu yeni gelişimin taşıyıcıları da Platon ve Aristoteles olmuştur.
Platon ve Aristoteles kendilerinden önceki dönemlerden sistematik olmalarıyla ayrılırlar. Platon hayatı boyunca sistematik olmayı reddetmiş fakat kendi bütünlüğü içinde bir bilim sistemi yaratması, sorunlarının çok yanlı oluşu, sorunları bir birlik içinde, yani bir sistem içinde işlemesinden dolayı Yunan felsefesinin “sistematik dönem”i içersinde yer almasının anlamlı olabileceği düşünülmektedir.
Platon 427 yılında Atina da Aigina da(Pire Körfezi’nde bir ada) doğmuştur. Ailesi Atina’nın en eski soylu ailelerindendir. Babası yönünden Kral Kodros, annesi yönünden ünlü yasa koyucu Solon ile ilintisi vardır. Ayrıca kendisi yaşarken de ailesinin Atina da büyük siyasi nüfuzu vardır. Devrin ileri gelenlerinden ve otuzlar yönetiminde yer alan Kritias ile Kharmides’in akrabası olan annesinin, Platon’un ardından Adeimantos ve Glaukon adını verdikleri iki oğlu daha olur. Platon soyu ve çevresi bakımından tam bir aristokrattır. Bir söylentiye göre asıl adı, büyükbabasınınki gibi, Aristoklestir; geniş göğüslü olduğu için cimnastik öğretmeni ona Platon adını takmıştır. Platon’un asıl adı olan Aristokles, günümüzde sıkça kullanılan “aristokrat” ve “aristokrasi” kelimelerinin kökenini oluşturmuştur. Ayrıca “platonik” kelimesi de, çağlar boyunca, “maddesel olmayan, sadece düşünsel boyutta var olan” anlamında kullanılmıştır. Platon iyi bir eğitimle yetişmiş, çeşitli öğretmenlerden cimnastik ve müzik dersleri almıştır. İlgi alanları içersinde önemli bir yer tuttuğu anlaşılan felsefeye de Herakleitosçu Kratysas dan dersler alarak başlamıştır. Gençliği Atina’nın kültürce çok parlak bir dönemine rastladığı için bu gelişmişliğin ve zenginliğin onun üzerinde büyük bir etkisi olmuştur. Perikles’in ardından gelen bu dönemdeki Atina’nın sanat ve edebiyat bakımından yüksek düzeyine Platon çok şey borçludur. Platon un zengin sanatçı tarzı böyle bir atmosferde oluşmuştur. Bir sanatçı ve edebiyatçı olarak yetiştirilmiş olmasından büyük ölçüde istifade etmiş, kurguladığı düşünsel ürünleri, çok ustaca hatta şiirsel bir anlatımla süsleyerek, asırlar boyu insanları etkilemeyi başarmıştır. Fakat bu özellikleri bulunan Platon, çeşitli türlerde eserler yazmış, yazdıklarını beğenmemiş ve Sokrates’in üzerinde yaptığı derin etki sebebiyle bunları yakmıştır.
Atina, Isparta ile birlikte 490 ve 480 yıllarındaki Pers saldırılarının püskürtülmesine önderlik eder ve yunan kentlerinin olası Pers saldırılarına karşı kurdukları delos deniz birliğinde en önemli güç haline gelir. Ancak savaşın ardından giderek aşırılığa varan yayılmacı politikası, Atina’yı Isparta ile çatışmaya sokar. Atina’nın kendi içinde gevşek ve yayılmacı anlayışının aksine Isparta bunu tam karşıtı olarak oligarşik, tutucu, gücünü baskı altında tuttuğu köle sınıfından alan, sanat alanında yeniliklere katlanmayan,askerlik ve yiğitlik erdemlerinin yücelttiği bir anlayıştadır. Her kentin bir diğerinin rakibi olarak görüldüğü bu ortamda, M.Ö. 441 yılında Atina ile Isparta ve kandaşları arasında Peloponesos savaşı başlar. Derin yıkımların ardından Atina 404 yılında tam bir bozguna uğramıştır. Platon’un 409 yılında(18 yaşında) askerliğini yaptığı söylenmektedir.
Isparta ve Atina arasındaki bu devlet yapısı farklılıkları ile paralel olarak eğitim yapıları da farklıydı. Isparta’da savaşa eleman yetiştiren bir eğitim sistemi vardı. Bireyin değil, toplumun refahı esastı. Refah ölçüsü ise savaş yönünden üstünlüktü. Muharip yetiştirme esastı. Birey devlete katkıda bulunduğu ölçüde önem kazanmaktaydı. Atina eğitimi ile Isparta eğitiminin ortak bir amacı vardı fakat bu amacın hedeflediği ürün farklıydı. Eğitimin genel amacı “iyi vatandaş” yetiştirmekti. Atina Isparta’nın askeri insan yetiştirme amacından farklı olarak demokrasi için eğitme amacını güdüyordu. Okullarda disiplin sert, dayak geneldi. Öğretim bireyseldi. Farklı konular için farklı okullara gidilirdi. Genç, on sekiz yaşına gelince yemin ederek vatandaş kütüğüne geçerdi. Bu yeminin sosyal ve moral yönü vardı. Doğaldır ki eğitim sistemleri farklı olan iki toplumun devlet yapıları da farklıydı.
Platonun gençliğindeki derin etkiler yaratan Peloponesos Savaşı, yüksek bir idealin çöküşünü, acıyı, umutsuzluğu beraberinde getirir. Savaş sırasında Atina’daki demokratların (tüccar sınıfının) politikaları, eylemleri ona fazlasıyla malzeme sağlar. Tüm Atinalılar gibi o da bu bozgunun nedenini Atina’nın gevşekliği ve beceriksizliğine, Isparta’nın disiplinine, iyi düzenine bağlar. Çeşitli kanlı olaylardan sonra 403 yılında Atina da demokrasi yeniden kurulur ancak bundan 4 yıl sonra gerçekleşen bir olay Platon’un demokrasiye olan nefretini haklı çıkarır. Sokrates ölüme mahkum edilir. Bu ölümün Platon için bir dönüm noktası olduğu önemli bir gerçektir.
O dönemdeki Atina demokrasisinin akla uygun tarafları pek de yoktu. Sokrates akıllıların başa gelmesi sistemini öneriyordu. Sokrates aklının dikine gidiyor ve çok düşman kazanıyordu. Dört yüz bin Atinalıdan iki yüz elli bini siyasal hakkı olmayan kölelerdi. Büyük meclise girenler, bilgisiyle ve değeriyle değil de sadece halk çocuğu oldukları için meclise giriyorlardı. Sokrates herkesin başa geçme hakkını savunuyor ve başa geçenin en değerli yurttaş olmasını istiyordu. Bunu istemekle de devleti çoğunluğun değil, seçkin bir azınlığın yönetmesini istemiş oluyordu ki, bu da bir yandan halk çocuğunun bilgisizliğini yüzüne vurmak öte yandan kendilerini en değerli azınlık sayan aristokratların ve zenginlerin halk düşmanlığını haklı çıkarıyordu. Demokrat Atina’nın bütün korkusu da, onların kuvvetlenip devleti elde etmeleriydi. Sparta’nın desteklediği demokrasi düşmanları Kritias’ın önderliğinde başkaldırmaya hazırlanıyorlardı. Kritias (Platonun amcası) başkaldırma başarısız olup, öldürülünce demokratlar bu baş kaldırmanın arkasında Sokrates’in olduğunu düşündüler. “Sokrates de çok oluyor artık, ne tanrılara saygısı var, ne atalara, ne devlete! Herkesi, her şeyi eleştirmeye, akla vurup çürütmeye kalkıyor; gençlerde hiçbir şeye inanç bırakmıyor” diyerek onu suçladılar.