Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Aralık 2009       Mesaj #17
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ne garip bir tesadüf ve trajedidir ki, dünya yeni bir Dünya Barış Günü'nü yine savaşın acı, gözyaşı, vahşet ve yıkım getiren karanlık ortamında karşılamak zorunda kalıyor. Doğrudur; savaş bazen kaçınılması olanaklı olmayan en kötü seçenek olarak insanların ve ulusların karşısına çıkabilir. Bir insanın çok somut bir ölüm tehlikesi karşısında ve başka bir kurtuluş seçeneği kalmaması durumunda şiddet kullanması, hukuk sisteminde nasıl ''meşru müdafaa'' kabul ediliyorsa, uluslar açısından da ancak kendisine yönelik somut bir silahlı saldırı olması ve bu saldırıyı savaş yöntemi dışında saf dışı etme olanaklarının tükenmesi koşullarında savaş meşru kabul edilebilir.
Büyük Atatürk , hem bir ulusal kurtuluş savaşının önderi olarak hem de ''Yurtta Barış, Dünyada Barış'' belgisini benimsemiş bir devlet adamı olarak, bu dengeyi kendi yaşamında ve siyaset anlayışında en doğru biçimde somutlaştırmıştı. Atatürk, ulusların üstünlük yarışının savaşla değil, bilim ve teknoloji yoluyla sürmesi gerektiğini düşünen bir liderdi. Zira pek çok savaş görmüş, bu savaşların pek çoğundan da zaferle çıkmış bir lider olarak çok ama çok iyi biliyordu ki, savaşlar tüm insanlık ve uluslar için acı, yıkım, gözyaşı ve medeniyet için ise geriye gidiş demektir. Ne var ki ve ne yazık ki, özellikle son yirmi yıldır bazı çevrelerde büyük önderimizin bu ödünsüz barışçı ve bağımsızlıkçı yaklaşımından uzaklaşma eğilimi çok belirgin hale gelmiştir. Bu çevreler, ulusal çıkarımızla doğrudan hiçbir ilgisi olmamasına karşın bölgedeki savaşlara müdahil olmak heves ve isteği içindedirler. Hepimizin hafızasında çok tazedir; yine aynı çevreler, Irak Savaşı'nda tezkerenin geçmemesi karşısında çok hayıflanmışlar ve Irak'a askeri müdahalede bulunmamakla Türkiye'nin bölgede etkili olma olanağını kendi eliyle teptiğini iddia etmişlerdi. Oysa gerçek durum ve tablo bambaşkaydı.
Eğer Türkiye tezkereyi kabul etmiş olsaydı, Irak'ın güneyindeki Şii bölgesinde büyük bir kaosun ve kan davasının ortasına sürülecek; ABD ise yalnızca Irak'ın kuzeyine değil, aynı zamanda ülkemizin Güneydoğu'suna da yerleşme olanağına kavuşacaktı. Bu tablonun, Türkiye'yi kendi topraklarında bile egemenliğini kullanamayan ve birliği ciddi şekilde tehdit altında olan bir ülke haline getireceği açıktır. Avrupa'nın göbeğinde yıllarca süren hazin Bosna Savaşı'na bigâne kalıp, üç maymunu oynayan İslam ülkelerinin varlığı hafızalarda tazeliğini korurken Türkiye, bugün kaşla göz arasında Lübnan bataklığına sürüklenmek istenmektedir. Çok dinli ve çok parçalı özgün yapısı içinde yıllardır bir ulusal birlik kuramamış Lübnan'da ulusal bilincin ve birliğin nihayet gelişmekte olduğu bu dönemde, Türkiye'ye, kendi ülkemizin çıkarlarıyla, bölge ülkelerinin çıkarlarıyla, ulusal birliğe yürüyen Lübnan halkının çıkarlarıyla, evrensel insanlık değerleri ve çıkarlarıyla açık bir aykırılık taşıyan ABD ve İsrail patentli karanlık bir savaş senaryosunda jandarma rolü önerilmektedir. Ülkemiz, komşumuz olan bölge uluslarıyla karşı karşıya gelişi ve düşmanlaşmayı doğuracak olan bir maceranın içine çekilmek istenmektedir..
Böylesi bir dönemde Atatürkümüzün ''Yurtta Barış, Dünyada Barış'' felsefesini çok daha iyi düşünmeli ve özümsemeliyiz. Savaşlar bugüne kadar ne acıları dindirmiş ne de mutlulukları çoğaltmıştır; aksine, acıları derinleştirip mutsuzlukları pekiştirmiştir. Yakıp yıkmayı iş edinen, masumiyet ve insan avcısı karakteriyle savaşlar, elbette bir biçimde duruyor, yaralar sarılmaya, yıkıntılar onarılmaya çalışılıyor. Ama barışın ozanı Bertolt Brecht 'in dizeleriyle, savaşların sonunda şöyle bir tablo oluşuyor: ''Dost düşman sükût buldu / Yalnız analar ağlaşır / Ötede beride'' . Evet savaş anaların ağlaması, insanlığın ağlaması, barışın ağlamasıdır.
Bu nedenle 1 Eylül Dünya Barış Günü'nde anlamsızlığın, insan ruhunu bölmenin büyük trajedisinin adı olan "Savaşlara Hayır!" diyoruz. Çünkü annelerin gözyaşlarına hayır diyoruz!




Yurtta Sulh, Cihanda Sulh Ne Demek?
Bugün rahmetli Atatürk''ün, "Ve aleykümselam!" diyerek son nefesini verdiği günün 67.yıldönümü.

Peki, Atatürk son nefesinde niye "Ve aleykümselâm!" demiştir? Ona o anda orada selâm veren bir kimse mi vardı? Hayır, o esnada başucunda doktorlar vardı ve o âna kadar ara sıra "Saat kaç?" diye soran Gazi''yi muayene ediyor, hatta, "Dilini uzatınız efendim!" ricasında bulunuyorlardı. Ama o, birdenbire kendini arka üstü yatağa attı, dişleri birbirine vuracak şekilde titremeye başladı.

İşte böyle bir anda Gazi:

" Ve Aleykümselâm!" dedi ve gözlerini yalan dünyaya ebediyen kapadı.

Müminler, Kur''an ve Hadislerde kişinin ölüm halleri hakkında verilen bilgilerden az buçuk haberdar olan her Müslüman bilir ki, insan için, Müslüman için, Mümin için en önemli şey işte bu "son nefes"tir. Ömrü cephelerde geçen, rahmetli Akif''in, "Bedr''in aslanları bile ancak bu kadar şanlı idi!" diye tasvir ettiği Çanakkale Zaferi''nin en önemli mimarı, Mondoros ve Sevr ile yeryüzünde bir tek bağımsız İslâm devleti kalmamışken Samsun''a çıkarak Milli Mücadele''yi başlatan ve bu mücadeleyi, adı Lozan olan zaferle noktalayarak İslâm''ı devletsiz bırakmayan Gazi''ye, 10 Kasım 1938''de Yüce Allah(c.c.) işte böyle, "Ve Aleykümselam" diyerek son nefesini vermeyi lütfetmiştir. Demek ki Melek Azrail Gazi''nin yanına gelince selâm vermiştir. Doğrusunu elbette Allah(c.c.) bilir, ama hadisenin fotoğrafı bunları söylemektedir.

Gerçek bu iken O''nun hakkında dinsizliğinden imânsızlığına kadar yapılmadık iftara kalmamıştır.

Bu da Cenab-ı Hakk''ın O''nu ne kadar sevdiğinin bir başka ispatıdır. Çünkü böylesine iftira yapan kim varsa namazından orucuna, zekâtından sadakasına kadar bütün hayır ve hasenatlarını da O''na hediye etmiş olmakta, böylece, Gazi''nin Mahkeme-i Kübra''daki hesabını kolaylaştırmaktadırlar.

Bu tür bühtanlar Atatürk''e sağ cenahtan yapılan saldırılardır.

Bir de sol cenahtan, yani laikliğe sığınarak onu neredeyse bir Fransız, bir Amerikalı gibi Batılı gösteren saldırılar vardır. Bunlar da Atatürk dostu değil, Atatürk katilleridir. Bu cenah, Atatürk''ü Atatürk''e sığınarak, âdeta sanki onun mirasını kullanarak saldırdıkları için Atatürk''ü bizzat Atatürk''le vuran, yani Atatürk''ün mirasını bizzat Atatürk''ün mirasını yok etmek için kullanan hainlerdir, gafillerdir, cahillerdir.

Çünkü bizzat Atatürk, "Türkiye hiçbir milleti taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikalılaşacak, ne batılılaşacaktır. O sadece özleşecektir!" demiştir. Yine o işte bu sebeple Patrikhane''yi "Fitne yuvası" olarak tanımlamış, yine o bu sebeple Mason Localarını, "Yabancı uşakları" diyerek kapatmış, işte o bu sebeple, Türk evladını Hıristiyan yapan Bursa Amerikan Koleji''nin kapısına kilit vurdurtmuştur.

Son dönemlerde Atatürk''e saplanan en büyük hançer de yine onun, "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözüdür. Bu sözü cahiller ve zavallılar yanlış anlamakta, hainler ise bu sözü, Türk milletini gaflet uykusunda tutmak için tekrarlayıp durmaktadırlar. "Atatürk''ün resimlerini devlet dairelerinden kaldırın" diyenler, "Atatürk''ün milli devlet anlayışını terk erdin" aklı verenler ne hikmetse ( tabii ki Türk milletini uyutmak için) Atatürk''ün "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözüne sarılmayı hiç ihmal etmemektedirler.

Oysa "Yurtta sulh, cihanda sulh" diyen Atatürk, aynı zamanda, "Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse Musul, Kerkük ve Adaları geri alacağım. Selânik de dahil Batı Trakya''yı Türkiye hudutları içine katacağım" diyen, yani, bir bakıma, İslâm''ın evrenselliği ile Türk''ün "Cihan hakîmiyeti" ve "Kızıl Elması"nı Türk milletinin önüne bir pusula gibi koyan bir tarihi şahsiyettir.

Evet, "Yurtta sulh, cihanda sulh!" demek, Türk''ün iç barışı sağladıktan ve emperyalistlerle boy ölçüşebilecek güce eriştikten sonra, "Benim dünya barışı için de söyleyeceklerim var!" demektir. Hatta, "Dünya barışı benden sorulur!" diye meydan okumaktır. Çünkü o, yani Türk, dünya barışını beş kıtada yüzyıllarca temin etmiş Osmanlı''nın mirasçısıdır. Yani dünya barışı Türk''e muhtaçtır. Türk Avrupa, Asya, Arabistan ve Afrika''dan çekildi çekileli ne Avrupa''da barış kalmıştır, ne Asya, ne Afrika, ne o uydurma bir tanım olan Ortadoğu''da barış kalmıştır.

Yani, "Cihanda sulh" demek, meselâ Irak''ı işgal eden ABD''ye, "Dur be pis emperyalist, senin bu yaptığın dünya barışı için bir büyük tehlikedir" deme iradesidir…

"Yurtta sulh, cihanda sulh" demek hele, öyle kafaya çuvalı geçirip, çevrende ve dünyada olup biteni görmezlikten gelmek, hele Kerkük, Telafer ve Kıbrıs''ta Türk''ün hakkı gasp edilir, kanı oluk oluk akıtılırken bön bön seyretmek, yahut İstanbul''un merkezinde Ortodoksların at oynatmasına göz yummak pısırıklığı, korkaklığı hiç değildir.

Evet, "Yurtta sulh, cihanda sulh" demek, Türk''ün dünkü, "Türk cihan hakimiyeti mefkûresinin" 2000''li yıllardaki yorumudur. Bu, Allah(c.c.) bilir, bizzat Allah''ın da muradıdır. Çünkü dünyaya nizam vermek, Haçlılara terk edilemez, dünyaya nizam vermek, emperyalistlerin insafına bırakılamaz.

Bırakılırsa, "Cihanda sulh" olmaz, olmadığı da yaşanarak görülmüştür, görülmeye devam edilmektedir.

Evet, bugün O''nun, "- Ve aleykümselam!" diyerek aramızdan ayrılışının 67.yıldönümü.

Mekânı ona cennet, hayatı da bize ibret olsun.


(Alıntıdır)
Eski 24-11-2008 #2 (mesaj-linki)
Keten Prenses
Keten Prenses - avatarı

Cvp: ''Yurtta barış dünyada barış''cümlesi ne anlama gelir?
Yurtta Sulh Cihanda Sulh ne demek?
Dünyanın saygıyla andıgı nice milletlere ilham kaynagı olan Mustafa Kemal Atatürk`ün çok güzel bir sözüdür `yurtta sulh, cihanda sulh` Barışcıl bir toplum, barışcıl bir lider oldugu çok güzel vurgulamıştır. Yanlız Atatürk`ün keskin zekası bu kelimelere şöyle bir tehtitkar anlam yüklemiştir, kelimeleri kılı kırk yararcasına irdeleyen dünya liderlerine: `eger benim yurdumda barış(sulh) olursa dünyada da barış(sulh) olur.` Bu cümleyi bugün biz anlamasakda Türkiye`İle ilgili planları olanlar bunu çok iyi anlıyor...
Facebook'ta Paylaş Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et Bu mesaja hızlı cevap gönder
Eski 24-11-2008 #3 (mesaj-linki)
tHeBruTaLiTyOfHeLL
Avatarı Yok (No Avatar)

Cvp: ''Yurtta barış dünyada barış''cümlesi ne anlama gelir?
Yurtta Barış, Dünyada Barış

Prof. Dr. Muzaffer Eryılmaz Çankaya Belediye Başkanı
Ne garip bir tesadüf ve trajedidir ki, dünya yeni bir Dünya Barış Günü'nü yine savaşın acı, gözyaşı, vahşet ve yıkım getiren karanlık ortamında karşılamak zorunda kalıyor. Doğrudur; savaş bazen kaçınılması olanaklı olmayan en kötü seçenek olarak insanların ve ulusların karşısına çıkabilir. Bir insanın çok somut bir ölüm tehlikesi karşısında ve başka bir kurtuluş seçeneği kalmaması durumunda şiddet kullanması, hukuk sisteminde nasıl ''meşru müdafaa'' kabul ediliyorsa, uluslar açısından da ancak kendisine yönelik somut bir silahlı saldırı olması ve bu saldırıyı savaş yöntemi dışında saf dışı etme olanaklarının tükenmesi koşullarında savaş meşru kabul edilebilir.
Büyük Atatürk , hem bir ulusal kurtuluş savaşının önderi olarak hem de ''Yurtta Barış, Dünyada Barış'' belgisini benimsemiş bir devlet adamı olarak, bu dengeyi kendi yaşamında ve siyaset anlayışında en doğru biçimde somutlaştırmıştı. Atatürk, ulusların üstünlük yarışının savaşla değil, bilim ve teknoloji yoluyla sürmesi gerektiğini düşünen bir liderdi. Zira pek çok savaş görmüş, bu savaşların pek çoğundan da zaferle çıkmış bir lider olarak çok ama çok iyi biliyordu ki, savaşlar tüm insanlık ve uluslar için acı, yıkım, gözyaşı ve medeniyet için ise geriye gidiş demektir. Ne var ki ve ne yazık ki, özellikle son yirmi yıldır bazı çevrelerde büyük önderimizin bu ödünsüz barışçı ve bağımsızlıkçı yaklaşımından uzaklaşma eğilimi çok belirgin hale gelmiştir. Bu çevreler, ulusal çıkarımızla doğrudan hiçbir ilgisi olmamasına karşın bölgedeki savaşlara müdahil olmak heves ve isteği içindedirler. Hepimizin hafızasında çok tazedir; yine aynı çevreler, Irak Savaşı'nda tezkerenin geçmemesi karşısında çok hayıflanmışlar ve Irak'a askeri müdahalede bulunmamakla Türkiye'nin bölgede etkili olma olanağını kendi eliyle teptiğini iddia etmişlerdi. Oysa gerçek durum ve tablo bambaşkaydı.
Eğer Türkiye tezkereyi kabul etmiş olsaydı, Irak'ın güneyindeki Şii bölgesinde büyük bir kaosun ve kan davasının ortasına sürülecek; ABD ise yalnızca Irak'ın kuzeyine değil, aynı zamanda ülkemizin Güneydoğu'suna da yerleşme olanağına kavuşacaktı. Bu tablonun, Türkiye'yi kendi topraklarında bile egemenliğini kullanamayan ve birliği ciddi şekilde tehdit altında olan bir ülke haline getireceği açıktır. Avrupa'nın göbeğinde yıllarca süren hazin Bosna Savaşı'na bigâne kalıp, üç maymunu oynayan İslam ülkelerinin varlığı hafızalarda tazeliğini korurken Türkiye, bugün kaşla göz arasında Lübnan bataklığına sürüklenmek istenmektedir. Çok dinli ve çok parçalı özgün yapısı içinde yıllardır bir ulusal birlik kuramamış Lübnan'da ulusal bilincin ve birliğin nihayet gelişmekte olduğu bu dönemde, Türkiye'ye, kendi ülkemizin çıkarlarıyla, bölge ülkelerinin çıkarlarıyla, ulusal birliğe yürüyen Lübnan halkının çıkarlarıyla, evrensel insanlık değerleri ve çıkarlarıyla açık bir aykırılık taşıyan ABD ve İsrail patentli karanlık bir savaş senaryosunda jandarma rolü önerilmektedir. Ülkemiz, komşumuz olan bölge uluslarıyla karşı karşıya gelişi ve düşmanlaşmayı doğuracak olan bir maceranın içine çekilmek istenmektedir..
Böylesi bir dönemde Atatürkümüzün ''Yurtta Barış, Dünyada Barış'' felsefesini çok daha iyi düşünmeli ve özümsemeliyiz. Savaşlar bugüne kadar ne acıları dindirmiş ne de mutlulukları çoğaltmıştır; aksine, acıları derinleştirip mutsuzlukları pekiştirmiştir. Yakıp yıkmayı iş edinen, masumiyet ve insan avcısı karakteriyle savaşlar, elbette bir biçimde duruyor, yaralar sarılmaya, yıkıntılar onarılmaya çalışılıyor. Ama barışın ozanı Bertolt Brecht 'in dizeleriyle, savaşların sonunda şöyle bir tablo oluşuyor: ''Dost düşman sükût buldu / Yalnız analar ağlaşır / Ötede beride'' . Evet savaş anaların ağlaması, insanlığın ağlaması, barışın ağlamasıdır.
Bu nedenle 1 Eylül Dünya Barış Günü'nde anlamsızlığın, insan ruhunu bölmenin büyük trajedisinin adı olan "Savaşlara Hayır!" diyoruz. Çünkü annelerin gözyaşlarına hayır diyoruz!




Yurtta Sulh, Cihanda Sulh Ne Demek?
Bugün rahmetli Atatürk''ün, "Ve aleykümselam!" diyerek son nefesini verdiği günün 67.yıldönümü.

Peki, Atatürk son nefesinde niye "Ve aleykümselâm!" demiştir? Ona o anda orada selâm veren bir kimse mi vardı? Hayır, o esnada başucunda doktorlar vardı ve o âna kadar ara sıra "Saat kaç?" diye soran Gazi''yi muayene ediyor, hatta, "Dilini uzatınız efendim!" ricasında bulunuyorlardı. Ama o, birdenbire kendini arka üstü yatağa attı, dişleri birbirine vuracak şekilde titremeye başladı.

İşte böyle bir anda Gazi:

" Ve Aleykümselâm!" dedi ve gözlerini yalan dünyaya ebediyen kapadı.

Müminler, Kur''an ve Hadislerde kişinin ölüm halleri hakkında verilen bilgilerden az buçuk haberdar olan her Müslüman bilir ki, insan için, Müslüman için, Mümin için en önemli şey işte bu "son nefes"tir. Ömrü cephelerde geçen, rahmetli Akif''in, "Bedr''in aslanları bile ancak bu kadar şanlı idi!" diye tasvir ettiği Çanakkale Zaferi''nin en önemli mimarı, Mondoros ve Sevr ile yeryüzünde bir tek bağımsız İslâm devleti kalmamışken Samsun''a çıkarak Milli Mücadele''yi başlatan ve bu mücadeleyi, adı Lozan olan zaferle noktalayarak İslâm''ı devletsiz bırakmayan Gazi''ye, 10 Kasım 1938''de Yüce Allah(c.c.) işte böyle, "Ve Aleykümselam" diyerek son nefesini vermeyi lütfetmiştir. Demek ki Melek Azrail Gazi''nin yanına gelince selâm vermiştir. Doğrusunu elbette Allah(c.c.) bilir, ama hadisenin fotoğrafı bunları söylemektedir.

Gerçek bu iken O''nun hakkında dinsizliğinden imânsızlığına kadar yapılmadık iftara kalmamıştır.

Bu da Cenab-ı Hakk''ın O''nu ne kadar sevdiğinin bir başka ispatıdır. Çünkü böylesine iftira yapan kim varsa namazından orucuna, zekâtından sadakasına kadar bütün hayır ve hasenatlarını da O''na hediye etmiş olmakta, böylece, Gazi''nin Mahkeme-i Kübra''daki hesabını kolaylaştırmaktadırlar.

Bu tür bühtanlar Atatürk''e sağ cenahtan yapılan saldırılardır.

Bir de sol cenahtan, yani laikliğe sığınarak onu neredeyse bir Fransız, bir Amerikalı gibi Batılı gösteren saldırılar vardır. Bunlar da Atatürk dostu değil, Atatürk katilleridir. Bu cenah, Atatürk''ü Atatürk''e sığınarak, âdeta sanki onun mirasını kullanarak saldırdıkları için Atatürk''ü bizzat Atatürk''le vuran, yani Atatürk''ün mirasını bizzat Atatürk''ün mirasını yok etmek için kullanan hainlerdir, gafillerdir, cahillerdir.

Çünkü bizzat Atatürk, "Türkiye hiçbir milleti taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikalılaşacak, ne batılılaşacaktır. O sadece özleşecektir!" demiştir. Yine o işte bu sebeple Patrikhane''yi "Fitne yuvası" olarak tanımlamış, yine o bu sebeple Mason Localarını, "Yabancı uşakları" diyerek kapatmış, işte o bu sebeple, Türk evladını Hıristiyan yapan Bursa Amerikan Koleji''nin kapısına kilit vurdurtmuştur.

Son dönemlerde Atatürk''e saplanan en büyük hançer de yine onun, "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözüdür. Bu sözü cahiller ve zavallılar yanlış anlamakta, hainler ise bu sözü, Türk milletini gaflet uykusunda tutmak için tekrarlayıp durmaktadırlar. "Atatürk''ün resimlerini devlet dairelerinden kaldırın" diyenler, "Atatürk''ün milli devlet anlayışını terk erdin" aklı verenler ne hikmetse ( tabii ki Türk milletini uyutmak için) Atatürk''ün "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözüne sarılmayı hiç ihmal etmemektedirler.

Oysa "Yurtta sulh, cihanda sulh" diyen Atatürk, aynı zamanda, "Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse Musul, Kerkük ve Adaları geri alacağım. Selânik de dahil Batı Trakya''yı Türkiye hudutları içine katacağım" diyen, yani, bir bakıma, İslâm''ın evrenselliği ile Türk''ün "Cihan hakîmiyeti" ve "Kızıl Elması"nı Türk milletinin önüne bir pusula gibi koyan bir tarihi şahsiyettir.

Evet, "Yurtta sulh, cihanda sulh!" demek, Türk''ün iç barışı sağladıktan ve emperyalistlerle boy ölçüşebilecek güce eriştikten sonra, "Benim dünya barışı için de söyleyeceklerim var!" demektir. Hatta, "Dünya barışı benden sorulur!" diye meydan okumaktır. Çünkü o, yani Türk, dünya barışını beş kıtada yüzyıllarca temin etmiş Osmanlı''nın mirasçısıdır. Yani dünya barışı Türk''e muhtaçtır. Türk Avrupa, Asya, Arabistan ve Afrika''dan çekildi çekileli ne Avrupa''da barış kalmıştır, ne Asya, ne Afrika, ne o uydurma bir tanım olan Ortadoğu''da barış kalmıştır.

Yani, "Cihanda sulh" demek, meselâ Irak''ı işgal eden ABD''ye, "Dur be pis emperyalist, senin bu yaptığın dünya barışı için bir büyük tehlikedir" deme iradesidir…

"Yurtta sulh, cihanda sulh" demek hele, öyle kafaya çuvalı geçirip, çevrende ve dünyada olup biteni görmezlikten gelmek, hele Kerkük, Telafer ve Kıbrıs''ta Türk''ün hakkı gasp edilir, kanı oluk oluk akıtılırken bön bön seyretmek, yahut İstanbul''un merkezinde Ortodoksların at oynatmasına göz yummak pısırıklığı, korkaklığı hiç değildir.

Evet, "Yurtta sulh, cihanda sulh" demek, Türk''ün dünkü, "Türk cihan hakimiyeti mefkûresinin" 2000''li yıllardaki yorumudur. Bu, Allah(c.c.) bilir, bizzat Allah''ın da muradıdır. Çünkü dünyaya nizam vermek, Haçlılara terk edilemez, dünyaya nizam vermek, emperyalistlerin insafına bırakılamaz.

Bırakılırsa, "Cihanda sulh" olmaz, olmadığı da yaşanarak görülmüştür, görülmeye devam edilmektedir.

Evet, bugün O''nun, "- Ve aleykümselam!" diyerek aramızdan ayrılışının 67.yıldönümü.

Mekânı ona cennet, hayatı da bize ibret olsun.


(Alıntıdır)
Facebook'ta Paylaş Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et Bu mesaja hızlı cevap gönder
Eski 20-12-2008 #4 (mesaj-linki)
Ziyaretçi
Avatarı Yok (No Avatar)

"Yurtta sulh, cihanda sulh" sözünün anlamı nedir?
yurtta barış dünyada barış anamı
Facebook'ta Paylaş Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et Bu mesaja hızlı cevap gönder
Eski 20-12-2008 #5 (mesaj-linki)
AngelFRANTIX
AngelFRANTIX - avatarı

Cvp: "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözünün anlamı nedir?
Yurtta sulh, cihanda sulh

Vikipedi, özgür ansiklopedi

Git ve: kullan, ara
"Yurtta sulh, cihanda sulh" ilk defa Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, önderi, istiklal harbi kahramanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından 20 Nisan 1931'de söylenen ve anayasada yer alan temel dış politika düsturudur.
Dünyada olabilecek herhangi bir rahatsızlığın herkese zarar verebileceğini, bu yüzden de milletlerin diğer milletlerin sorunlarına kayıtsız kalamayacağını ifade eden Atatürkçülüğün bütünleştirici ilkelerindendir.

"Yurtta sulh, cihanda sulh", günümüzde "Yurtta barış, dünyada barış" olarak da söylenilmektedir.
Facebook'ta Paylaş Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et Bu mesaja hızlı cevap gönder
Eski 3 Hafta Önce #6 (mesaj-linki)
Misafir
Avatarı Yok (No Avatar)

Cvp: ''Yurtta barış dünyada barış''cümlesi ne anlama gelir?
yurtte sulh cihanda sulh?
Şuanda ölmüş olan Atatürk'ü saygıyla anarve şu sözünde ne anlatmak istediğini söylemek istiyorum
Atatürk ''yurtta sulh cihanda sulh''. sözüyle şunu anlatmak istemiştir .Bu dünya hep barışla kalsın düşmanlığa hayır cümlesini belirtmiştir.
Facebook'ta Paylaş Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et Bu mesaja hızlı cevap gönder
Eski 2 Hafta Önce #7 (mesaj-linki)
Misafir
Avatarı Yok (No Avatar)

Cvp: ''Yurtta barış dünyada barış''cümlesi ne anlama gelir?
Dünyanın saygıyla andıgı nice milletlere ilham

kaynagı olan Mustafa Kemal Atatürk`ün çok güzel bir sözüdür `yurtta
sulh, cihanda sulh` Barışcıl bir toplum, barışcıl bir lider oldugu
çok güzel vurgulamıştır. Yanlız Atatürk`ün keskin zekası bu kelimelere şöyle
bir tehtitkar anlam yüklemiştir, kelimeleri kılı kırk yararcasına irdeleyen dünya
liderlerine: `eger benim yurdumda barış(sulh) olursa dünyada da barış(sulh) olur.`
Bu cümleyi bugün biz anlamasakda Türkiye`İle ilgili planları olanlar bunu
çok iyi anlıyor...
Facebook'ta Paylaş Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et Bu mesaja hızlı cevap gönder
Eski 2 Hafta Önce #8 (mesaj-linki)
Misafir
Avatarı Yok (No Avatar)

Cvp: ''Yurtta barış dünyada barış''cümlesi ne anlama gelir?
Eğer Türkiye tezkereyi kabul etmiş olsaydı, Irak'ın güneyindeki Şii bölgesinde büyük bir kaosun ve kan davasının ortasına sürülecek; ABD ise yalnızca Irak'ın kuzeyine değil, aynı zamanda ülkemizin Güneydoğu'suna da yerleşme olanağına kavuşacaktı. Bu tablonun, Türkiye'yi kendi topraklarında bile egemenliğini kullanamayan ve birliği ciddi şekilde tehdit altında olan bir ülke haline getireceği açıktır. Avrupa'nın göbeğinde yıllarca süren hazin Bosna Savaşı'na bigâne kalıp, üç maymunu oynayan İslam ülkelerinin varlığı hafızalarda tazeliğini korurken Türkiye, bugün kaşla göz arasında Lübnan bataklığına sürüklenmek istenmektedir. Çok dinli ve çok parçalı özgün yapısı içinde yıllardır bir ulusal birlik kuramamış Lübnan'da ulusal bilincin ve birliğin nihayet gelişmekte olduğu bu dönemde, Türkiye'ye, kendi ülkemizin çıkarlarıyla, bölge ülkelerinin çıkarlarıyla, ulusal birliğe yürüyen Lübnan halkının çıkarlarıyla, evrensel insanlık değerleri ve çıkarlarıyla açık bir aykırılık taşıyan ABD ve İsrail patentli karanlık bir savaş senaryosunda jandarma rolü önerilmektedir. Ülkemiz, komşumuz olan bölge uluslarıyla karşı karşıya gelişi ve düşmanlaşmayı doğuracak olan bir maceranın içine çekilmek istenmektedir..
Facebook'ta Paylaş Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et Bu mesaja hızlı cevap gönder
Eski 2 Hafta Önce #9 (mesaj-linki)
TUZCUAY
Avatarı Yok (No Avatar)

Cvp: ''Yurtta barış dünyada barış''cümlesi ne anlama gelir?
Keten Prenses adlı kullanıcıdan alıntı Mesajı Görüntüle
Yurtta Sulh Cihanda Sulh ne demek?
Dünyanın saygıyla andıgı nice milletlere ilham kaynagı olan Mustafa Kemal Atatürk`ün çok güzel bir sözüdür `yurtta sulh, cihanda sulh` Barışcıl bir toplum, barışcıl bir lider oldugu çok güzel vurgulamıştır. Yanlız Atatürk`ün keskin zekası bu kelimelere şöyle bir tehtitkar anlam yüklemiştir, kelimeleri kılı kırk yararcasına irdeleyen dünya liderlerine: `eger benim yurdumda barış(sulh) olursa dünyada da barış(sulh) olur.` Bu cümleyi bugün biz anlamasakda Türkiye`İle ilgili planları olanlar bunu çok iyi anlıyor...

...
Facebook'ta Paylaş Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et Bu mesaja hızlı cevap gönder
Eski 2 Hafta Önce #10 (mesaj-linki)
Misafir
Avatarı Yok (No Avatar)

yurda barış dünyada barış ne anlama gelir?
yurda barış dünyada barış ne anla