Arama


ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
28 Aralık 2009       Mesaj #2
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Dışavurumculuk
MsXLabs.org & Temel Britannica

Dışavurumculuk, 20. yüzyılın ilk çey­reğinde, Orta Avrupa'da gelişen bir sanat akımıdır. Fransızca karşılığı ile Ekspresyo­nizm diye de anılır. Doğanın ve toplumun nesnel bir yaklaşımla betimlenmesine karşı çıkan Dışavurumcular, öznelliği ve sanatçının iç dünyasının dışavurulmasını yüceltmişlerdir. Özellikle Almanya'da, tüm sanat dallarında etkili olan Dışavurumculuk, yerleşik biçim ve anlayışları yıkmaya çalışmıştır. İmparatorluk, ordu, okul ve ataerkil aile gibi kurumların nüfuzunu kırmayı amaçlayan Dışavurumcu­lar, toplumun dışladığı insanlardan yana çık­mışlar; daha da ileri giderek yeni bir toplum­sal düzenin ve yeni bir insan tipinin oluşturulmasına öncülük etme görevini üstlenmiş­lerdir.
Dışavurumcular'ı, aynı görüşü paylaşmakla birlikte her ülkede, aynı teknikleri kullanan ya da belli bir programı uygulayan bir sanatçı­lar topluluğu olarak düşünmek yanlış, olur. Dışavurumculuk'u benimseyen sanatçıların bu akımı değişik biçimlerde yorumladıkları, değişik ürünler verdikleri bilinmektedir.
Romantizm'den olduğu kadar Simgecilik' ten de etkilenmiş olan Dışavurumcular, İzle­nimcilik ve Doğalcılık'a karşı çıkmışlardır. Özellikle plastik sanatlarda kendini duyuran Dışavurumculuk'un özünü, insan yaşamının ve insanla dünya arasındaki ilişkinin en güç, en kaygılı ve en trajik yanı oluşturur.
Daha 19. yüzyılın sonlarında Van Gogh, Edvard Munch, James Ensor, Toulouse-Lautrec gibi ressamların yapıtlarında belirme­ye başlayan Dışavurumculuk, 20. yüzyılın başlarında Almanya'da, bir düşünce ve sanat hareketi niteliği kazandı. 1905'te Kirchner, Heckel, Schmidt-Rottluff, Pechstein, Mueller ve Nolde adlı ressamlar, Dresden'de "Die Brücke" (Köprü) adlı bir sanatçı topluluğu kurdular. Bu tarih, Dışavurumculuk'un baş­langıcı kabul edilir. Bu topluluk, daha sonra Berlin'de etkinlik gösterdi. Die Brücke sanat­çılarının resimlerinde ve tahta üzerine gravür­lerinde dikkat çeken özellikler, gerçeğe uy­gun düşmeyen renkler, çarpıcı bir biçimde verilmiş insan yüzleri ve görünümlerdir. Lehmbruck ve Barlach'ın heykellerinde de bu özellikler vardır. Herwarth Walden'in 1910'da Berlin'de kurduğu Der Sturm ("Fırtı­na") adlı sanat dergisi ve galerisi, Dışavurum­culuk'un bu kentte iyice yaygınlaşmasına yol açtı. Wassily Kandinsky, Franz Marc, August Macke, Alexey von Jawlensky gibi Münih' te yaşayan ressamların kurduğu Der Blaue Reiter ("Mavi Atlı") adlı topluluk, Die Brücke sanatçılarının kullandığı renklere ben­zer renkler kullandı, ama daha az akılcı ve daha az kötümser bir tutumu benimsedi. Çok geçmeden de soyut araştırmalara yöneldi. Avusturya'da Egon Schiele ve Oskar Kokoschka Dışavurumcu yapıtlar verirken, Fran­sa'da bu akımın başlıca temsilcisi Georges Rouault oldu.
I. Dünya Savaşı sırasında Kirchner, Kokoschka gibi birkaç sanatçının sürdürdüğü Dışavurumculuk'un yerini, bu yıllarda Dada­cılık ile Otto Dix ve George Grosz'un temsil ettikleri Yeni Nesnelcilik aldı. Savaş yılların­da Belçika'da Permeke, Van den Berghe, De Smet gibi bir grup sanatçının geliştirmeye başladığı Flaman Dışavurumculuk'u, savaştan sonra da sürdü. Kübizm'in sağlamlık ve tutar­lılık anlayışından etkilenen bu sanatçılar, savaş öncesinde varlık gösteren Laethem-Saint-Martin grubunun uzantısı gibidirler. Hollanda'da da Le Fauconnier ile Sluyters ve Gestel'in çevresinde, Dışavurumcu bir hare­ket doğdu. Meksika'da Rivera, Siqueiros, Orozco ve Tamayo'nun, Brezilya'da ise Porti-nari ve Segal'ın temsil ettiği 1920-30 Dışavu­rumculuk'u, daha çok duvar resimlerine ağır­lık vererek toplumsal ve devrimci temaları işledi.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra, eski ve yeni birçok eğilim ve anlayışın çeşitli yönleri birle­şerek yeni bir Dışavurumculuk ortaya çıktı. 1940'ların başlarında ABD'de doğan ve 1950'lerde olgunlaşan Soyut Dışavurumculuk Kübizm'in son dönem ürünlerinden olduğu kadar, Gerçeküstücülük'ten de etkilenerek, gereçleri ve teknikleri yeni bir anlayışla ele aldı. Sanatçının için­de birikmiş tüm güçlerin dışavurulmasını ön­gören bu anlayış, resme ve doğuştan yaratıcı­lığa öncelik tanıdı. Bu anlayıştaki ressamların yapıtları, birer Action Painting (Hareketli Soyut) olarak nitelendi. Soyut Dışavurumcu­luk'un başlıca temsilcileri, Gorky başta olmak üzere, De Kooning, Kline, Motherwell, Gus­ton ve Pollock'tur. Bu ressamlar, tuval üzerindeki herhangi bir bölgeyi ya da noktayı merkez sayan anlayışa karşı çıktılar; tuvalin her yanını eşdeğer tutarak, derinliği olmayan yeni bir mekân anlayışı getirdiler.
Dışavurumcu ressamların etkisiyle, dış ger­çekliğin dolaysız olarak yansıtılmasından ka­çınma ve dünyaya, tümüyle kişisel, öznel bir açıdan bakma eğilimi edebiyatçılar arasında da etkili oldu. Bunun sonucu olarak, biçim, imgeler, sözdizimi, noktalama gibi öğeler ikinci plana itildi; öncelik dışavuruma verildi ve her şey ona göre belirlendi. Dışavurumcu yazarlar, biçim kurallarını yıkmaya çalıştılar. Dışavurumculuk, tiyatroda, varlıklı ve kurulu düzen içinde yaşayan kesimleri oldukça sert eleştiren Strindberg ve Wedekind'in yapıtla­rıyla sürdü.
Dışavurumculuk, I. Dünya Savaşı'nın ar­dından sinemada da etkisini göstermeye baş­ladı. Dışavurumcu sinemada, kişilerin ruh durumları, biçimsel simgelerle belirtilmeye çalışıldı. Bu yüzden de dekorlar ve ışık oyunları büyük önem kazandı. Başlıca Dışa­vurumcu yönetmenlerin en önemli filmleri şunlardır: Robert Wiene'in "Das Kabinen des Dr. Caligari" (1919; Dr. Caligari'nin Odası), Paul Wegener'in "Golem" (1920), Fritz Lang'ın "Dr. Mabuse, der Spieler" (1922, Kumarbaz Dr. Mabuse), F. W. Murnau'nun "Nosferatu" (1922) ve Paul Leni'nin "Mumyalar Müzesi" (Das Wachsfigurenkabinette; 1924).
Arnold Schönbcrg. Alban Berg ve Anton von Webern başta olmak üzere, bestecilerden de Dışavurumculuk'a katılanlar oldu. Müzik­te Dışavurumculuk, yoğun biçimde yarım tonluk aralıkların ve hiçbir kural gözetilmek­sizin üst üste bindirilmiş seslerin kullanılma­sıyla kendini belli eder.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!