Arama


fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
20 Ocak 2010       Mesaj #5
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

ya bunlar çok küçük yaazlı biraz daha büyetemezisiniz ödev yapıyorumdaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa

Minyatür, çoğunlukla elyazması kitaplarda, metnin anlaşılmasını kolaylaştırmak ve konuyu zenginleştirmek amacıyla yapılan küçük boyutlu resimlere verilen isimdir. Gerek Hıristiyan gerekse İslam dünyasında çok sayıda minyatürlü yazma üretilmiştir. Ancak Hırıstiyan sanatı, yaşanan kültürel değişimlerle bağlantılı olarak doğanın gerçekçi tasvirine yönelmiş ve bu uğurda yağlı boya resmin sağladığı imkanları tercih etmiştir. Ayrıca, matbaanın keşfiyle birlikte elyazmalarının azalmaya başlaması da buna eklenince, 15.yüzyıldan itibaren batı dünyasında minyatür önemini yitirmiştir. İslam sanatçısı ise İslam felsefesine uygun olan şematik bir anlatımı tercih etmiş ve bunu minyatür sanatında yorumlamıştır. Üstelik islam dünyası matbaaya daha birkaç yüzyıl ilgisiz kaldığı için elyazmalarının üretimi artarak devam etmiştir.
Minyatür sanatına yeni bir yaklaşım ve konu dünyası getirmiş olan Türk minyatürü, daha başından beri gerçekçi eğilimiyle dikkat çeker. Ancak genel hatlarıyla İslam minyatür geleneğine bağlıdır. Bu durum klasik Osmanlı üslubunun geliştiği 16.yüzyıla kadar belirgin haldedir.
Günümüze ulaşan örnek ve belgeler bizi 8-9.yüzyıllara, Uygurlar dönemine kadar götürür. Uygurlardan kalma az sayıda minyatürlü sayfa, ardından Selçuklular döneminden kalma (11-13.yüzyıllar) Kelile ve Dimne, Varka ve Gülşah gibi sayılı minyatürlü yazma, Türklerin bu sanata tarih boyunca vermiş olduğu önemi ortaya koyar. Ancak sağlam ve tutarlı bir çizgi, Fatih Sultan Mehmet döneminde yakalanır...
Fatih'in İstanbul'u fethi sadece Türkler için değil, tüm dünya için önem taşıyan tarihi bir hadisedir. Sultan Mehmet, İstanbul'un fethinin ardından fazla zaman geçirmeden sarayına doğulu ve batılı pekçok bilim ve sanat adamını toplamaya başlar. Saraya gelen yabancı sanatçılar arasında Venedikli Maestro Paolo, Veronalı Matteo di Pasti, 1478-1481 arasında burada kalan ve padişaha çok sayıda madalyon hazırlayan Costanza da Ferrara ve Fatih'in bir portresini yapan Gentile Bellini... Dönemin en ünlü nakkaşı olan ve Maestro Paolo'nun öğrencisi olduğu, bir süre Venedik'e gidip burada çalıştığı söylenen Sinan Bey de onun bağdaş kurmuş, elinde tuttuğu karanfili koklar bir vaziyette resmini yapmıştır. Böylece bu dönemde Osmanlı minyatüründe portre geleneğinin temelleri de atılmış olur. Ancak bu dönemden günümüze gelen iki minyatürlü yazmadan Dilsüzname Edirne'de, Cerrahiye-i İlhaniye ise Amasya'da hazırlanmıştır. Saray atölyesinden çıkma resimli elyazmalarından günümüze gelen ilk örnekler II. Beyazıd dönemine aittir.
Saraya bağlı olarak hem atölye hem de bir okul görevi gören nakkaşhanelerde, sernakkaş ya da nakkaşbaşı adı verilen bir ustanın yönetiminde pekçok sanatçı birarada çalışır.. Atölyede sıkı bir disiplin içerisinde usta-kalfa-çırak ilişkisi vardır. Yoğun bir çalışma ortamı ve iş birliğinin söz konusu olduğu bu düzende, tüm çalışmalar sıkı bir disiplin içinde sürer. İşte bu ortamda hazırlanan minyatürlü yazmalardan günümüze gelen en erken tarihli örnekler II. Beyazıd dönemindendir. Bu dönemde Fatih döneminde yoğunlaşan batı etkisi azalmaya başlar ve portrelerin yerini yeniden elyazmalarının sayfalarını süsleyen minyatürler alır.
Kelile Dimne, Hamse, Hüsrev ile Şirin, Süleymanname gibi eserlerin minyatürlerinde Şiraz, Herat gibi çeşitli doğu okullarından gelen etkilerin yanı sıra az da olsa batı etkisi görülür. Yavuz Sultan Selim döneminde ise, 1514'de Tebriz'in fethiyle bağlantılı olarak bazı İranlı sanatçıların saraya gelmesiyle Safevi üslubu etkili olur. Yaklaşık 40 yıllık bir süreç içerisinde Fatih döneminden gelen batı etkileri özümsenir ve bunun yanı sıra çeşitli doğu okullarının etkileri hissedilmeye başlar.
Henüz belli bir üsluplaşma görülmese de, bu dönem için bir hazırlık evresi niteliği belirgindir.
Kanuni döneminde Osmanlı minyatürü nihayet kişiliğini bulur. İmparatorluk doğuda ve batıda sınırlarını genişletirken fethedilen ülkelerin sanatçıları da Osmanlı sarayına alınır ve bunlar Osmanlı sanatçıları üzerinde etkili olurlar. Nevai'nin 1530-31 tarihli Hamse'sinin minyatürlerinde Avrupa, Pers ve Osmanlı gelenekleri kaynaşmıştır. Bu dönemde; Şahi'nin Divan'ı (1528), Ali Şir Nevai'nin biri 1534 tarihli diğeri tarihsiz iki Divan'ı gibi edebi içerikli yazmaların dışında en önemli çalışmalar tarihi konulu elyazmaları olmuştur.
Bu konu, sonradan Osmanlı minyatürünün ana teması olur ve daha gerçekçi bir yaklaşımın gelişmesine yol açar. Kanuni döneminin ortalarına doğru, Osmanlı tarihine ait olayları tasvir eden tamamen yeni bir tarz ortaya çıkar. Matrakçı Nasuh'un resimlediği 1534 tarihli Bayan-ı manazil-i sefar-i Irakeyn, Kanuni'nin Irak seferini anlatır. Sultanın sefer güzergahındaki İstanbul, Halep, Diyarbakır, Tebriz, Bağdat şehirlerinin ve kurulan kampların görünümleri tasvir edilir. Büyük bir gerçekçilikle yapılan resimler, dikkatli gözlemlerin sonucudur ve sanatçı ayrıntıya girmeden en önemli özellikleri vermeyi başarır. Bu özellikleri ile çoğu kuşbakışı çizimlerden oluşan bu görünümler, topografik resim tarzının ilk ve en canlı örneklerini oluşturur.
Yaklaşık 30 yıl süren II. Selim ve III. Murat dönemlerinde, Osmanlı minyatürü dış etkilerden tamamen kurtularak, tam anlamıyla bağımsız ve özgün bir stil geliştirir. Osmanlı tarihiyle ilgili tasvirler bu dönemde olgunlaşarak, realizm büyük bir sadeliğe ulaşır. Bu dönemde minyatürün en önemli konusu Osmanlı tarihidir. Osmanlı sultanlarının tarihini, dönemlerinin toplumsal ve sosyal olaylarını anlatan şahnameler yüzlerce minyatürle süslüdür. Ayrıca II. Mehmet döneminde ilk kez görülen portreler de popüler olur.
Öte yandan edebi eserlerin illüstrasyonu önemini kaybeder. Dönemin en önemli şahnamecisi Lokman'dır. Onun Zafername, Şahname-i Selim Han ve Şehinşahname adlı üç şahnameyi yazdığı bilinmektedir. Dönemin en önemli nakkaşı ise Nakkaş Osman'dır. Lokman ile birlikte pekçok minyatürlü elyazmasında çalışmıştır. Portre resminde önemli bir isim Barbaros Hayrettin, Kanuni ve II. Selim'i resimleyen Nigari takma isimli Haydar Reis'tir. Nigari, 35X40 cm. ebatlarında büyük boy minyatürler yapmıştır. Osmanlı portrelerinin en önemli örneği III. Murat döneminde resimlenmiş olan Lokman'ın Kıyafet el-insaniye fi Şemail el- Osmaniye'sindeki çeşitli Osmanlı sultanlarına ait 20 portredir. Bu portreler için araştırma yapılarak sultanların özellikleri çıkartılmıştır. Portrelerdeki resmi özelliğe rağmen bireysel nitelikler ve ifadeler başarıyla yansıtılmıştır.
III. Murat'ın oğlu III. Mehmet'in sünnet töreni için verdiği 52 günlük şöleni anlatan Surname, bu dönemin en önemli minyatürlü yazmasıdır. Bu el yazması sadece Osmanlı minyatür resmi açısından değil, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu'nun 16.yüzyıldaki ekonomik ve sosyal durumu için bir belge niteliği taşıması açısından da önemlidir.
Osmanlı resminin en anıtsal el yazması hiç şüphesiz Şehnameci Lokman'ın iki ciltlik Hünername'sidir (1584). Kitabın birinci cildinde I. Osman'dan I. Selim hükümdarlığının sonuna kadar her sultanın tahta çıkışı, atış ve av yiğitlikleri, bedeni kuvvet, cesaret, felsefe, dönemin en önemli olayları ve ölümü gibi konuları işleyen sahneler yer alırken; ikinci cilt yalnızca I. Süleyman'ı konu alır. Bu dönemde yapılan pekçok minyatürlü diğer elyazmasıyla Osmanlı minyatürü klasik hüviyetini bulur. Dönemin sonlarına doğru bu okul en olgun işlerini üretirken tamamıyla yeni bir üslup ortaya çıkar. Bu üslubun doğuşu gerek yüzlerce minyatüründeki üslup gerekse konu açısından tarihi resimlerden farklı olan 5 ciltlik Siyer-i Nebi'de görülür. Burada, Hz. Muhammed'in hikayesi anlatılır. Az sayıdaki figürler olağandan büyüktür ve yumuşak konturludur. Minyatürler çok renkli, titreyen ve bükülmüş melek kanatları, alevli haleler ve bulutlarla zenginleştirilmiştir. Tarihi resimlerin ve sade kompozisyonlara dayalı hikayelerin tersine yumuşak hatlar, parlak renk skalası ve sadece birkaç figür kullanımı geç-klasik dönemin ana özellikleridir.
Bu dönemde sahnelerde birkaç büyük figürün yer alması, yumuşak hatlar ve güçlü renklerin vurgulanması genel özellikler. Genellikle geç-klasik dönem tarihi konulu minyatürlerinde divan toplantıları, şehzadelerle konuşan sultanlar, elyazması üzerinde çalışan yazar ve ressamlar dönemin gözde konularıdır. Klasik dönemin doğal toprak renkleri yerini mor ve koyu kırmızının parlak tonlarına bırakır.
Şehname-i Mehmet Han (1609)'da Sultan'ın İstanbul'a dönüşünü anlatan sahne tamamıyla yeni bir kompozisyon anlayışını yansıtır. Figürler diyalog halinde, zaferin neşesi içerisindedirler.
III. Mehmet döneminin önemli sanatçısı Hasan'dır. Bu dönemde klasik dönemin aksine konularda büyük çeşitlilik görülür. III. Mehmet döneminde saray ressamlığıyla karşılaştırıldığında çok farklı bir görünüş ortaya koyan başka bir resim okulunun varlığı saptanır. Bunlar eyalet resimleridir. Fuzuli'nin Hadikat el Sueda'sı gibi örneklerde pekçok sahneye artık çeşitli toplumsal sınıflardan kişi dahil olur. Zengin hayal gücüne dayanan bu resimlerde bir halk üslubu vardır. Bu okulun serbest, samimi atmosferiyle saray oklunun etkileyici, resmi üslubu arasında büyük bir fark vardır.
Tarihi konulu resimler azalarak da olsa 17.yüzyılın ortasına kadar yapılmaya devam eder. Öte yandan 17.yüzyılın başından itibaren albüm yapımı ve bununla beraber tek figürler ve ayrı portreler önem kazanır. Klasik ve geç-klasik dönem minyatürleriyle olan en çarpıcı farklılaşma minyatürlerin ebatlarındadır.
Falname'nin 36 minyatürü yaklaşık 36X48 cm. ebadındadır. Bunlar, renkli, kalın fırçalarla boyanmış ve dekoratif detayların önem kazandığı minyatürler.
II. Osman döneminde gerek tarihi konular gerek şahnameler yeniden popüler olur. Dönemin en önemli yazması Tercüme-i Şakayık-ı Nümaniye, her alandaki Türk büyüklerini konu alır. Bunlar Nakşi'nin minyatürleridir. Nakşi'nin resimlerinde sahneler çok az figür içerir ve dış mekan tercih edilir. Onun tarzı klasik dönemden ve sonraki resim okullarından farklıdır. Çalışmalarının en önemli özelliği zarif fırça vuruşlarına temellenen saf desendir ve manzaralar genellikle çeşitli mat renklerle boyanır. Arka plandaki ağaçlar ve binalar sahneye derinlik verme çabasıyla dikkatle gözlenmiştir ve olağandışı bir perspektif duygusuyla çizilmiştir.
Bu durum özellikle kemerli pencere ve kapılarda görülür. Nakşi'nin renkleri de zengin ton çeşitlilikleri ve usta uygulanış teknikleriyle dikkat çekerler. Onun, minyatürlerinde pencereden görülen patikalar, doğrudan resmin içine uzanan kemerli portaller ve uzaktaki gölgevari figürler, derinlik duygusuna çok fazla önem verdiğini gösterir. Kemerli açıklıklar resme güçlü bir perspektif duygusu verir. Bu da 17.yüzyıl başlarından itibaren batı sanatının en önemli özelliği olan üç boyutlu anlatıma yönelik illüzyonların Osmanlı minyatürüne girmeye başladığını gösterir.
II. Osman döneminde, sultanın tarihini anlatan son Osmanlı Şahname'si yazılır. II. Osman'ın Hotin seferi sırasında ordusuyla ilerlediği sahnede, ön plandaki izleyici grubunun gösterilişi en yenilikçi özelliktir... Figürler sultana bakmaktadırlar ve arkadan gösterilmişlerdir. Ön plana, alt kısımları resmin çerçevesi tarafından kesilmiş şekilde yerleştirilmişlerdir. Bu, tüm sahneye derinlik duygusu verir.
16.yüzyıl klasik dönem üslubunu sürdürmeye devam eden saray sanatçılarından ayrı olarak Nakşi'nin sunduğu yeni üslup hem batı sanatının etkilerini hem de derinlik sorununun çözümü girişimini yansıtır. Bu döneme ait anonim bir albüm saray dışındaki örneklerin niteliği hakkında bilgi verir. Bunlar daha ilkel ve naif bir şekilde ele alınmışlardır ve yerel halk kültürü ve popüler zevki yansıtırlar.
18.yüzyıl Osmanlı resmi, III. Ahmet (1703-1730) Edirne Sarayı'nı terk edip İstanbul'a geri döndükten sonra (1718) başlar ve Lale Devri'nin (1718-30) sonuna kadar sürer. III. Ahmet ve Sadrazamı İbrahim Paşa, kişilik olarak benzer özelliklere sahiptir ve enerjisinin çoğunu önemli kültürel ilerlemelere adamışlardır. III. Ahmet, tüm şairleri, kaligrafları ve çağının sanatçılarını korumuş ve 12 yıllık Lale Devri minyatür alanında sadece yüzyılın en üretken ve verimli dönemi olmakla kalmamış, ayrıca Osmanlı resminin son yaratıcı çağı olmuştur. Bu dönem resmi, geçmiş gelenekle bağları koparmamış da olsa yaklaşım olarak yenidir. Bunun nedeni Avrupa ile olan yakın kültürel ilişkilerdir.
Levni, III. Ahmet döneminde çalışmıştır. Surname-i Vehbi, III. Ahmet'in düzenlediği bir şöleni anlatır (1720). Figürler büyük ölçülüdür ve her sahnede büyük yer kaplarlar. Arka plan ve kuruluş detaylı gösterilmez. Böylece dikkat figürlere çekilir. Figürler akılcı gölgeleme ve kıyafetin ele alınış şekliyle üç boyutlu gibidir.
18.yüzyılda portre geleneğini Levni ile devam eder. Levni'nin tek sayfalar halinde, kitaplardan bağımsız minyatürlere (murakka) önem vermiş olması da ilginçtir. Ondan önce bu tarz resimlere rastlanılırsa da asıl önemini Levni ile kazanmıştır. Ayrıca Levni ile birlikte kadın figürü ilk kez minyatüre büyük ölçüde girmiş ve sahnelerde önemli bir yer tutmuştur.
Levni'yi izleyen dönemde (1735-45 arası) çağının zevkine uygun çiçek resimleri ve çoğu kadın tek figürler yapmış olan Abdullah Buhari önemlidir. Onun 1741-2 tarihli yıkanan kadın resmi kadın figürünün konu alındığı minyatürlerin en ilgi çekicilerinden birisidir.
18.yüzyılda Avrupa zevki ilkin süslemede Rokoko ile gelir. Sonra yabancı ressamlarla yüzyılın ikinci yarısında etkisi artar. 19.yüzyılda yapılmış olan ve III. Selim'i Vezir Koca Yusuf Paşa ile gösteren resim, artık minyatür özelliğini tamamen kaybederek perspektifli batı resmine uygun bir hale getirir.
Minyatürlü el yazmalarının son derece masraflı bir iş olması, giderek ekonomik zorluğa sürüklenen Osmanlıda bu sanatın görkemini kaybetmesine neden olur. Aynı sıralarda Osmanlının batıya olan ilgisi artmakta ve ülkeye sürekli artan sayıda batılı sanatçı girmektedir. Bu durum batılı anlamda resim sanatına ve tekniğine duyulan ilginin artmasına neden olur. Böylece gelişim süreci yeni bir aşamaya gelen minyatür sanatı, değişen koşullar nedeniyle bu aşamayı gerçekleştirme imkanı bulamamış ve yerli sanatçıların Avrupa resmine temellenen yeni sanat biçimine yönelmesiyle son bulmuştur.