Arama


sedat sencan - avatarı
sedat sencan
VIP VIP Üye
14 Şubat 2010       Mesaj #9
sedat sencan - avatarı
VIP VIP Üye
Toplumdaki insanların siyasal yaşama katılmaları söz konusu ise,bu katılım başlıca iki şekilde oluşur:
1-Bazı bireyler kamu görevi yaparlar.Bu insanlar siyasi kararları uygulayan kişilerdir.
Bazıları da siyasal partilerde veya baskı gruplarında çalışırlar.Bunların hepsi o toplumda siyasal yaşama doğrudan doğruya katılanları belirler.
2-Toplumun büyük çoğunluğunun siyasal yaşama katılması ise dolaylı biçimde gerçekleşir.Bu biçime verilen en önemli örnek,oy kullanmaktır.
Siyasi partilerin merkez yönetiminde,il ve ilçe teşkilatlarında görev alan kişilerin eylemlerini siyasal yaşama doğrudan doğruya katılma olarak kabul etmemize rağmen,bir partiye üye olan herkesin aynı işlevde olduğunu söyleyemeyiz.Hele ülkemizde olduğu gibi,hayali üye söylentisi varsa…Kaldı ki her bir üyenin siyasal eyleminin ne olduğunu belirleyen objektif bir tanım olsa bile,bunun denetimi her zaman olası değildir.
*
Bir ülkedeki siyasal yaşamın ne olduğunu anlamanın en etkili ölçüsü,o ülkenin anayasasıdır,veya kabul görmüş siyasi kurallar bütünüdür.Anayasa olsun, kabul görmüş kurallar olsun,hepsi,bir ülkede siyasal iktidarın nasıl kullanıldığını,yasaların ve yönetim politikası mekanizmasının ne şekilde işlediğini, kamusal görevler için hangi niteliklerin belirlendiğini ve seçim yönteminin saptandığı kurallarının hangisi olduğunu tanımlar.
Belirli kişilerin,yani yöneticilerin saptadığı insanların oy kullandığı,gene yönetime seçilecek kişilerin mevcut iktidar tarafından kararlaştırıldığı ve seçimlere katılacak bireylerde belirli bir ekonomik ve sosyal seviye istendiği toplumlarda hem siyasal yaşama katılım hem de demokratik özellik sınırlıdır.
Aynı şekilde,bir kişinin bütün siyasi erki elinde bulundurduğu otokratik toplumlarda veya siyasi gücün birkaç kişilik bir grubun elinde toplandığı yönetim olan oligarşik sistemlerde siyasal yaşama katılım az sayıda kişiyle veya bir azınlıkla sınırlıdır.Böyle toplumlarda görülen siyasi toplantılardaki kalabalıklar yanıltıcı izlenimler verir.Örneğin 1930’lu yıllarda yapılan Nazi toplantıları,Almanları bir ırk mitolojisinin ifadesi olan törenlere katılmaya itiyordu.Ama gerçek siyasal faaliyetler amansızca bastırılıyordu.Nitekim,Goebbels’e göre,siyaset,insan karakterini bozan bir eylemdi.Böylece,Nazilerin kitle gösterileri,gerçek siyasal faaliyetlerin yerini almıştı.
Teorik olarak bir demokraside hemen hemen bütün yetişkinler siyasete katılabilir.Ancak pratik yaşam koşulları,anayasal ve yasal etkenlerin yanı sıra, toplumsal ve ekonomik etkenlere bağlıdır ve siyasal yaşama gerçek katılma ölçüsünü belirler.Daha açık bir ifade ile,toplumların tarihsel birikimleri ve ekonomik alt yapı,anayasa ile yasaları yansıtan önemli bir temeldir.Bu kuralı siyaset olgusuna uyguladığımızda toplumu oluşturan bireylerin bilinç seviyesini de az çok kavrayabiliriz.
*
Demokrasi kavramını incelerken,onun hem teorik hem de pratik yönünü aynı anda ele almak gerekir.Başka bir ifade ile,olması öngörülen olgular ile toplum şartlarında olabilen olguları bir arada gözlemlemek ve oluşan farkları yorumlamak gerekir.Örneğin yukarıda belirttiğim,demokraside hemen hemen bütün yetişkinlerin siyasete katılabileceğine dair teorik öngörünün,incelenen toplumda ne ölçüde gerçekleştiğinin araştırılması,yapacağımız yorumun başlangıç noktasıdır.Katılımın hem nicelik hem de nitelik özellikleri,o toplumun ekonomik altyapısı ile doğrudan ilişkilidir.Bu ilişkinin hem tarihsel veya zaman,hem de yöresel bağlarını unutmamak gerekir.
Bu açıklamaları içeren araştırmalarımıza başladığımızda gözümüze ilk çarpan,birçok demokraside,seçmenlerine karşı sorumlu olan ve onların çıkarları için çalışan temsili organlardır.Bu durumda ilk olarak,seçmenlerin,temsilcileri üzerindeki denetimlerini incelememiz gerekir.Böylece,bu denetimlerin ne kadar artarsa seçmenlerin siyasal yaşama gerçek anlamda katılma olanaklarının o kadar artacağını söyleyebiliriz.Bunun tarihteki en önemli örneğini eski Yunan kent devletlerinde görürüz.Köleler,yabancılar ve kadınlar hariç,Atina’daki bütün yurttaşlar yasama gücünü oluşturuyorlardı.Böylece bu kişiler, devletin siyasal işlerine doğrudan katılmış oluyorlardı.Başka bir anlatımla,hem karar almada,hem de yönetimin ayrıntılarında etkin rolleri vardı.Tarihsel gerçek bu ise ve siyasal yaşama katılamayanları göz ardı edersek,Atina’da demokrasinin ideal temelinin bir ölçüde atıldığı kabul edilir.
*
Tam ideal şekilde olmasa bile,ideale yakın demokrasi modelinde önemli özelliklerden birisi de seçimlerin sık sık yinelenmesi,böylece temsilcilere verilen yetkilerin geri alınma olanağıdır.Seçmenlere daha fazla denetim yollarını açan bu nitelik,resmi görevlilerin eylem ve politikalarını kamu soruşturmasına açan komite sistemleri ile pekiştirilir.Diğer bir denetim yolu da,yurttaşların doğrudan katılabilecekleri ölçüde küçük siyasal birimler kurmaktır.Burada amaçlanan,halkın siyasal kararlara doğrudan katılmasıdır.Örneklerini Çin komün birimlerinde,İsviçre kantonlarında ve İsrail kibbutzlarında görebiliriz. Ancak bu toplumsal birimler oldukça küçüktür,büyük çapta örgütlenmeye gidildikçe pratik olmaktan çıktığı gözlenmiştir.Bu nedenle gene temsilci seçme yöntemine başvurulma gereği duyulmuştur.Gene de küçük siyasal birimlerle,bireylerin hükümeti anlayamayacak ve etkileyemeyecek kadar kendilerini uzakta hissetme eğiliminin bu birimlere dayalı bir demokrasi ile dengelenebileceği unutulmamalıdır ve bu uygulamayı gerçekleştirecek yeni yöntem arayışları sürdürülmelidir.
Demokraside,seçmenlerine karşı sorumlu olan ve onların çıkarları için çalışan temsili organlar,yani siyasi partiler,temelde ortak siyasal görüşleri paylaşanlarca amaçlarına ulaşmak için geliştirilmişlerdir.Siyasal partiler için yapılan bu tanımlamada gözümüze çarpan en önemli olgu,aynı fikirleri taşıyan bireylerin bir araya gelerek oluşturdukları örgütlerin belli bir politik amacı hedeflemesidir.Böylece siyasal partilerin bir yardım derneğinden veya bir ticari kuruluştan farkı hemen ortaya çıkar.Şu halde partiler tartışma forumu niteliğindedir,siyasal eğitim ve propaganda için kullanılan bir mekanizmadır ve nihayet,siyasal amaçlara ulaşmak için politika saptanan ortamlardır.Bireylerin partilere katılması,yani partiler aracılığı ile siyaset yapmaları,pasif üyelikten başlayıp kamu görevlerine kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kapsar.Bu faaliyet alanı içinde bağış toplama,seçim kampanyalarında görev alma ve parti organlarında çalışma gibi eylemler yer alır.En pasifinden en etkin eylemlere kadar faaliyet gösteren bireylerin oluşturdukları siyasi partiler,kendi üyelerinin çıkarlarını geniş bir cephe içinde (hatta onların ekonomik çabalarını bile) ve kalıcı biçimde korurlar.
*
Bir bireyin siyasal yaşama katılması,yani,bir parti ya da baskı grubuna dahil olması,hatta bağımsız olarak kamusal konularla ilgilenmesi,seçimlerde oy kullanması,temsilcilerinin çalışmalarını izlemesi ve giderek kendi adaylığını koyması,bütün bu çalışma biçimleri belirli koşullarda gerçekleşebilir.Bir tek kişiyi ele alırsak,o bireyin örgütlenme,tartışma,propaganda,haber alma,haber dağıtma gibi eylemlerinin yanı sıra,yöneticileri,politikaları ve siyasal kurumları eleştirmek için her şeyden önce belli bir yeteneğe ve en önemlisi de özgürlüğe sahip olması gerekir.Zaten demokrasinin teorik ve pratik yönü,yukarıda kısaca bahsettiğim şekilde,kendisini bu noktada ortaya çıkarır.Öyle ki,demokratik yönetim kurumları ve özgürlükçü bir siyasal sistemin,tek başına,siyasal kararlara geniş ve etkin biçimde katılmayı güvence altına aldığını söyleyemeyiz.Zira,bunun gerçekleşebilmesi için,halkın belirli bir siyasal bilgi düzeyine, boş zamana,siyasal hakların bilincine ve katılımın yararlarına inanması gerekir.Gerçekten de geçmişte ne olmuşsa olmuş,ama mevcut durumda halkın siyasi olarak bilinçlenmesi olmadığında partilerin varlığı ve kurumlar yolu ile yönetime katılma eylemleri gibi olguların hiç önemi yoktur.Aynı şekilde, yaşamını devam ettirmek için tüm zaman ve çabasını ekonomik alana yönlendirmiş kişilerin siyasetle ilgilenmesi çok güçtür.
Aslında herkesin aklında olup dile getirmediği,ama geçen yıl bir kişi tarafıdan ifade edilen çobanın oyu ile tahsilli birisinin oyunun aynı olup olmadığı tartışması her zaman gündemdedir.Elbette konuyu sadece eğitim seviyesi ile sınırlandırıp tartışmak söz konusu olamaz.O toplumun ulaşmış bulunduğu ekonomik gelişmişlik aşamasını mutlaka göz önünde tutmak gerekir.Feodal ilişkilerin önemini kaybettiği ve sanayileşmenin başat olduğu düzende sosyal sınıflar ortaya çıkacağı için bilinçlenme sürecinin doğal olarak gelişeceği ileri sürülmüştür.Ancak,eğitim seviyesi yüksek olsa bile bilinçlenme düzeyinin arttığını her zaman söyleyemeyiz.
Anayasası veya uyguladığı yönetimin temeli dinsel,ırkçı veya keyfi özellikte olan toplumlarda siyasal yaşama katılım ne kadar yüksek olursa olsun,siyasal görüşler tek yanlı olacağı için o yönetimin demokratik olduğunu söyleyemeyiz.Kaldı ki bireylerin her türlü toplantı,tartışma ve gündem konuları belli bir otoritenin fikirleri olacağı için siyasal yaşam bile söz konusu değildir.
Diğer taraftan,toplumlarda sanayi geliştikçe her türlü yönetim kurumları karmaşık hale gelir.Özellikle çağımızın teknolojisi,her konuda belirli bir uzmanlaşma gerektirdiği için yönetim kurumları da bu yönelimden bağımsız kalamaz.Böylece halk ile yönetim kurumlarının arası gittikçe artar.Bu ulaşılmazlık sonucunda çok açık olmayan siyasal konular anlaşılmaz sözlerle bulandırılır ve bunların ancak uzmanlarca çözülebileceği öne sürülür. Sanayileşmenin henüz yeni başladığı toplumlar ile sanayileşmesini tamamlamış toplumlarda halkın siyasal konulardaki bilinçsizliğinin benzeşmesi ilginçtir.Her iki toplumda da siyasi konular halk için başka bir dünyaya ait iş gibidir.Bu durumda hem hükümetler hem de siyasi partiler tam bir bürokratlaşma aşamasındadırlar.Böyle olunca da her türlü yeni düşünce engellenmiş olur.Halkın siyasal bilinçlenmesi en alt düzeylere indikçe hükümet yönetimi ve kamu görevlilerinin politikaları siyasal temsilcilerin bile anlayamayacağı ya da etkileyemeyeceği kadar güç olabilir.Bu durumda bireylerin, ellerinde olanaklar bulunsa bile siyasete katılamayacakları belli bir şeydir.
Daha genel bir toplumsal analizle elde edeceğimiz sonuçlar,sosyolojik araştırmaları doğrulamaktadır.Örneğin,siyasal yaşama katılma,okuma yazma bilmeyenlerde ve az eğitim görmüşlerde düşüktür.Bu gözlemin doğruladığı sonuç şudur. Siyasal iktidarın daha üstün grupların ya da sınıfların işi olduğunu düşünen insanlar siyasete karşı kayıtsız kalırlar.Gerçekten de bazı ülkelerde insanlardaki bu kayıtsızlığın hükümetlerce teşvik edildiğini görürüz.Ancak dünyadaki iletişim olanakları arttıkça hükümetlerin bu tutumuna karşı halkın tepki gösterdiği toplumlara da rastlarız.İnsanlar başka toplumların yaşam formlarını öğrendikçe ister istemez kendi çevreleri ile karşılaştırma yaparlar.Böylece mevcut kurumlar ve bu kurumların işlevleri gündeme gelir,bireylerin sorgulaması başlar,çoğu kişide siyasi yaşam bilinci uyanır.En sonunda mevcut kurumlar ve mevcut siyasi politikalar bir topluluğun siyasal gereksinimlerine uymaz hale gelir ve insanlar doğrudan eyleme geçerler.Aslında bu türlü dolaysız eylemler,çoğu zaman,mevcut kurumların yeni durumlara çok yavaş uymasından ya da uyamamasından kaynaklanan bunalımın sonucudur.Sürecin daha da hızlandığı durumlarda ayaklanmalar, devrimler veya başka siyasal kitle eylemleri daha demokratik yönetim biçimlerinin kurulmasına ve daha iyi eğitilmiş bir topluluğun daha yüksek düzeyde bir siyasal yaşama içtenlikle katılmasına yol açar.
Kaynak : The Joy of Knowledge Encyclopaedia
Son düzenleyen Daisy-BT; 20 Şubat 2011 00:31