Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Şubat 2010       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ahmet Haşim (1885 -1933)

Ahmet Haşim, Millî Edebiyat akımının etkili olduğu yıllarda yaşayıp şiirler yazmasına karşın bu akımın şairi değildir, iki noktada millî edebiyatçılardan ayrılır. Bunlardan birincisi şiirinin estetiği, ikincisi şiirinin içeriğidir. Onun şiir estetiği saf (öz) şiir anlayışına bağlıdır. Eserlerinde sadece kendi ruhunun sesini yansıtmış, Türk milletinin hiçbir millî ve sosyal problemi ile ilgili tek bir şiir yazmamıştır. Şiir dili, imge kaynakları bakımından millî özelliklere sahip değildir. Fildişi kuleye çekilen eski Yunan mitolojisindeki sanatçılar gibidir. Zira şiir dili ve imge zenginliği ancak uzmanların ya da şiir fetişistlerinin zevk alabileceği bir yoğunluk ve derinliktedir. Şiirinin dağarcığını oluştururken Türk halkının konuşup anlaştığı dili değil, lügati kullanmıştır.

Hep aynı tarz şiir yazmıştır. Şiirinde aşamalı bir değişme yoktur. Yalnızca derinleşme ve ustalaşma söz konusudur. Şiirimize getirdiği imgeler, yeni ve özgün olmakla birlikte Türk hayal sisteminin ve doğayı algılama ve yorumlama anlayışının bir ürünü değildir. "Çöl, göl, akşam, gurbet, daüssıla" gibi imge ve kavramlarda ısrar etmesi sanatını sınırlamıştır.

Oysa o devirde Yeni Lisan hareketi, yeni bir şiir dili bulmuş, he¬ceyi şiirin gündemine oturtmuş, millet denen topluluğun edebiyatını oluşturmuştur.Ahmet Haşim Batı şiirini, özellikle de Fransız şiirini iyi incelemiştir. Emile Verhaeren, Baudelaire, Rodenbach, Albert Semain, Valery, Mallarme gibi şairlerin etkisi görülür. Fecr-i Âti topluluğunun "Sanat şahsi ve kişiseldir." anlayışına ömrünün sonuna kadar sadık kalmıştır. Bu bakımdan Haşim'in şiirlerinde hiçbir ideolojik, sosyal ve siyasal konu yer bulmaz.

Ahmet Haşim'in şiirlerinde sembolizmin etkisi vardır. Ancak onun, tam anlamıyla sembolist olduğu da söylenemez. Her ne kadar, sembolizmi bazı yanlarıyla benimsemiş, Piyale önsözünde bu konuda görüşler ileri sürmüşse de savunduğu ilkeleri şiirlerinde tam olarak uygulamamıştır.Ahmet Haşim'i sembolistlere bağlayan belli başlı özellikler şunlardır: "Şiirde iç ahenge önem vermek, ruh halini yansıtan renkli doğa görünümleri çizmek, öznelci, kötümser bir dünya görüşü taşımak, toplum gerçeklerine ilgisiz kalmak, sık sık akşam zamanını işlemek."

Şiirleri belli bir anı yakalamak için çaba gösteren empresyonist (izlenimci) ressamları akla getiren Haşim'in üç döneminde, üç ayrı renge düşkünlük göstermesi ilginçtir. "Şi'r-i Kamer"lerde sarı, "Göl Saatleri'nde" kara, "Piyale'de" kırmızı renkler ağır basar.Ahmet Haşim, sembolizmin çağrışım özelliğinden yararlanmanın yanında, Türk şiirinin mecaz ve istiare sanatlarına da yaslanmış bir şairdir.Ahmet Haşim, bütün şiirlerinde aruz ölçüsünü kullanmıştır. Heceyi "köylü vezni" diye küçümsemiştir. O dönemde aruz ölçüsü, yerini heceye bırakmışken ve herkes heceyle yazarken, Ahmet Haşim, aruzdan vazgeçmemiştir. Şiirlerindeki uyak aksaklıkları ise daha çok yazılış benzerliğine aldırmamasından, uyak anlayışında da eski kurallardan sıyrılıp bir serbestlik aramasından kaynaklanır.

Ahmet Haşim'in en çok kullandığı nazım birimi dörtlüktür. Gerçi bu alanda tutucu davranmamış, birçok biçimi denemiştir. "Şi'r-i Kamer"ler mesnevi biçimindedir, soneleri vardır, üçlü, beşli, altılı dize kümelerini denemiş; hatta bunları aynı şiir içinde kullanmıştır. Biçim açısından şiirimize getirdiği önemli bir yenilik ise serbest müstezat'tır. Müstezat, bir Divan edebiyatı biçimidir. Servet-i Fünûn şairleri müstezatın ölçüsüne bağlı kalmayıp, dizeleri istedikleri boyda, yani istedikleri ölçülerle kurarak değişik biçimler denemiş, anlamı da beyitlerden kurtarıp şiirin bütününe yaymışlardı. Haşim bu konuda daha da ileri gitmiş, her dizede başka bir ölçü kullanmış, sembolist şairlerin "vers libre" dedikleri özgür koşuk anlayışına yönelmiştir. Buna rağmen onun serbest müstezatları, yine de ölçülü ve uyaklıdır. Sonraki kuşaklar Haşim'in serbest müstezatını heceye uygulamışlardır.

Ahmet Haşim'in dili çok küçük bir sözlükten oluşur. Sözcüklerinin az olması, işlediği konuların sınırlılığındandır. Çünkü onun, konularında, benzetmelerinde, duygularında, düşüncelerinde bir çeşitlilik bulunmaz; hep aynı şeyleri, hem de aynı sözcüklerle anlatır. Kavramları sözcüklerinden de azdır. Çünkü üç dilden (Arapça, Farsça, Türkçe) eş anlamlı sözcükler kullanır. Şiirlerinde "gece"nin yanında onunla anlamdaş olan "leyi" ile "şeb"i; "akşam"ın yanında "mesa" ile "şam"ı; "yıldız"ın yanında "necm", "kevkeb" ve "sitare"yi kullanmıştır. Kavram darlığını bu eş anlamlı sözcüklerle örtmeye çalışmıştır. İlk şiirlerinden son şiirlerine doğru dilini sürekli arındırıp Türkçeleştirdiği söylenebilir. Kullandığı sözcükler genelde doğayla, kendisiyle ve kadınla ilgili olmak üzere üç kümede toplanır. Doğa ile ilgili sözcükleri ise genellikle "akşam, gece, gökyüzü, aydınlık, karanlık" çerçevesinde döner. Renk bildiren sözcüklere de çok önem verir, bu konuda bir ressam kadar duyarlıdır, iç dünyasıyla ilgili sözcükler ise çoğunlukla üzüntü belirtir; sevinç çok azdır. Tarih, toplum, siyaset, ahlak vb. ile ilgili sözcüklerse hemen hemen hiç görülmez. Dili konuşma dili değildir. Önceleri Servet-i Fünûn etkisindeyken, zamanla bu etkiden sıyrılmış, geleneksel şiir dilinin dışında, bütünüyle kendine özgü yapay bir dil kurmuştur.
Son düzenleyen nötrino; 20 Kasım 2015 13:12 Sebep: Mesaj düzeni / Kaynak bilgisi!