Arama

Sabır ve Sabrın Önemi - Tek Mesaj #5

ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
12 Temmuz 2011       Mesaj #5
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Müminler nelere sabrederler?
- 2 -
6. Açlık ya da yoksulluk karşısında da sabır gösterirler
Önceki bölümlerde belirttiğimiz gibi, Allah insanları dünya hayatında korku, mallarında ya da yaptıkları ticarette bir azalma, hastalık gibi konularla deneyecektir. İşte Kuran'da dikkat çekilen bu deneme konularından biri de "açlık ya da yoksulluk"tur.
Ancak bu noktada şunu belirtmek gerekir: Allah her insan için farklı bir imtihan ortamı yaratır. Bu nedenle Kuran'da bildirilen bu deneme konuları her insanın karşısına aynı şekilde ve aynı şartlar altında çıkmayabilir. Zaten imtihanın sırrı da burada gizlidir; Allah aynı konuyu insanlar için çok çeşitli şekillerde yaratır ve beklemedikleri bir yerden onları deneyebilir. Gerçekten iman edip tevekkül edenler, Kuran'da bildirilen bu zorluklar karşılarına her ne şekilde çıkarsa çıksın, hazırlıklı olurlar. Onları böyle bir duruma karşı hazırlıklı hale getiren ise, imanlarının ve Allah'a olan teslimiyetlerinin gücüdür.
İnkar edenlerin böyle durumlarda gösterdikleri tavırlar ise tevekkülden çok uzaktır. Hayatları boyunca dünyada karşılaştıkları sayısız nimeti kendilerine verenin Allah olduğunu unutur ve tüm bunlardan dolayı Rabbimize şükretmezler. Üstelik bu nimetlerden tek bir tanesi bile ellerinden alındığında hemen Allah'a karşı başkaldırıp nankörlük ederler. Dinden uzak toplumlarda bunun örneklerine sıkça rastlamak mümkündür. Zengin bir insan herhangi bir sebeple elindekileri kaybedip yokluk içinde kaldığında, daha önce Allah'ın kendisine verdiği pek çok nimetten mahrum kalır. Bundan önce sahip olduğu evlerin, arabaların, kıyafetlerin, çeşit çeşit yiyeceklerin, içeceklerin Allah'tan birer lütuf olduğunu düşünmemiş, hepsini kendine ait zannetmiştir. Yokluk içine düştüğünde ise bu yanlış zannından dolayı nankör bir tutum sergiler. İçine düştüğü durumdan ders alıp yeniden nimet vermesi için Allah'a dua etmez. Tevekkülsüzlüğü nedeniyle Allah'ın kendisini denemek için yarattığı bu fırsatı yine kendi aleyhinde kullanmış olur.
Oysa tüm bu gerçeklerin farkında olup güzel bir sabır gösterenler, varlıkta da yoklukta da, tok iken de aç iken de kendilerine nimet veren Rabbimizden hoşnut olanlar, mutlaka Allah'ın rahmetiyle karşılık bulacaklardır. Allah bir ayetinde,
"Rabbiniz şöyle buyurmuştu: "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir." (İbrahim Suresi, 7)
sözleriyle şükreden kullarına nimetlerini artıracağını müjdelemiştir.
Kuran'da açlık ve yoksullukla imtihan edilen müminlerin durumu şöyle haber verilmiştir:
"Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü'minlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır." (Bakara Suresi, 214)
Allah bu kimselerin dayanılmaz bir zorluk ve yoksullukla karşılaştıklarını ve Allah'ın yardımına sığındıklarını bildirmektedir. Ancak unutmamak gerekir ki, sabredip böyle bir imtihanı -her ne olursa olsun- güzellikle karşılayanlara, Allah yardımının pek yakında olduğunu da müjdelemiştir. Çünkü Allah kullarını bir zorluk ile imtihan ederken onlara mutlaka bir de kolaylık yaratacağını vaat eder.
"Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır." (İnşirah Suresi, 5)
ayetiyle haber verilen bu durum, müminlerin en zor anlarda bile Allah'ın verdikleriyle hoşnut olmalarını ve sabır göstermelerini sağlar.
Bunun en güzel örneklerinden birini Peygamberimiz (sav)'in yanındaki salih müminlerin tavırlarında görmek mümkündür. Allah'ın rızasını kazanabilmek amacıyla Allah yolunda susuzluk, yorgunluk ve dayanılmaz bir açlık çektiklerinde sabretmiş ve Peygamberimiz (sav)'le birlikte mücadeleye devam etmişlerdir. Dayanılmayacak kadar sıcak bir yer olan çöl ortamında Rabbimizin rızasını aramak için bu yorgunluğa, bitkinliğe, açlığa ve susuzluğa sabır gösteren müminlerin yaşadıkları üstün ahlakın kesin olarak karşılık bulacağını Allah bir ayetinde şöyle ifade etmiştir:
"Medine halkına ve çevresindeki bedevilere, Allah'ın elçisinden geri kalmaları, kendi nefislerini onun nefsine tercih etmeleri yakışmaz. Bu, gerçekten onların Allah yolunda bir susuzluk, bir yorgunluk, 'dayanılmaz bir açlık' (çekmeleri), kafirleri 'kin ve öfkeyle ayaklandıracak' bir yere ayak basmaları ve düşmana karşı bir başarı kazanmaları karşılığında, mutlaka onlara bununla salih bir amel yazılmış olması nedeniyledir. Şüphesiz Allah, iyilik yapanların ecrini kaybetmez." (Tevbe Suresi, 120)
Görüldüğü gibi, Allah müminlerin zorluklara karşı sabır göstermelerinin mutlaka karşılığının verileceğini, işledikleri hiçbir hayrın hesap günü göz ardı edilmeyeceğini haber vermektedir. Bir başka ayetinde de Allah Kendisini,
"Ki O, kendilerini açlıktan (kurtarıp) doyuran ve korkudan güvenliğe kavuşturandır." (Kureyş Suresi, 4)
hükmüyle tanıtarak müminlere üzerlerindeki rahmetini bildirmiştir.

7. Hastalandıklarında sabır gösterirler
Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda insanların şartlara göre tavırlarını da değiştirmeleri son derece olağan karşılanır. Bu kimseler şartlar iyi olduğunda, yani maddi manevi her türlü ihtiyaçları ve rahatları sağlandığında güzel bir tavır gösterebilirler. Ancak rahatlarına dokunabilecek en küçük bir sıkıntıyla karşılaştıkları anda bambaşka bir karaktere bürünürler. Başlarına gelen sıkıntı, geçici bir durumdan ibaret olsa bile, buna karşı sabır gösteremezler. Bu kimselerin yaşadığı tevekkülsüzlüğün en net olarak ortaya çıktığı durumlardan biri de kuşkusuz hastalıklardır.
"Oysa ki bir insanın gerçekten güzel bir ahlaka sahip olup olmadığını ortaya çıkarabilecek olan ortamlar hastalık, açlık, yorgunluk gibi sıkıntıların yaşandığı durumlardır. Dolayısıyla aslında zor anlar insanın kendini ispatlayabilmesi, Rabbimize olan sadakatini, bağlılığını ve güvenini ortaya koyabilmesi için çok kıymetli zamanlardır. Allah gerçek güzel ahlakın ve gerçek iyiliğin şartlarından birinin de zorda ve hastalıkta sabrederek, bu anlarda güzel tavırlar göstermek olduğunu bildirmiştir." (Bakara Suresi, 177)
Müminlerin hastalık gibi bir zorluk karşısında tevekküllü ve sabırlı davranabilmelerinin en önemli sebebi de Allah'a olan derin bağlılıkları ve imanlarıdır. Kuran'da bir ayette Hz. İbrahim'in bu gerçeği
"Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur;" (Şuara Suresi, 80)
sözleriyle dile getirdiği bildirilmiştir.
Hz. İbrahim gibi tüm müminler de Allah'ın hastalığı yarattığı gibi, şifayı da yaratan olduğunu bildikleri için hastalandıklarında telaşa kapılmazlar. Aksine onları yıllarca sağlıklı bir şekilde yaşatan Rabbimize şükrederler. Sağlıklı bir yaşamın ancak Allah'ın lütfu sayesinde gerçekleştiğini gördükleri için de hastalandıklarında da şükredici tavırlarını sürdürürler.
Hastalıkların yanı sıra kaza, sakatlanma gibi olaylarla karşılaştıklarında da son derece itidalli ve tevekküllü bir tavır gösterirler. Başlarına gelen zorluklara güzel bir sabır gösterdikleri için Allah'ın onları cennette dünyadaki bedenleri ile kıyaslanmayacak kadar güzel bir suret ile yeniden yaratmasını umarlar. Bu nedenle de dünyada bir konuda kayba uğramış gibi görünseler de aslında ahirette büyük bir karşılık alacaklarını unutmazlar.
İman etmeyenler ise dünya hayatına bağlılıklarından dolayı böyle bir olay karşısında sabır gösteremedikleri gibi, bir yandan da büyük bir umutsuzluğa ve hüsrana kapılırlar. Örneğin bacağı ya da kolu sakatlanan bir insan böyle yaşamak yerine ölmeyi tercih ettiğini söyler, hatta aralarında intihar etmeye kalkışanlar bile olur. Yaşayacakları tek hayatın bu dünyadaki olduğunu düşündükleri için, bazı kusur ve eksikliklerle yaşamanın anlamsız olduğunu düşünürler. İntihara kalkışmasalar bile, son derece ters ve aksi bir karakter geliştirip, çevrelerindeki insanları da sıkıntı içine sokmaya çalışırlar. Oysa bu insanlar tevekkül etseler de etmeseler de başlarına gelen bu olayı geri çevirme imkanları yoktur. Tevekkül ettiklerinde sonsuz bir cennet hayatını ve yepyeni bir yaratılışla yaratılmış kusursuz ve asla bozulmayacak, zarara uğramayacak yepyeni bir bedeni kazanmayı umabilirler. Ancak tevekkül etmedikleri için hem dünya hayatlarını yıkım içerisinde geçirirler, hem de ahiret hayatlarını. Çünkü başlarına gelen olayların Allah'tan olduğunu bilmemeleri ve isyankar bir tavır göstermelerinden dolayı cehennemde yaşatılacaklardır.
Kuran ahlakını yaşayan bir insanın tavrı ise bu kişilerinkinden tamamen ayrıdır. Bir mümin bir kaza sonucu veya herhangi bir sebeple sakatlandığında, herhangi bir organını kaybettiğinde asla karakterinde bir değişiklik olmaz. Bunun da Allah'tan gelen bir imtihan olduğunu, sonunun mutlaka hayır olduğunu bilerek sabreder. Yine elindeki tüm imkanlarla Allah'ın rızasını kazanmaya çalışır, bunun için yapması gereken herşeyi yapar. Eğer fiziksel olarak bir çaba gösterme imkanı olmasa bile, her an insanlara fayda getirecek, onları ahirete yöneltecek fikirler geliştirmeye çalışır.
Hastalandıkları veya sakatlandıkları için Allah'tan yüz çevirenler, nasıl büyük bir yanılgı içerisine düştüklerinin farkında değillerdir. Çünkü Allah'tan başka şifa verebilecek, onları hastalıktan kurtarabilecek bir güç yoktur. Tüm doktorlar, tüm ilaçlar ve uygulanan tüm tedaviler ancak Allah'ın izni ile şifa verebilmektedir. İşte müminler bu gerçeğin farkında oldukları için hastalığı sabırla karşıladıkları gibi şifayı da sabırla Allah'tan isterler. Onlar da doktorların, ilaçların ve tedavilerin sunduğu imkanlardan en iyi şekilde faydalanır, ama tüm bunların Allah dilerse işe yarayacağını da hiçbir zaman unutmazlar.
Kuran'da müminlerin hastalık karşısında nasıl sabırla Allah'a sığındıklarına örnek olarak Hz. Eyüb'ün durumu anlatılmıştır. Hz. Eyüp, Allah'ın
"... Gerçekten, Biz onu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi" (Sad Suresi, 44)
sözleriyle ahlakından övgüyle söz ettiği bir peygamberdir. Hz. Eyüb'ün sabrı ve Allah'a yönelişi başka ayetlerde şöyle anlatılmıştır:
Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu:
"Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın. Böylece onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona Katımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik". (Enbiya Suresi, 83-84)
Eyüp Peygamberin böyle bir durum karşısında gösterdiği üstün ahlakı Allah'a olan samimi duasından da anlamak mümkündür. Dert ve hastalık içerisinde olduğu halde Allah'ın rahmetinin ve şefkatinin üzerinde olduğunu bir an bile unutmadan, Allah'ın herşeye güç yetireceğini bilerek, tevekkül ve sabırla O'na yönelmiştir. Allah böyle bir ahlaka karşılık onun duasını kabul etmiş, hastalığını gidermiş ve üzerindeki rahmetini arttırmıştır.
Görüldüğü gibi, her konuda olduğu gibi zorlukta ve hastalıkta da Allah yine sabredenlerin yardımcısıdır. Bir ayette Allah'ın sabredenlere olan bu desteği şöyle ifade edilmiştir:
"Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir." (Enfal Suresi, 46)
8. Haksızlığa karşı sabır gösterirler
Kuran ahlakını yaşamayan kimseler, gerçek bir adalet gösteremezler. Dünyada iken küçük büyük demeden yaptıkları her tavrın ahirette karşılarına çıkacağını düşünmedikleri için bu konuda bir titizlik göstermeye gerek duymazlar. Dahası vicdanlarıyla değil, nefisleriyle hareket ettikleri için, akılcı değil, fevri kararlar alırlar. Öfkelendiklerinde öfkelerine hemen yenilir ve intikam alma arzusuyla hareket ederler. Çıkarlarıyla çatışan bir durum söz konusu olduğunda, kendi menfaatlerini koruma amacıyla karşı tarafa haksızlık yapmaktan çekinmezler. Gazetelerde, televizyonlarda bu konuyla ilgili haberlere çok sık rastlanır. Kendisini işinden kovan patronuna saldırıda bulunan, bir işini engelleyen kişiye kin güderek iftira atan, kendisini terk eden nişanlısı hakkında olmadık dedikodular yayan, kendisine hakaret eden kişiye daha ciddi bir hakaretle karşılık veren kişilere her zaman rastlarız. Bu insanlar kendilerine yapılan bir kötülüğe ya da haksızlığa da yine aynı şekilde, Kuran ahlakından tamamen uzak bir tavırla karşılık verirler. Hatta kimi zaman çok aşırı giderek bir çıkarlarına engel olan, öfke duydukları bir insanı öldürmeye bile kalkışabilirler.
Müminler de imtihanın bir gereği olarak hayatları boyunca bu tür insanların adaletsiz tavırlarıyla karşı karşıya kalabilirler. Ancak onlar, yukarıda örnek verdiğimiz kişilerde olduğu gibi adaletsizliğe adaletsizlikle, haksızlığa haksızlıkla karşılık vermezler. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, kendilerine yapılan haksızlıklara hiçbir müdahalede bulunmadan seyirci de kalmazlar. Fakat her zaman içlerindeki tevekkülün sağladığı itidal ile hareket ederler.
Müminlerin bir haksızlıkla karşılaştıklarında içlerinde yaşadıkları sabır ve tevekkül, tüm olayların Allah'ın kontrolünde olduğunu, Allah'ın sonsuz adalet sahibi olduğunu bilmelerinden kaynaklanmaktadır. Zira Allah ahiret günü tüm insanların, tek bir zerre ağırlığınca dahi haksızlığa uğramadan tüm yaptıklarının karşılığını alacaklarını bildirmiştir. Dolayısıyla dünyada iken hiç düşünmeden haksızlıkta bulunan, adaletsiz tavırlar gösteren kimseler ahiret günü yaptıklarının karşılığını mutlaka göreceklerdir. Kuran'da Allah'ın sonsuz adaleti şöyle bildirilmiştir:
"Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak Biz yeteriz." (Enbiya Suresi, 47)
"Yol, ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere 'tecavüz ve haksızlıkta bulunanların' aleyhinedir. İşte bunlara acıklı bir azap vardır." (Şura Suresi, 42)
"Allah'a döneceğiniz günden sakının. Sonra herkese kazandığı eksiksizce ödenecek ve onlara haksızlık yapılmayacaktır." (Bakara Suresi, 281)
İşte Allah'ın bu kanununu bilen müminler, içlerindeki güven duygusuyla haksızlıklara karşı da sabrederler. Allah bu sabırlarına karşılık, onlara kesin olarak yardım edeceğini şöyle vaat etmiştir:
"... Allah kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır." (Hac Suresi, 40)
Kuran'da Hz. Yusuf'un hayatı boyunca pek çok haksızlıkla karşı karşıya kaldığı, ancak tevekkülü ve sabrı dolayısıyla Allah'ın kendisine yardım ettiği ve ona güç verdiği bildirilmektedir. Hz. Yusuf'un çocukluk yıllarından itibaren başına gelen olaylar hem Hz. Yusuf'un hem de babası Hz. Yakub'un sabır konusunda denenmeleri için özel olarak yaratılmıştır. Hz. Yusuf önce kendisini kıskanan kardeşleri tarafından bir kuyunun dibine bırakılmış, sonra bir kervan tarafından bulunup köle olarak satılmıştır. Kuran'da babası Hz. Yakup'un bu olay karşısında güzel bir sabır ile sabrettiğinden ve çocuklarının kurduğu bu tuzağa karşılık Allah'tan yardım istediğinden bahsedilmiştir:
"Ve üzerine yalandan kan (sürülmüş) olan gömleğini getirdiler. "Hayır" dedi. Nefsiniz, sizi yanıltıp (böyle) bir işe sürüklemiş. Bundan sonra (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin bu düzüp-uydurduklarınıza karşı (Kendisinden) yardım istenecek olan Allah'tır." (Yusuf Suresi, 18)
Hz. Yusuf tüm bunların ardından da kendisini satın alan Mısırlı bir vezirin karısı tarafından iftiraya uğramıştır. Bu olayda, Hz. Yusuf'un suçsuz olduğu çok açık bir biçimde anlaşıldığı halde, yine de onu zindana atmaktan vazgeçmemişlerdir. Hz. Yusuf uzun yıllar haksız yere zindanda kalmış, ancak hiçbir zaman için Allah'ın tüm bunları özel bir deneme olarak yarattığını aklından çıkarmamıştır. Allah'a sığınmış, O'ndan yardım dilemiş ve güzel bir sabırla sabretmiştir. Allah'ın inkar edenlerin tuzaklarını kesin olarak boşa çıkaracağını, iman edenleri mutlaka kurtuluşa erdireceğini kesinlikle unutmamış ve Allah'a tevekkül etmiştir. Allah bu sabrı karşılığında ona hem dünyada hem de ahirette hoşnut olacağı nimetler vermiştir:
"Hükümdar dedi ki: "Onu bana getirin, onu kendime bağlı kılayım." Onunla konuştuğunda da (şöyle) dedi: "Sen bugün bizim yanımızda (artık) önemli bir yer sahibisin, güvenilir (bir danışman-yönetici)sin." (Yusuf) Dedi ki: "Beni (bu) yerin (ülkenin) hazineleri üzerinde (bir yönetici) kıl. Çünkü ben, (bunları iyi) bir koruyucuyum, (yönetim işlerini de) bilenim. "İşte böylece Biz yeryüzünde Yusuf'a güç ve imkan (iktidar) verdik. Öyle ki, orada (Mısır'da) dilediği yerde konakladı. Biz kime dilersek rahmetimizi nasib ederiz ve iyilik yapanların ecrini kayba uğratmayız. Ahiretin karşılığı ise, iman edenler ve takvada bulunanlar için daha hayırlıdır." (Yusuf Suresi, 54-57)
Tüm bu olayların ardından Allah Hz. Yusuf'u yıllar sonra kendisine tuzak kuran kardeşleriyle karşılaştırmıştır. Hz. Yusuf, uğradığı haksızlıklar karşısında Allah'a olan güvenini ve O'nun kendi üzerindeki rahmetini şöyle dile getirmiştir:
"Sen gerçekten Yusuf musun, sensin öyle mi?" dediler. "Ben Yusuf'um" dedi. "Ve bu da kardeşimdir. Doğrusu Allah bize lütufda bulundu. Gerçek şu ki, kim sakınır ve sabrederse, şüphesiz Allah, iyilikte bulunanların karşılığını boşa çıkarmaz." (Yusuf Suresi, 90)
Kuran'da Hz. Yusuf ile ilgili tüm bu anlatılanlar müminlerin sabrın hikmetlerini görebilmeleri açısından önemli bir örnek oluşturur. Çünkü Allah'ın Hz. Yusuf'a olan yardımı aslında tüm inananlar için de geçerlidir. Allah müminlere karşı kurulan tuzakları bozan, yapılan haksızlıklara kesin olarak karşılık verendir.

9. İnkar edenlerin iftiralarına ve incitici sözlerine karşı sabrederler
Allah müminlerin karşılaşabileceği imtihanlardan birinin de inkar edenlerin inananlar hakkında sarf edecekleri sıkıntı verici konuşmalar olduğunu şöyle bildirmiştir:
"... sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız (bu) emirlere olan azimdendir." (Al-i İmran Suresi, 186)
Tarih boyunca yaşamış olan tüm peygamberler gönderilmiş oldukları kavimlerin çeşitli iftira ve suçlamalarıyla karşı karşıya kalmışlardır. Özellikle de bu kavimlerin inkarcı önde gelenleri bu tarz tavırların öncülüğünü yaparak kavimlerini iman edenlere karşı kışkırtmaya çalışmışlardır. Bunun en önemli sebebi ise kuşkusuz ki hak dinin bu kimselerin haksız yoldan elde ettikleri birtakım dünyevi menfaatleri zedeleyebilecek bir ahlak yapısı sunuyor olmasıdır. Bu kimseler yaşadıkları topluluklarda zenginlik, makam ve itibar açısından üstün konumda oldukları için halkı kolaylıkla sömürebilmekte, adaletsizliği, haksızlığı insanlara makul gösterebilmektedirler.
Kuran ahlakı ise insanlara dürüstlüğü, adaleti, yoksul olanın hakkını korumayı emretmektedir. İşte dinin bu özelliklerini kendi dünyevi menfaatleri açısından bir tehlike olarak gören bu kimseler, din ahlakının yayılmasını isteyen müminleri karalamak ve başarısızlığa uğratmak istemişlerdir.
Bu durumun en açık örneklerinden birini İsrailoğullarını köle olarak çalıştıran ve çeşitli eziyetlere uğratan Firavun'un tavırlarında görmek mümkündür. Çok ağır şartlar altında çalıştırılarak Firavun tarafından sömürülen bu insanlara Allah kurtarıcı olarak Hz. Musa'yı göndermiştir. Hak dinin İsrailoğullarına karşı adil, merhametli ve vicdanlı bir tavır göstermesini emrettiğini fark eden Firavun, Hz. Musa ve beraberindekileri halkın gözünde etkisiz hale getirmek istemiştir. Böylece peygamberin anlattığı dine kimsenin itibar etmeyeceğini ve kendi menfaatlerine yönelen bu tehlikeyi atlatmış olacağını düşünmüştür. Bir yandan da atılan iftiraların inananların morallerini bozup yıldıracağını ve dinin yayılması için gösterdikleri çabadan vazgeçebileceklerini ummuştur. Bu amaçla attığı iftiralardan bazıları Kuran'da şöyle aktarılmıştır:
"Andolsun, Biz Musa'yı ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik; Firavun'a, Haman'a ve Karun'a. Ama onlar: (Bu,) Yalan söyleyen bir büyücüdür" dediler." (Mümin Suresi, 23-24)
Fakat o, 'bütün kişisel ve askeri gücüyle' yüz çevirdi ve:
"(Bu,) Ya bir büyücü veya bir delidir" dedi. (Zariyat Suresi, 39)
Firavun ve onun yakın çevresinin Hz. Musa'ya söyledikleri bu sözler sadece onlara has bir davranış değildir. Tarih boyunca Allah'ın, dini anlatmakla görevlendirdiği tüm elçilere aynı suçlamalar yapılmıştır. Hepsi de yalancılıkla, büyücükle, mecnun ya da şair olmakla, çıkar sağlamaya çalışmakla itham edilmişlerdir. İman edenlerin her dönemde bu tür iftira içerikli sözlerle karşılaşmaları ise kesinlikle bir tesadüf değil, aksine Allah'ın müminlerin sabır ve tevekküllerini denemek için yarattığı özel olaylardır.
Kuran'da bunun eskiden beri süregelen bir durum olduğu şöyle bildirilir:
"İşte böyle; onlardan öncekiler de bir elçi gelmeyiversin, mutlaka: "Büyücü ve cinlenmiş" demişlerdir." (Zariyat Suresi, 52)
Allah Hz. Muhammed (sav)'e ve beraberindeki müminlere de bu yönde çeşitli iftiralar atıldığını haber vermiştir:
"Ve (yine) onlara: "İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin" denildiğinde: "Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?" derler. Bilin ki, gerçekten asıl düşük-akıllılar kendileridir; ama bilmezler." (Bakara Suresi, 13)
"Kavminden, ileri gelen inkarcılar: "Biz seni yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz; sana, sığ görüşlü olan en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine, biz sizi yalancılar sanıyoruz" dedi." (Hud Suresi, 27)
"Onlar: "Ey kendisine kitap indirilen (Muhammed). Gerçekten sen cinlenmiş (bir deli)sin," dediler." (Hicr Suresi, 6)
"İçlerinden kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaştılar. Kafirler dedi ki: "Bu, yalan söyleyen bir büyücüdür." (Sad Suresi, 4)
İnkar edenlerin tüm bu iftiralarına karşılık Allah'ın elçilerinin ve salih müminlerin tavrı ise güzel bir sabır göstererek Allah'a sığınmak ve O'ndan yardım dilemek olmuştur. Bunun bir örneği Kuran'da şöyle bildirilir:
"(Resulullah) Dedi ki: "Rabbim, hak ile hükmet. Bizim Rabbimiz, sizin her türlü nitelendirmelerinize karşı yardımına sığınılan Rahman (olan Allah)'dır." (Enbiya Suresi, 112)
Allah, inkar edenlerin peygambere eziyet vermeyi amaçlayan bu tavırlarına Kuran'da şöyle yanıt vermiştir:
"Şu halde sen, öğüt verip-hatırlat; çünkü sen, Rabbinin nimetiyle ne kahinsin, ne mecnun." (Tur Suresi, 29)
"Kafirlere ve münafıklara itaat etme, eziyetlerine aldırma ve Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter." (Ahzab Suresi, 48)
Allah'ın ayette belirttiği gibi, müminin üzerine düşen sorumluluk her ne zorlukla karşılaşırsa karşılaşsın, Kuran ahlakını yaşamaya ve insanlara da bu yönde öğüt verip hatırlatmaya devam etmesidir. Bu nedenle müminler, inkar edenlerin bu tür tavırlarına aldırış etmez, tevekkül ve sabır ile doğru bildikleri yolda ilerlerler. Dahası inkar edenler, bu tavırlarıyla farkında olmadan inananların imanlarının ve dine karşı duydukları şevk ve heyecanın da artmasına sebep olurlar.

10. Dini tebliğ etme konusunda sabır gösterirler
Allah peygamberlerin hayatları boyunca gösterdikleri sabrı Kuran ayetleriyle bizlere bildirerek, bu üstün ahlakı hayata nasıl geçirilebileceğimizi göstermiştir. Kuşkusuz bu, inanan ve Allah'a yakınlaşmakta yol arayanlar için büyük bir nimettir.
Kuran'da peygamberlerin yaşamları boyunca çevrelerinde bulunan insanlara, içinde yaşadıkları kavme Allah'ın dinini tebliğ ettikleri haber verilir. Ancak her peygamber kavmini doğruya davet etmesine karşılık mutlaka birtakım düşmanlar kazanmış, biraz önce de söz ettiğimiz gibi onların sözlü veya fiili saldırılarına maruz kalmıştır. Fakat inkarcıların bu çabaları Allah'ın elçilerini asla gevşekliğe sürüklememiş, aksine onlar tüm yaşamlarını dini tebliğ etme konusunda örnek bir sabır ve kararlılık göstererek geçirmişlerdir.
Kuran'da yaşamından örnekler verilen bu elçilerden biri de Hz. İbrahim'dir. İbrahim Peygamber hayatı boyunca sabır gerektiren çeşitli olaylarla denenmiştir. Allah'ın karşısına çıkarttığı tüm bu olaylara karşı o da tevekkül, teslimiyet ve güzel bir sabır göstermiştir. Peygamberin karşılaştığı olaylardan biri, taştan oydukları putlara tapınan kavmini hak dine ve tek bir Allah'a iman etmeye çağırması neticesinde kavmi tarafından yakılmak istenmesi olmuştur. Kuran'da Hz. İbrahim'in bu imtihanı şöyle anlatılmaktadır:
"Kendisine İbrahim denilen bir gencin bunları diline doladığını işittik" dediler. Dediler ki: "Öyleyse, onu insanların gözü önüne getirin ki ona (nasıl bir ceza vereceğimize) şahid olsunlar." (Enbiya Suresi, 60-61)
"Dediler ki: "Onun için (yüksekçe) bir bina inşa edin de onu çılgınca yanan ateşin içine atın." Böylelikle ona bir tuzak hazırlamak istediler. Oysa Biz, onları alçaltılmışlar kıldık. (İbrahim) Dedi ki: "Şüphesiz ben, Rabbime gidiciyim; O, beni hidayete erdirecektir." (Saffat Suresi, 97-99)
Ayetlerde bildirildiği gibi, kavmi Hz. İbrahim'i ateşe atmak istemiş ancak Allah, sabır göstermesi ve tevekkül etmesine karşılık İbrahim Peygamberi rahmeti altına almış ve ateşe "soğuk ve esenlik" olmasını emretmiştir:
"Biz de dedik ki: "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol." Ona bir düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat Biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık." (Enbiya Suresi, 69-70)
Kuşkusuz Hz. İbrahim'in yaşadığı bu olay, Allah'ın sabreden ve tevekkül eden kullarına olan bir yardımıdır. Ve Rabbimizin samimi Müslümanlara, sabretmelerine karşılık olarak ne kadar büyük nimetler verebileceğinin de en güzel örneklerinden biridir.
Kuran'da bize aktarılan, Hz. İbrahim'in sabır ve tevekkül gösterdiği tek olay bu değildir. İbrahim Peygamber hayatının sonuna kadar insanlara Allah'ın varlığını anlatmış ve onları hak dini yaşamaya davet etmiştir. Ancak onlar putlara tapmaktan vazgeçmemiş ve dini kabul etmemişlerdir. Kavminden hiç kimsenin imanı kabul etmemesine rağmen Hz. İbrahim dini anlatmaktan vazgeçmemiş ve bu konuda da büyük bir sabır göstermiştir. Allah'ın emri olduğunu bildiği böyle bir konuda kararlılıkla çaba harcamaya ve insanları dine çağırmaya devam etmiştir. Dini anlatma konusundaki bu samimiyetini babasına olan tebliğinde de görmek mümkündür:
"Hani babasına demişti:
"Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun? "Babacığım, gerçek şu ki, bana, sana gelmeyen bir ilim geldi. Artık bana tabi ol, seni düzgün bir yola ulaştırayım."
"Babacığım, şeytana kulluk etme, kuşkusuz şeytan, Rahman (olan Allah)'a başkaldırandır."
"Babacığım, gerçekten ben, sana Rahman tarafından bir azabın dokunacağından korkuyorum, o zaman şeytanın velisi olursun." (Babası) Demişti ki: "İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursan, andolsun, seni taşa tutarım; uzun bir süre benden uzaklaş, (bir yerlere) git." (Meryem Suresi, 42-46)
Allah'ın tebliğ konusunda sabır ve azimle çaba harcayan bir elçisi de Hz. Nuh'tur. Hz. Nuh, kavmine Allah'ın hak dinini anlatmak için büyük bir gayret ve kesin bir sabır göstermiştir. Her seferinde yüz çevirmelerine rağmen, onlara çok çeşitli ve çok farklı yollardan yaklaşmayı denemiş ancak kavmi iman etmemiştir. Hz. Nuh'un kavmi, iman etmediği gibi peygamberi yıldırmak için onu baskı altına alıp faaliyetlerini engellemeye de çalışmışlardır. Hz. Nuh sabrı ve Allah'a olan tevekkülü dolayısıyla onların bu baskılarından hiçbir şekilde etkilenmemiştir. Hz. Nuh'un dini anlatma konusunda gösterdiği bu üstün sabır örneği Kuran'da şöyle ifade edilmiştir:
"Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanlamıştı; böylece kulumuz (Nuh)u yalanladılar ve: "Delidir" dediler. O 'baskı altına alınıp engellenmişti." (Kamer Suresi, 9)
Dedi ki: "Rabbim, gerçekten kavmimi gece ve gündüz davet edip-durdum."
"Fakat davet etmem, bir kaçıştan başkasını artırmadı."
"Doğrusu ben, onları bağışlaman için her davet edişimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler ve büyüklük tasladıkça büyüklük gösterip-direttiler.'
"Sonra onları açıktan açığa davet ettim."
"Daha sonra (davamı) onlara açıkça ilan ettim ve kendilerine gizli gizli yollarla yanaşmak istedim." (Nuh Suresi, 5-9)
Elbette geçmiş peygamberlerin hayatlarından aktarılan bu örnekler tüm Müslümanlar için ders alınacak konulardır. Allah Kuran'da bu kıssaları bizlere aktararak, sabır gösterme konusunda asla yılmayan bir kararlılık gösteren peygamberlerini örnek almamızı emretmiştir:
"Artık sen sabret; Resullerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi..." (Ahkaf Suresi, 35)
İman eden insanlar için, geçmiş kavimlerde olduğu gibi bugün veya gelecekte de benzer durumlarla, dini bilmeyen, inkar eden, kavrayış yeteneği kısıtlı olan insanlarla karşılaşmak mümkündür. Her dönemde Allah'ın varlığını, ahireti inkar eden insanlar olabilir. Müslümanların yapması gereken asla yılmadan Allah'ın dinini, yaratılış gerçeğini insanlara anlatmaktır. Müslümanların karşısına "ben ateistim, Allah'ın varlığını reddediyorum" diyen, kendilerine anlatılan tüm gerçekleri, bilimsel delilleri anlamazlıktan gelen insanlar çıkabilir. Veya içinde yaşadıkları cahiliye toplumunun olumsuz etkilerinden bir türlü kurtulamayan, kavrama yeteneği eksik olduğu için anlatılan gerçekleri görmekte zorlanan kişiler de olabilir. Kimi zaman bir insana son derece açık olan bir gerçeği anlatmak haftalar, aylar, yıllar süren bir çalışmayı gerektirebilir. Böyle bir durumda, Hz. Nuh gibi her türlü yolu deneyerek, Hz. İbrahim gibi her türlü tehdidi göze alarak tebliğ konusunda sabır göstermek kuşkusuz çok önemli bir ibadettir. Çünkü dini anlatma konusundaki keskin sabır, dinden uzak pek çok insanın gerçekleri görmesine ve ahiretlerinin kurtulmasına vesile olacaktır.
İman eden insanlar bu güzel hizmeti hiçbir karşılık beklemeden, yalnızca karşılarındaki kişilerin ahiretlerine faydalı olabilmek niyetiyle ve büyük bir sabırla yerine getirirler. Elbette Müslümanların bu samimi çabası, ne kadar engel olmak isteyen olsa da, ne dünyada, ne de ahirette karşılıksız kalmayacaktır. Burada yaptıkları tebliğe tek bir kişi icabet etmese bile, Allah gösterdikleri sabırdan dolayı onlara dünyada güzellik ve huzur verecektir. Ve bu insanlar ahirette de büyük bir ecirle karşılık göreceklerdir.

Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!