Arama


Efulim - avatarı
Efulim
VIP VIP Üye
26 Temmuz 2011       Mesaj #2
Efulim - avatarı
VIP VIP Üye
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

yaaa insan haklarıın önemi nedir lütfen cevaplayın

İnsan Haklarının Önemi - İnsan Haklarının Önemi Nedir?

İnsan hakları, artık devletlerin, kültürlerin, coğrafyaların çizdiği sınırların ötesinde kabul gören vazgeçilmez bir değerler sistemi olarak çağdaş dünya düzeninin temelini oluşturmaktadır. Aslında pek çok büyük teknolojik atılımlar, sosyo-kültürel dönüşümler yanında kitle imha silahları, küresel ısınma gibi kâbusları da beraberinde getiren modern çağın insanlığa sunduğu belki de en paha biçilmez kazanç, insan haklarının evrensel bir değere dönüşmesi olmuştur. Günümüzde insan haklarının, modernleşmenin içinde taşıdığı tehlikelere karşı ahlâki ve hukuki bir sigorta görevi yaparak toplumsal düzenleri korumakta olduğu söylenebilir.
Tarihteki gelişim süreci içerisinde insan haklarının anlamı, neleri kapsadığı veya dışladığı sürekli olarak felsefi ve politik mücadelenin konusu olmuş, hatta savaşların, ekonomik bunalımların yaşandığı bazı dönemlerde insan haklarının “göz ardı edildiği” görülmüştür. Ancak insan hakları bu mücadeleden hem kavramsal bazda, hem de kurumsal düzeylerde güçlenerek çıkmış, insanlık dikta rejimlerinin, savaşların sebep olduğu yaraları hep insan haklarını yücelterek aşmak yoluna gitmiştir. Bütün büyük bunalımların sonucunda, dünyanın uzlaştığı nokta hep “insan haklarını geliştirmek ve güvence altına almak” olmuştur. Dolayısıyla insan hakları, “ahlâki bir ideal” olmanın ötesinde, aynı zamanda ulusal ve uluslararası düzenlerin istikrarı, barış ve güvenliğin sağlanması açısından da zorunlu olarak benimsenmesi ve korunması gereken bir değerler sistemidir.

Bu değerler sistemi ile ilgili bilimsel, felsefi veya siyasal çalışmalar, genellikle iki ana cephede ilerlemiştir:
• İnsan haklarının alanına nelerin girdiği veya girmediğini ortaya koymak,
• İnsan haklarının hangi mekanizmalarla korunup geliştirilebileceğini araştırmak.

Şimdiye kadar, bu çalışmalardaki önceliği, dinamik bir içeriği olan insan hakları alanının sınırlarının nasıl çizileceği hususu almıştır. Tarihin geriye doğru akıtılmaya çalışıldığı geçici dönemler dışında insan haklarının alanı hep genişlemiş, sivil ve siyasal haklardan oluşan Birinci Kuşak Hakları, 20. yüzyılın ortalarına doğru gelişen ekonomik, sosyal ve kültürel hakları ifade eden İkinci Kuşak Haklar izlemiş, küreselleşme ve bilgi çağı ise, çevre hakkı gibi bireydevlet ilişkilerini aşan nitelikteki Üçüncü Kuşak Hakları beraberinde getirmiştir.

Tüm bu süreçler, yeni hak konularının ortaya çıkması yanında mevcut hakların da yeniden tanımlandığı, yorumlandığı aşamalar olmuştur. Diğer yandan, günümüzde “insan haklarının içeriği” kadar, özellikle temel hakların “hangi yöntem ve mekanizmalar ile korunabileceği” konusu da aynı derecede önem taşımaktadır. Çünkü yaşanan tecrübeler, insan hakları teorisinde sağlanan gelişmelerin uygulamaya hızlı ve doğru biçimde yansıtılamadığını, çoğu durumda geleneksel güvence mekanizmalarının yetersiz kalabildiğini göstermiştir. Dolayısıyla insan hakları alanında ulaşılan evrensel standartların muhtemel tehlikelere karşı nasıl korunabileceği ve uygulamaya daha iyi nasıl yansıtılabileceği konusunda yeni mekanizmalar kurmaya ve mevcutları da güçlendirmeye dönük arayışlar, günümüzde giderek yoğunluğunu arttırmaya başlamıştır. Nitekim Avrupa Birliği’ne girebilmenin temel koşullarını ifade eden Kopenhag siyasi kriterleri arasında “insan haklarını güvence altına alacak istikrarlı kurumların varlığı”nın “olmazsa olmaz”lar arasında belirtilmesi de, bu duruma bir örnek teşkil etmektedir.


Büyük bir hız ve kararlılıkla gelişmiş ülkeler arasına girme aşamasında bulunan ülkemiz, insanlığın ortak değeri olan insan hakları alanında “sessiz bir devrim”i gerçekleştirmektedir. Tüm insanlığın ortak birikimiyle oluşan evrensel değerleri, bireylerin yaşamına tam manası ile yansıtabilmenin amaçlandığı bu “sessiz devrim”i başarıya ulaştırmak için, insan hakları alanında belli bir “zihinsel dönüşüm” ile birlikte yasal ve kurumsal anlamda bir “yeniden yapılanma” gerekmektedir. Dolayısıyla ülkemizde insan hakları alanında gerçekleştirilen çalışmalar da bu iki eksen üzerinde gelişmektedir.


Günümüzün insan hakları değerlerinin lafzına değilse de ruhuna her zaman sahip olan bu topraklarda, pek çok farklı din, mezhep ve etnik kökenden topluluğun yüzyıllarca barış içinde yaşayabilmesini sağlayan bir hoşgörü iklimi vardır. Bu iklim, insan hakları ile ulaşılması arzu edilen hedefl er için ideal bir bilgi ve düşünce zemininin varlığı anlamına gelir. Bu açıdan bakıldığında, insan haklarının “ithal bir kavram” değil, medeniyetimizin “yitik bir malı” olduğunu belirtmek gerekmektedir. İnsan hakları konusundaki “zihinsel dönüşüm” de, esas olarak insanımızın fikir ve gönül dünyasında zaten mevcut bulunan değerleri, evrensel dil ve içerikle bütünleştirmeyi sağlayacaktır. Bunun için öncelikle gerekli olan ise, insan hakları ile ilgili kavramsal ve teorik çerçeveyi doğru biçimde bilgi dağarcıklarına yerleştirebilmektir. Bu doğrultuda gerek kamu gerekse sivil toplum kuruluşları ve akademik çevrelerde yürütülen çalışmalar giderek yoğunluk kazanmaktadır. İnsan hakları alanındaki bu “sessiz devrim”in yasal ve idari yapılanma cephesinde ise, son dönemde reform niteliğinde bir çok düzenlemeler yapılmış ve yeni mekanizmalar hayata geçirilmiştir. Gerçekleştirilen kapsamlı anayasa değişiklikleri, çıkarılan yeni Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu ve Medeni kanun gibi yasal düzenlemeler ve AB sürecinde hayata geçirilen uyum paketleri ile hukuk sistemi reforme edilirken insan hakları alanındaki idari kapasite de geliştirilmiştir. Bu bağlamda 2001 yılında kurulan Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı ile 2000 yılında oluşturulan İl ve İlçe İnsan Hakları Kurulları, ülkemizde insan hakları kurumsallaşmasının altyapısını oluşturmuşlardır.

Kaynak
Sen sadece aynasin...