Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Aralık 2011       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Türkler’de sanat eğitimini,geçmişte ve günümüzde olmak üzere iki ayrı sistem içinde incelemek gerekir.Günümüzde eğitim kurumları tarafından uygulanan modern eğitim programları ile tarih boyunca uygulanmış ve halan de uygulanmakta olan , usta çırak usulü eğitim şekli.Her iki sistemin de sanat eğitimindeki yeri, birbirini destekleyerek halen önemini korumaktadır.Başlı başına kitap hacminde olan bu önemli konuya ,hafızalarda yer etmiş bilgileri aktarmak maksadıyla , usta-çırak ilişkisini ele alarak başlayalım.Şüphesiz kültür tarihimizde çok değerli sanat ve zanaat ehlinin yetişmesinde önemli rol oynamış bu eğitim sistemi ,gelenekleri ile geniş çapta incelendiği zaman , Türk milletinin iç dünyası daha yakından tanınmış olacaktır.Kısaca temas edilecek bu konuya sanat ,zanaat ve esnaf kesimine yüzyıllar boyunca kol kanat gererek hizmet vermişAhi teşkilatını da hatırlayarak girelim.

Ahi teşkilatı, 13. yüzyılda , Ahi Evren tarafından kurumuş ve Türk ticaret hayatında büyük hizmetler vermiş bir kurumdur.Esnaf ve zanaatkarlara sahip çıkarak onları korumuş,müşteri ile ilişkilerini,yaptığı işin kalitesini , özel hayatın bazı kesimlerini yakından takip ve kontrol etmiştir.Ticari hayatın büyük bir kesimini kucaklayan bu ocak ,Türkler’in ticaret ilişkilerindeki dürüstlüğün ve kalitenin teminatı olmuştur.Usta – çırak usulü eğitimde , ehil bir ustanın yanına çırak giren genç,talip olduğu mesleği öğrenmek için ustasının sözünden çıkmaz ,edeb,sadakat ve sabır ile çalışır ,yaptığı işte başarılı görüldüğü taktirde ustası tarafından icazet almaya namzet gösterilirdi.

İcazetname ve diğer ismiyle izinname denilen bu belge hocasının,yetiştiğine kanaat getirdiği öğrencisine verdiği bir ,çeşit sanatta yeterlik beratırdı.Bu beratı alan çırak , hocası tarafından başarılı bulunmuş ve bundan sonra yaptığı eserlere imza koyma iznini almış olurdu.Aksi halde çırak veya talebenin ,yaptığı işleri imza atma ve hocasından böyle bir izin isteme hakkı yoktu.Geçmişte bu gelenek sadece esnaf ve zanaat erbabı için değil,müzehhipler,nakkaşlar için de geçerliydi.Zamanımızda ise bazı muhitlerde kısmen uygulanarak önemini korumaktadır.

Ahi teşkilatında icazet , usta-çırak eğitimi sonunda ,Peştemal kuşanma merasimi denilen bir törenle verilirdi.Bu önemli gün için ,hocanın uygun gördüğü yer ve tarihte hazırlıklar başlar,devrin ileri gelen diğer hocaları da jüri üyesi olarak davet edilirlerdi.Hazırlıklar tamamlanıp davet günü geldiğinde ,namzet olan genci titizlikle hazırladığı eserleri jüriye takdim edilir ve düşünceleri sorulurdu.Şayet jüri olumlu cevap verirse ,çırağın beline temsili olarak peştemal bağlanır ve icazet verilirdi.Böylece ustalık payesine ulaşan delikanlı ,meslek hayatında dürüst ve edepli olmak ,hileye ,yalana başvurmamak,kul hakkına saygı göstermek ,sözüne sadık kalmak,harama el uzatmamak gibi sorumluluklar yüklenir , bu prensiplere eksiksiz uyacağına yemin ederdi.Daha sonra hocaların elini öper,hayır dualarını alır ve hazırladığı hediyeleri onlara takdim ederdi.Teşkilat bu genç ustayı daha sonraki hayatında yalnız bırakmaz ,iş yerini açabilmesi için maddi manevi destek olurdu.

Türk sanatında usta-çırak veya hoca talebe münasebetlerini anlatan bir başka gelenek ise esere atılan imza şeklidir.Tarihte pek çok müzehhep yazmanın imzasız olması,eserin nakışhanede kollektif çalışma sonucu bezenmiş olmasındandır.Şayet eser Padişaha sunulacak ise sadece sernakkaşın imzası atılır,imzanın bulunduğu bu sayfaya Ketebe veya hatime sayfası denirdi.Bazende müzehhip yaptığı işte kendini görmekten sakındığı ve bu marifetin ona verilmiş ilahi bir lütuf olduğuna inandığı için esere imzasını atmazdı.Böylece aradan vasıtayı kaldırıp,eseri hakiki sahibine teslim etmiş olurdu.Bu davranış sanatkarın ,aczini idrak ederek yaratana duyduğu şükranın ve sahip olduğu edebin gözler önüne serilmesiydi.