Arama


Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
7 Ocak 2012       Mesaj #2
Mira - avatarı
VIP VIP Üye
Ad:  Soyut Dışavurumculuk3.jpg
Gösterim: 2806
Boyut:  100.7 KB
Soyut Dışavurumculuk (Soyut Ekspresyonizm)

Soyut Ekspresyonizm'in öncüleri, birbirleriyle karşılıklı ilişkileri olan kimselerdi. Bunlardan biri olan Tobey, Amerika'nın batı kıyılarındaki Seattle'da yaşamış ve yapıtlarını bu kentte vermişti; ancak onun tüm çalışmaları New York'ta da biliniyordu.
Söz konusu öncülerin diğerleri New York'luydu. Bunların hiçbiri genç değildi; Soyut Ekspresyonizm'in en önemli yılı olan 1948'de ortalama yaşları kırkın üzerindeydi:
Tobey 58, Rothko 45, de Kooning ve Still 44, Gorky ve Newman 43 (Gorky aynı yıl intihar etti), Kline 38, Pollock ve Motherwell 35 yaşındaydılar. Gorky, de Kooning ve Rothko birer göçmendi; de Kooning ülkeye öğrenim görmüş bir ressam olarak, yirmi yaşlarındayken gelmişti. Diğer ikisi ise daha küçük yaşta Amerika'ya göç etmişlerdi. Amerika'nın yerlileri olanlardan Tobey ve Motherwell, kozmopolit kimselerdi. Motherwell, Fransız şiirini ve estetiğini çok iyi bilen bir sanatçıydı. Önceleri Bahâî mezhebine mensup olan Tobey, 1920'ler ve 1930'larda bir süre Avrupa'da yaşamış, Çin'e ve Japonya'ya da giderek, Uzakdoğudaki bir Zen manastırında bir ay kalmıştır.

Jackson Pollock, boyaları damlalar halinde akıtarak, bir önceki yıl yaptığı resimlerini, Ocak 1948'de ilk kez sergiledi. De Kooning'in sonradan söylediği gibi bu resimlerle Pollock adeta "buzları eritmişti", ve resimlerdeki simgelerle bunları ortaya çıkaran resim yapma eylemi, bu akımın dışında kalan ressamların yeni sanatı anlamalarına yol açmıştı.
Bunlar, ressamın yere serilen geniş tuvaller üzerine bir teneke kutudan ya da bir ölçekten boyayı damlatarak, dökerek yaptığı resimlerdi. Tuval üzerindeki izler, ona çeşitli açılardan yaklaşan, kolunu çeşitli yönlerde sallayarak, elini tuval yüzeyinde dolaştırarak boyayı saçan ressamın hareketlerini kaydetmiş oluyordu.

Beyin, ruh, göz ve el; boya ve resim yapılan yüzey birbirleriyle adeta candan bir kaynaşma halindeydi. Resim, doğrudan doğruya ya da simgesel bir biçimde `temsil edilen şey' olmaktan çıkmış; ressamın hareketlerinin izlerini taşıyan, onun anlatmak istediklerini boyanın `izleri'yle ortaya koyan ve bir zaman süreci içinde onun tüm hareketlerinin aynı andaki `hareketsizliği'ni veren bir alan olmuştu. Dünyanın her yerindeki eleştirmenler, bu sanatı sarsıcı olarak nitelediler. Onların bu tutumları daha sonra modern sanatı tapma derecesinde yüceltmeleri kadar tuhaftır. Haber patlar patlamaz pek çok genç ressam, bu öncü sanatla ilişki kurdu ve boyayı yabanıl yöntemlerle kullanarak, duygularını bireysel olarak ifade etme yollarını aradılar.

Pollock ve de Kooning, Soyut Ekspresyonizm’in ‘Action Painting’ (Eylem, aksiyon, hareket resmi) adı verilen kanadının öncüleri olarak kabul edilir. Genel ilgiyi toplayan da budur. Diğer ressamlar çok geçmeden bu sanatçılara uydular. De Kooning’in bir arkadaşı olan Franz Kime, bir yıl içerisinde gerçekçi resimlerden Soyut Ekspresyonist resimlere, dönüş yaptı. Siyah boya kullanarak kâğıt üzerine küçük fırçayla yapılan ve zaman zaman biraz Doğulu karakter taşıyan resimler; aynı şeyin daha büyük tuvaller üzerinde ve badana fırçalarının kullanılarak da yapılabileceğini düşündürdü. Böyle resimlerin etkisi son derece güçlü olabiliyordu: İdeografik bir simge ifade eden çarpıcı bir görünümleri vardı ve aynen bir Pollock resmi gibi, bunları da ‘gözle görünür hale gelmiş bir eylem’ olarak okumak mümkündü. Büyük fırça izlerini birer birer izleyerek, seyirci bu eylemi paylaşıyor ve onun enerjisini tadabiliyordu.

Soyut Ekspresyonizm akımı, ortaya çıktığında henüz öğrenci olan genç ressam Sam Francis, büyük tualleri baştanbaşa kateden ve açık renk boya sürülmüş bir fırçanın hızla hareket etmesiyle meydana getirilen boyalı şeritlerden oluşan yeni bir formül buldu. Olasılıkla New York kentinden uzakta bulunması nedeniyle —Francis, California’dan ayrılmış ve 1950’den sonra da çalışmalarını Paris’te sürdürmüştür— tipik Soyut Ekspresyonizm’ in huzursuz ve çoğu kez de acıklı olan özelliklerinden kurtulmuştur. Meslektaşlarının çoğu gibi, resimde hakiki ifadeyi verebilme arayışının onu tekrarlamalara götürmesinin önüne geçmemiştir. Ancak, bizde korkuyla karışık saygı uyandırması beklenen yapıtlara göre, daha neşeli ve çekici olan bu üslup karşısında, yukarıda sözü edilen sorun daha az önem taşımaktadır.

Üslup sorunu hem yetenek, hem de başarıyla ilgilidir. Esastan değişiklikler getiren her yeni akım gibi, Soyut Ekspresyonizmin de, öncü bir eğilim olarak eskinin savunulmasına karşı kazandığı başarı büyük bir zaferdir. Bu zafer aynı zamanda en yüksek düzeyde modern sanatın Avrupa'da gerçekleştirilebileceğine dair, Amerikalıların eskiden beri besledikleri ön yargıyı da yıkmıştır.

Sanatlarına seçkin ve unutulmaz kişiliklerini yansıtan ressamlarca savunulması ve yapılan işin açık bir kuram ya da programı olması da bu akıma katkıda bulunan etkenlerdir. Yapıtlarındaki dramatik değişmelere bakarak, bir ressamı izlemek için akıma son derece güven duyan ve sadık kalan bir kamuoyuna gerek vardır. Üslup oldukça dolaysız bir biçimde ressamın kişiliğiyle tanındığı için, esasta oluşan değişimler izleyiciye aldatmacılık ya da en azından bile bile yapılmış bir kandırma gibi gelebilir.
Soyut Ekspresyonizmi destekleyen eleştirmenler, bu akımın amacını başarılı bir şekilde şu yalın açıklamayla çevreye aşılamışlardır:
'Modern sanatı kısıtlayabilecek bütün geleneklerden kaçınarak kişinin en derin ve en umursamaz bir biçimde kendini ifade edebilmesi ve bunu sağlamak için gerekirse ressamın bütün bedeni ve gücüyle bu sürece katılabilmesi.'
Kamuoyu, Soyut Ekspresyonizm etiketini taşıyan sanat anlayışının bu açıklamaya uymasını istiyordu. Bu durum yalnız ticari bir anlam taşımakla kalmıyor, toplumu kendisiyle birlikte sürükleme olanağı da yaratıyor ve böylece özellikle sanatsal üslubun şu ya da bu yoldan anlaşılması zor olduğu durumlarda daha büyük değer kazanıyordu. Ancak sanatçılar daha önce yaptıklarından farklı şeyler yapmak, şu veya bu nedenle girdikleri gruptan ayrılmak, özellikle yapıtlarına yüklenen basmakalıp açıklamalardan arınmak eğilimindedirler.

1940 Ertesinde Soyutlamalar
Nazi Almanya’sı orduları, 1940 yılında, Avrupa’nın neredeyse tamamını istila ve yaşayan sanatı yok ettiğinde, soyutlama, sanatın çok sınırlı bir konumundaydı. Mondrian Paris’te gözlerden uzak bir yaşam sürmüş, Kandinsky ise pek bir pırıltı gösteremeden yaşamını 1944’te noktalamıştır. ABD Avrupa’daki totaliter rejimlerden kaçan aydınların ve sanatçıların göçünden en karlı çıkan ülke olmuştu.

1940 haziranından sonra, göç daha kitlesel bir hal aldı; Amerikan resminin bundan önemli ölçüde etkilendiği bir gerçektir. Soyutlama soyut dışavurumculuk ve eylem resmi (actiırn painıiııg) adlarıyla kendine seçkin bir yer oluşturdu.
Bu olgu Avrupa’da hemen algılanamadı; çünkü Eski Kıta’nın doğal olarak her yerden üstün olmak gibi küçümseyici bir tavrı vardı. Alman işgalinden kurtuluşu izleyen onbeş yıl kadar bir zaman içinde soyutlama, iliç, bomba etkisini yitirmekte olan gerçeküstücülük ve gücünü hala korumakta olan figüratif şan karşısında bir üstünlük mücadelesi verdi.

ABD’nin sahneye çıkışı
Birinci Dünya Savaşı’nı izleyen 15-20 yıl içinde ABD, Avrupa’dan akan, ve durmak bilmeyen sanatçı göçüyle zenginleşti. 1941’de Ernst, Masson gibi büyük gerçeküstücülerin toplu göçü, en azından, New York’lu eylem resmi sanatçılarına etkilemediğini öne sürmek yanlış olur; eylem resmini benimseyenler kısa surede uluslar arası sahnede yerlerini aldılar. Arshile Gorky (1904 - 1948), Cézanne ve Picasso’dan yola çıkarak, iç sıkıntısıyla, korkuyla yoğrulmuş kendi “soyut gerçeküstücülüğünü” işledi. 1904’te Hollanda’da doğan Willem De Kooning hep aynı dışavurumcu anlayış içinde sanatını, 1948’de ona zafer kazandıran figuratıf ile, yoğun ve zarif bir renk anlayışının egemen olduğu, soyutlama arasında paylaştırdı.

Bu akım içinde yeralan diğer sanatçıların hepsi ve “yankee” lerden oluşur ve çeşitli eğilimleri temsil eder. Amerikalı olmaktan gurur duyan bir Jackson Pollock (1912 - 1956), bir yandan da, savaş sırasında birlikte olduğu gerçeküstücülerin ve kübizmin dayanılmaz çekimi altındadır. Hiçbir ön hazırlık ve taslak yapmadan, boyanın fırçadan gelişigüzel damlaması da dahil, o anda içten geldiği gibi boyamalar, püskürtmeler, labirentler vb. oluşturması anlamına gelen dripping yönetimini, kısmen gerçeküstücülerden almış da olsa, yere yayarak çalıştığı dev boyutlu eserleriyle bu yönteme bir değişiklik de getirir: yüzeyler neredeyse vahşice bir güçle ve tümüyle (all over) boyaya bulanmıştır.

Eski Amerikalılardan Robert Motherwell (1915 - 1991) çağın siyasi dramlarına karşı duyarlılığıyla eğilimlerini salt bir ağırbaşlılıkla işlediği ve (mini) borçlu olduğu, İspanya Cumhuriyeti’ne Ağıt’ında dile getirdi. Daha yakın dönemde göçenlerden iki sanatçı dost, Barnett Newman (1905 - 1970) ve Mark Rothko (1903 - 1970) gibi Amerikan yurttaşı olanlar vardır; iki sanatçı da Yahudi kültürüyle beslenmiş, sırtlarını Avrupa’ya, çevirmiş ve sanat uğraşları üstüne uzun süre kafa yormuş sanatçılardır.
Newman, zip’i getiren adam olarak tanınır:
Zip, geniş renk düzlemlerinin kararlı, güçlü çizgisidir. Mark Rothko’ysa renkli, geniş, ve bulutsularla ve yola çıkan yüce bir uyum sergileyen sanatçının yaşamına son verişine kadar, gitgide koyulaşır. Bu sanatçılardan yaşça daha büyük; olan Mark Tobey’inse (1890 - 1976) özel bir yeri vardır; Pasifik Kıyısından Siyah veya Beyaz Yazılar'ında Doğu’nun derin izlerine rastlanır; sanatçı yaşamının son yılların Avrupa da geçirmiştir.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2017 04:17