Arama


kompetankedi - avatarı
kompetankedi
VIP Bir Dünyalı
5 Ekim 2006       Mesaj #1
kompetankedi - avatarı
VIP Bir Dünyalı

Yugoslavya

Ad:  Yugoslavya1.jpg
Gösterim: 2807
Boyut:  76.5 KB

resmi adı YUGOSLAVYA FEDERAL CUMHURİYETİ. Sırp-Hırvat dilinde FEDERATIVNA REPUBLIKA JUGOSLAVIJA.

Balkan Yarımadasının ortabatı kesiminde ülke. Sırbistan ve Karadağ cumhuriyetleri ile Sırbistan’ın denetimindeki Vojvodina ve Kosova özerk bölgelerini kapsar. Kuzeyden güneye 450 km, doğudan batıya 300 km boyunca uzanır. Güneyde Arnavutluk ve Makedonya, doğuda Bulgaristan ve Romanya, kuzeyde Macaristan, batıda Hırvatistan ve Bosna-Hersek, güneybatıda da Adriyatik’le çevrilidir. Başkenti Belgrad, yüzölçümü 102.173 km2, 1992 tahmini nüfusu 10.394.000’dir.

Yugoslavya, eski Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti topraklarının bir bölümü üzerinde kurulmuştur. Eski Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti altı cumhuriyet (Hırvatistan, Slovenya , Bosna-Hersek, Makedonya, Karadağ ve Sırbistan) ile iki özerk bölgeden (Kosova ve Vojvodina) oluşuyordu. 1990’ların başlarında, cumhuriyetler arasında ortaya çıkan gerginlikler Sırbistan ve Karadağ dışındaki bütün cumhuriyetlerin bağımsızlıklarını ilan etmeleriyle sonuçlandı. Bu iki cumhuriyet de 27 Nisan 1992’de yeni Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ilan ettiler. Bu yeni cumhuriyet eski Yugoslavya topraklarının yalnızca beşte ikisini kaplamaktadır.

DOĞAL YAPI


Yugoslavya coğrafi açıdan iki bölgeye ayrılabilir: Kuzeydeki düzlüklerle güneydeki dağlık bölge. Yukarı Sırbistan ve Vojvodina’daki verimli taşkın ovaları ülkenin en zengin tarım bölgesidir. Bu bölgeyi ülkenin en önemli üç akarsuyu olan Tuna, Tisa (Tisza) ve Sava ırmakları sular. Güneydeki dağlık bölge parçalanmış platolardan, dağ sıralarından ve ormanlık yükseltilerden oluşur. Karadağ’ın güneybatısında kıraç tepelerden oluşan verimli bir karst bölgesi yer alır. Dinar Alpleri’nin bir bölümü de Karadağ’ın doğusunda kalır: bu bölgedeki Durmitor Dağı (2.522 m) Yugoslavya'nın en yüksek noktasıdır. Güneydeki dağlık bölgenin başlıca akarsuyu, kuzeye doğru akarak Tuna'ya katılan Morova Irmağıdır. Yugoslavya'daki akarsuların hemen hepsi Karadeniz’e doğru akar. Ülkedeki en önemli akarsu Tuna'dır. Ulaşıma elverişli olan Tuna ve kolları üzerinde hidroelektrik santrallar kurulmuştur.
Ad:  yugosl.JPG
Gösterim: 2035
Boyut:  93.1 KB

Yugoslavya’da ılıman bir kara iklimi hüküm sürer. Ocak ayı ortalama sıcaklığı Tuna Ovasında 0°C, dağlık bölgelerde ise -3°C'dir. Gene Tuna Ovasında 21 °C olan temmuz ayı ortalama sıcaklığı, dağlık bölgelerde 17°C’ye düşer. Kuzeydeki ovalarda 838 mm olan ortalama yıllık yağış miktarı, Karadağ’ın dağlık kesimlerinde 2.540 mm’ye yükselir.

Ülkenin iğneyapraklı ağaçlarla meşe ve kayından oluşan ormanlık kesimlerinde geyik, yaban domuzu, kurt, tilki ve vaşak yaşar. Hem kıraç alanların, hem de ormanların bulunduğu karst bölgesi ise kör çörel gibi hayvanların yaşamasına uygundur.
Yugoslavya’nın en önemli mineral kaynakları kömür, kurşun, çinko, bakır ve molibdendir. Ülkede ayrıca petrol, doğal gaz, krom ve manganez yatakları da vardır.

NÜFUS


Nüfusun (1981) yüzde 62,6’sım Sırplar, yüzde 13,5’ini Arnavutlar, yüzde 5,5’ini de Karadağlılar oluşturur. Ülkede ayrıca Macar, Boşnak ve Hırvatlar da yaşar. Karadağ nüfusunun yaklaşık üçte ikisi Arna- vuttur. Resmî dil, Kiril alfabesiyle yazılan Sırp-Hırvat dilidir. Ülkede Arnavutça ve Macarca da yaygın olarak konuşulur. Nüfusun büyük bölümü Sırp Ortodoks Kilisesi’ne bağlıdır; ülkede Protestan, Müslüman ve Katolik azınlıklar da vardır.

Aile planlamasının yaygınlaştırılması ve sağlık koşullarının düzeltilmesi sonucunda doğum ve ölüm oranları düşmüştür. 1990 verilerine göre doğum oranı binde 14,6, ölüm oranı binde 9,3, doğal nüfus artış hızı ise binde 5,3’tür. Bununla birlikte Kosova gibi kırsal özellikleri ağır basan bölgede doğum oranı hâlâ yüksektir. Nüfusun (1981) yaklaşık yüzde 48’i kentlerde yaşar; Belgrad dışındaki başlıca kentler Novi Sad, Nis (Niş), Kragujevac ve Leskovac’tır.

EKONOMİ


EKONOMİNİN YÖNETİMİ

.
Eski Yugoslavya’da merkezî planlamanın yanı sıra özyönetim ve piyasa mekanizmaları aracılığıyla yönlendirilen bir ekonomi yürürlükteydi. Üretim araçları ve öteki kaynaklar devletin değil, toplumun mülkiyeti altındaydı. Dolayısıyla ekonominin kamu kesimine giren alanlarında özyönetime dayalı bir sistem oluşturulmuştu. Gerçek bir “işçi denetimi” sağlamayı ve “yabancılaşma”nm üstesinden gelmeyi amaçlayan bu sistem, işçilerin özerk örgütler aracılığıyla, çalıştıkları işyerlerinin yönetimine katılmasını öngörüyordu. Buna göre her işyerinde en küçük özyönetim birimini “birleşik emek temel örgütü” oluştururdu. Bu temel örgütleri temsil eden işçi konseyleri işleri yürütmek üzere birer yönetim kurulu seçerdi. Büyük işletmelerde üretimin değişik bölümleriyle ilgili temel örgütler, federatif bir yapıyla bir üst örgüte bağlanmıştı. Yugoslavya İşçi Sendikaları Konfederasyonuma bağlı olan, sayıları 60 bin dolayındaki yerel işçi sendikaları özyönetim sisteminin işlemesinde etkin bir rol oynardı. Öte andan, işletmeyle ilgili kararların belirliir uzmanlığı gerektirmesi nedeniyle, yönetim kurullarında yer alan işletme görevlileri uygulamada sıradan işçilerden daha ağırlıklı bir konum taşırdı. Hastane, okul ve belediye birimleri gibi kurumlarm yönetiminde de özyönetim işleyişi temel alınırdı.
Ad:  yug.JPG
Gösterim: 3374
Boyut:  83.3 KB

Yugoslavya’nın merkezî planlama sistemi, 1960’lardan sonra işletmeler arasında rekabetin özendirilmesiyle ve yatırım politikalarında kârlılık ölçütünün kullanılmasıyla bir değişim sürecine girdi. İşletmelerin daha geniş bir özerklikten yararlanmasını sağlayan bu değişimle birlikte “piyasa sosyalizmi” olarak nitelendirilen bir işleyiş ortaya çıktı. Aynı doğrultuda getirilen önemli değişiklikler arasında dış ticarete ilişkin koruyucu duvarların kaldırılmasıyla işletmelerin uluslararası rekabete açılması ve pay oranının yüzde 49’u geçmemesi koşuluyla yabancı sermayeyle ortaklığa izin verilmesi gibi önlemler de bulunuyordu.

Yugoslavya’daki “piyasa sosyalizminin ayırt edici bir özelliği de tarım alanındaki özel mülkiyetin yanı sıra küçük özel işyerlerine de geniş biçimde yer vermesiydi. Bu tür işyerleri özellikle turizm, ulaşım ve inşaat gibi alanlarda etkinlik gösteriyordu.
Özyönetim sistemi ekonomiye belirli bir canlılık getirmekle birlikte, aşırı ademi merkeziyetçiliğe ve hantal bir bürokratik yapıya yol açmıştı. Öte yandan 1970’lerin sonlarında bütün dünyada yaşanan petrol bunalımı ve ekonomik durgunluğun yol açtığı yüksek enflasyon ve ağır dış borçlar, 1983’te Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) yardımına başvurulmasını gerektirmişti. Bunun sonucunda IMF’nin önerileri doğrultusunda hazırlanan ve fiyat denetimlerinin kaldırılması, verimsiz işletmelerin kapatılması gibi önlemleri içeren bir ekonomi paketi yürürlüğe kondu. Gayri safi yurt içi hasıla (GSYİH) 1990’lara değin fazla hızlı olmamakla birlikte nüfusla eşit oranda artarken, 1990’ların başlarında cumhuriyetler arasında çatışmaların başlaması ülke ekonomisine büyük bir darbe indirdi.

TARIM. SANAYİ VE MADENCİLİK.


Tarım işletmelerinin çoğu küçük özel çiftliklerden oluşur. Eski Yugoslav hükümetinden mali ve teknik yardım alan devlet çiftliklerinde tarım işçilerinin yalnızca küçük bir bölümü istihdam edilmiştir. Bununla birlikte bu çiftlikler özel çiftliklerden çok daha verimli çalışmaktadır. Özel çiftlikler daha çok ülkenin en az gelişmiş bölgelerinden biri olan Kosova’da toplanmıştır. Sırbistan ve Vojvodina ise eski Yugoslavya’nın ekonomik açıdan en gelişmiş bölgelerinden biridir. Vojvodina’daki verimli düzlükler Yugoslavya’nın en önemli tarım bölgesini oluşturur; tahıl üretiminin yaklaşık yarısını ve şeker pancarı üretiminin dörtte üçünü bu bölge karşılar. Sırbistan’daki çiftliklerde bitkisel üretimin yanı sıra hayvancılık da yapılır. Sırbistan ve Vojvodina’ya göre daha geri bir bölge olan Karadağ’da koyun ve keçi besiciliği yapılır. Yugoslavya’da yetiştirilen başlıca tarım ürünleri mısır, şeker pancarı, buğday, patates ve meyvedir.

Yugoslavya’nın enerji gereksiniminin büyük bölümünü kömür karşılar. Ülkedeki kömür yataklarının yarıdan fazlası Kosova’dadır. Petrol yatakları ise Vojvodina’da toplanmıştır. Petrol üretimi iç talebi karşılayamamakta ve petrol gereksiniminin büyük bölümü ithalat yoluyla karşılanmaktadır.
Özellikle Sırbistan’da önem taşıyan madencilik ve sanayi de ülke ekonomisine önemli katkılarda bulunur. Başlıca sanayi ürünleri kâğıt, cam, dokuma, tarım makineleri, kimyasal madde ve metal ürünleridir.
1990’da 40 milyar kW-sa olan elektrik üretiminin yaklaşık yarısı ülke içinde çıkarılan petrolden, geri kalanı da hidroelektrik santrallardan elde edilir. Nükleer enerjinin elektrik üretimi içindeki payı çok düşüktür.

YÖNETSEL VE TOPLUMSAL KOŞULLAR DEVLET YAPISI.


Yugoslavya’nın 1990’ların başlarında dağılmasından önce ülkenin 1974 tarihli anayasayla belirlenen yönetim yapısı Batı tipi parlamenter demokrasi ile Sovyet geleneği arasında orta yolu bulmaya çalışan “delegasyon” sistemine dayanıyordu. Bu sistem içinde komünler, cumhuriyetler ve federasyon olmak üzere üç ayrı yönetim kademesi yer alıyordu. Siyasal yaşamın temel kurumlan olan komünlerin sayısı 530 dolayındaydı. Komünlerin üstünde altı cumhuriyet ile iki özerk bölge yer alıyordu. Cumhuriyet ve bölgeler komünler düzeyinde seçilen delegelerin oluşturduğu kongreler tarafından yönetilirdi. Cumhuriyetlerin birliğini temsil eden federasyonun ise Belgrad’da toplanan kendi kongresi vardı. Her üç kademede de seçimler dört yılda bir yapılır, hiçbir delege iki dönemden fazla görev yapamazdı. Seçim bölgeleri istedikleri anda delegeleri temsil yetkisini geri alabilirdi. Federasyon adına yasama yetkisini kullanan Federal Kongre, Cumhuriyetler ve Bölgeler Meclisi ile Federal Meclis adını taşıyan iki meclisten oluşurdu.

Yürütmeyle ilgili işleri Federal Kongre’nin belirlediği Federal Yürütme Konseyi yerine getirirdi. Devlet başkanlığı makamı kolektif başkanlık sistemine dayanırdı. Buna göre kolektif başkanlık organı her cumhuriyet ve özerk bölgenin beş yıllık bir dönem için seçtiği birer temsilci ile Yugoslav Komünistler Birliğimin başkanından oluşurdu. Bu organ her yıl kendi içinden bir başkan ve başkan yardımcısı seçerdi. Karmaşık delegasyon sistemi çerçevesinde 1,6 milyonu aşkın yurttaş çeşitli yönetim organlarında yer alırdı. Özyönetimi temsil eden işçi konseyleri de yarım milyona yakın üyeyi kapsardı. Bu geniş katılımcı yapıya karşın, siyasal yaşama ülkenin tek siyasal partisi olan Yugoslavya Komünistleri Birliği yön verirdi. Partinin en üst organı, cumhuriyetlerin ayrı ayrı seçtiği üyelerden oluşan Prezidyum'du.

Yeni Yugoslavya, Sırbistan ve Karadağ cumhuriyetleri ile Kosova ve Vojvodina özerk bölgelerini kapsayan federal bir cumhuriyettir. 27 Nisan 1992’de yeni Yugoslavya'nın kuruluşunun ilan edilmesinin ardından yeni bir anayasa yürürlüğe girmiştir. Yeni anayasada Yugoslavya’nın parlamenter sisteme ve piyasa ekonomisine dayalı demokratik bir devlet olması öngörülmüştür. İki meclisli yasama organı 40 üyeli Cumhuriyetler Meclisi ile 38 üyeli Yurttaşlar Meclisi'nden oluşur. Yeni anayasada kolektif başkanlık sistemi kaldırılmış ve yerine bir cumhurbaşkanlığı makamı oluşturulmuştur.

SOSYAL REFAH VE EĞİTİM.


Nüfusun tamamına yakınını kapsayan sosyal güvenlik programları sağlık, emeklilik, işgörmezlik ve işsizlik tazminatı gibi yardımları kapsar. Sağlık hizmetleri, çevre sağlığı ve beslenme alanlarındaki gelişmeler sonucunda genel sağlık koşullarında çarpıcı bir ilerleme sağlanmıştır. Geçmişte oldukça yüksek olan bebek ölüm oranı 1990’da binde 24,2'ye düşmüştür. Nüfusun yaklaşık dörtte biri 15 yaşın altındadır. Ortalama yaşam süresi erkeklerde 69 yıl, kadınlarda 75 yıldır.
Eğitime verilen önem sonucunda 1953’te ancak, yüzde 45 olan okuryazarlık oram 1981'de yüzde 89,2’ye çıkmıştır. Eğitim 7- 15 yaşlar arasında zorunlu ve parasızdır. Ülkedeki en önemli yükseköğretim kurumu 1863'te kurulan Belgrad Üniversitesi'dir.

KÜLTÜREL YAŞAM


Yugoslavya'nın kültür dokusunda geçmişte yaşanmış Osmanlı ve Habsburg yönetimlerinden kaynaklanan tarihsel bölünmenin izleri hâlâ belirgindir. Kentsel ve kırsal kesim arasındaki kültürel ayrılık, kültür dokusunun bir başka özelliğini yansıtır. Birçok köyde özellikle önemli günlerde hâlâ geleneksel giysiler giyilir. Sırp- Hırvat dilinde yazılmış ilk edebiyat yapıtları 12. yüzyılda ortaya çıkmaya başlamıştır. Aydınlanma döneminin en önemli temsilcisi, Sırp edebiyatınm gelişimini etkileyen Dositej Obradovic’tir. Sırp- Hırvat dilinde yazan çağdaş yazarların başlıcaları Ivo Andriç, Oskar Davicö ve Miodrag Bulatovic'tir. Yugoslavya kökleri ortaçağa dayanan bir tiyatro geleneğine sahiptir. Ülkede Sırp-Hırvat dilinde yazılmış oyunların yanı sıra yabancı yazarların oyunları da sergilenir. Halk sanatı çeşitli sanat dalları üzerindeki etkisini korumaktadır. Günümüz resim sanatında halk sanatından esinlenmeler görülür. Yugoslavya'nın son yıliarda adını duyurduğu önemli bir sanat dalı da sinemadır. Dusan Makavejev gibi bazı yönetmenler dünya çapında ün kazanmıştır. Belgrad'da her yıl bir film şenliği düzenlenir.

TARİH


TARİHÖNCESİ VE ESKİ ÇAĞLAR.


Arkeolojik bulgular Balkanlar’ın bir parçası olan bugünkü Yugoslavya topraklarında insan yerleşiminin Alt Paleolitik Çağa (İÖ y. 200-100 bin) değin indiğini göstermektedir. Daha kalıcı yerleşmelerin ve büyük toplulukların ortaya çıkışı ise Neolitik Çağa rastlar. Bu çağda eski Avrupa uygarlığının (İÖ 7000-3500) odaklarından biri olan bölgede özellikle ırmak vadileri, hayvancılık ve toprak ekiminin yanı sıra el sanatlarında da oldukça gelişmiş yerleşik toplulukları barındırıyordu. Rusya bozkırlarından gelen ve Hint-Avrupa dilleri konuşan yan göçebe kavimlerin bölgeye girişi IÖ 3500 dolaylarında başladı. Askeri aristokrasilerce yönetilen bu kavimlerin Adriyatik kıyılarına ve Makedonya’ya kadar uzanan akınlan, bölgede kentsel uygarlığın gelişimini uzunca bir dönem kesintiye uğrattı.

Göç dalgalarını izleyen yerleşim süreciyle birÜkte bölgede öne çıkan başlıca halklar Illyrialılar, Daçyalılar, Makedonlar ve Traklar oldu. Bölgenin batı kesimini yurt edinen ve bugünkü Arnavutların atası sayılan Illyrialılar, İÖ 7. yüzyıla doğru demir işlemeciliğine dayanarak Yunan kent devletleriyle canlı bir ticaret geliştirdiler. Bu ticarete bağlı olarak Adriyatik kıyılarında bir dizi Yunan kolonisi de kuruldu. Bu arada savaşçı Daçya ve Trak krallıkları zaman zaman bölgedeki halkları boyunduruk altına alarak doğuda güçlü bir konum elde ettiler. Daha sonraları II. Philippos’un yönetiminde yükselen Makedonya Krallığı, IÖ 4. yüzyıl ortalarından başlayarak Yunan nüfuzunu bölgenin büyük bölümüne yaydı.

Bölgedeki yerel aristokrasiler bazı küçük Illyria krallıkları dışında kararlı bir devlet yapısı yaratamadılar. Bunun başlıca nedeni kuzeyden ve doğudan istilaların sürmesiydi. İÖ 3. yüzyıl başlarında Tisa’nın doğusundan gelerek güneye doğru ilerleyen Keltler, gelişmiş demir teknolojileri sayesinde yerel kabilelere kolayca boyun eğdirdiler. Yarımadadaki Kelt yayılması Delphoi önlerinde durdurulabildi.

ROMA VE BİZANS EGEMENLİĞİ.


Makedonya hegemonyasının sarsılmasıyla bir süre bağımsız kalan bölge, İÖ 3. yüzyıl sonlarında Roma sızmasıyla karşı karşıya geldi. Bölge halklarının Roma egemenliğine girmemek için gösterdiği sert direniş ancak bir dizi savaşla kınlabildi. Özellikle Illyria’daki çatışmalar İS 9’a değin sürdü. Bunu izleyen Romalılaştırma sürecinde bölge halkı Roma ordularının önemli bir asker kaynağı durumuna geldi. Bölgeyi Illyricum, Pannonia ve Moesia eyaletlerine ayıran Romalılar, ticari ve askeri amaçlarla geniş bir yol ağı inşa ederek çeşitli kentler kurdular.

Balkanlar’a 3. yüzyılda giren Gotlann istilası çok geçmeden Roma’nın merkezî denetiminin zayıflamasına yol açtı. Bölgenin büyük bölümünü ele geçiren Gotlann yarattığı yıkımı Hun, Bulgar ve Avar akınlan izledi. Bu arada Roma İmparatorluğu’nun 395’te resmen ikiye aynlmasıyla Sava ve Tuna ırmaklarını izleyen bir hat, Batı ve Doğu arasındaki sınır olarak belirlendi. Ostrogotlann 476’da Batı Roma’yı yıkmasından sonra, Balkanlar Doğu Roma’nın (Bizans) nüfuz alanı içinde kaldı. Ama zayıf imparatorluk yönetimi bölgedeki otorite boşluğuna son veremedi.

Barbar akınlannın yol açtığı karışıklık 5. yüzyıl sonlarında Karpatlar’ın kuzeyinden gelen Slavların bölgeye yayılması için uygun bir zemin hazırladı. Öteki halkların tersine askeri bir aristokrasiye dayanmayan ve yerleşik yaşam biçimine daha yatkın olan Slavlar, 6. yüzyıl başlarında Aşağı Tuna’yı aşarak boş alanlara yerleşmeye yöneldiler. Bölgede denetimi yeniden sağlamaya çalışan Bizans imparatoru I. İustinianos, bu Slav topluluklarından ücretli sınır muhafızları olarak yararlanma yoluna gitti. Bir süre sonra Avarlara bağlanan Slavlar, Balkan içlerine yönelik saldırılara giriştiler. Avar baskısının ortadan kalkmasını izleyen dönemde Bizans imparatoru Herakleios, Slav kökenli Sırp ve Hırvat kabilelerini Dalmaçya kıyılarına yerleştirdi. Bizans yardımıyla Avarlan ve Bulgarları doğuya sürerek bütün bölgeye yayılan bu kabileler, zamanla bölgenin daha eski Slav topluluklarıyla karıştılar.

İLK SLAV DEVLETLERİ.


Bölgenin siyasal parçalanmışlıkla belirlenen ortaçağ başlarındaki karmaşık tarihi iki ana etkenle açıklanabilir. Her şeyden önce bölge, yayılmaya çalışan çevredeki güçlü devletlerin çatışma alanı içinde bulunuyordu. Frank, Macar ve Bulgar devletlerinin oluşturduğu bu kuşatma zincirini, bölge üzerindeki hak iddialannı canlı tutan Bizans İmparatorluğu tamamlıyordu. Değişik Slav öğelerinin damgasını taşıyan yerel devletlerin bu büyük devletlere karşı uzun süre ayakta kalması güçtü. Slavların zayıflığına yol açan ikinci ana etken ise kararlı ve merkezî bir yapıya engel oluşturan kapalı toplumsal ve siyasal örgütlenmeydi. Slav toplumunun temelini oluşturan zadruga adlı geniş aileler, genelde tek bir soy çizgisinin belirlediği köylerde bir araya gelmişti. Köylerin zupan adlı bir şefin çevresinde toplanmasıyla daha büyük siyasal1 birlikler ortaya çıkıyordu. Akrabalığa ve yerel bağlara dayanan bu sistem, yalnızca dış tehdit durumlarında daha geniş bir örgütlenmeye olanak veriyordu. Birleşik Slav devletlerinin kurulmasından sonra da bu sistem bir ölçüde varlığını sürdürdü. İki ana etkene bağlı olarak Slav topluluklarının çoğu farklı gelişim çizgisi gösterdi.

Bölgenin ilk Slav halklarından olan Slovenler 8. yüzyılda Frankların yönetimi altına girerken, gevşek bir federasyon altında birleşmiş olan Hırvat kabileleri 10. yüzyılda bir krallık kurdular. Geniş bir alana yayılan Sırplar ise merkezî bir devlet kurmamış, her klan zupan ların denetiminde belirli bir bölgeye yerleşmişti. Bizans egemenliği altına giren Sırp topraklarında ise askeri the mrnara dayanan bir sistem kurulmuştu. Bizans imparatorları sistemi ayakta tutmak için Slav kabile birliklerini birbirlerine karşı kullanıyorlardı. Ama Bizans gücünün zayıf olduğu dönemlerde bu yerel güçler bir veliki zupan (büyük zupan) altında bir araya gelerek belirli bir kesimde denetimi sağlayabiliyordu. Gerçek anlamda ilk Sırp devleti Vlastimir adlı bir zupan ın 850’de güneydeki Sırpları Bulgar yayılmasına karşı birleştirmesiyle ortaya çıktı. Bu devletin Bizans’la bağlarını koruması bölgede Hıristiyanlığın Ortodoks çizgisini izlemesinde ve Kiril alfabesinin yayılmasında önemli rol oynadı. Bu özellikler bugünkü Karadağ ve Makedonya ile birlikte Sırbistan’ı Hırvat ve Sloven dünyasından ayıran farklı bir kültürel ortam yarattı.

Vlastimir’in ölümünü izleyen dönemde Sırbistan önce I. Simeon’un (hd 925-927), ardından Samuel’in (hd 980-1014) kurduğu Bulgar imparatorluklarına bağlandı. BizanslIların İ018’de bölgeye yeniden egemen olmasından sonra Sırpların bağımsızlık mücadelesi iki ayrı devletin çevresinde gelişti. 10. yüzyıl sonlarında kurulmuş olan ve bugünkü Hersek ile Karadağ’ı içine alan Zeta adlı devlet, Adriyatik kıyılarının bir bölümünü ve iç kesimde Belgrad’a kadar uzanan toprakları ele geçirdiyse de uzun süre ayakta kalamadı. 11. yüzyıl sonlarına doğru ortaya çıkan ve başlangıçta bugünkü Novi Pazar (Yeni Pazar) yöresine egemen olan Raska adlı devlet ise, Stefan Nemanja’nın 1167’de veliki zupan olmasından sonra genişleyerek eski Zeta topraklarında denetimi sağladı. Sonraki yıllarda Nemanja hanedanı papadan kral unvanı alarak (1216) ve ayrı bir kilise örgütlenmesi kurarak (1219) Sırbistan’ı bağımsız bir güç durumuna getirdi. Bu arada Bizans’ın Haçlı kuvvetlerinin eline geçmesi (1204) üzerine yeniden yayılmacılığa yönelen Bulgarların işgal ettiği Sırp toprakları adım adım geri alındı. Hanedanın dokuzuncu hükümdarı Stefan Dusan (hd 1331-55) giriştiği fetihlerle bugünkü Arnavutluk ve Karadağ ile Bosna’nın doğu kesiminin yanı sıra Tesalya, Epir ve Makedonya’yı kendisine bağlayarak Sırbistan’ı en geniş sınırlarına ulaştırdı. Sağlam temellere dayalı bir yönetim kuran ve dinin birleştirici işlevini kullanarak kültürel bir canlanma başlatan Nemanja hanedanının önemli bir katkısı da tarım, madencilik ve ticaretin geliştirilmesi oldu.

OSMANLI YAYILMASI.


Gelibolu Yarımadasına 1354’te geçen ve 1361’de Edirne’yi alarak başkent edinen Osmanlılar, çok geçmeden Vardar ve Morava vadilerini izleyerek Balkanlar’daki Hıristiyan devletlere karşı akınlar düzenlemeye başladılar. Stefan Dusan’ın ölümünden (1355) sonra parçalanmaya yüz tutan Sırbistan, bu akınları durduracak etkili bir direniş gösteremedi. Edirne’nin düşüşünden sonra Sırpların sağladığı geçici birlik, bir dizi yenilgiyle kısa sürede dağıldı. Osmanlı fetihlerinin genişlemesiyle birlikte birçok Slav despotu OsmanlI egemenliğini tanıyarak ayakta kalmaya çalıştı. Yerel güçlerin sürekli saf değiştirdiği bu süreçte Hıristiyan soyluların gücü adım adım kırılırken, önemli kentler de art arda Osmanlı yönetimine girdi. Özellikle Arnavutluk’ta köylülerin Slav feodal beylere duyduğu tepki, Osmanlı ilerleyişini önemli ölçüde kolaylaştırdı. Birleşik Sırp, Bosna ve Bulgar kuvvetlerinin zaman zaman elde ettiği başarılar bu süreci tersine çevirmeye yetmedi.

Bulgar çan İvan Şişman’ın 1371’de OsmanlIlarla uzlaşması, Balkanlar’daki Hıristiyan cephesinin çözülmesini getirdi. Ardından Sırp prensi Lazar komutasındaki Slav kuvvetlerinin I. Kosova Savaşı’nda (1389) aldığı yenilgiyle Balkanlar daki Osmanlı yayılmasının önü bütünüyle açıldı. Osmanlı egemenliğini tanıyan Sırp despotlannın elinde, önce Belgrad’dan, ardından Smederevo’dan (Semendire) yönetilen küçük bir devlet kaldı. 15. yüzyıl başlannda Anadolu’daki savaşlar nedeniyle duraklayan OsmanlI ilerlemesi, II. Murad’ın başa geçtiği 1421’den sonra yeniden hız kazandı. Bu dönemde Balkanlar’daki Osmanlı egemenliğine son vermek amacıyla Macarların öncülüğünde düzenlenen Haçlı seferleri boşa çıktı. II. Mehmed (Fatih) 1453’te Konstantinopolis’i (İstanbul) alarak Bizans’ı yıktıktan sonra Balkanlar’daki Osmanlı denetimini pekiştirmeye yöneldi. Sırp bağımsızlığının son kalesi olan Smederevo ve çevresi bir dizi sefer sonunda 1459’da ele geçirildi. Bosna ve Hersek’in kesin olarak fethi ise 1463’te tamamlandı. Sonraki yıllarda Müslümanlığın hızla yayıldığı Bosna, OsmanlIların bölgedeki en güçlü dayanajı durumuna geldi. Bu arada Arnavutların İskender Bey önderliğinde 1444’te başlatmış olduğu ayaklanma ancak 1478’de bastırılabildi. Çeşitli seferlere karşın işgal edilemeyen Karadağ ise zaman zaman OsmanlIlara vergi ödeyerek bağımsızlığını korudu.

OsmanlIların Adriyatik kıyılarını ele geçirmek amacıyla 1463’ten sonra Venedik’le giriştiği savaşlar 1573’e değin sürdü. Bölgedeki Venedik nüfuzu 1479’da büyük ölçüde kırıldıysa da bazı önemli kentlerin denetim altına alınması daha uzun bir zamana yayıldı. Doğu Akdeniz’de deniz üstünlüğünün OsmanlIlara geçtiği 16. yüzyıl ortalarında Batı’mn Balkanlar’a denizden müdahale olanağı da ortadan kalktı.

Aynı dönemde Avrupa’daki siyasal güçler arasında beliren bölünmeler, OsmanlIların Balkanlar üzerinden Avrupa içlerine yönelmesi için elverişli bir ortam yarattı. Macaristan’a yönelik ilk seferinde Belgrad’ı alan (1521) I. Süleyman (Kanuni), Mohaç Savaşı’ndan (1526) sonra Pannonia Havzası ve Sava ile Drava ırmakları arasındaki Slavonya’nın büyük bölümünü Osmanlı topraklarına kattı.

OsmanlIların Batı’ya doğru genişlemesi 1529’daki başansız I. Viyana Kuşatması’yla durdu. Böylece Balkanlar’da ortaya çıkarr dengeyi bozmaya yönelik girişimler uzun bir süre sonuç vermedi. Ama 1590’larda Habsburglann desteğiyle Tuna boyunca OsmanlIlara karşı yeni bir cephe açıldı. Bunun üzerine ortaya çıkan çatışmalarda OsmanlIların bazı yenilgiler almasıyla güç dengesi değişmeye başladı. Viyana’yı ele geçirerek durumu tersine çevirmek isteyen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın 1683’teki seferde uğradığı bozgun, OsmanlIların gerilemesinde belirleyici bir dönüm noktası oldu. Bozgunun ardından Avusturya birlikleri Belgrad’ı alarak Sırbistan içlerine kadar ilerlediyse de 1690’daki Osmanlı karşı saldırısıyla yeniden Tuna’nın gerisine çekildi.

Bu gelişmeyle birlikte Avrupa’da Osmanlı karşıtı güçlü bir koalisyon ortaya çıktı. Osmanlı ordularının 1697’de birkaç cephede uğradığı yenilgiden sonra ağır koşullar içeren Karlofça Antlaşması (1699) imzalandı. Bu antlaşmayla Macaristan’ın büyük bölümüyle birlikte Hırvatistan ve Slavonya Habsburglann eline geçti. Venedik de Dalmaçya’da önemli kazançlar elde etti. Böylece Balkanlardaki Osmanlı egemenliği sarsılma sürecine girdi.

Son düzenleyen Safi; 27 Kasım 2016 21:14