Arama


Candy_Girl - avatarı
Candy_Girl
Ziyaretçi
1 Şubat 2012       Mesaj #21
Candy_Girl - avatarı
Ziyaretçi
Hicretin Sebebi
Hicretin Sebebi: Mekke şehir devletinin ve onun zâlim yöneticilerinin zulmünden ve baskısından dolayı Müslümanlar daha önce iki defa da Habeşistan’a hicret etmek zorunda kalmışlardı. Onlar, Mekke’de âdi suç işleyen, başkalarının malına veya ırzına tecâvüz eden, başkasının canına kast eden kimseler değillerdi. Onların böyle bir suçu yoktu. Kimse onlara kötü, şirret, zararlı, soyguncu, haydut diyemezdi. Tam aksine onların, Hz. Peygamberin dâvetine uyup müslüman olduktan sonra ahlâkları düzeliyor, kötü huyları gidiyor, önceden yaptıkları fenalıklardan iz kalmıyordu. Onlar Mekke toplumunun huzurunu bozan âdi suçlular değillerdi ama daha büyük bir suçları vardı: Onlar, ‘Lâ ilâhe illâllah Muhammedü’r Rasûlüllah -Allah’tan başka ilâh/tanrı yoktur, Hz. Muhammed O’nun elçisidir-’ diyorlardı. Bu söz hem onu söyleyen için hem de Mekke devletinin oligarşik yönetimi için son derece önemliydi. Bu sözü söyleyen mü’minler, eski inançlarını, ahlâklarını, hayata bakışlarını, anlayışlarını, daha doğrusu atalarının ve bilhassa Mekkelilerin sömürü aracı olan dinlerini terk ediyorlardı. Eğer bu, sıradan bir söz olsaydı Mekke yöneticileri seslerini çıkarmazlardı. Hem niçin çıkaracaklardı ki? Eninde sonunda sözlerden bir söz değil miydi? İnsanlar onu söylese ne olur, söylemese ne olurdu? Fakat gerçek öyle değildi… Bu sözü söyleyen değişiyor, başka insan oluyor, Hz. Muhammed (s.a.s.)’e uyuyordu, O’nun söylediklerini hayatına uyguluyordu. Mekke oligarşisinin çizdiği sınırın dışına çıkıyor, dahası kontrol dışı kalıyordu. Böylece sorun oluyordu. Muhammed (s.a.s.)’in getirip tebliğ ettiği vahyi kabul eden mü’minler, günün birinde Mekkelilerin baskısına dayanamayıp bir iman yolculuğuna çıkmak zorunda kalmışlardı. İmanın hayatlaşmasına imkân tanıyan bir başka beldeye gitmeye mecbur olmuşlardı. Bu yolculuk (hicret) sıradan bir göç değildi. Bu bir ekonomik nedene dayanan yer değiştirme, daha rahat yaşam elde etmeye yöneliş, ya da başka diyarların altınlarını veya başka zenginliklerinin çekici dâveti değildi. Bu hicret aydınlığa, kurtuluşa, İslâm’ın nûruna, İslâmî tebliği en uzak yerlere kadar götürebilme imkânına, Allah’a hakkıyla kulluk yapma fırsatına uzanan bir yolculuktu. İslâm tarihinin açılma, dal budak salma günüdür Hicret. İslâm, hicretle toplumsal planda uygulanma imkânı buldu. Hicretle devletleşti, kendi hâkimiyetini kurdu, ayrı bir güç ve taraf olarak ortaya çıktı ve Medine’den diğer insanlara rahatlıkla ulaşabilme yolları açıldı. Bir başka deyişle diğer beldelerin insanları hicretten sonra İslâm nimetiyle ve onun nûruyla tanışma imkânına kavuştular. Bu muazzam olayı hazırlayan sebepler oldukça önemlidir. İmanda samimi olmanın, inanılan şeyin doğru olduğuna güvenmenin eşsiz örneğidir Mekke hayatı. Mekke ileri gelenleri Peygamberimize birkaç kişinin uymasına önceleri pek aldırmadılar. Ama müslümanların sayısı arttıkça onların tepkisi de arttı. Buna bağlı olarak hakaret, alay, sıkıştırma, baskı, fiilî işkence ve nihâyet korkunç ambargo yöntemleri de fazlalaştı. Bütün baskı, işkence ve yıldırma metodlarına rağmen insanlar Peygamberimizi dinliyor ve O’nun getirdiği vahye inanıyorlardı. Hem her türlü tehlikeyi göze alarak. Mekkelilerin üç yıl boyunca uyguladıkları ambargo, mü’minleri iktisadî ve sosyal açıdan perişan etse de bu gibi olaylar onların imanını ve sayılarını artırıyordu. Birinci ve İkinci Akabe biatlarından sonra Mekkeli müslümanlar teker teker, bazen açıktan bazen gizlice Medine’ye hicret ettiler. En sonunda da Peygamberimiz (s.a.s.) Hz. Ebû Bekr’le birlikte Medine’ye göç etti. O’nun hicretiyle Medineliler hayatlarının en büyük bayramını yaşadılar. O’nun gelişinin sevincini ‘Vedâ Tepesinden üzerimize ay doğdu” diye başlayan kasîdelerle ölümsüzleştirdiler.