Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Ekim 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
François Marie Voltaire

Voltaire, 21 Kasım 1694’te Paris’te doğdu. Babası noterdi. Eğitimini, Bayan Ninon de Lenclos’un himayesinde tamamladı. Paris üniversitesinde hukuk okudu. Ancak, o hukuku değil edebiyatı tercih etti ve kısa zamanda Paris’in tanınmış simalarından bir oldu. Bu yıllarda Voltaire, hiciv dolu yazıları, siyasi ve toplumsal meselelere değinen şiirleriyle ilgi topluyordu ama bu şiirlerden bir tanesinde eleştirisini kral XV.Louis’e kadar uzatınca kendisini Bastil’de buldu (1715). Özgürlüğünü ise başka bir şiirine borçludur Voltaire. Hapiste yazdığı “Le Henriade” adlı uzun şiiri sarayın beğenisini kazanınca serbest bırakıldı.
Suç ve ceza önemli görünüyor Voltaire’in hayatında. 1726 yılında yolu yine Bastile düşmeseydi, belki de hiç bir zaman İngiltere’ye gitmek zorunda kalmayacak ve düşünsel hayatı bu denli zenginleşemeyecekti. İngiltere’de, dönemin tanınmış İngiliz düşünürleriyle ve Swift, Pope gibi ünlü yazarlarıyla arkadaşlık etti; hem İngiliz felsefesini hem de İngiliz romanını yakından tanıdı. Newton fiziği ve Locke’un rasyonalist/ampirik dünya yorumlarının İngiliz aydınlanmasındaki rolünü benimsedi. İngiltere’de üç yıl kalabildi Voltaire; “Lettres philosophiques sur le Anglias” (İngilizler Hakkında Felsefi Mektuplar) adlı denemeleri, İngiltere’nin muhafazakar çevrelerini kızdırıp kitap yasaklanınca Paris’e dönmek zorunda kaldı.
Paris yılları çok parlaktır Voltaire’in. Felsefe, tarih ve edebiyat alanlarında durmaksızın yazdı ve kitaplarının satışından iyi bir gelir elde etti. 1746’da ise Fransız Akademisi’ne seçildi. 1750’ye kadar kralla arası iyiydi ama kralın metresi Madam Pompadour hakkında yazdığı şiirle yeniden gözden düştü. Neyse ki Prusya kralı Büyük Friedrich ağırlamak istiyordu Voltair’i. Böylelikle üç yıl sürecek Potsdam yaşamı başladı. Burada da düşüncelerini gizlemedi, saraya hoş görünmeye çalışmadı ve yeniden yollara düştü. Cenevre’deki ortam da elverişli değildi Voltaire’in özgürlükçü fikirlerini duymaya. Sonunda, 1760 yılında, İsviçre sınırındaki Fernay’i seçti ve hiç durmadan çalıştı. Eserleri Fransa’da halkın coşkusuyla karşılanıyor ve ihtilal için geriye doğru sayılıyordu sanki. Bir oyununun temsili için gittiği Paris’te binlerce kişi tarafından karşılanan bu yaşlı ve yorgun yazar 1778 yılında, devrimin gerçekleşmesini göremeden öldü. Ancak 1789 Fransız Devriminin düşünsel yapısını oluşturan hiç kuşkusuz Voltaire’di.
Candide...
Oldukça karışık ve aktarılması güçtür “Candide”in konusu. Yine de özetlemeye çalışacağım bu hikaye biraz gülünç, hatta ucuz görünebilir ilk bakışta. Ancak “Candide”in metaforik bir roman olduğu ve Voltaire’in rasyonalist felsefesini edebi bir üründe canlandırdığı unutulmamalıdır. Bu akıl almaz serüven, aynı zamanda iyimser dünya görüşüne; “her şeyin olacağına varacağına” olan inanca bir eleştiridir aynı zamanda.
18. yüzyılda, -Voltaire’in içinde yaşadığı yıllarda- başlar hikaye. Öğretmen Dr. Pangloss’un felsefi iyimserlik görüşlerinin etkisinde olan Candide, Thunderten Tronckh Baronu’nun yeğenidir. Aşık olduğu baronun kızı Cunegonde’u öperken yakalanınca şatodan kovulur. Dış dünyaya kapalı bir ortamda iyimser görüşlerle yetişen bu saf genç, gerçek hayatın acımasızlığıyla tanışacaktır artık. Önce Bulgar ordusuna alınır ve savaşa gider; vahşeti ve ölümü görünce dayanamaz kaçar. Sığındığı Hollanda’da öğretmeni Pangloss’la karşılaşır. Dilencilik yapan Pangloss’tan sevgilisi Cunegonde’un öldüğünü öğrenir. Birlikte Lizbon’a giderler. 1755 depremi ile Lizbon yıkılınca, engizisyon bunun sorumlusunun şehre gelen dinsizler olduğuna karar verir. Pangloss asılır, Candide ölesiye kırbaçlanır.
Candide’i ölümden kurtaran -öldüğü sanılan- sevgilisi Cunegonde’dur. Savaş sırasında askerlerin tecavüzüne uğramış, bağırsaklarından hastalanmış ama hayatta kalabilmiştir. Hem bir bankerin hem de Engizisyon Mahkemesi baş hakiminin metresidir. Candide iki adamı da öldürür, sevgilisi ile Arjantin’ kaçarlar. Orada da vali göz koyar Cunegonde’a. Candide yine kaçar. Bir dolu akıl almaz macera ve rastlantıdan sonra Hıristiyan dünyasını terk edip -uşağı Cacombo ile birlikte- İstanbul’a gelir. Tesadüf bu ya; öldüğünü gördüğü hocası Pangloss ve Arjantin’de bıraktığı sevgilisi Cunegonde, de İstanbul’dadır. Hepsi yaşlanmış, Cunegonde huysuz ve çekilmez bir kadın haline gelmiştir ama Candide aldırmaz buna; evlenirler. İstanbul yakınlarında aldıkları bir çiftlikte huzur içinde yaşarlar. Candide için felsefe ve hayatın anlamı üzerindeki soyut tartışmalar anlamını yitirmiştir; roman Candide’in “biz kendi bahçemizi işleyelim” sözleri ile son bulur.
Edebiyattan çok felsefe
Romanın tarihinde şimdiye kadar ele aldığımız “Don Kişot”, “Robinson Crusoe” ve “Gulliver’in Yolculukları” gibi- metinler, yazarlarından daha çok tanınmışlardı. Oysa “Candide” ismi, Voltaire’in eserlerinden birisi olarak çıkar karşımıza. Bunda, Voltaire’in felsefi etkinliğinin önemi kadar, “Candide”in de edebi anlamda çok başarılı olmayışının rolü vardır. Hikaye öylesine anlatılmıştır ki, birbirinden neredeyse bütünüyle bağımsız bölümler çıkmıştır ortaya. Sadece kahramanlar ve tesadüfler benzer birbirlerine. Kurgu son derece savruk, karakterler ise yapaydır. Bu savrukluk ve yapaylığın nedeni metnin ardındaki çok güçlü düşünsel yapıdır; Voltaire, kendi dünya görüşünü ve farklı anlayışlara olan eleştirisini bir roman olarak ifade etmiştir “Candide”te.
Romanda bir çok gülünç sahne var. Üstelik Voltaire, oyun yazarı olmasının da etkisiyle, en trajik ya da duygulu anları bile birer durum komedisine çevirmesini biliyor ve çok kez insan davranışlarının ardındaki acımasızlığı ve iki yüzlülüğü açığa çıkarıyor. Alman filozof Leibniz ve İngiliz şair Popeun savundukları ve muhafazakar çevrelerden de destek gören iyimser felsefe, sözünü ettiğim durum komedisi, neşeli ve hiciv dolu anlatımla ahmaklığa dönüşüyor. Candide ve dostlarının büyük acılar, tecavüzler, idamlardan sonra hep mutluluğa ermeleri, yani iyimserliğin “haklı” çıkması, aslında iyi sonun akıl dışılığını vurguluyor. Öyle ki, ailesi öldürülen, evi yakılan, ırzına geçilen, bağırsakları alınan ve hayatını erkeklerin metresi olarak sürdüren Cunogonde, bütün bunların onun faziletini arttırmada yaralı olduğunu düşünüyor; ya da asıldığı anlatılan Pangoss -dünyayı iyimser bakıldığında belki de ölmemiş olabileceğinden- bir anda yeniden çıkıyor karşımıza.
Voltaire’in eleştirileri sadece iyimser filozoflarla sınırlı değildir. Savaşa, rasyonelleşmiş askeri düşüncelere, engizisyon yargıçlarına ve engizisyonu yaratan kiliseye, kilisenin yorumlarına, soylu çevrelere, kendini bilgin sanan dönemin içi boş aydınlarına, kısaca 18.yüzyıl dünyasına hiciv yoluyla yapılmış bir saldırıdır “Candide”...!
“Candide”deki maceraları, denizaşırı ülkelere yapılan geziler ve karşılaşılan kötülüklerle, “Gulliver’in Yolculukları”na benzetebiliriz. Gerçekten de Voltaire, İngiltere’de dostluk kurduğu Swift’ten ve kitabından etkilenmiştir. Hıristiyan haçının dolaştığı her yerde insanların yaptığı eziyet hüküm sürerken, insani, demokratik ve ahlaki bir düzen yalnızca hayali Eldorado krallığında vardır. Voltaire, ütopyasını bu hayali ülke özelinde anlatır. Ne var ki burada yaşayamaz Candide. Çünkü dünyevi bir devlet değildir Eldorada... Candide’in sonunda huzuru bulduğu mekan, yine Hıristiyan dünyasının dışındaki Osmanlı devletinin başkentidir. Böylelikle başka din ve kültürlere sıcak bakar Voltaire ve Avrupa’nın soylularla kilise arasında taksim edilen dünyevi iktidarının yaşanmazlığını vurgular.
İngiliz edebiyatı için Swift neyse, Fransız edebiyatı için Voltaire de odur. Her türlü baskıya karşı savaşmış, kiliseyle, boş inançlarla, soylularla ve hatta krallarla alay etmesini bilmiştir. Parıltılı bir zekası ve tutkulu kişiliği ile yazdığı ve hep ezilenleri savunduğu şiirleri, oyunları ve hikayeleri sayesinde Fransız halkının büyük sevgisini kazanmıştı. Aydınlanmacı dünya görüşünün Fransa’da benimsenmesini Voltaire sağlamıştır denilebilir.

A. Ömer Türkeş
Son düzenleyen Safi; 10 Aralık 2015 23:51