Arama


evo - avatarı
evo
VIP kirlenmek güseldir : )
14 Ekim 2006       Mesaj #164
evo - avatarı
VIP kirlenmek güseldir : )
ÜMİT ELÇİSİ; EBÛ EYYÛB EL- ENSÂRÎ


Allah Resulünün Dayısının Oğlu
Mihmandâr-ı Nebî
Fethin Sembolü


R709501


Her dönemde insanlığın şiddetle ihtiyaç duyduğu, vazgeçilmez örnek şahsiyetler olan sahabelerin her biri, farklı yönleriyle öne çıkan önemli özelliklere sahip yıldızlardır. Bazı sahabeler ise o yıldızlara ışık olmuş, onlarla birlikte kendilerinden sora gelen tüm insanlığı aydınlatarak, onları manevi şuaları ile ısıtmış güneşlerdir. Bu güneşlerden biri de Ebû Eyyûb el-Ensarî'dir. O birçok önemli özelliği ile öne çıkan büyük sahabelerdendir.

Geçmişle Gelecek Arasındaki Elçi

İbn-i İshak ve daha pek çok tarihçinin anlattığına göre, yüzyıllar önce kendilerine Tubba denilen Yemen krallarından üçü, Kâbe'ye saldırmaya kalkışır. Bunların sonuncusu ise Es`ad b. Ebû Kârib'tir Allah Resulü(sav) den 700 yıl önce meydana gelen bu olay şöyle cereyan eder:

Es`ad b. Ebû Kârib çıktığı seferlerinden birinden dönerken Medine'ye uğrar. Orada konaklayıp ordusunun ihtiyaçlarını temin ettikten sonra fazla oyalanmadan yoluna devam eder. Burada kaldığı sürede Medineliler ona ve askerlerine çok iyi davranır. Bundan dolayı Tubba'da kimseye dokunmaz. Hatta onların ikram ve misafirperverliklerinden çok memnun kalıp, oğullarından birinin Medine'de kalmasına izin verir.

Medine'den ayrılan Es`ad b. Ka'rib, kısa sürede bütün Yemen'i hakimiyeti altına alır. Bu sırada Medine'de bulunan oğlu, bölge halkından biri ile kavgaya tutuşur, iş büyüyünce kendisine tuzak kurarak öldürürler. Seferden döndükten sonra Medine'de bulunan oğlunun bir suikast sonucu öldürüldüğünü öğrenen Es`ad buna çok kızar. Ordusu ile yola çıkıp, Medine'ye varınca, hemen kuşatma emrini verir ve büyük bir savaş başlar. Medineliler, şehri teslim etmeyip yurtlarını kahramanca savunurlar. Ancak fazla direnemeyecekleri de açıktır. Şehrin yerle bir olacağını anlayan Kureyza Yahudilerinden iki alim, bu katliamı önlemek için Yemen Tubbası (kıralı) Es`ad ile konuşurlar. Ona:

"- Ey kudretli Yemen Hükümdarı! Medine'yi yerle bir etme fikrinden vazgeçip kuşatmayı kaldırırsan, bu senin için daha iyi olur. Yoksa ordunla birlikte sen de felakete uğrar, burada yok olup gidersin derler. Tubba bu sözleri hayretle dinledikten sonra:
- Niçin? diye sorar.Yahudi alimleri:
- Çünkü burası Mekke'den çıkacak olan peygamberin hicret edeceği yerdir, diyerek Allah Resulü (sav) hakkında ona bilgi verirler. (1)

Tubba Yahudi alimlerinin samimiyetlerine inanır. Onların sözünü dinleyerek kuşatmayı kaldırır.Yahudi alimlerini de yanına alarak ordusuyla birlikte Mekke ye doğru yola devam eder. Mekke'den dönünce, Medine'de bir süre konaklayan Tubba, adamlarına Yahudi alimleri ve gönderilecek son peygamber için güzel birer ev yapmasını emreder. Evler yapılıp bitirildikten sonra Yahudi alimlerini yanına çağıran Tubba onlara evlerini teslim eder ve onlara ağzı altın bir mühürle kapatılmış bir mektup verip:

- Bunu benim için, gönderilecek olan son peygambere teslim edin. Eğer siz ona ulaşamazsanız, çocuklarınız; onlar ulaşamazsa onların çocukları versin. Ama mektubu mutlaka ona ulaştırın. Emanetimi mutlaka sahibine teslim edin. Şu evi de onun için yaptırdım. Medine'ye hicret ettiğinde burada istirahat buyursun, der.

Onun vermiş olduğu bu mektup babadan oğla geçerek, Tubba'ya tavsiyelerde bulunan alimlerin soyundan gelen Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin eline kadar ulaşır. (2)

Allah Resûlü(sav)'nün Medinelilerle ikinci irtibatı, dedelerinden Haşim vasıtası ile olur. Ticaret için Medine'ye giden Haşim,orada Allah Resûlü(sav)'nün ninelerinden olan Selma hatunu görerek beğenir. O da "evet" deyince Selma hatunla evlenir.

Allah Resûlü(sav)'nün dedesi Abdulmuttalib, Kureyşlilerin zulmüne uğrayınca, Medine'de bulunan dayılarını yardıma çağırdı. Onlar da vakit kaybetmeden hemen 80 süvari ile Mekke'ye gelerek yeğenlerinin hakkını aldılar.

Allah Resûlünün(sav) babası da Şam'dan dönerken yolda hastalandı. Hastalığı fazlalaşınca arkadaşları onu Medine'ye, dayılarının yanına götürdüler. Dayılarının yanında bir ay hasta yatan Abdullah, burada vefat etti.

R709502

İlahi Planın Tecellisi

Medineliler, Baus savaşı ile perişan olduğu sıralarda, Mekke'de başka bir yangın vardı. Gücü elinde bulunduran Mekkeli müşrikler, "Rabbim Allah'tır" demekten başka suçları olmayan Müslümanlara akla gelebilecek her türlü zulmü yapıyorlardı. Müslümanlar onlara karşı büyük bir sabır göstererek, dünya tarihinde görülmeyen eşsiz bir sivil direniş sergiliyorlardı. Mekkeli müşrikler, bu direniş karşısında aciz kaldıkça hırçınlaşıyorlar, her geçen gün zulümlerini biraz daha artırıyorlardı.

Müşriklerin zulümleri dayanılmaz boyutlara ulaşınca, Allah Resulü(sav) Müslümanlara Habeşistan'a hicret etmelerini söyledi. Habeşistan'a hicret etmek, tıkanan İslam'a davet yolunu bir süreliğine açtı. Bir müddet müşriklerin öfkesi azaldı, zulümleri hafifledi. Ancak bu fazla uzun sürmedi. İslam davetinin durmadığını, İslam'ın yayılmaya devam ettiğini görünce, yeniden işkenceye başladılar. İşkenceleri, inananların çelik gibi sert sabır ve iradelerine çarptıkça çılgına dönen müşrikler, bu kez kadın erkek, çocuk, genç yaşlı demeden bütün Müslümanları ve onları destekleyen Hâşim oğullarını bir mahallede abluka altına aldılar. Onları dünyadan tecrit ederek, üç yıl boyunca çoluk çocuk demeden herkesi açlıktan perişan ettiler. Çocukların çığlıkları en katı kalpleri bile sızlatıyor, vicdanlarını yaralıyordu. Ama zalimlerin kılı bile kıpırdamıyordu. Kalpleri adeta taş kesilmişti. Sonunda bazı müşriklerin insafa gelerek, ön ayak olması ile abluka kaldırıldı. Ancak abluka kaldırılsa da müşriklerin baskı ve işkenceleri halen devam ediyordu. Hatta zulümleri daha da arttı.Üstelik o günlerde Hz. Peygamber kendisini canla başla koruyan amcası Ebû Talib'i, ardından da en büyük manevi yardımcısı biricik eşi Hz. Hatice'yi kaybetti.

Görünen o ki, Medineliler, Baus Savaşın'dan, Müslümanlar ise baskılardan dolayı çok ciddi bir şekilde tıkanmıştı. İlahi plan onları buluşturarak, her iki tarafı da ateşten kurtardı. Tıkanıklığın doruk noktaya ulaştığı sırada, İlahi rahmet devreye girdi. İki ateşi birleştirip, onu nura çevirerek, dünyayı ebedi olarak aydınlattı.

Mekke'de İslam daveti tıkanınca Taif'e giden, oradan eli boş dönünce hac için gelenlerin çadırlarını tek tek dolaşan, Allah Resulü(sav) nün, her seferinde kapılar yüzüne kapandı. Çünkü Müşrikler özellikle de Allah Resulü(sav) nün amcası Ebû Leheb, onu adım adım takip ediyor, ona soluk aldırmıyorlardı. Konuşmak için birilerinin yanına gitmek istediğinde Allah Resulü(sav) daha onların yanına varmadan, Allah düşmanları hacıların yanına gidip, onları Allah Resulüne karşı kışkırtıyor, onunla irtibatını engelliyorlardı.

Bu arada Medine'den on beş Hazreç'li genç, Evs'lilere karşı Mekke'li dostlarından yardım almak için, Mekke reislerinden Utbe b. Rebia'nın yanına gittiler. Ancak, onların kardeş kavgasının arasına girmeye niyetleri yoktu. Gençleri kibarca reddettiler. Mekke'nin nabzını elinde tutan Allah Resûlü(sav), bu fırsatı değerlendirerek, Mekkelilere kızan, Mekkelilerin de kendilerinden uzak durduğu bu gençlerin yanına gitti. Onları İslam'a davet etti. Bir çoğu sıcak bakmasına rağmen içlerinden birinin sert çıkışı, ipleri kopardı. Yine de yakın zamanda meyve verecek ilk çekirdek atılmıştı.

R709503


Kader Ağlarını Örüyor

Evsliler Medine'ye geri dönüp, Mekkelilerle yaptıkları görüşmeleri, onlardan aldıkları, red cevaplarını, Allah Resulü(sav) nün teklifini kabilelerindeki insanlara anlatmaya başlayınca, konu bir anda bütün Medine'ye yayıldı. Böylece gözler ve gönüller farkına varmadan Mekke'ye çevrilmiş oldu. İnsanların kalbinde Mekke ve Allah Resulü(sav) ile ilgili sorular ve kanaatler oluşmaya başladı. İslam gündemlerine girdi

O sırada umre için Mekke'ye gitmeye hazırlanan Es`ad b. Zürâre ve Zekvan b. Abdulkays da bütün bu söylenenleri duydu. Onlar Hazreçlilerin ileri gelenlerindendi. Medine'de dolaşan sözün içeriğini tam olarak bilmedikleri için Evs'lilere de, onlarla kendileri aleyhine anlaşma yaptığını sandıkları Utbe'ye de ateş püskürüyorlardı. Mekke'ye gittiklerinde Utbe'den uzak durdular. Aslında Utbe de Mekke reisleri de, yeni bir teklif gelir korkusu ile onlardan kaçıyorlardı. Yani İlahi plan işlemeye çoktan başlamıştı. Mekkelilerle Medineliler arasındaki bu soğukluk müşriklerin, Medinelileri Allah Resulü(sav)'nün aleyhine kışkırtmalarını önlemişti. Bütün bunların farkında olan Allah Resulü (sav), başka bir Medineli grubun umre için geldiğini haber alınca, vakit kaybetmeden yanlarına gitti. İzin isteyip içeri girdi. Es`ad b. Zürâre'nin Medine'deki dayılarının oğlu olduğunu öğrenen Allah Resulü (sav), buna çok sevindi. Kalbinde onlara karşı bir muhabbet oluştu. Es`ad b. Zürâre'de aynı duygular içindeydi. Mekke'de akrabalarından biri ile tanışmak, onu son derece memnun etmişti.

Aralarında çok güzel bir hava oluşmuştu. Allah Resulü(sav) İslam'ı anlatmaya başlayınca onu can kulağı ile dinlediler. İçinde bulundukları durum onları daha da Allah Resulü(sav)'ne yakınlaştırıyordu. Belki de, Medine'de dökülen kardeş kanına o çare bulacaktı.

İslam'ı anlatınca akıllarına da, gönüllerine de yattı. O anlatırken Yahudilerin dört gözle bekledikleri son peygamberi hatırladılar. Allah Resulü(sav) onlara Kur`an okuduğunda, ona hayran oldular. Artık hiçbir şüpheleri kalmamıştı. Hemen Müslüman oldular.

Medine'ye dönen hakikat erleri, hemen İslam'ı anlatmaya başladılar. Önce altı kişi ile birlikte Allah Resûlü(sav)'ne gidip imanlarını ona bildiren Medineliler, ertesi yıl on iki kişi ile gidip Allah Resûlü(sav)'ne biat ettiler. Musab b. Umeyr'in de, davet ve İslam'ı öğretmek üzere Medine'ye gitmesi ile, bir anda İslam Medine'ye çığ gibi yayıldı. İslam'ı öğrenmekte geç kalmayan Ebu Eyyub el Ensari, onu öğrenince hemen iman etti. İslam'ı kabul ettikten sonra ona sımsıkı sarılan Ebu Eyyub, birçok hayırda sahabenin önde gelenleri ile yarıştı.

Akabe Biatına Katıldı: İslam'a giren 12 sahabi, Mekke'ye giderek Akabe'de Allah Resûlü(sav)'ne biat ettiğinde o, henüz İslam'la şereflenmemişti. Ebu Eyyub, iman ettikten sonra Medineli 75 iman eri ile birlikte Mekke'ye giderek İslam tarihinin en önemli karelerinin birinde yerini alarak, Akabe Biatına katıldı. Tıpkı daha sonra Rıdvan Biatına katıldığı gibi.

Ashabın İleri Gelen Alimi

Allah Resûlü(sav)'nün sağlığında Kuran hafızıydı: İlme, okuma yazmaya büyük ilgisi vardı. O da diğer sahabeler gibi Kur`an aşığıydı. Sürekli Kur`an okuyarak, ezberlerdi. İslam'a girdiğinden itibaren büyük bir gayretle, gece gündüz Kur`an'ı ezberlemeye başladı. Kısa sürede bu alanda büyük bir başarı gösterdi. Allah Resulü(sav) hayatta iken ensar arasında Kur`an'ı ezberleyen, yalnızca beş sahabeden biri olma şerefini elde etti. (3)
R709504

Vahiy Katibi: . Kur`an ile tanışıp, ilmin önemini kavrayınca, okuma yazma öğrendi. Allah Resûlü(sav)'nün vahiy katibi olunca Kur'an ayetlerinin bir araya toplanmasında önemli katkıları oldu.

Sahabenin Müftüsü: Ebû Eyyûb, sahabelerin kendisine fetva sorduğu kişilerdendi. Sahabeler, aralarında herhangi bir konuda ihtilaf ettiklerinde ona danışırlardı.

Hadis Rivayeti: Allah Resulü(sav)nün Medine'ye hicretinden itibaren sürekli onun yakınında bulunan Ebû Eyyûb'un, ondan çok sayıda hadis ezberlediği de muhakkaktır. Ancak, o birçok sahabe gibi çeşitli kaygılardan dolayı bu hadislerden yalnızca, iki yüze yakınını rivayet etmiştir.

İlim İçin Yolculuk: İbn-i Cüreyc anlatıyor: “Ebû Eyyûb el-Ensârî bir gün bir hadisi gerçekten Allah Resulünden duyup duymadığı konusunda şüpheye düştü. O sırada Medine'de bulunuyordu. Bu hadisi Mısır' da bulunan Ukbe b. Amir'in de duymuş olacağını düşündü. Hemen hazırlığını yapıp devesine binerek Medine'den Mısır'a doğru yola çıktı. Tam bir ay süren zorlu bir yolculuktan sonra Ukbe b.Amir'in yanına geldi. Selam ve hal hatır faslı bittikten sonra ona:

- Sana bir şey soracağım. Biliyorsun ki Allah Resulü(sav)'nün ashabından çok az kişi hayatta kaldı. Sen Allah Resulü(sav)'nün "Müslümanların ayıbını örtme" konusundaki hadisini nasıl duydun ? O hadis nasıldı ? diye sordu. Ukbe:

- Ben Allah Resulü(sav)'nden; "Kim dünyada iken bir müminin ayıbını örterse, Allah da kıyamet günü onun ayıbını örter " (4) buyurduğunu duydum dedi. Ebû Eyyûb el-Ensârî hadisle ilgili bilgi aldıktan sonra devesine binerek hemen Medine'ye geri döndü.” (5)

İlim İçin Ne Dedi?: "Kim ilmini artırmak ve hilmini çoğaltmak istiyorsa, akrabalarının dışındaki kişilerle oturup kalksın" 6

Kutlu Misafir

Allah Resulü (sav) Hz. Ebû Bekir ile birlikte hicret edince, önce Kuba'ya uğradı burada birkaç gün kaldıktan sonra Medine'ye gitti. Medine'de nereden geçtiyse, o kabilenin önde gelenleri, adeta yalvarırcasına Allah Resulü (sav)'nü kendilerine davet ediyorlardı. Allah Resulü (sav) her seferinde kendini buyur edenlere dua ediyor,

- Devenin yolunu açınız! O memurdur. Nereye gideceğini bilir, diyerek, insanları kırmadan yoluna devam ediyordu. Nihayet Neccar oğullarının yaşadığı mahalleye geldiler. Kuvsa, Malik b. Neccar oğullarının evlerinin yanına varınca, o gün henüz yapılmamış olan Mescidi Nebevi'nin kapısının önünün hizasına çöktü. Allah Resulü (sav) daha deveden inmeden, deve tekrar kalkarak yürümeye başladı. Biraz ilerledikten sonra geri dönen deve, hızla ilk çöktüğü yere geldi. Buraya çöktü ve bir daha da kalkmadı. Bunun üzerine Allah Resulü (sav) devesinden indi.
- İnşallah konak yerimiz burasıdır, buyurdu. Sonra;
- Burası kimin? diye sordu. Muaz b. Afra:
- Burası Sehl ve Süheyl isimli iki yetim çocuğun arsasıdır, dedi.

Vakit geçmiş hava kararmaya başlamıştı. Heyecan doruk noktaya çıkmıştı. Müslümanlar Allah Resulü (sav) nün yanından ayrılmıyor, herkes onu konuk edip, evinde ağırlamak için can atıyordu. Hatta bunun için zaman zaman çekişiyor, birbirlerine laf atıp sitem ediyorlardı. Allah Resulü (sav), onları sakinleştirdi. Sonra yanındakilere dönerek:
- Akrabalarımın evlerinden buraya en yakın olanı hangisidir? diye sordu. O an heyecandan Ebû Eyyûb'un göğüs kafesi yerinden çıkacak gibi oldu. Hemen öne atılıp:

- Benim evim Ey Allah'ın Resulü! İşte şu ev benim evimdir! Kapısı da şurasıdır! dedi. Nefes nefese idi. Devamla:

- Müsaade edersen devenin üzerindeki eşyaları oraya taşıyayım dedi titrek bir sesle. Bir taraftan söylüyor bir taraftan da "HAYIR" derse diye korkudan ölüyordu. Allah Resulü (sav):
- Git bizim için yer hazırla! buyurdu. Ebû Eyyûb uçar gibi hemen koşup Allah Resulü (sav) için yer hazırlayıp geri döndü.
- Ey Allah'ın Resulü yeriniz hazır, diyerek onu evine buyur etti.

Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin evi iki katlıydı. Üst katta tek oda vardı. Allah Resulü (sav) onlarda konuk olmaya karar verince Ebû Eyyûb, üst kattaki odayı Allah Resulü (sav)'nün kalması için hazırladı. Ancak Allah Resulü (sav) eve gelince, kendini ziyaret için gelip gidenler olacağını, bunun için alt katta kalmasının kendisi için daha uygun olacağını söyledi. Allah Resulü(sav) alt katı tercih edince Ebû Eyyûb, onun isteğine uyarak eşi ile birlikte alt katı onun için hazırladı. Allah Resulü(sav) yatmak için odasına çekilince Ebû Eyyûb ve Ümmü Eyyûb da odalarına çekildiler. Eşler baş başa kalınca birbirlerine:


R709505


- Biz ne yaptık? Allah Resulü(sav)'nün üstünde duruyoruz. Vahiyle onun arasına giriyoruz. Biz yandık, helak olacağız diyerek, büyük bir korku ve endişeye kapıldılar. Üzüntüden ne yapacaklarını şaşırdılar. Biraz sonra kendilerine gelince Allah Resulü(sav)'nün yattığı yerin üstünde oturmamak için odanın en kenarına çekildiler. Sabah olunca Ebû Eyyûb Allah Resulü(sav)ne:

- Ey Allah'ın Resulü! Vallahi bu gece ne benim ne de Ümmü Eyyub' un gözüne uyku girdi, dedi. Allah Resulü (sav):
- Niçin? diye sordu. Ebû Eyyûb:
- Bizim yukarıda senin alt katta olman, bize çok ağır geldi. Hareket edince, seni rahatsız etmekten korktuk. Hem yukarıda olunca, seninle vahiy arasına girmiş oluruz dedi. Allah Resulü (sav): "-Endişelenmene gerek yoktur. Aşağıda olmamız gelip gidenler açısından bizim için daha uygundur " buyurdu. Ebû Eyyûb'un kalbi rahat etmese de çaresiz boyun eğdi.

Asırlar boyunca yaşayan milyarlarca Müslümanın, bir an olsun görmek için canını feda edeceği ânı o, Allah Resulü (sav) ile tam yedi ay, aynı evde diz dize, göz göze bulunarak yaşadı. Habib-i Edibin kalbinden yükselen Nur-u Muhammedi, Ebû Eyyûb'un kalbini aydınlattıkça Allah'ı, Resulü'nü ve O'nun tebliğ ettiği hakikati daha iyi tanıdı. Allah'a, Resulü'ne, hakikate ve tüm varlıklara olan sevgisi arttıkça arttı. Bu sevgi zamanları mekanları aşarak, dünyanın kalbi olan İstanbul'un sembolü haline geldi. Ve onun burçlarında bayraklaştı.

Allah Resulü(sav)'ne hizmet edip, onun etrafında pervane oldukça sürekli, Allah'ın en sevgili kulunun duasını aldı. Her gün defalarca, O canlar canının duasını ve rızasını alan Ebû Eyyûb, bu dualarla olgunlaştıkça olgunlaştı. Duaların bereketi ile feyizyab olarak mana denizlerini geçti. O artık bambaşka alemdeydi. Sanki mana aleminde ona hiç kimseye verilmeyen bir görev verilmişti. O geçmişle gelecek arasında köprü oluyordu.

Bir elini Medine'ye, diğerini İstanbul surlarına; Bir elini Asr-ı Saadete diğerini ötelerin ötesine; Bir elini Allah Resulüne, diğer elini İstanbul'a uzattı. Oradan aldığı duaları, teveccühleri, feyiz ve bereketi İstanbul'a döktü.

Ondan bir eliyle bu duayı, feyiz ve bereketi alan Fatih ve torunları, diğer elleriyle bütün dünyaya dağıttılar. Sultanlar sultanının kabrini bulmaktaki ısrarı, heyecanı bu yüzdendi, cihan hükümdarı Fatih Sultan Mehmet'in.

Aşka Dönüşen Muhabbet ve Sünnete İttiba

Ebû Eyyûb el-Ensârî anlatıyor: "Her gün kuşluk vaktinde Allah Resulü (sav)'ne yemek veriyor, uygun bir vakitte tabakları geri alıyorduk. Tabakları aldığımızda hemen tabağı kontrol ediyor, onun parmak izlerini bulup, parmağının dokunduğu yerden yiyerek, oraya dokunuyorduk. Bir gün yemek tabağını aldığımda, yemekte Allah Resulü'nün parmak izlerini görememiştik. Çok heyecanlandık, acaba yemek güzel olmamış mıydı ? Acaba bir kusur, bir yanlış mı yapmıştık ? Endişe içinde Allah Resulü (sav)' nün yanına giderek:

- Ey Allah'ın Resulü (sav)! Ben sana yemek getirip de geri aldığımda, ona bakar, onda parmaklarının izini bulur, parmaklarımı oraya uzatır, oraya dokunup, o izlerin bulunduğu yerden yemek yerdim. Ancak bugün aldığım tabakta parmak izini bulamadım, dedim. Allah Resulü (sav) :

- Doğru söylüyorsun Ey Ebû Eyyûb yemekte sarımsak kokusu olduğu için onu yemedim. Ama siz yiyebilirsiniz. Ben Cebrail (as) ile görüşüyorum, onun için ağız kokusuna dikkat etmem gerekiyor, buyurdu. (7)

Ebû Eyyûb el Ensârî anlatıyor: “Allah Resulü (sav) Safa ve Merve arasında sa'y yaparken sakalına bir kuşun tüyü düştü. Bunu görünce hemen koşup kuş tüyünü Allah Resulü(sav)'nün sakalından aldım. Allah Resulü benim bu hareketimden çok hoşlandı. "Allah da hoşlanmadığın şeyleri senden kaldırsın" diye bana dua etti.” 8

Ubade b. Samit anlatıyor: Bir gün Allah Resulü (sav) ile yalnız baş başa kaldım. Bunu fırsat bilerek ona:
- Sahabelerinden hangisini daha fazla seviyorsun? diye sordum. Allah Resulü (sav):
- Bunu sana söylerim, ancak ben hayatta olduğum sürece bu sözlerimi kimseye söylemeyecek, onları gizli tutacaksın, buyurdu. Ben:
- Tamam, dedim. Allah Resulü (sav) :
- Ebû Bekir, Ömer, Ali, Zübeyr, Talha, Sad, Ebû Ubeyde, Muaz, Ebû Talha, Ebû Eyyûb, sen, Ubey b. Kab, Ebû Derda, İbni Mesud, Osman b. Affan, İbni Avf , sonra kölelelerden: Selman, Süheyb, Bilal, Ebû Hezeyfe'nin kölesi Salim, buyurdu. Devamla: "Bunlar benim için özel kişilerdir" dedi. (9)

Hayatından Kesitler

Hüsnü Zannı

Hz. Aişe'ye iftira atıldığında, münafıklar ve onların kışkırtması ile bazı Müslümanlar, Hz. Aişe hakkında ileri geri konuşmaya başladılar. Münafıkların bu iftirayı fırsat bilip abarttıkça abartması ile Medine'de büyük bir dedikodu başladı. Toplum psikolojisine kapılan bazı Müslümanlar, kendi aralarında, aile içinde yahut dışarıda bu olayı bir şekilde konuşuyorlardı. Bu dedikodular devam ederken bir gün Ebû Eyyûb'un eşi ona:

- Ey Ebû Eyyûb! Halkın Hz. Aişe hakkında neler söylediğini duydun mu? diye sordu. Ebû Eyyûb:
- Duydum, dedi. Sonra sözlerine devam ederek:
- Ey Ümmü Eyyûb! Sen böyle bir kötülük yaptın mı? diye sordu. Ümmü Eyyûb:
- Asla! dedi. Ebû Eyyûb:
- Peki yapar mısın? diye sordu. Ümmü Eyyûb:
- Hayır vallahi! Ben asla ne öyle bir kötülük yaparım ne de yapmayı aklımdan geçiririm, dedi. Ebû Eyyûb:
- Öyle ise Hz. Aişe'nin böyle bir şeyi yapabileceğini nasıl düşünürsün? Vallahi sen de bilirsin ki Aişe senden daha hayırlı birisidir, dedi. (10)

R709506


Cihadı

Ebû Eyyûb el-Ensâri ilim ve takvada olduğu gibi, cihatta da sahabenin önde gelenlerindendi. O hayatını İslam'ı en ötelere taşımaya adayan bir mücahit ve onu gönüllere nakşeden, büyük bir gönül sultanıydı. Bedir savaşından sonra Allah Resulü(sav)' nün katıldığı bütün savaşlara katıldı. Ondan sonra da seksen yaşında şehit oluncaya kadar her yıl cepheden cepheye koştu. Ömrü boyunca, tek bir sefer cihada katılmamıştı. Bundan da pişman olmuştu.

O sadece savaş meydanında düşmana kılıç sallayarak cihat etmiyor, hakkı korkusuzca söyleyerek de cihat ediyordu. O haksızlığa asla göz yummaz, doğru bildiğini söylemekten asla çekinmezdi. Cihad için Mısır'a gittiğinde Mısır valisi Ukbe b.Amir'in akşam namazlarını geç kıldırdığını görünce, onu ikaz ederek şöyle dedi:

- Ey Ukbe! Allah Resulü(sav)'nün akşam namazını geciktirenler hakkında: "Ümmetim akşam namazını yıldızlar gökyüzünü kapladığı vakte kadar ertelemedikçe, hayır üzere olurlar." Dediğini duymadın mı? diye sordu. Ukbe'de :
- Evet, öyle buyurdu dedi. Ebû Eyyûb:
- O halde akşam namazını niçin bu kadar geciktirdiniz? diye sordu. Ukbe :
- Biraz meşguldüm, deyince Ebû Eyyûb:
- Yemin ederim ki, senin bu yaptığını gören halk, "Resulullah da böyle yapardı" sanmasından korkarım diyerek onu uyardı. (11)

Ebû Eyyûb el-Ensâri cihadı yaşamının bir parçası, hayat şekli olarak görürdü. Şu iki olay bu düşüncesini açıkça göstermektedir:

Ebu İmran'dan rivayet edilir: Rum şehrinde (İstanbul) bulunuyorduk. Aramızda büyük bir savaş oldu. Onlar da çok kalabalıktı biz de. Sahabelerden Ukbe b. Amir komutasında büyük bir ordu Mısır'dan gelmişti. Mısır'dan gelen bu ordunun içinden bir kişi savaşa savaşa ilerleyerek Rum ordusunun safları arasına daldı. İslam ordusunda bulunan askerler adamın kendisini ölüme atar gibi savaştığını görünce, ardından bağırarak:

- Sübhanallah, adam elleri ile kendini tehlikeye atıyor dediler. Onları duyan Ebû Eyyûb el-Ensâri ayağa kalkarak şöyle dedi:

- Ey insanlar! Siz "Allah yolunda infak edin. Kendinizi kendi elleriniz ile tehlikeye atmayın" (12) ayetini bu şekilde mi tevil ediyorsunuz? Bilakis bu ayet biz Ensar topluluğu için indi. İslam güçlenip, Müslümanlar çoğalınca biz Allah Resulü(sav)'nden gizli olarak aramızda; "İslam uğrunda mallarımızı harcadık, Allah İslam'ı galip kıldı, Müslümanlar da çoğaldı. Artık bundan sonra mallarımızın başına gidip, harcadıklarımızı yerine koysak, bağlarımızı, bahçelerimizi ıslah etsek” diye, konuşuyorduk bunun üzerine:

"Allah yolunda infak edin (mallarınızı harcayın). Kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın. Yaptıklarınızı güzel yapın, şüphesiz ki Allah yaptıklarını güzel yapanları sever" (13) ayeti nazil oldu. İyi bilin ki asıl tehlike, cihadı bırakıp mallarımızın peşine düşerek, sadece onları ıslah etmeye çalışmanızdır.”

Takvası

Ali b. Müdrik anlatıyor: Ebû Eyyûb abdest alırken her seferinde mestlerini çıkararak ayaklarını yıkardı. Onun böyle yaptığını görenlerden biri:

- Ben Allah Resulü(sav)'nün mestlerinin üzerine mest yaptığını gördüm deyince, Ebu Eyyûb:
- Doğrusun, Ancak abdest alırken ayaklarımı yıkamam bana sevdirildi, diyerek zoru seçtiğini ona güzel bir dille anlattı.

Asım anlatıyor: Bir gün Ebû Eyyûb el-Ensârî bir grup insana namaz kıldırıyordu. Namaz bittikten sonra insanlara dönerek: "Size namaz kıldırırken şeytan sürekli benimle uğraştı. Sonun da kendimi bana, namaz kıldırdığım insanlardan daha üstün olarak gösterdi. İyi bilin ki, bundan böyle ölünceye kadar imamlık yapmayacağım" dedi. Ondan sonra da kimseye imamlık yapmadı.

Bayrak Teslimi

Fatih Sultan Mehmet Hanın İstanbul'u fethetmesinden bir zaman öncesine kadar, Ebu Eyyub'un mezarı biliniyordu. Hatta kıtlık ve felaket zamanlarında Bizanslılar onun mezarına giderek dua ediyorlardı. Ancak şimdi kaybolmuş ve yeri bilinmiyordu.

Peki onun mezarı neredeydi ? Kaybolamazdı. Zira Allah Resulü (sav) onun korunması için dua etmiş ve:
"Ey Allah'ım! Geceyi beni koruyarak geçirdiği gibi sen de Ebû Eyyûb'u koru."
"Dilerim sana hiçbir kötülük dokunmaz Ey Ebû Eyyûb " buyurmuştu.

İstanbul'u fethederek Allah Resulü(sav)'nün övgüsüne mazhar olan cihan hükümdarı Fatih, Ebû Eyyûb un mezarını bulmadan fethin manevi boyutunun tamamlanamayacağını çok iyi biliyordu. Allah Resulü(sav)'nü konuk edip, evinde ağırlayan o büyük sahabenin kabrini bularak, onu konuk etmeden, elbette fethin mana boyutu tamamlanmış olmazdı.

İslam'ın Arap Yarımadasına açılan kapısı olan Mekke'nin fethinde, İslam sancağını taşıyan Ebû Eyyûb, o sancağı alarak, İslam'ın dünyaya açılan kapısı olan İstanbul surlarına kadar getirmişti. Allah Resulünün de işareti ile kendisinin surlara en yakın yere defnedilmesini istedi. Burada bekleyecek, sancağı İstanbul'u fethedecek olan o bahtiyar komutana teslim edecekti. Onların İslam'ı dünyanın dört bucağına ulaştırması için Resulden aldığı nurla onların yolunu aydınlatacaktı ve başarıları için duacı olacaktı.

Hz. Peygamber: "Kıyamet Günü Ashabımdan Her Biri, Vefat Ettiği Yerin Belde Halkı İçin Önder Ve Nur Olarak Dirilecektir."

Ebû Eyyûb'un mezarını bulamayınca uykuları kaçan Cihan hükümdarı, Ebû Eyyûb'un getirdiği mana sancağını teslim almak, onu konuk edip ebediyete kadar ağırlamak ve nuru ile aydınlanmak istiyordu. Bunun için hocası Akşemseddin'e başvurdu. Bu büyük sorunun çözümü için ondan yardım istedi. Onun bu yardım isteğine olumlu cevap veren büyük mana eri Akşemseddin, ondan biraz zaman istedi. Perdeler açıldı, göreceğini gördü. Üzüntüden perişan olan Cihan hükümdarına müjde verirken büyük bir manevi haz duydu, o gönül eri Akşemseddin.

Ebû Eyyûb'un mezarının bulunmasına çocuklar gibi sevinen Cihan Hükümdarı, ondan teslim aldığı İslam sancağını dünyanın en uzak köşesine ulaştırmak için harekete geçti.


Dipnotlar:
1- İbn-i Sad, Tabakat, 1/158
2- Semhûdî, Vefâü'l-vefâ, 1/188
3- Tabakat, İbn-i Sad : 4 / 355
4- Müsned : 4/17
5- İbni Manzur, Muhtasar , 7/336
6- İbni Manzur, 7/236
7- Müsned, 5/420; Zehebi, Siyeri Alamü Nubela, 1904. kişi
8- Heysemi, Mecma'uz- Zevaid; 9/322
9- Zehebi, Siyerü Alemü Nubela: 1904. kişi.
10- İbni Hişam , Sire, 3/315
11- Müsned, 4 /147
12- Bakara, 195
13- Bakara, 195

ABDULLAH KARA- DR. HİLAL KARA