Arama

Sait Faik Abasıyanık - Tek Mesaj #10

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Haziran 2012       Mesaj #10
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Sait Faik ABASIYANIK (1906-1954)


Cum­huriyet dönemi Türk edebiyatının önde gelen öykücülerindendir. Varlıklı bir ailenin çocuğu olan Sait Faik Adapazarı'nda doğdu; ilkokulu da bu kentte bitirdi. Kurtuluş Savaşı sonrasın­da ailesiyle birlikte İstanbul'a yerleşti. İlk şiir ve öykülerini 1925'te, henüz lise öğrencisiyken yazdı ve çeşitli dergilerde yayımladı. 1928'de İstanbul Üniversitesi'nde Türkoloji öğrenimine başladı; ama üç yıl sonra öğreni­mini yarım bırakarak üniversiteden ayrıldı. Bir süre de, ekonomi öğrenimi görmek için gittiği İsviçre ve Fransa'da yaşadı. "İhtiyar ve Talebe", "Gauther Cambazhanesi" gibi öykü­leri orada geçen günlerini yansıtır. Babasının geri çağırması üzerine yükseköğrenimini yarı­da bırakarak 1933'te yurda döndü. Gene babasının isteği doğrultusunda ticarete atıl-dıysa da başarılı olamadı. Halıcıoğlu Ermeni Yetim Mektebi'nde kısa bir süre Türkçe öğretmenliği yaptıktan sonra Haber gazete­sinde adliye muhabiri olarak çalışmaya başla­dı. Bu gazetede yayımlanan röportajlarından 26'sı ölümünden sonra Mahkeme Kapısı (1956) adlı kitapta toplanmıştır.

Bu arada Varlık, Ağaç, Ses, Yeni Ses, Yaprak ve Yenilik gibi dergilerde öyküleri yayımlanıyordu. İlk öykü kitabı olan Semaver 1936'da basıldı. Sait Faik'in bu dönem öykü­lerinde çocukluk ve gençlik yıllarının izlenim­leri, anılan öne çıkar. 1930-40 yıllarında Türk öykücülüğünde gelişen eğilimlerden Sait Faik de bir ölçüde etkilendi. O da öykülerinde insanların yaşam koşullarını ve insanlığın çelişkilerini işledi. Bunların ötesinde, daha sıcak bir insancıllık anlayışına yöneldi. Sait Faik'in insana yaklaşımı, "her şey bir insanı sevmekle başlar" cümlesiyle özetlenebilir. İkinci öykü kitabı plan Sarnıç (1939) yayım­landığı sırada babası öldü. Sait Faik'in asıl başına buyruk yaşamı o tarihten sonra başla­dı.

Babasından kalan mirasın geliriyle geçin­di; kışları Şişli'de, yazları da Burgazada'daki köşkte annesiyle birlikte yaşadı. 1944'te ya­yımlanan ilk romanı (Medarı Maişet Motoru) sıkıyönetim tarafından toplatılınca, yazar bir duraklama dönemine girdi ve bir süre yazma­yı bıraktı. Ama 1946 Şubat'ında siroz hastalı­ğına yakalandığını öğrenince yeniden yazma isteği duydu. Büyük bir yaşama ve yazma susuzluğuyla öyküler yazmaya başladı. Lü­zumsuz Adam (1948), Mahalle Kahvesi (1950), Havada Bulut (1951) kitaplarında toplanan öykülerinde doğaya, yaşadığı kente, yaşam kavgası veren sıradan insanların gün­lük kaygılarına eğildi. Sait Faik'e göre öykü­nün özü çekişme ve çatışmalar değil, "yaşama sevinci" ve "paylaşılmış sevgi" olmalıydı. Öykülerindeki yalın ve şiirsel dil çağdaşlarını olduğu kadar kendisinden sonraki yazarları da etkiledi.

Hastalığıyla birlikte gelen sürekli ölüm düşüncesi, böyle bir yaşamın yarattığı bezgin­lik ve umut ile umutsuzluk arasındaki çalkan­tılar Sait Faik'in son dönem öykülerini büyük ölçüde etkiledi. Son Kuşlar (1952) ve Alemdağ'da Var Bir Yılan'daki (1954) öykülerinde kişinin yalnızlığını, düş kırıklığını, acılarını ve bunalımlarını işledi. Şiirlerini topladığı Şimdi Sevişme Vakti ile genç bir kadının mutluluk arayışını konu alan ikinci romanı Kayıp Ara­nıyor 1953'te yayımlandı. Sait Faik, çağdaş edebiyata katkıları nede­niyle 1953'te ABD'deki Mark Twain Derneği'nin onur üyeliğine seçildi. Ölümünden son­ra, 1955'te annesi tarafından adına bir öykü ödülü kondu. Burgazada'daki köşk de 1964'te Sait Faik Müzesi'ne dönüştürüldü.
Son düzenleyen Safi; 26 Temmuz 2016 22:11