Arama

Kutsal Yerler - Kâbe - Tek Mesaj #4

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Aralık 2012       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Kâ­be’nin Tâ­ri­hi ve Kud­siy­ye­ti


Lü­gat­te “küp şek­lin­de nes­ne” mâ­nâ­sı­na ge­len Kâ­be, Kur’ân-ı Ke­rîm’de iki yer­de zik­re­dil­mek­te­dir. Âyet­ler­de “Beyt, Bey­tul­lâh, el-Bey­tü’l-atîk, el-Bey­tü’l-ha­râm, el-Bey­tü’l-mu­har­ram, el-Mes­ci­dü’l-ha­râm” gi­bi muh­te­lif isim­ler­le de anı­lan Kâ­be’ye halk ara­sın­da ek­se­ri­yet­le “Kâ­be-i Mu­az­za­ma” de­ni­lir.12

Haz­ret-i Âdem -aley­his­se­lâm- yer­yü­zü­ne in­di­ril­di­ğin­de Mek­ke’de Bey­tul­lâh’ın bu­lun­du­ğu yer­de bir mâ­bed in­şâ et­mek­le va­zî­fe­len­di­ril­miş­ti.13

Al­lâh Te­âlâ şöy­le bu­yu­rur:

إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِّلْعَالَمِينَ

“Şüp­he­siz, âlem­le­re be­re­ket ve hi­dâ­yet kay­na­ğı ola­rak in­san­lar için ku­ru­lan ilk ev (mâ­bed), Mek­ke’de­ki (Kâ­be)dir.” (Âl-i İm­rân, 96)

Ra­sû­lul­lâh -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem- de Ebû Zerr14 -ra­dı­yal­lâ­hu anh-’ın bir su­âli­ne ce­vap ola­rak yer­yü­zün­de ilk in­şâ edi­len mes­ci­din “Mes­cid-i Ha­râm”, ikin­ci in­şâ edi­le­nin ise “Mes­cid-i Ak­sâ” ol­du­ğu­nu be­yan bu­yur­muş­tur.

Gö­rül­dü­ğü gi­bi Mek­ke vâ­di­si ilk in­san­la bir­lik­te se­çi­lip mu­kad­des kı­lın­mış­tır.

Kâ­be, Nûh Tû­fâ­nı’ndan son­ra, uzun­ca bir sü­re kum­lar al­tın­da kal­dı. Haz­ret-i İb­râ­hîm, se­ne­ler son­ra ha­nı­mı­nı ve oğ­lu­nu bı­rak­tı­ğı Mek­ke’ye gel­di­ğin­de İs­mâ­îl -aley­his­se­lâm-’a:

“–Rab­bi­min em­ri var. Bir beyt in­şâ ede­ce­ğiz. Sen de ba­na yar­dım ede­cek­sin!” de­di.

İs­mâ­îl -aley­his­se­lâm- taş ta­şı­dı, Haz­ret-i İb­râ­hîm de bey­tin du­var­la­rı­nı in­şâ et­ti. Ma­kâm-ı İb­râ­hîm di­ye bi­li­nen ve üze­rin­de İb­râ­hîm -aley­his­se­lâm-’ın ayak izi bu­lu­nan mer­mer de, Kâ­be du­var­la­rı in­şâ edi­lir­ken asan­sör va­zî­fe­si gör­dü.16

Âyet-i ke­rî­me­de buy­ru­lur:

وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَاهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَإِسْمَاعِيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

“Bir za­man­lar İb­râ­hîm, İs­mâ­îl ile be­râ­ber Bey­tul­lâh’ın te­mel­le­ri­ni yük­sel­ti­yor ve şöy­le di­yor­lar­dı «Ey Rab­bi­miz! Biz­den bu­nu ka­bûl bu­yur; şüp­he­siz Sen işi­ten­sin, bi­len­sin.»” (el-Ba­ka­ra, 127)17

İb­râ­hîm aley­his­se­lâm, in­san­la­rın Kâ­be’yi ta­vâ­fa baş­la­ma­la­rı­na bir alâ­met ol­sun di­ye Ha­cer-i Es­ved’i Kâ­be’nin bir kö­şe­si­ne yer­leş­tir­di.

Ra­sû­lul­lâh -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem-’in bil­dir­di­ği­ne gö­re bu si­yah taş, cen­net­ten çık­tı­ğı za­man süt­ten ve kar­dan da­ha ak ol­du­ğu hâl­de, in­san­la­rın gü­nah­la­rı, onun ka­rar­ma­sı­na se­beb ol­muş­tur. (Tir­mi­zî, Hac, 49/877; Ah­med, I, 307)18

Ay­rı­ca câ­hi­li­ye ve İs­lâm dö­nem­le­rin­de bir­bi­ri ar­dın­ca mey­da­na ge­len yan­gın­la­rın, onu da­ha da si­yah bir hâ­le ge­tir­di­ği ri­vâ­yet edi­lir. Ni­te­kim bu si­yah­lı­ğın sâ­de­ce gö­rü­nen kı­sım­da bu­lun­du­ğu, Ha­cer-i Es­ved’in Kâ­be du­va­rı­na gö­mü­lü kıs­mı­nın hâ­lâ be­yaz ol­du­ğu bil­di­ri­lir.

Mü­câ­hid şöy­le de­miş­tir:

“Ab­dul­lâh bin Zü­beyr -ra­dı­yal­lâ­hu anh-, Bey­tul­lâh’ı ye­ni­le­mek için yık­tı­ğın­da Ha­cer-i Es­ved’e bak­tım; Beyt’in için­de ka­lan kıs­mı be­yaz­dı.”

Kar­ma­tî­ler, ye­rin­den sö­küp gö­tür­müş ol­duk­la­rı Ha­cer-i Es­ved’i, hic­rî 339 se­ne­sin­de iâ­de et­tik­le­rin­de, ye­ri­ne ko­nul­ma­dan ön­ce Mu­ham­med bin Nâ­fî el-Hu­zâî onu in­ce­le­miş ve şöy­le de­miş­tir:

“Ha­cer-i Es­ved’i ye­rin­den sö­kül­müş ol­du­ğu hâl­de in­ce­le­dim; si­yah­lık sâ­de­ce baş ta­ra­fın­day­dı, di­ğer ta­raf­la­rı ise be­yaz­dı.”

Yi­ne hic­rî 1039 se­ne­sin­de Kâ­be bü­yük bir sel ne­tî­ce­sin­de yı­kıl­mış­tı. Ye­ni­den in­şâ edil­di­ği es­nâ­da ora­da bu­lu­nan İmâm İbn-i Al­lân el-Mek­kî, in­şa­atın saf­ha­la­rı­nı iz­le­ye­rek taf­sî­lâ­tıy­la kay­det­miş ve Ha­cer-i Es­ved hak­kın­da şun­la­rı söy­le­miş­tir:

“Ha­cer-i Es­ved’in Kâ­be için­de ör­tü­lü ka­lan kıs­mı­nın ren­gi Ma­kâm-ı İb­râ­hîm gi­bi be­yaz­dır…”

Kâ­be’nin in­şâ­sı ta­mam­la­nın­ca Haz­ret-i İb­râ­hîm ve İs­mâ­îl -aley­hi­mes­se­lâm-, Al­lâh’a şöy­le duâ et­ti­ler:

“Ey Rab­bi­miz! Bi­zi Sa­na tes­lîm olan­lar­dan kıl! Nes­li­miz­den de Sa­na ita­at eden bir üm­met çı­kar; bi­ze ibâ­det usûl­le­ri­mi­zi gös­ter; tev­be­le­ri­mi­zi ka­bûl et; zî­râ tev­be­le­ri çok­ça ka­bûl eden, çok mer­ha­met­li olan an­cak Sen’sin.

رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِن ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُّسْلِمَةً لَّكَ وَأَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَا إِنَّكَ أَنتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ

(128)

رَبَّنَا وَابْعَثْ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكِّيهِمْ إِنَّكَ أَنتَ العَزِيزُ الحَكِيمُ

(129)

Ey Rab­bi­miz! On­la­ra, iç­le­rin­den Sen’in âyet­le­ri­ni ken­di­le­ri­ne oku­ya­cak, Ki­tap ve hik­me­ti öğ­re­te­cek ve onları(n ne­fis­le­ri­ni) tez­ki­ye ede­cek bir pey­gam­ber gön­der! Çün­kü üs­tün ge­len, her şe­yi yer­li ye­rin­ce ya­pan yal­nız Sen’sin!” (el-Ba­ka­ra, 128-129)

Kâ­be’nin in­şâ­sı bit­tik­ten son­ra, Al­lâh Te­âlâ İb­râ­hîm -aley­his­se­lâm-’a bü­tün in­san­la­rı hac­ca dâ­vet et­me­si­ni em­ret­ti:

وَأَذِّن فِي النَّاسِ بِالْحَجِّ يَأْتُوكَ رِجَالًا وَعَلَى كُلِّ ضَامِرٍ يَأْتِينَ مِن كُلِّ فَجٍّ عَمِيقٍ

“İn­san­la­rı hac­ca dâ­vet et; yü­rü­ye­rek ve­ya za­yıf­la­mış bi­nek­ler üs­tün­de (uzak yol­lar­dan) her de­rin vâ­di­yi aşa­rak sa­na gel­sin­ler.” (el-Hacc, 27)

Bu ilâ­hî tâ­li­mat üze­ri­ne Haz­ret-i İb­râ­hîm Ebû Ku­beys Da­ğı’na çı­ka­rak ve­ya Ma­kâm-ı İb­râ­hîm üze­rin­de yük­se­le­rek dört bir ya­na ses­len­di ve Al­lâh’ın, Kâ­be’yi hac­cet­me­yi in­san­la­ra farz kıl­dı­ğı­nı bil­dir­di.20

İb­râ­hîm -aley­his­se­lâm- bu îlâ­nı yap­tık­tan son­ra Ceb­râ­îl -aley­his­se­lâm- ge­le­rek, ken­di­si­ne Sa­fâ ile Mer­ve’yi ve Ha­rem-i Şe­rîf’in sı­nır­la­rı­nı gös­ter­di, alâ­met ol­mak üze­re de bi­rer taş dik­me­si­ni söy­le­di. Da­ha son­ra hac­cın bü­tün fa­rî­za­la­rı­nı öğ­ret­ti.

Bun­dan son­ra ya­kın ve uzak bel­de­ler­den zi­yâ­ret­çi­ler Hi­caz’a ge­le­rek Bey­tul­lâh’ı zi­yâ­re­te baş­la­dı­lar. Kâ­be mü­him bir dî­nî mer­kez hâ­li­ne ge­le­rek bü­tün in­san­la­rın te­vec­cü­hü­nü ka­zan­dı.

Öte yan­dan Kâ­be, sâ­hip ol­du­ğu kıy­met ve kud­siy­ye­ti çe­ke­me­yen pek çok müş­rik kav­min sal­dı­rı­sı­na da mâ­ruz kal­dı. Ye­men hü­küm­dâ­rı Eb­re­he’nin men­fur ta­ar­ru­zun­dan ön­ce­ki asır­lar­da, put­pe­rest olan Ye­men hü­küm­dar­la­rın­dan üçü da­ha Kâ­be’yi yık­mak is­te­miş­ti. Bu ta­ar­ruz­lar­dan bi­ri­sin­de Hü­zey­lo­ğul­la­rı’ndan bâ­zı kim­se­ler, Tüb­ba’ı21 Kâ­be’yi yı­kıp ora­da­ki ha­zî­ne­yi al­ma­sı için kış­kırt­tı­lar. Onu böy­le­si men­fur bir ta­ar­ru­za sevk et­me­le­ri­nin se­be­bi, Tüb­ba’dan kur­tul­mak is­te­me­le­ri idi. Zî­râ Hü­zey­lo­ğul­la­rı, Kâ­be’nin kud­siy­ye­ti­ne ina­nı­yor ve tâ­ri­hî tec­rü­be­le­re is­ti­nâ­den ona kar­şı ya­pı­la­cak her­han­gi bir su­ikas­tin ke­sin­lik­le he­lâ­ke se­bep ola­ca­ğı­nı çok iyi bi­li­yor­lar­dı.

Kâ­be’yi yık­mak için yo­la çı­kan Tüb­ba’ ve ce­ma­ati, yol­da ku­ma sap­la­nıp ka­lın­ca, Tüb­ba’, ma­iy­ye­tin­de bu­lu­nan âlim kim­se­le­rin îkâ­zı ve ir­şâ­dı ile Kâ­be’ye kar­şı bes­le­di­ği kö­tü ni­yet­ler­den vaz­geç­ti. Bey­tul­lâh’a tâ­zim gös­te­rip Mek­ke hal­kı­na da iz­zet ü ik­ram­da bu­lu­na­ca­ğı­nı ah­det­ti ve böy­le­ce he­lâk ol­mak­tan kur­tul­du.22

Bu ve ben­ze­ri hâ­di­se­ler­le Kâ­be’nin Hak ka­tın­da­ki kadr u kıy­me­ti zâ­hir olun­ca, bu­na bağ­lı ola­rak halk na­za­rın­da­ki îti­bâ­rı da yük­sel­di. Kâ­be, Mek­ke ve Ku­reyş­li­le­rin ilâ­hî mu­hâ­fa­za al­tın­da ol­duk­la­rı inan­cı, Ara­bis­tan ahâ­lî­si ta­ra­fın­dan be­nim­sen­di.

Haz­ret-i İb­râ­hîm’den son­ra Bey­tul­lâh’ta ibâ­det, put­pe­rest­li­ğin baş­la­dı­ğı za­mâ­na ka­dar tev­hîd esas­la­rı­na uy­gun bir şe­kil­de de­vâm et­miş­tir. An­cak Mek­ke’de put­pe­rest­li­ğin ya­yıl­ma­sıy­la be­râ­ber, müş­rik­ler ta­ra­fın­dan Kâ­be’nin içi­ne ve et­râ­fı­na bir­çok put di­kil­miş­tir. Bu­na rağ­men Kâ­be hiç­bir za­man put­la­ra izâ­fe edil­me­miş, dâ­imâ “Bey­tul­lâh” is­miy­le yâd edil­miş­tir.23

Mek­ke’nin fet­hin­de, Kâ­be’nin için­de­ki put­lar ta­mâ­men kı­rı­lıp atıl­mış ve Kâ­be’nin içi dı­şı, Pey­gam­ber Efen­di­miz’in ne­zâ­re­tin­de Zem­zem’le yı­kan­mış­tır. O gün­den be­ri Kâ­be, Kur­ban bay­ra­mı­nın are­fe­sin­de Zem­zem ve gül su­yu ile yı­ka­nıp te­miz­le­nir, misk ü am­ber­le ko­ku­la­nır ve ör­tü­sü ye­ni­le­nir.

Câ­hi­li­ye dev­rin­de, müş­rik­le­rin çok kıy­met ver­dik­le­ri Mu­al­la­kâ­tü’s-Seb’a gi­bi ede­bî eser­le­rin ve müs­lü­man­lar­la her tür­lü alâ­ka­yı kes­me ka­ra­rı­nın ya­zı­lı ol­du­ğu boy­kot met­ni gi­bi mü­him si­yâ­sî ve­sî­ka­la­rın Kâ­be du­va­rı­na asıl­ma­sı, onun her ci­het­ten bü­yük bir ehem­mi­ye­te sâ­hip ol­du­ğu­nu gös­ter­mek­te­dir.

Kâ­be ile alâ­ka­lı, in­şâ edil­di­ği gün­den iti­bâ­ren îfâ edi­le­ge­len bir­ta­kım hu­sû­sî va­zî­fe­ler var­dı ki, bun­la­rı ilk za­man­lar Haz­ret-i İs­mâ­îl yü­rüt­müş­tü. Ar­dın­dan bu şe­ref­li va­zî­fe­ler İs­mâ­îl aley­his­se­lâm’ın oğ­lu­na geç­miş, son­ra Cür­hü­mî­le­re ve on­lar­dan da çe­şit­li ka­bî­le­le­re ge­çe­rek ni­hâ­yet Ku­reyş’e in­ti­kâl et­miş­ti. Da­ha son­ra ku­ru­lan Mek­ke şe­hir dev­le­tin­de de îti­nâ ile ye­ri­ne ge­ti­ri­len bu va­zî­fe­ler şun­lar­dı:

1. Si­dâ­ne ve­ya Hi­câ­be: Kâ­be’nin per­de­dar­lı­ğı ve anah­tar ko­ru­yu­cu­lu­ğu va­zî­fe­si.

2. Si­kâ­ye: Ha­cı­la­ra tat­lı su ik­râm et­mek ve Zem­zem ku­yu­su ile alâ­ka­lı va­zî­fe.

3. Ri­dâ­ne: Fa­kir ha­cı­la­ra ye­mek ik­râm et­mek, on­la­rı ba­rın­dı­rıp ağır­la­mak va­zî­fe­si.

Bu va­zî­fe­le­ri de­ruh­te et­mek, en bü­yük şe­ref sa­yı­lır­dı. Bu hiz­met­ler Asr-ı Sa­âdet’te Mek­ke’nin ile­ri ge­len âi­le­le­ri ara­sın­da pay­la­şıl­mış­tı. Haz­ret-i Ömer, hi­lâ­fe­ti za­mâ­nın­da mez­kûr hiz­met­ler için tah­si­sât ayır­mış, Haz­ret-i Mu­âvi­ye’den iti­bâ­ren de bu iş­ler bir ni­zâ­ma ko­nul­muş­tur. Os­man­lı idâ­re­sin­de ise Kâ­be hiz­met­le­ri­ne her yıl Ha­re­meyn tah­si­sâ­tın­dan pay ay­rıl­mış­tır.
Son düzenleyen Baturalp; 23 Aralık 2016 04:49 Sebep: başlık ve sayfa düzeni