Arama

Nurullah Ataç - Tek Mesaj #1

BARIŞ - avatarı
BARIŞ
Ziyaretçi
14 Kasım 2006       Mesaj #1
BARIŞ - avatarı
Ziyaretçi

Nurullah Ataç, asıl adı ALİ NURULLAH ATA

Ad:  Nurullah_Ataç.JPG
Gösterim: 4149
Boyut:  28.9 KB

(d. 21 Ağustos 1898, Beylerbeyi, İstanbul - ö. 17 Mayıs 1957, Ankara)
Türk edebiyatında modem anlamda deneme türünde ürün veren ilk yazar ve eleştirmen.

Hammer’in tarihini Türkçeye çeviren maliyeci ve öğretmen Mehmed Atâ Bey’in oğluydu. İlkokuldan sonra dört yıl Mekteb-i Şultani’de (Galatasaray Lisesi) okudu. Öğrenimini tamamlamak ve Fransızcasım ilerletmek için İsviçre’ye gitti. Mütareke sırasında Türkiye’ye döndü (1919); bir süre (1922) Darülfünun’da edebiyat derslerini izledi. Sınav vererek Fransızca öğretmeni oldu. İstanbul’da Nişantaşı, Vefa, İstanbul, Üsküdar liselerinde (1921-23), Adana Lisesi’nde (1924-25) Fransızca dersi verdi. Ticaret Vekâleti’nde çevirmenlik (1926-27); Ankara Orta Muallim Mektebi’nde Türkçe, sanat tarihi, Fransızca (1928-30); İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Okulu’nda (1937-38) Fransızca; Gazi Terbiye Enstitüsü’nde (1939-40) ve Ankara Atatürk Lise si’nde (1941-45) Fransızca öğretmenliği; Basın Yayın Umum Müdürlüğü’nde (1944- 45) yayın şefliği yaptı. Daha sonra Cumhurbaşkanlığı çevirmeni olan Ataç, emekliye ayrılana değin bu görevi sürdürdü. Türk Dil Kurumu yönetim kurulu üyeliğine seçildi ve yayın kolu başkanı oldu (1951); ölümüne değin bu iki görevini bir arada yürüttü. Ölümünden sonra, kızı Meral Tolluoğlu her yıl mayıs ayı içinde, bir önceki yılın en iyi eleştiri ve deneme ürünlerine verilmek ve Ataç’ın yazılarının geliriyle karşılanmak üzere bir Ataç Armağanı kurdu (1958). Armağan 1959’da Memet Fuat’a, 1960’ta da Sabahattin Eyuboğlu’na verildikten sonra kaldırıldı.

Ataç, edebiyat dünyasına Yahya Kemal’in yönettiği Dergâh dergisinde yayımlanan şiirleri (1921-22), tiyatro eleştirileri, Ahmed Haşim ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu üzerine yazılarıyla girdi. Daha sonra yalnızca deneme ve eleştiri türünde ürün verdi. Eski Türk edebiyatıyla birlikte Batı edebiyatını, özellikle de 18. ve 19. yüzyıl Fransız edebiyatını yakından izledi. Remy de Gourmont ve Hazlitt ona gençlik yıllarında eğitim kaynağı oldu. Yerleşik değerlere kuşkuyla bakma alışkanlığını ilk onlardan aldığı anlaşılır. Montaigne’e ve Andre Gide’e hayrandı. Ama kendine en çok P. Leautaud’yu yakın buluyordu. Her türlü uzlaşmacılığa karşı çıkan tavrı ile bu yazar arasında büyük benzerlik vardı. Gençlik döneminde çok etkilendiği Sainte-Beuve ve Emile Faguet’den ise zamanla uzaklaştı. Yazılarında sık sık Montaigne, La Bruyere, Ronsard, Voltaire, Hugo, Stendhal, Balzac, Gide, Mallarme, Verlaine, Rimbaud ve Valery’ den örnekler verir. Ama kendi yaşıtı yazarların ünlendiği dönemden sonra Batı edebiyatıyla ilişkisinin zayıfladığı görülür.

Ataç yeni bir kültür, edebiyat ve dil arayışı içindeydi. Düşünsel denemelerinde Batılı anlamda bir çeşitliliği savundu. Çoğulcu bir düşünceye ulaşmak için Batı hümanizmini ve demokratikleşme sürecini sindirmek gerektiği konusunu ısrarla işledi. Ona göre Türk devriminin amacı, ulusal benliği koruyacak bir Batılılaşma olmalıydı. Devrimin başarısı önder aydınlara bağlıydı. Doğal gücü temsil eden Caliban’a, kültürlü, dürüst Prospero’nun yön vermesi gerektiğini savundu (Prospero ile Caliban, ös 1961, 1988).

Ataç edebi deneme ve eleştirilerinde başlangıçta tümüyle öznel bir eleştiriyi kendine yakın buldu; Anatole France’ı izleyerek, eleştirinin de bir sanat yapıtı olduğunu savundu. Ama zamanla bu tanımın eleştiriden çok denemeye ilişkin olduğu düşüncesine bağlandı. Ataç’a göre eleştirmen, okura, sezemediği güzellikleri tanıtmalıydı. Bu yüzden, değer yargısından önce bir eğitim ve inceleme aşaması şarttı. Gene de değer yargısı kişiyi kaçınılmaz olarak öznelliğe götürecekti. Eleştirmen yapıta yalnızca değeri biçmemeli, onu zamanla, zamanı da onunla aydınlatma çabası da göstermeliydi. Bunun için de başka düşüncelere açık, hoşgörülü olmalıydı. Ataç, bu düşüncelerden yola çıkarak kendi yazı serüveniyle özdeş bir sonuca ulaştı: Eleştirmen, yapıtı kendine göre değil, yapıtın yaratılışındaki anlayışa göre ele almalıdır. Yeni şiir başarılı olduktan sonra Ataç, divan şiiri sevgisini yeniden işlemeye başladı. Ona göre divan şiiri artık üstüne eğilinmesi gereken bir kaynak değildi; ama yüce güzellik anıtlarını tanımak gerekiyordu. Fuzulî, Bakî, Şeyh Galip, Nedim, Nailî büyük şairlerdi, büyük bir söz uygarlığı, şiirsel birikim yaratmışlardı, tran şiirine bağlanmışlarsa, bunu bilerek, o şiiri gerçek anlamda tanıyarak yapmışlardı. Ataç’a göre divan şiirinden Yahya Kemal’e ve Ahmed Haşim’e değin geçen süre boş bir bocalama evresiydi. Tanzimat da, Servet-i Fünun da, Hece şiiri de o evrenin art arda gelen dönemleriydi.

Ataç’a göre Batı şiirini Türk edebiyatına ilk getiren Ahmed Haşim’di. Ama Haşim eski şiirin köklerinden yeterince beslenemediği için yapıtları etkisiz kalmıştı. Yahya Kemal ise her zaman büyük, yaratıcı ve toparlayıcı olmuştu. Ataç’ın çok değer verdiği sanatçılar arasında Nâzım Hikmet ile Orhan Veli de sayılabilir. Ataç’m, büyük bulduğu şairleri zaman zaman beğenmediği görülür. Füzulî’den soğuduğu, Nedim’i bayağı bulmaya başladığı, Tevfik Fikret’ten ise bütünüyle vazgeçtiği olmuştur.

Yeni şiirin tutunmasında Ataç’ın çok büyük katkısı olmuştur. Garip akımının dördüncü kişisiymiş gibi çaba gösterdiği için, Orhan Veli’nin zaferini kendi zaferi saymış, Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet’ten söz ederken onları hep yüceltmiştir. Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya da ayrı bir değer vermiştir. Romanda Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nu, öyküde Sabahattin Ali’yi üstün tutmuş, daha sonra Sait Faik’e bağlanmıştır.

Ataç dili bir uygarlık sorunu olarak ele almış, Batı uygarlığıyla bütünleşerek edinilecek kavramların özlerine Osmanlıca ile ulaşılamayacağını ileri sürmüştür. Batı dillerinin temelinde Yunan Latin kökenli terimler bulunduğu için, Türkiye’de de okullarda Yunanca-Latince okutulmasını istemiştir. Devrik cümleye Türkçe içinde devinim kazandırmış, sözcükler türetmiş, dilde özleşmenin en önde gelen savaşçısı olmuştur.

Ataç gerçeği parça parça görmüş, düşünceyi tipik ya da en uygun olduğu noktadan değil, kendine en ilginç görünen yerden yakalamıştır. Düşünce onda hemen kanıya dönüşebilir, ama o çok. kesin konuştuğu zaman bile son sözünü söylemiş değildir; o anda ne söylediğini bilen, ama az sonra ne söyleyeceğini bilmeyen bir denemeci tavrı içindedir. Bu kuşkucu ve çelişkiden korkmayan tavır, Ataç’ın yazar kişiliğinde uzun süre olumlu sonuçlar doğurmuştur.Yazılarında iki öğe ağırlıktadır: Alay ve öfke. Sevmediklerine alayla karşılık vermiş, sevdiklerine ve gençlere öfkesini yöneltmiştir. Öfkesi Ataç’ın temiz ve yaratıcı yanıdır.

ÖBÜR ÖNEMLİ YAPITLARI. Günlerin Getirdiği (1946, 1989), Karalama Defteri (1952, 1991), Sözden Söze (1952, 1991), Ararken (1954), Diyelim (1954), Söz Arasında (ös 1957), Okuruma Mektuplar (ös 1958, 1989), Günce (ös 1960), Ataç: Dil Üzerine Söyleşiler (ös 1962), Söyleşiler (ös 1964), GünceI (ös 1972), Günce II (ös 1972), Dergilerde (ös 1980).

Kaynak: Ana Britannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 7 Aralık 2016 22:28