Arama

Endüstri (Sanayi) Nedir? - Tek Mesaj #3

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
19 Eylül 2015       Mesaj #3
Safi - avatarı
SMD MiSiM
SANAYİ,-sl, -I a. (ar. şmâ'at’in çoğl. sınai’'den).
1. Hammaddelerin değişikliğe uğratılması ve kullanılması yoluyla maddi servetler üretilmesine yarayan iktisadi etkinliklerin tümü: Bir ülkede sanayiyi geliştirmek. (Eşanl. ENDÜSTRİ.)
2. Bu iktisadi etkinliklerin her biri: Ayakkabı sanayisi. Otomobil sanayisi. (Bk. ansikl. böl.)

♦ çoğl. a. Esk.
1. Zanaatlar.
2. Sanatlar.
3. Ustalıklar, maharetler, hünerler.
4. Sanayi i nefise, güzel sanatlar. || Sa nayi ü hiref, geçinmek, para kazanmak amacıyla yapılan işler, zanaatlar.

—Ed. Sanayi-i lafziye - SÖZ. || Sanayi-ı maneviye - ANLAM.

—Esk. denize. Sanayi sıbyan taburu, donanmada kullanılmak üzere denizcilik sanatlarının geliştirilmesi amacıyla kurulmuş birlik.

—Orm. san. Sanayi odunu, yapacak odun karşıtı olarak olduğu gibi ya da torna ve sanayi işleri için (kâğıt yapımı, vb.) kullanılan küçük ya da orta bey odun parçaları (direk, sırık, kütük).

—Oto Sanayi taşıtı, az ya da çok ağır yükleri taşımak için düzenlenmiş taşıt.

—San. Sanayi bölgesi, sanayi kuruluşlarının yoğun olarak toplandıkları bölge. || Sanayi dalı, bir sanayinin alt bölümlerinden her biri. (Örneğin, yağ sanayisi be sin sanayisinin bir dalıdır.) || Sanayi devrimi, kapitalizmin, tekniğin, üretim ve ulaşımın gelişmesi sayesinde, XVIII. yy.'dan başlayarak çağdaş dünyada ortaya çıkan değişime eşlik eden olayların tümü. (Bk. ansikl. böl.) || Sanayi ilişkileri, bir ülkede işçi ve işveren örgütleri ile çalışma hayatını düzenlemede önemli rolü olan devlet arasındaki iletişimi belirleyen ilişkiler || Sanayi mühendisliği, çalışma alanı fabrikaların imalatla uğraşan bölümlerini denetlemek, makinelerin ve donanımların planlarını hazırlamak, en iyi çalışma koşullarını ve en verimli üretim yollarını bulmak olan mühendislik dalı. || Ağır sanayi, üretim araçlarını üreten büyük sanayi. || Egemen sanayi, bir kentin, bir bölgenin iktisadi etkinliğine tek başına ya da geniş ölçüde egemen olan sanayi dalı. || Hafif sanayi, tüketim malları üreten sanayi. || Öncü sanayi, iktisadi işlevi, yukarı ya da aşağı yönde öncü etkisi yapmak ve kurulan bir firma çevresinde başka sanayilerin de ortaya çıkmasını sağlamak olan sanayilere verilen ad. || Yavru sanayi, yeni kurulan, henüz gelişmemiş, korunmaya muhtaç sanayi. (Dış ticarette korumacılık yanlısı olanların ileri sürdükleri teze göre, bu tip sanayiler belli bir gelişme düzeyine gelinceye kadar dış rekabete karşı korunmadıkları takdirde gelişme fırsatı bulamadan çökerler.) [Bebek sanayi ya da çocuk sanayi de denir.]

—ANSİKL. Coğ. Sanayi coğrafyası, belli bir sanayi alanı'nın (yalnızca sanayi tesislerinin üzerinde kurulmuş olduğu alan) ve belli bir sanayileşmiş alan'ın (az çok sanayileşme özellikleri taşıyan ilçeler, kentler, bölgeler, ülkeler) örgütleniş biçimini açıklamaya çalışır Birinci durumda, sanayinin yerleşme mantığının araştırılmasına ağırlık verilir, ikinci durumda ise, daha çok, sanayinin insanların yerleşik olduğu bir ortamla bütünleşmesi sorununun incelenmesi sözkonusudur. Her iki durumda da mekânsal ölçeklerin göz önünde tutulması gerekir: sanayi coğrafyası, bir fabrikanın yerinin seçimiyle ilgilendiği gibi, çokuluslu şirketlerin mekânsal stratejileriyle de ilgilenir.

Dünyada sanayi. Önde gelen yedi büyük sanayi devleti, yani önem sırasıyla ABD, Japonya, Almanya, Fransa, Ingiltere, İtalya ve Kanada dünya sanayi üretiminin yaklaşık % 65'ini sağlamaktadır. Bu üretimin kişi başına düşen yıllık değeri 1 000 doların üstündedir ve bu ülkelerin sanayisi genellikle büyük bir çeşitlilik gösterir. Bu ülkeler, işlenmiş ürünlerde dünya dışsatımının yarıya yakın bir bölümünü gerçekleştirmektedir. Onları, sanayileşmiş ülkeler topluluğu izlemektedir. Bunlardan önde gelen on dördü diğer yedi büyük sanayi devletine eklendiğinde, dünya sanayi üretiminin % 90'ına yakın, sanayi dışsatımının da % 80'ini aşkın bir bölümünün bu ülkelerin elinde toplandığı görülür. Bütün bu ülkelerin sanayileri ya uzmanlaşmış ya da çeşitlilik kazanmış durumdadır. Bu ülkelerin kimisinde sanayileşme uzun (Batı Avrupa) ya da kısa (Kanada, Avustralya) bir geçmişe sahiptir ve kişi başına düşen yıllık sanayi üretimi 800 doların üstündedir; kimisinde ise, sanayileşme az (Brezilya, Meksika, Güney Afrika) ya da çok (Güney Kore, Hongkong, Singapur) yakın bir geçmişe dayanır ve nüfus yükü orta büyüklükte olan bu ülkelerde kişi başına düşen yıllık ortalama sanayi üretimi, 100-800 dolar arasındadır; nihayet, nüfus yükü çok fazla olan Hindistan'da ve Çin'de, kişi başına düşen ortalama sanayi üretiminin 100 doların altında olduğu tahmin edilmektedir.
Bu sayılan ülkeleri az ya da çok hızlı bir tempoyla sanayileşmekte olan ülkeler izlemektedir. Toplam sanayi üretimi 0,8- 5 milyar doları bulan bu ülkelerde kişi başına düşen üretim 50-100 dolar olmakla birlikte, istisna oluşturan bazılarında bu düzeyin üstüne çıkar. Bunlar, özellikle, bazı Latin Amerika, Güneydoğu Asya ve Uzakdoğu ülkeleridir. Bu sınırların altında kalan ve özellikle Latin Amerika ve Kara Afrika'da çok sayıda bulunan ülkeler, az sanayileşmiş sayılırlar.
Bu eşitsiz dağılışın temel neaenıerı çeşitlidir. Dünyaya dağılmış olan enerji ve hammadde kaynakları içinde yalnızca, XIX. yy. sanayi devriminin temelini oluşturan kömür, tartışma götürmez derecede önemli bir rol oynamıştır. Buna karşılık, insan etmeni son çözümlemede en önemli etmen olarak karşımıza çıkmaktadır. Fabrika üretimini yalnızca metropole özgü kılıp, sömürgeleri hammadde sağlamakla görevli sayan sömürge sistemi, hiç kuşkusuz, sanayinin yeryüzündeki eşitsiz dağılımını artırıcı bir rol oynamıştır. Sömürgeciliğin tasfiyesi gerçi az gelişmiş ülkelerin eşit bir biçimde sanayileşmesine yol açmadı, ama yukarıdaki şema yine de zamanla değişikliğe uğradı (yerli tekstil sanayisinin gelişmesi). Günümüzde, sanayinin yeryüzündeki dağılımı belli başlı dört etmene bağlı görünmektedir: üçüncü dünyanın sanayileşmesini önleyen engellerin eşit olmayan bir biçimde varlığını sürdürmesi (özellikle sermaye yetersizliği ve yetişmiş teknik eleman yokluğu); sanayileşmiş ülkelerin teknik ileriliği ve mali gücü ve bunların enerji bunalımı ve kendi işgüderinin pahalılığı karşısında öncü sanayilerini geliştirerek bazı fabrikalarını dış ülkelere satmaları; sanayileşmiş ülkelerde sanayinin genişlemesinde (bazı kesimlerde bu sanayi, iç pazardan çok dışsatım için çalışır) güçlü bir motor rolü oynamış olan serbest değişimciliğin başarıları ve başarısızlıkları; nihayet, ucuz işgücü sayesinde büyük işletmelerin stratejileriyle üçüncü dünyanın sanayileşme politikalarını uzlaştıran yeni bir uluslararası işbölümü.

Sanayinin yerleşim etmenleri. Bunlar, hammaddelerden işlenmiş ürünlere kadar uzanan az ya da çok uzun, az ya da çok dallanmış teknik zincirlemeler çerçevesi içinde, birbirlerine az ya da çok bağlı sanayi kategorilerine göre farklı ağırlıkta etmenlerdir. Genellikle, katma değer miktarının, hammaddelerin dönüşüm sayısıyla birlikte artması, ağır ürünler kullanan ve üreten sanayileri yukarı kesimde yer almaya iter; bunlar, hammadde kaynakları üzerinde yerleşmiş ve teknik zincirin ilk halkalarını demir-çelik, kimya, petrol gibi karmaşık sanayiler içinde birleştiren sanayilerdir. Bununla birlikte, aşağı kesimde yer alan ve birleştirici sanayiler adı verilen (otomobil yapımı gibi) sanayiler de çoğunlukla ikinci elden üretim çerçevesi içinde iş gören bazı üretici sanayileri bir araya toplayabilir.
Bu karmaşıklık dışında, sanayide' her türlü yerleşme eylemi, bir seçim konusu oiuşturur; ve bu seçimde bir yandan yerleşilecek ortama bağlı etmenler, öte yandan da sanayi girişimcisinin kendisi, yani seçimi yapan kişi ve onun ortam koşullarıyla ilgili değerlendirmelerinde değişikliklere yol açabilecek etkiler rol oynar.
Ortamla ilgili yerleşim etmenleri arasında maddi girdilerin (enerji ve hammaddeler) rolünün giderek azaldığı görülmektedir. Kömürün ağır bir hammadde olması ve buhara dayalı bir enerjinin mekanik aktarım olanaklarının sınırlı kalması, sanayinin maden kömürü havzalarında (Nord -Pas-de-Calais, Ruhr, Pennsylvania) toplanmasına yol açan güçlü bir etken oluşturuyordu. Elektriğin ortaya çıkması, elektrik aktarım ağının gelişmesi ve fiyatların da buna uygun bir biçimde ayarlanması, çok fazla elektrik enerjisi tüketen elektro- metalürji ve elektrokimya gibi sanayilerin, bir süre için, elektriğin bol ve ucuz olduğu bölgeleri (Alpler, Pireneler) ya da ülkeleri (Kanada, Norveç) yeğ tutmasına karşın, tersine, sanayinin dağılmasına yol açan güçlü bir etken oldu. Hammaddelere gelince, bunların etkisi ağır nitelikleriyle (yükte ağır, değerde hafif) orantılı olmayı sürdürdü. Ama, deniz taşımacılığında ortaya çıkan devrim, bu hammaddelerin maliyetini düşürerek, bazen maden yataklarının zararına olarak limanlarda (kıyı demir-çelik sanayisi, liman rafinerileri) “su üstü” ağır sanayilerinin gelişmesine yol açtı. Buna karşılık, hammadde olarak su (besin ya da kimya sanayileri) ya da soğutmada kullanılan su (termik santrallar, demir-çelik), sanayi yerleşiminde giderek önemli bir rol oynamaya başladı.
Ama, sanayinin yerleşim etmenleri arasında en önemlisi, yine de, birbirine bağlı üç yönüyle (kıtlık ya da bolluk, fiyat ve nitelik) işgücüdür. Bu üç yönden birincisi, bazı güçlü nüfusbilimsel genişleme bölgelerinin yararına çalıştı ve bu arada özellikle kırsal göç dolayısıyla büyüyen kentleri ön plana çıkardı.
Bununla birlikte niceliksel işgücü gereksinimleri ve bunun sonucu olarak bir istihdam havzasının az ya da çok çekici duruma gelmesi, üç etmen tarafından değişikliğe uğratılabilir: 1. üretkenlikten kaynaklanan sürekli kazanç (hem gereksinimleri kısar, hem de sanayi dalları arasında görülen farkları azaltır);
2. bazen çok uzaklardan gelen göçmen işçilerin etkisiyle kent nüfuslarında ortaya çıkan az ya da çok büyük hareketlilik;
3. genellikle bol işgücüne sahip az sanayileşmiş bölgelerde, sanayi emeği koşullarına, psikolojik ve teknik bakımdan sık görülen bir uyumsuzluk.
Öte yandan, yapısal (nüfusbilimsel dinamizm) ya da konjonktürel (gerileme dönemi) işgücü bolluğu, maliyet düşüklüğünün ancak kısmi bir nedeni olabilir. Ulusal çapta toplu iş sözleşmesi görüşmelerine rağmen, sanayileşmiş ülkelerde artık açıkça kendini gösteren, coğrafi bölgelere göre ücretlerin farklı oluşu (köylere oranla kentlerde, küçük kentlere oranla büyük kentlerde, iktisadi bunalım içindeki bölgelere oranla dinamik bölgelerde ücretler daha yüksektir), uluslararası ölçekte en yüksek noktasına erişmiş görünmektedir. imalat sanayilerinde, bir Ameri- kalı'nın saat başına aldığı ücret, bir Hintli’ nin saat başına aldığı ücretin yaklaşık 24 katıdır. Hiç olmazsa bu ölçekte sanayileşmeden sonra yeniden bir denge kurulması olasılığı çok sınırlı kalmakta ve düşük ücret yükü, sanayi yönünde güçlü bir çekim etmeni oluşturmaktadır. Bazı üçüncü dünya ülkelerinde son zamanlarda görülen sanayi atağının nedeni budur: örneğin, Güney Kore'nin sanayi üretimi on beş yılda (1960-1975) 13 kat arttı.
Nihayet, işgücünde aranan nitelikler, yalnızca onun mesleki eğitimiyle ilgili değildir. İşgücünün cins ve yaş yapısından (konfeksiyon sanayisi gibi bazı dallarda özellikle kadın işçiler kullanılır) başka, onun sendikal örgütlenme düzeyi de, sınai yerleşim yeri seçimi üzerinde, henüz iyice belirlenmemiş bir biçimde, etkili olabilir.
Başka birçok ortam koşulu daha işe karışır. Ucuz ulaşım araçlarının varlığı, yükte ağır hammaddeler işleyen sanayilerin kurulmasını özendirici bir rol oynamayı sürdürmekle birlikte, ulaşım araçları yalnızca maliyetleri bakımından etkili olmakla kalmazlar. Gerek hammaddelerin sağlanması, gerekse işlenmiş ürünlerin teslimi bakımından iyi bir ulaşım olanağı, sanayi kuruluşlarını, yerleşim alanı olarak otoyol kavşakları (eskiden demiryolu eksenleri) yakınlarını seçmeye yönlendirir. Buralara kolay ulaşılamaması, eski kent yolları ağlarının bozulmasına yol açar. Ayrıca, kişiler için de ulaşım kolaylığı sözkonusudur: işçilerin çalıştıkları kurumla onun istihdam havzası arasındaki periyodik göçleri ya da iş gezisi denilen yolculuklar (işletmenin iç ve dış bağlantıları); bunlar için, yakında bir hava limanının bulunması çoğu kez vazgeçilmez bir gereksinimdir. Telekomünikasyon olanakları, kaliteli bir şebekeyle sanayileri kendine çekecek yerde, yerel yetersizlikleriyle bugüne kadar daha çok caydırıcı bir rol oynamıştır.
Genel olarak, hizmet donanımları, işletmeler (kamu daireleri, bankalar, aracı ticari kuruluşlar) için olduğu kadar, bunların personeli için de (okul, kültürel çevre, boş zamanları değerlendirme) gittikçe daha büyük bir önem kazanmaktadır. Bu durumda, işletmelere ait hizmetler, artık eski sanayileşme bölgelerinin "imalat dokusunla kaynaştırılarak (Alsace’ın kapısı, Karaorman), böylece hem sanayilerarası ilişkileri çeşitlendirme olanakları, hem de nitelikli işgücü sağlama kolaylıkları elde edilebilmektedir.
Ama, seçim aynı zamanda sanayi girişimcisine bağlıdır. Sanayi devriminin ilk döneminde, işletmelerin kurulması her şeyden önce bireylerin ve ailelerin işi olduğu sıralarda, sanayileşme, genellikle, başka bazı etkinlikler, özellikle ticaret sayesinde biriktirilmiş yerel sermayelere ve bunları elinde bulunduranların sanayi serüvenine atılmak isteyip istememelerine bağlıydı. Daha sonra, mali konsantrasyonlar, büyük işletmelerin ulusal ve çoğu kez uluslararası bir nitelik kazanması, "iş yönetimi”nin ortaya çıkması, yerel ya da bölgesel tasarrufla, sanayi arasında var olan bağları gevşetti, hatta büsbütün kopardı. Üçüncü dünya ülkelerinden birçoğunda ve hatta sanayileşmiş ülkelerde bir devlet kapitalizminin ortaya çıkması ve gelişmesi ve yine planlı ekonomilerin doğması, devletleri sanayilerin yerleşimine müdahale etmeye yöneltti.
Devletler bu müdahaleyi, sermaye ve üretim araçları sahibi olarak doğrudan doğruya yapabildikleri gibi, ülke topraklarının iktisadi düzenlenmesi politikaları çerçevesi içinde dolaylı olarak da yapabilmektedirler. Bütün bu uygulamalar ikinci Dünya savaşı'ndan sonra ortaya çıkmıştır. istihdam kaynağı olan sanayileşme, bu konuda başrolü oynar. Sanayileşme bir ekonomik plan çerçevesi içine oturtulur ve bazen (ender olarak) buna, doğal ortamları ve yaşam çerçevelerini koruyan bir fiziksel plan eşlik eder (İsveç). Piyasa ekonomisinin egemen olduğu ülkelerde, ülke topraklarının iktisadi düzenlenmesi politikasının sanayi yerleşimine müdahalesi, dolaysız (mali ya da vergisel) ve dolaylı (ulaşım altyapılarını geliştirme, sanayi bölgeleri düzenleme) türden özendirmeler aracılığıyla gerçekleşir.
Sözkonusu özendirme önlemlerinin mekânsal dağılışı konusunda birbirine karşıt iki büyük görüş vardır:
1. belli bir önem sırası da gözetilmek koşuluyla yaygınlaşmayı savunan görüş (Fransa, Hollanda, Büyük Britanya vb.’de yardım "bölgeler"i oluşturulması);
2. ileride birer büyüme merkezine dönüşeceği umulan "sanayi merkezleri”nde toplaşmayı savunan görüş.

Sanayi alanları ve sanayileşmiş alanlar. Tek tek sanayi kuruluşlarından, büyük sanayi bölgelerine kadar gitgide daha karmaşık bir yapı gösteren sanayi alanı tipleri vardır.
İlke olarak, sanayinin dağılışı kırsal ortam yönünde olur; doğal ortama yöneldiği ender olarak görülür. Hammaddeyle bağlantı genellikle ön planda rol oynar: bununla birlikte, sanayinin dağılışı yalnızca "tarım sanayileriyle, kereste fabrikaları, maden ve taş ocağı .(imalat sanayileriyle [çimento fabrikalan] birlikte ya da yalnız) işletmeleriyle ilgili değildir. Kolay ulaşılabilir olmak koşuluyla, arsalar ve ucuz işgücü de çok çeşitli fabrikaları kırsal bölgeye çekebilir.
Çoğunlukla, sanayide bir toplaşma olduğu görülür. Bu toplaşma, sözcüğün geniş anlamıyla bir sit'e (su, ucuz arsalar, bir ulaşım ekseninin çekiciliği) bağlı olabileceği gibi, çeşitli sanayiler arasındaki bir teknik dayanışmanın sonucu da olabilir. Duruma göre dairesel ya da doğrusal bir biçim alabilen bu toplaşma, sanayileşmiş ülkelerde, şehircilik ya da ülkenin iktisadi bakımdan düzenlenmesi politikalarından çok daha önce, özellikle kentlerin aşağı bölümlerinde verimsiz arazilerde ve genellikle kentlerin çevresinde, kendiliğinden doğma sanayi mahalleleri ortaya çıkarmıştır. Daha yakın zamanlarda, bölgeler oluşturma pratiği, özel olarak düzenlenmiş sanayi bölgelerinin ortaya çıkmasına yol açtı. Etkinlik bölgeleri de denen bu bölgelerde, özellikle boyutları bakımından, iki büyük sanayi alanı tipi ayrımı yapılabilir. Bunlardan en sık rastlanan “kentsel” sanayi bölgesidir. Ender olarak 200 ha’ı aşan bu tip, çok çeşitli sanayileri ve bu arada bazı üçüncü kesim kuruluşlarını içinde toplar. Bazen deniz (Fos-sur-Mer), bazen de ırmak kıyısında yer alan liman sanayi bölgesi ise, binlerce hektarlık araziyi kaplayabilir ve her şeyden önce ağır sanayi etkinliklerine yöneliktir.
Sanayi ile kent arasındaki ilişki, bazen bir sanayi kentinden söz edilmesine olanak verecek bir global düzeye erişir; bazen de sanayinin kent alanı içinde dağılımını belirtir. Birinci durumda, en yüksek sanayileşme oranına küçük ya da orta büyüklükteki kentlerde ulaşılır. Bu orana hiçbir zaman büyük kentlerde ulaşılamaz, çünkü bu kentler büyüme süreçleri içinde giderek önemi artan bir üçüncü kesimin doğmasına yol açarlar. Ayrıca, şu ya da bu sanayi dalında az ya da çok gelişmiş bir uzmanlaşmaya rastlanabilir. Böylece, kent dışı pazara dönük özel sanayilerle, giderek seyrekleşen sıradan sanayiler ayrımı ortaya çıkar. Bu sonrakilerde, etkinlik tiplerine göre selektif bir yerleşime ve kentin büyümesine bağlı olarak yer değiştirmelere rastlanır.
Kentlerin dışında büyük boyutlu sanayi aglomeraları ortaya çıkabilir. Sanayi vadileri, genellikle, hem geleneksel su kullanımına, hem de birçok ulaşım yolunun bir noktada toplanmasına dayanır. Liman sanayi kompleksleri, kent düzeyini aşarak sanayileşmiş kıyı cephelerinin oluşmasına yol açabilir (Meksika körfezinin ABD kıyısı, Japon iç denizi kıyıları). Büyük maden yatakları (maden kömürü ya da demir cevheri), bazen büyük boyutlu sanayi havzalarının (Ruhr) doğmasına yol açar. Bu büyük sanayi havzalarından kimisi günümüzde yeni gereksinimlere uydurulma ve "atıl sanayi topraklarının” (sanayi kuruluşları tarafından bırakılmış topraklar) yeniden değerlendirilmesi gibi iki başlı çetin bir sorunla karşı karşıya bulunmaktadırlar. Ama, sanayi havzalannın kökeni yalnızca maden havzalarına dayanmaz. Detroit çevresindeki sanayi üçgeninin kökeni, otomobil sanayisidir.
Daha da büyük bir ölçüde olmak üze( re, sanayi, bölgesel ve hatta bölgelerüsı tü bir alana dayanabilir. Örneğin Rusya’daki bazı “teritoryal üretim kompleksleri", kesim oluşturan, dayanışmalı ve teknik bakımdan birbirini tamamlayan kombinalar çerçevesi içinde bölgesel kaynakların kullanımına dayanırlar. Sanayinin bölgesel örgütlenişi, çoğu kez, az ya da çok büyük ölçüde, bir federal devlet anlayışına bağlıdır. Ama, insan, sermaye ve hammadde kaynaklarının yerleşimi, tarihin akışı içinde, siyasi yönetim bölgelerinin sınırları ötesine taşan, geniş sanayi alanlarının doğmasına yol açmıştır: Ren ekseni üstünde toplaşmış olan ve devlet sınırlarını da aşarak Avrupa sanayisinin önemli bir bölümünü kendinde toplayan Lotharingia sanayi beldesi, bunun özel bir örneğini oluşturur.

Sanayi devrimi kavramı'nı ilk kez Engels kullandı ve bu konuda ilk sentez denemesini Rövolution industrielle au XVIIIe siöcle (XVIII. yy.'da sanayi devrimi) [1905] adlı yapıtıyla Paul Mantoux gerçekleştirdi. Bu yapıt, yalnızca, sanayi devriminin ilk kez ortaya çıktığı ülke olan İngiltere'yi konu alıyordu. Mantoux’dan sonra, tarihçiler, sermaye birikimi, işgücü, işletmelerin boyutlan, tutarlı bir piyasanın oluşumu ve tarım devriminin incelenmesine daha fazla ağırlık vermeye başladılar. Günümüzde araştırmacılar, bu konuda, değişik yayılma hızı gösteren karmaşık bir olay ortaya çıkardılar; hızlanma ve kalkışa geçme (take off) kavramları, kilit kavramlar durumuna geldi. Sanayi devrimi, XVIII. yy.'da önce İngiltere’de başladı ve arkadan dünyanın öteki bölümlerine yayıldı.
Aydınlanma yüzyılında bilim, üretim sürecine sistemli bir biçimde uygulandı: yeni imalat yöntemleri kotarılmasını, yeni hammaddeler, yeni enerji kaynakları ve otomatik makineler kullanılmasını olanaklı kıldı. iktisadi etkinlik toplaştı ve uzmanlaştı: fabrika, yeni iş örgütlenmesini oluşturdu; ilk kez, üretim yerel ya da ailesel çerçeveyi aşarak sistemli bir biçimde ulusal ve uluslararası çerçeveye ulaştı. Ulaşım gelişti, kentler benzeri görülmemiş bir gelişme gösterdi: kıtlık ve yokluklar ortadan kalktı; sanayi üretimi toplam üretim içinde üstünlük kazandı. Yeni toplumsal sınıflar: sanayi burjuvazisi ve modern proletarya ortaya çıkıp gelişti.

İngiltere'nin öncülüğü. XVIII. yy.'da sermaye belli birtakım ellerde toplanırken, İngiltere iki harekete sahne oldu: bunlardan biri, kentlerde üretim araçları üzerindeki denetimlerini tümüyle kaybetmiş bir üreticiler kitlesinin oluşması; öteki de kırsal bölgelerden atılmış, buralarda geçimlerini sağlayamaz duruma gelmiş büyük bir emekçiler kitlesinin ortaya çıkmasıdır. Sanayinin çağdaş biçimi, yaşamak için emek gücünü kiralamaktan başka çaresi olmayan bu yeni sınıfla, ellerinde önemli bir sermaye kitlesi bulunan kapitalistlerin karşılaşmasından doğdu. Ama, büyük sanayi üretiminin ortaya çıkması, piyasanın sürekli olarak genişlemesini, dolayısıyla üretilen malların fiyatının düşmesini gerektiriyordu: bu da ancak makineleşmenin sanayiye girmesiyle olabilirdi.
Tekstilde sanayileşme, XVIII. yy.’da, John Kay’in seyyar mekiği icat etmesiyle (1733) başladı. John Kay'in bu buluşu, iplik eğiricilerle kumaş dokuyucular arasındaki oranı altüst etti: eskiden bir dokuyucu için dört eğiriciye gereksinim varken, Kay’in bulduğu yöntemle dokuma hızının artması, eğiridlerin sayısında da büyük bir artışı gerekli kıldı. Böylece, iplik yapımı yöntemlerinde değişiklik yapılması zorunlu oldu. James Hargreaves, 1764-1769 arasında, iplik eğirme makinesini (spin- ning jenny), Richard Arkvvright da water frame’ı (1769) icat ettiler. Su enerjisiyle işleyen bu sonraki eğirme makinesinin üretim gücü, elle çalıştırılan "jenny”ninkinden çok daha yüksekti. 1779’da, Samuel Crompton, gerek “jenny”nin (ipliği çok zayıftı), gerekse "water frame"ın (ipliği sağlam, ama çok kalındı) sakıncalı yanlarını gideren bir makine icat etti: Crompton'un “mule"ü, öteki iki aracın elverişli yanlarını birleştiriyordu. Nihayet, Edmund Cartvvright, mekanik dokuma tezgâhını icat etti
Demir ve çeliğin sanayiye yeter miktarlarda üretilmesi, diğer sanayilerin gelişebilmesi için zorunluydu. Oysa, İngiliz metalürjisi durağanlık içindeydi: bilinen tek yakıt olan odun kömürü, ormanlarla birlikte giderek yok olma tehlikesi gösteriyordu. İsveç’ten satın alınan demir, çok pahalıya mal oluyor ve İngiliz maden sanayisi yavaş yavaş sönüyordu. Demirhane sahibi Darby, 1709-1735 arasında, kok kömürüyle dökme demir yapma yöntemini
buldu: o tarihe kadar, sanayide ham taş- kömüründen yararlanılamıyordu, çünkü yandığı zaman çıkardığı sülfürlü bileşikler, dökme demiri kolay kırılır duruma getiriyordu. Taşkömürünün özel bir yöntemle pişirilerek, odun kömürü kullanma zorunluğu ortadan kaldırıldı.
Ama, dökme demir büyük miktarlarda üretilebilir olunca, geleneksel yöntemden (toprak zemin hizasına yerleştirilen bir pota kullanma) daha hızlı bir tasfiye yöntemi bulmak gereği ortaya çıktı. Bunun üzerine, Peter Onions ve Henry Cort aynı zamanda (1783 ve 1784) "puddlage” yöntemini buldular. Bu yöntem, erimiş madenin bir karıştırıcıyla karıştırılarak, dökme demirin işlenebilir demire dönüştürülmesini sağlıyordu. Bunun ardından, Cort’un icat ettiği hadde makinesi, geleneksel çekiçle dövme yönteminin yerini başarılı bir biçimde aldı.
1750'ye doğru, Huntsman, dökme demire küçük miktarlarda odun kömürü ve dövülmüş cam karıştırarak dökme çelik yapımı yöntemini buldu. Yorkshire'da, Sheffield çevresinde, Aşağı İskoçya’da, Vtlales'te vb. yeni metalürji merkezleri oluştu. 1776-1779 arasında, John VVİlkinson (1728-1808), Darby’lerin fabrikasına, Severn suyu üzerinde ilk demir köprüyü yaptırdı. Böylece, yine VVİlkinson’un ön ayak olmasıyla, gemi, boru, vb. yapımında genellikle demir kullanılmasına başlandı.
Thomas Savery ve Thomas Newcomen'in (1705) makinelerinden sonra, James VVatt'ın (1736-1819) 1765’te icat ettiği makine, soğutucu olarak içinde su buharı dolaşan bir kondansör kullanan ilk makine oldu. Ne var ki, su buharının, pistonun yalnızca bir yüzüne vurduğu tek etkili makine, pompalar için son derece elverişli olduğu halde, fabrikaların sürekli işleyiş düzenine o kadar uygun düşmüyordu. Piston kolu ve manivelanın bulunuşundan sonra bu buluşlarla birleştirilen çift etkili makine, pistonun doğrusal hareketini dairesel harekete dönüştürdü (1784) ve bundan böyle, buhar makinesi bütün sanayi alanına (pamuklu iplik ve dokuma tezgâhları, metalürjide havalandırma donanımları ve haddehaneler) uygulandı.

Kapitalist üretim ve iktisadi yaşamın altüst oluşu. Makineleşme toplaşmaya (con- centration) yol açtı: örneğin, Arkvvright tipi bir donanım, tek binalı ve merkezi motor gücüne dayalı bir iplik fabrikasının varlığını gerektiriyordu. Elöylece, iplik fabrikası, içinde yüzlerce işçiyi barındıran bir yapı durumunu aldı. Metalürjide, odun kömürünün sakıncalarından kurtulan işletmeler, artık birkaç yüksek fırını birden içerebiliyorlardı. Önceleri, akarsuların yakınında yer alması gereken pamuk sanayisinin yol açtığı coğrafi toplaşmanın yanı sıra 1785’ten sonra, kömür yatakları yakınında, daha sonra da piyasalara ve işgücü merkezlerine yakın yerlerde toplaşmalar ortaya çıktı. Bu gelişme, aşırı üretim bunalımlarına, dolayısıyla işsizliğe ve luddite ayaklanmalarına (işçilerin, ellerinden geçim olanaklarını aldığı gerekçesiyle, makineleri kırmaları) yol açtı.
Kentlerin nüfusu alabildiğine arttı ve yeni sanayi bölgelerine doğru kaydı: XVIII. yy. başlarında, İngiltere nüfusunun beşte üçünden fazlası, Bristol geçidiyle Londra arasında uzanan bir kuşak üzerinde toplandı. Üretimin büyümesi, değişimlerin gelişmesine, ulusal ve uluslararası pazarların fethine yol açtı: Britanya'nın pamuklu dışsatımı tutarı 1680’de 6 000 İngiliz lirası iken 1765'te 200 000,1850'de de 30 milyon İngiliz lirasına yükseldi.
Kıta Avrupası'nda bu büyüme daha yavaş ve daha az oldu. XVIII. yy.'da Fransa' nın elindeki sermaye daha bol olduğu halde durmadan artan devlet borçları yüzünden verimsiz kalıyordu. Fransa nüfusu, İngiltere' ninkinden daha fazla olmakla birlikte lonca sisteminin yıkılarak işgücünün serbestliğe kavuşturulması ancak 1789 devrimi’nden sonra gerçekleşti. Oysa bu süreç İngiltere'de XVIII. yy.’da olup bitmişti. Fransa’nın iç piyasası da İngiliz iç piyasasına oranla daha büyüktü, ama Birleşik Krallık'ın elinde amerikan koloni piyasası bulunuyordu. Ulaştırma sistemi, Ingiltere'de Fransa'ya oranla çok daha çabuk gelişti. 1800'de, İngiltere'deki kanalların sayısı, Fransa’dakinin iki katıydı. Nihayet ve özellikle İngiliz siyasi iktidarı, sanayinin genişlemesini sürekli olarak özendirdi; 1688 devrimi'nden başlayarak, İngiliz burjuvazisi, iktidar mekanizmalarını ele geçirdi, İngiliz aristokrasisi sanayi ve ticaret hareketi içinde yer aldı; Fransa’da aristokrasinin sanayi ve ticaret hareketi içindeki yeri pek küçüktü; aynca, 1815'ten sonra alınan koruyucu önlemler de Fransa’nın göreceli geri kalmışlığını artırmaktan başka bir şey yapmadı.

Sanayi proletaryası. Köklerinden koparılmış muazzam bir işgücü kitlesinin varlığı, kapitalist burjuvaziye, ücretler üzerinde baskı yapmak ve iş süresini uzatmak olanağını sağlıyordu; bu ise, "artıdeğer” in artması demekti. XVIII. yy.'da İngiltere' de normal bir iş gününün sûresi 13-14 saatti. Pamuk ipliği fabrikalarında, iş haftası süresi, XVIII. yy.’ın ortalarında, 75-80 saatti. Bu süre, XVIII. yy.’ın sonunda 72 saate indiyse de, 1804'te yeniden 80 saate yükseldi.
Fakat, XIX. yy.'ın ortalarında, işçi direnişinin örgütlenmesi sonucunda, iş günü süresine yasal bir sınırlama getirildi ve bu süre önce 12, sonra 10 saat oldu. Bu durumda, sermaye, artıdeğeri artırmak amacıyla, işçiye ödenen ücretin değerini üretmek için zorunlu olan iş süresini azaltmanın yolunu aramaya başladı. Bunun yolu, göreceli artıdeğerin çoğaltılması, yani işin veriminin artırılmasıydı: bu da, daha ileri bir iş bölümü, fabrikada daha despotik bir iş örgütlenmesi ve yeni makineler kullanılmasıyla elde edildi. Sıradan tüketim malları fiyatları düştü. Ama, malların üretimi için zorunlu iş süresi daha da hızlı düştü. Böylece çalışma temposunun hızlandırılması ve işçi tarafından gözetilecek makine sayısının artmasıyla işin daha yoğun bir hale getirilmesi sonucunda, emekçi daha çok sömürülmeye başlandı.

Sanayi devriminden sonra. XIX. yy.'ın son üçte birinde, teknik ilerlemeler (patlamalı motor, elektrik motoru, elektrik ampulü, elektrik üretiminde su enerjisinden yararlanma, telefon, telsiz telgraf, Bessemer çeviricisi, demiryollarının gelişmesi, otomobil vb.), sanayiye dayanan ekonomi sisteminde aralıksız bir evrime yol açtı (sanayide toplaşma sürecinin hızlanması, dünya pazarına başka birçok ülkenin daha girmesi). Öyle ki, bir ikinci sanayi devrimi'nden söz edilebiliyordu. Ni- haŞrat, daha yakın bir tarihte, nükleer ener jinin ortaya çıkması ve elektronik makinelerin kullanılmaya başlaması, iktisadi sistemde bir kez daha derin bir altüst oluşa yol açtı. Bunun da bir üçüncü sanayi devrimi olduğu söylenebilir.

—Ikonogr. Eski ikonografide sanayinin simgesi, üstünde kanatlı bir el ve bir göz bulunan bir asadır; bu göz ve el, doğanın yarattığı en mükemmeli simgeler. Oyma Sanayi
alegorileri çeşitli XIX. yy. anıtlarını süsler. Hammaddelerin makine yardımıyla dönüştürülmesine dayalı çağdaş sanayi, başından beri birçok sanatçının ilgisini çekti: İngiltere’de ressam J. Wright (VVright of Derby denir), 1770’ten itibaren metalürji tesislerini geceleyin, ışıklandırılmış olarak canlandırdı; İsveç’te XVIII. yy.'ın son yıllarında Pehr Hilleström Demirhaneyi ziyaret (Stockholm) konulu tabloyu gerçekleştirdi. Fransa'da sanayinin başlangıç dönemi, Engelmann’ın Vosges tekstil fabrikaları için yaptığı taşbaskılarda (1823-24) betimlenmiştir F. Bonhommâ'nin resim ya da tasbaskı çalışmalarının en büyük bölümü, Fransa’daki İkinci imparatorluk dönemi metalürjisine ayrılmıştır. 1875'te A von Menzel Hadde makineleri (National galerie, Berlin) adlı ünlü tablosunu, 1893'te de Cormon, Tourcoing müzesi' ndeki Demirhane'y gerçekleştirdi. Sanayi, belçikalı C. Meunier'ye birçok desen, resim ve heykel esinledi. XX. yy.'da, 1920'li ve 1930'lu yılların Deyneka ya da Yuriy Pimenov gibi rus ressamları, ağır sanayinin kuruluş evrelerini, kübist bir üslupla yansıttılar (onları, toplumcu gerçekçiliğin estetik anlayışına bağlı çok sayıda sanatçı izledi). 1930'a doğru meksikalı D. Rivera motor üretimini konu alan bir fresk yaptı (Detroit institute of Arts), Avrupa’da F. Lâger inşaat şantiyeleri üzerine bir dizi tablo gerçekleştirdi; savaş gemisi tersaneleri, İngiliz Stanley Spencer tarafından betimlendi.

Sanayi madalyası
, Abdülhamit II döneminde (1876-1909), sanat ehline verilmek üzere altın ve gümüşten bastırılan madalya. 30 mm çapındaki madalyaların ön yüzünde şemse içinde sultanın tuğrası ve osmanlı arması, arka yüzündeyse meşe dalları arasında, madalya sahibinin adının yer alacağı bir boşluk vardır.

Sanayi ve ticaret bakanlığı
, sanayi ve ticaret politikasını günün koşullarına, kalkınma plan ve programlarında yer alan ilke ve hedeflere uygun biçimde düzenlemek, uygulamak ve geliştirmek amacıyla kurulmuş bakanlık.
Daha önce Sanayi bakanlığı ve Ticaret bakanlığı olarak ayrı ayrı kurulmuş olan bakanlık, 13 aralık 1983 tarihinde birleştirilmiştir. 1985'te 3143 sayılı kanunla ve 1989'da 384 sayılı kanun hükmünde kararname ile yeniden düzenlenen Sanayi ve ticaret bakanlığı'nın ana hizmet birimleri şunlardır: Sanayi genel müdürlüğü, Sanayi araştırma ve geliştirme genel müdürlüğü, Küçük sanatlar ve sanayi bölgeleri ve siteleri genel müdürlüğü, iç ticaret genel müdürlüğü, Teşkilatlandırma genel müdürlüğü, Avrupa topluluğu koordinasyon genel müdürlüğü, Ölçüler ve kalite kontrol genel müdürlüğü, Sınai mülkiyet dairesi başkanlığı, Bağlı ve ilgili 'kuruluşlar dairesi başkanlığı.
Bakanlığın ilgili kuruluşları: Makine ve kimya endüstrisi kurumu genel müdürlüğü, Türkiye Şeker fabrikaları genel müdürlüğü, Türkiye Gübre sanayii genel müdürlüğü, SEKA genel müdürlüğü, Türkiye çimento ve toprak sanayii aş. Bakanlığın taşra kuruluşları, Sanayi ve ticaret il müdürlükleridir.

Kaynak: Büyük Larousse