Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Tek Mesaj #616

DEsssT16 - avatarı
DEsssT16
Ziyaretçi
10 Nisan 2007       Mesaj #616
DEsssT16 - avatarı
Ziyaretçi
İNTİHAR ETMEK İSTEYEN ARKADAŞA YAZILAN MEKTUP..

SEVGİLİ DOSTUM

08 / 04 / 2003 Mersin

Mektubuma başlarken tüm güzel duyguların ve yaşamların seninle olmasını dilerim.
Bana dertlerini yazman, çocukluk arkadaşlığından öte belki de benim engelli bir çocuğa sahip olmamdan kaynaklanmıştır. Öyle de olsa yirmi iki yıl sonra aklına gelmem beni memnun etti.
Çocuğunuzun trafik kazasında ölmesi ise beni derin hüzünlere boğdu. Onu unutamadığınızı üzerinizde çok olumsuz bir iz bıraktığını ve hayatın anlamının kalmadığını yazmışsınız. Asıl buna daha çok üzüldüm.
Dostum, ölüm tabii ki insanlara acı verir. Ölüm de ayrılık da sevinçler de bu hayat oyununun vazgeçilmez satranç taşlarındandır. Şunu iyi bil ki ölüm, insanın kapısını beklenilen zamanda çalmayabilir. Ölümde adalet aranmaz. Onun için insanlar ölümün kalleşliğinden korkmamalı. Biliyorum bazı sözler içi boş sofra gibidir. Adı sofradır ama, karın doyurmazlar. Onun için sana şimdilik: “Her şeye karşın hayat devam ediyor.” diyemiyorum.
Sevgili dostum! Anımsıyor musun? Çocuklarımız birer hafta arayla doğmuşlardı. Ne kadar sevinmiştik. Ancak benim oğlum ateşli bir hastalıktan sonra zihinsel engelli kalmıştı. Mektubunda onu da sormuşsun. Bu acılar içinde onu da hatırlayıp sorman beni ayrıca duygulandırdı. Senin çocuğun bir mezar çukurunu doyurdu. Tam yirmi üç yıldır bizim çektiklerimiz bin yirmi üç mezar çukurunu doyurur.
Sevgili arkadaşım! Ölüm nedir ki? Er ya da geç karşılaşacağız. Ölümle saklambaç oynanmaz. Fakat senin gibi bu dünyada ölümü arzu edenlerin, ölümü kurtuluş görenlerin durumları daha acı ve daha çekilmez bir durumdur.
Sevgili dostum! Acılar bizim yoldaşımız olmuştur. Acılarla yüreğimiz kabuk bağlamıştır. Şimdi bu yarayı kaşıyıp acılarımızla yüzleşelim.
Şimdi lütfen beni iyi dinle! Biz cehennem azabını daha bu dünyada iken çekiyoruz. Galiba Allah'ın bu dünyaya sırf acı çekmek için gönderdiği kullarındanız biz. Bizim evde kapılarımız, camlarımız kırıktır. Eşyalarımız da kullanılmayacak derecede kırık döküktür. Çatalı, bıçağı yatakların arasına saklarız. Diş macunu kullanamayız. Tıraş kremimiz komşulara emanet edilir. Beş kişi bir arada yemek yemiş değiliz. Bu kocaman dünya bizi kendi odamıza hapsetti. Bu duvarların dili olsa da anlatsa çekilen çileleri.
En yakınlarımız bile bizimle ilişkiyi kesti. Ne gelen olur bize, ne de biz kimseye gideriz. Komşularımızın zarar ziyanı bizden tahsil edilir. Çocuğumun merdivenlerdeki ayak sesleri hep başımızın kakıncı olmuştur. Kanı beş para etmeyenlerden azar işitiriz. İşten yorgun argın eve dönerim. Hanım: “Hiç yukarı çıkma! Git şu çocuğu bul gel.” der. Karakollar hastaneler her gün uğrak yerimizdir. Ayrıca bu çileler yetmiyormuş gibi akıllı dediğimiz bazı kocaman insanların çocuğumuzu kızdırıp, bundan zevk almaları; yüreğimizin ta derinlerine zerk edilmiş zehirden daha acı geliyor.
Sevgili dostum. Bu dünyada kendi çıkarları uğruna başkalarını büyük zararlara sokan taş yürekli, caniden daha korkunç, sahtekar damgası yemediği halde sahtekarları ceplerinden çıkartabilecek insanlar vardır. Bir gün Ankara'dan Mersin’e dönüyorduk. Otogarda değnekçi dedikleri şahıs karşımıza çıkıp: “Hadi! Eskişehir! Eskişehir!” dedi. Oğlum: “Eskişehir!” diye tutturdu. Adam, peşimizi bırakmıyordu. Adama yalvardım: “O özürlü! Bilmiyor! Biz Mersin’e gideceğiz.” Değnekçi, çocuğun ‘Eskişehir’ dediğini söyleyip durdu. Sinirimden çocuğu orada ölesiye dövdüm. Sonunda çocuğun inadı ve değnekçinin gayretiyle kendimizi Eskişehir'de bulduk.
Dostum! İnsanlar çocuğunun cenazesine gelmişlerdir. Bizim çocuğumuza araba çarptı. Kimse gelmediği gibi ölmediğine (biz dahil) herkes üzüldü. Altı metrelik duvardan düşüp; iç kanama geçirdi. Pil yuttu, çivi yuttu, gazoz kapağı yuttu. İlaç içti, benzin içti. Evimizi yaktı; ne o öldü ne de biz... Sabah olur: “Eyvah!” deriz. “Yine mi gün başladı?”.
Benim kara bahtlı arkadaşım. Bize bu dünyada ihaneti, mertliği, namussuzluğu, yağcılığı, iki yüzlülüğü , ölümü hastalığı, ayrılmayı, kavuşmayı öğrettiler. Bunlarla zaman zaman yüz yüze geldik. Ne yapacağımızı biliyorduk. Ama bize şu zihinsel özürlülükten kimse bahsetmedi. Ya da biz duymadık. Belki de gözümüzün önündeydi; biz farkına varamadık.
Sevgili arkadaşım, az daha benim de sana mektubumun başında diyecek olduğum gibi bana: “Hayatın tatlı yönleri de var. Keyfine bak.” diyenler oldu. Bazı olaylara bazıları yıldızları uzaktan seyreder gibi bakarlar. İnsan acı çekerken hayatın tatlı yönlerini nasıl bilsin? Bizim gözlemlerimizin acılara dayandığını nereden bilsinler. Belki de bizim acılara dayanan gözlemlerimiz, bizim için bir gözlemmiş gibi olabilir ama diğer insanlar için doğru bir sonuç olmayabilir. Onun için onları hiçbir zaman suçlamadım. Arkadaşım! Geceleri bülbülün neler söyleyerek hıçkırdığını ancak güller anlar. İnan ki dostum ben, acılarını çok iyi duyumsuyorum.
Değişmek , değiştirmek en güç olanıdır. Ben şimdi sana ne söyleyeyim?
Biliyorum büyük fedakarlıklar yalnız ve yalnız evlatlar için yapılır. Ben de çocuğum için hayatımı feda ettim.. Ama senin çocuğun artık yok ve onun için hiçbir fedakarlık da yapamazsın. Sadece, onun anısına hayatla mücadele edebilirsin.
Zayıf ve yoksullar farkında olmadan ortalıkta fazla görünmek istemezler. Kuytu ve karanlık yerlerde kalmayı yeğlerler. Sen de zayıflığını, çaresizliğini örtmek için karanlıklarda kalmayı, hatta yaşa(**YASAK KELIME)na son vermeyi uygun görmüşsün. Seni ayıplamıyorum. Çünkü insanları hayatta tutan düşleridir. Kayıp ettikleri değil.
Sevgili dostum! Rüzgar her zaman denizle uğraşır. Onu rahatsız etmeye çalışır. Denizin umurunda bile değildir. Deniz ise, rüzgarla dalga geçer. Deniz var olduğundan bu yana hep deniz kalmıştır. Senin bu dünyadan yenilgiyle gitmen kimin umurunda? Kime ceza vermek istiyorsun ki? Hem cezaların en büyüğünü kendine kesmiyor musun?
Sevgili arkadaşım! Yaşamı biçimlendiren bizim onun karşısında aldığımız tutumlardır. Acı (ne yaparsa yapsın); senin yorgun bedeninin içerisine bir mikrop gibi girse bile seni öldürmeye yetecek kadar güçlü değildir. Yeter ki umutsuzluğa kapılma. Çünkü umutsuzluk, hücrelerine girip çıkmaz. Orada yerleşir. Sonuçta umutsuzluk, diri bedeni bile çürütüp öldürme gücüne sahiptir.
Yaşama yeniden dört elle sarılman gerekir; bu senin için yeni bir olaydır. Bıkmadan usanmadan umutla gidersen; mutlaka tünelin bir yerinde bir ışık olduğunu fark edeceksin. Bu ışıktan dışarıya bakarsan o zamana kadar hiç bilmediğin yepyeni bir dünyaya adımını atarsın. Orada engin ufukların seni özlemle beklediğini görürsün. Peşinden koşacağın gerçek mutluluğun ölümde olmadığını utançla öğrenirsin.
Ölüm aranmaması gereken bir kayıptır. Ona ancak cennette kavuşabilirsin. Kendi canına kıysan; Allah seni affetmeyecek ve oğlunla orada da buluşamayacaksın. Hayata devam etmen bir ihanet olmadığı gibi senin en doğal hakkındır. Bu bir bencillik de değildir. Eğer oğlun hayatta olsa idi ve ona gelebilecek tehlikelere siper olmasa idin o zaman bencillik yapmış olurdun. İnsan sevdikleri için, özgürlüğünü rahatını zincirlere, zindanlara bağlar gerekirse canını da toprağa verir. Ama ölüler için değil.
Sevgili dostum! Çokbilmişlik olmasın ama, mektubumun bu son bölümlerini senin affına sığınarak birkaç öğütle bitirmek istiyorum.
Bir insanın acıları, sıkıntıları ailesinin çevresinin hatta insanlığın mutluluğu konusunda bir işe yarıyorsa, bütün bunlar acı, sıkıntı olmaktan çıkar. Ama senin çektiğin acılar; havanda su dövmekten öteye gitmez.
Bazı insanlar toplum hayatını ancak nefret etmek için tanırlar. Sen de onlardan biri olma.
İnsanlar acılarını da, sevinçlerini de paylaşmak isterler. Haset ve bencil insanlar ise ne acılarını ne sevinçlerini paylaşırlar. Okyanusun ortasında da tek olmayı isterler. Bir düğünde de... Bunlar üzüntü ve sevinçlerini kendi kendileriyle paylaşırlar. Her şeylerini içlerine atar şişer çatlayıp geberirler. Acılarını benimle paylaştığın için sana ayrıca teşekkür ediyorum.
Sevgili dostum. Kötü bir şey yapabileceğinden korktuğunu yazmışsın Gerektiği zaman korkmak doğaldır. Bu senin yaşamı sevdiğini gösterir.
İnsanlar kendinden bekleneni yerine getiremediği için suçluluk duyarlar. Bu beklenilen kesinlikle senin düşündüğün gibi değildir. Dünyanın gidişi içinde önüne geçilemez şeyler vardır. Bize düşen bunları kabul etmektir.
Yaşama sırtını dönme. Üzülmek senin hakkındır. Ama her fırsatta yaşamla mücadele et. Yaşamı hesaba almazsan o da seni hesaba almaz. İşte tehlike o zaman vardır. Meşgul olacak bir şey bul kendine. Böylelikle zaman senin yandaşın olur. Düşmanın değil. Onu her an yaşa ve değerlendir..
Çocukların eline düşen serçeler bile kurtulmak için var güçleriyle kanat çırparlar. Ancak böcekler boyun bükerler. Boynunu bükme ve büktürme. Buna izin verme. Beni ve benim gibileri düşün.
Şimdi mektubumun sonunda şunu söyleyebilirim ki İnsanlar yaşama nedenlerini çok iyi bilmelidir. Önemli olan yarı yolda pes etmemektir. İnsan kendi kararını yine kendisi almalıdır ki izleyeceği yolda daha kolay gidebilsin. Onun için sana kendi canına son ver ya da verme demiyor, selam ve sevgilerimi sunuyorum. Yaşamın acıları sevinçleri tüm kavgaları bize bir şeyler öğretir. Yitirdiklerimiz bile. Hoşça kal. agla