Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Tek Mesaj #617

NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
10 Nisan 2007       Mesaj #617
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Öykü
Keloğlanın ak saçlı anası bir gün yolda bir beş kuruş bulmuş. Ana oğul çok sevinmişler, bu parayı ne yapacaklarını günlerce düşünmüşler. Onlar için büyük bir paraymış bu. Keloğlan bir at almak istiyormuş. Anası ise bir eşek alınmasından yana imiş. Hem de dişi eşek. Dişi eşek yavrular, sonradan birçok eşekleri olur diye tasarlıyormuş. Bir ara, “kaval alalım!” diye tutturmuş Keloğlan. Anası: En iyisi bir çiftlik alalım!” demiş. “Ama bütün bunlar bir beş kuruşçuğa alınır mı” diye akıllarından bile geçirmemişler.

Güneş bütün karanlıkları aydınlığa kavuşturur, sabah olup, geceleyin konuştuklarını anımsayınca, ana oğul gülmüşler de gülmüşler... En sonunda, beş kuruşla bir olta almayı kararlaştırmışlar. Keloğlan hemen çarşıya koşmuş, bir olta alıp gelmiş. Oradan da doğru ırmak kıyısına... Keloğlan her gün birkaç balık tutuyormuş. Onları da götürüp pazarda bir güzel satıyormuş. Bu parayla ekmek, peynir, helva alıp karınlarını doyuruyorlarmış. Eve her gün para girdiği için ana oğul sevinçlerinden uçuyorlarmış. Keloğlan bir gün büyük bir balık tutuncaya dek sürmüş bu sevinçleri.

Çok büyükmüş bu balık. Bakmaya doyulamayacak kadar da güzelmiş. Keloğlan’ın balık tuttuğu yer de padişahın sarayına çok yakınmış. Padişahın dünya güzeli kızı, Keloğlan’ı izliyormuş. İzlemekle kalsa gene iyi! Keloğlan’ın kel kafasına durmadan şeker atıyormuş. Şekerler, mermerden sert bu kafada atak tak” diye ötüyormuş. Bu sesi duydukça, padişahın kızı gülmekten katılıyormuş. Keloğlanın canı acıyormuş ama, bir yandan da düşünüp duruyormuş: Aptal mı bu kız, güzelim şekerleri yiyeceğine, tak tak benim kafama atıyor? Bir iki şekeri yerden alıp cebine de koymuş Keloğlan, ama bu işe çok kızmış.

Neyse, işçi işinde gerek, koskoca balığı güç bela taşıyarak pazara gelmiş. Balığı gören, yanından ayrılamıyormuş Keloğlanın. Herkes elini sürüyormuş balığa. Aman ne güzel balık,” diyorlarmış, “pulları da sanki altından!” En az veren, yirmi beş kuruş veriyormuş balığa. Daha dün dört balığa on kuruşu çok görenler, bu balığa nasıl yirmi beş kuruş verir diye düşünüyor, açıkçası, bu işe çok içerliyormuş. Keloğlan, kendisiyle alay edildiğini sanıp içten içe öfkeleniyormuş. Balığı almak isteyenleri ise, Keloğlan’ın öfkesini, parayı az bulmasına bağlıyorlarmış. Bunun üzerine kimi elli, kimi altmış, kimi seksen kuruş verip almak istemiş balığı. Hele biri, bir tek balığa yüz kuruş verince, Keloğlan öfkeden delirecekmiş. “Satmıyorum bu balığı” deyip evinin yolunu tutmuş. Koca balığı gene üç bela taşıyarak eve gelmiş. Anası, Keloğlan’da bir tuhaflık olduğunu hemen anlamış:

“Hayrola Kel Ağa, bu ne hal böyle, balığı neden satmadın?”

“Benimle alay ettiler! Güle güle fiyatı hep yükselttiler. Belki yüz para verselerdi, balığı satacaktım; ama böylesi çıkmadı.”

Anası gülmüş:

“Bu balık çok güzel bir balık. Seninle alay etmemişlerdir. Demek ki gene huyun tuttu. Neyse, nasıl olsa daha paramız var, bu balığı da biz kendimiz pişirip yiyelim. Hadi, ırmağa götür,güzelce yıka da gel.” Demiş.

Keloğlan, balığı sırtına almış, ırmak kıyısına gelmiş. Balığın karnını yarmış, başını keşmiş. İçini temizlerken eline sert bir şey dokunmuş. Aaaa!.. Balığın karnında bir tas! Tasın üzerindeki yosunları hemen temizlemiş. Tas pırıl pırıl yanmaya başlamış. Keloğlan’ın gözleri kamaşmış. Tası suya batırınca ne görsün! Tasın içindeki su, altın oluvermiş, ırmağın dibine dökülmüş. Keloğlancık şaşakalmış. Başından çok şey geçmiş ama, böylesini hiç görmemişmiş. Tası doldurup doldurup boşaltmış. Tam bu sırada omzuna bir el dokunmuş. Keloğlan dönüp bakmış ki, sabahleyin, kafasına şeker atan kız! Padişah kızı!.. Kız tatlı tatlı gülümsüyormuş. Öylesine de güzelmiş ki kız, aya sen doğma ben doğayım diyormuş sanki. Keloğlan’a, gülerek:

O tası bana verir misin?” Keloğlan hiç aldırış etmemiş. Gözü nü de kızdan ayıramamış. “0 tası bana verirsen, ne dersen yaparım; nereye dersen, arkandan gelirim.” Demiş kız.

Padişahın kızı, sanki sabahleyin kendisiyle alay eden, koca şekerleri tak tak kafasında öttüren o kız değil! Dur,” demiş Keloğlan, “Şu kıza bir kel oyunu oynayayım da görsün, el mi yaman Keloğlan mı yaman!” Kıza dönmüş:

Gel öyleyse ardımdan!” demiş.

Keloğlan önde, padişahın güzel kızı arkada, bağları bahçeleri geçmişler. Görenler, padişahın kızını kınamışlar. “Utanmadan, bir çulsuz Keloğlan’ın ardına takılmış gidiyor, yazıklar olsun senin sultanlığına diyorlarmış. Kız ise, Keloğlanın kendisini kaçırdığını sanıyormuş. Ağaçlık bir yere gelince Keloğlan durmuş. Kız da durmuş. Keloğlan bakmış, kentten epeyce uzaktalar:

“Hadi sultan hanım, başla takla atmaya şu otların üzerinde! Ben dur deyinceye kadar durmayacaksın. İstediğim kadar takla atarsan, tası da alıp gideceksin!” demiş.

Kız bir üzerindeki sırmalı giysilere bakmış, bir de çerli çöplü yerlere. Ama sözünde durmuş. Başlamış takla atmaya. Durmadan dinlenmeden atıyormuş taklaları. Keloğlanın keyfine de diyecek yok, bir ağaca sırtını dayamış, uyur gibi yapmış. İçinden de, “Şu yalan dünyada padişahın kızına takla attırmak da hünerdir!” diye geçiriyormuş.

Kız durmadan takla atıyormuş. Keloğlan bıkmış kızın taklasından, kız bıkmamış. Sonunda “Dur!” demiş, tası kıza uzatmış. Kız, böyle değerli bir tası elde ettiği için ne yapacağını şaşırmış. “Demek ki cömertlikleri yüzünden yoksul kalıyor bunlar!” diye geçirmiş içinden.

Keloğlan evine gitmiş, kız saraya gelmiş. Kızının Keloğlanın ardından gittiğini, padişah babasına daha önce söylemişlermiş. Padişah, “Bir sümüklü Keloğlanın ardından giden kız bana gerekmezl” diye bağırıp, kızını saraydan koymuş Kız nice zaman dağlarda dolaştıktan kurtlarla kuşlarla arkadaşlık ettikten sonra bir kuyunun başına gelmiş Tasını doldurup doldurup boşaltmış , Uzaktan da kent gözüküyormuş. Kente gitmiş. Oranın yapı ustalarıyla konuşmuş. Kendisine öyle bir saray yaptırmış ki dilleri destan! Ama bu arada hep erkek giysileriyle görünüyormuş. Kız olduğunu kimse bilmiyormuş. Keloğlanı çok aratmışsa da bulduramamış. Kız, “Keloğlan!, diye; Keloğlan da, “Vay tasım!” diye yanıyorlarmış, ama birbirleriyle bir türlü buluşamamışlar.

Elinde altın doğuran tas olduğu için, kızın bulunduğu ülke öyle sine zenginleşmiş ki, dilenciler bile milyoner olmuş. öylece, başka bir yerden gelip bu ülkeye yerleşen kızın ünü her yere yayılmış. Çevre ülkelerin padişahları, sultanları, sarayı ve delikanlıyı merak etmişler. Her gün biri gelip biri gidiyormuş. En sonunda babası da katılmış bu meraklılara. O da, aylarca at sırtında yol alarak bu sarayı ve delikanlıyı görmeye gelmiş. Kız hiç belli etme den, babasını karşılamış.Büyük bir sofra donatmış. Yemişler içmişler... Kız, yemekten sonra, elinde tası alıp altın üretmeye başlamış. sunu gören padişahın gözleri neredeyse yuvalarından fırlayacakmış. Padişahın altına gözü doyar mı? Padişah, verilen altınlar yetinmeyip tası elde etmek istemiş. Kıza dönüp:

“Bu tası bana verirsen, ne istersen veririm, ne dersen yaparım...” demiş.

“Her şeyiniz kendinizin olsun! Sizden hiçbir şey istemiyorum. Bir tek şey istiyorum! Adamlarınızla birlikte karşımda takla atacaksınız. Kabul mü?” diye koşullarını bildirmiş kız.

Olur mu, olmaz mı demeye kalmadan, gözünü altın hırsı bürümüş olan padişah, vezirleriyle, büyük büyük adamlarıyla birlikte, kızın önünde takla atmaya başlamış. Padişah şişman, vezirler öylesine, üç atmış, beş atmış, soluk soluğa kalmışlar. Kız bakmış ki hepsi çatlayıp ölecek, başka bir odaya gidip erkek giysilerini çıkarmış, babasının kovduğu o günkü elbiselerini giymiş, saçlarını dağıtmış. Takla atanlara dönüp:

“Yeter babacığım! Bir tas için canından olacaksın nerdeyse.” Demiş. Babası taklayı bırakarak:

“Ah, kızım! Allah’a çok şükür, seni sağ salim buldum.” Diye sevinmiş. Öbür adamları hala yuvarlanmakta imişler sarayın ortasında. Padişah gene kızına seslenmiş:

“Ben onlardan daha iyi takla attım değil mi kızım? Tas benim olmalı...” diye yalvarmış.

Kız gülerek babasının sakalını okşamış:

“Böyle bir yarışa katıldığım için beni evden kovmuş, dağlara salmıştınız, babacığım. Siz ise kaybettiniz! Nerdeyse soluğunuz boğacaktı sizi!” diyerek, bu para delisi babaya kapıyı göstermiş.

Padişah, adamlarıyla birlikte kızın sarayından ayrılmış. Kız ise, tasın gerçek sahibi Keloğlanı yedi yıl aratmış. Yedi yılın sonunda Keloğlancık bulunmuş. Kız bakmış ki, nasıl bıraktıysa öyle bir Keloğlan. Yanında da anası... Düğünler dernekler kurulmuş, kızla Keloğlan evlenmişler. Anası da bir köşeye oturmuş, onlara, onların çocuklarına kazaklar, çoraplar örmüş. Onlar ermiş muratlarına... Murat muratlıların, yaşamak yaşayanların olsun,..