Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Ağustos 2007       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Türk Edebiyatı
Vikipedi, özgür ansiklopedi
  • Dönemleri
    • İslamiyetten Önceki Türk Edebiyatı
      • Sözlü Edebiyat
      • Yazılı Edebiyat
    • İslamiyet sonrası Türk edebiyatı
      • Halk edebiyatı
      • Divan edebiyatı
    • Batı etkisinde Türk edebiyatı Tanzimat Edebiyatı
      • Servet-i Fünun
      • Fecr-i Ati
      • Milli Edebiyat
      • Cumhuriyet Dönemi
Türk edebiyatı veya Türk yazını Türk dilinde yazılmış sözlü ve yazılı metinlerin tümüdür. Daha çok yazılı edebiyatın temelini şekillendiren, Farsça ve Arapçadan fazlasıyla etkilenmiş ve çeşitli Farsça-Arapça alfabelerini kullanmıştır.
Türk edebiyatının tarihi yaklaşık 1.500 yıl öncesine dayanmaktadır. Eldeki en eski Türk yazıları 8. yüzyıldan kalma Orta Moğolistan'daki Orhun Irmağı vadisinde bulunan Orhun Yazıtları'dır.

Türklerin İslam'ı kabul ettikten sonraki edebiyat metinleri lügatler, fıkıh eserleri, peygamberler tarihi, şecere türü yapıtlardır. 15. yüzyılda Dede Korkut Kitabı ile başlayan destan türü, mektuplar, menakipler, tarihler, tezkireler nesir türünün biçimleridir. Türk halk edebiyatı, aşık ve tekke kollarıyla en eski çağdan beri süregelir. Halk edebiyatının bilmece, destan, masal, efsane, hikaye, atasözü, fıkra, menkıbe, deyim, oyun biçimleri vardır. Tekke edebiyatının nefes, ayin, ilahi, naat, mevlid, münacat kalıplarıyla gelen kolları günümüze ulaşmıştır. Halk edebiyatı yanında klasik edebiyat denilen Divan edebiyatı gelişmiştir.
Batı'da roman türünün yaygınlaşmasıyla Türk edebiyatı da telif ve tercümelerle 1800'lerden başlayarak bu yöne eğilmiştir.
Türk edebiyatını dönemler açısından ele alma konusu açık değildir. En iyi yöntem sanatçılar ve eserleridir.

Türkiye'de cumhuriyet döneminin ilk devrinde Milli Edebiyat hakimdir. Halk diliyle yazan ve Genç Kalemler dergisinde toplanan yazarlar eserlerinde Türklüğü, vatanı, kurtuluş mücadelesini anlattılar, kendilerinden önceki bireye dönük Edebiyat-ı Cedide'cileri eleştirdiler. Bu devrin en önemli yazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu'dur. Milli Edebiyat'ın milliyetçi görünümü sonraki devirde Anadoluculuk ve halkçılık olarak edebiyata yansıdı. Dönemlerin etkisiyle hececiler, yedi meşaleciler grupları oluştu. Siyasal etkilerle toplumculuk ve köycülük akımları İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra güçlendi. Aşık ve tekke edebiyatı, modernleşmenin tesiriyle gücünü kaybetti, Divan edebiyatı ise Osmanlı ile beraber yok oldu.
Modern Türk edebiyatı öykü, roman, eleştiri, deneme türlerinde ürünler vermekte ve bireye dönük, postmodern bir akıma evrilmektedir.
  • 1 Selçuklular Dönemi
  • 2 Osmanlılar Dönemi
    • 2.1 Halk Edebiyatı
      • 2.1.1 Áşık Edebiyatı
      • 2.1.2 Halk Hikáyeciliği
      • 2.1.3 Yazanı Bilinmeyen Türler
    • 2.2 Divan Edebiyatı
    • 2.3 Tekke Edebiyatı
  • 3 Batı Uygarlığı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı
    • 3.1 Tanzimat Edebiyatı
    • 3.2 Edebiyat-ı Cedide
    • 3.3 Milli Edebiyat
  • 4 Türkiye Cumhuriyeti Dönemi Türk Edebiyatı
    • 4.1 Roman ve Öykü
    • 4.2 Şiir
    • 4.3 Araştırma,Derleme
  • 5 Türk edebiyatında roman
  • 6 Türk edebiyatında öykü
  • 7 Türk edebiyatında şiir
Selçuklular Dönemi
Türkiye topraklarında gelişen edebiyatın ilk ürünleri Selçuklu dönemine aittir. Ancak bu dönemden günümüze ulaşabilenler XIII.yüzyıla aittir. Farsça mesnevisi ile tanınan Mevlana Celaleddin Rumi'nin (1207-1273) az sayıda Türkçe beyitleri vardır. Oğlu Sultan Velet'in (1266-1312) Farsça İbtidaname, Rebapname mesnevilerinde Türkçe beyitler yer alır, bunlar dışında Türkçe şiirleri de vardır. Eski Anadolu türkçesinin en eski şairi olarak bilinen Ahmet Fakih (ö.1221) kaside biçiminde yazılmış dinsel öğütleri içeren Çarhname adlı yapıtla hac yolcularının uğradığı kentleri, buradaki camileri konu edinen Kitabu evsafı mesacid üş-şerife mesnevisinin sahibidir. Yusuf ile Zeliha mesnevisinde bu Kuran kıssasını dinsel, ahlaksal yönüyle işleyen Şeyyat Hamza'nın hece vezni ile yazmış olduğu şiirleri de vardır. Gazellerinde aşk, içki, eğlence temalarını işleyen Dehhani dindışı edebiyatın Anadolu'da gelişen divan edebiyatındaki ilk temsilcisidir. Bu dönemde Battalname, Saltukname dinsel-destansı halk edebiyatı ürünleri oluşmuştur. Ancak bunların yazıya geçirilmiş çeşitlemeleri daha sonraki Osmanlı dönemine aittir.Dönemin en önemli şairi Yunus Emre'nin (1240/1241-1320/1321) halk diliyle söylenmiş ve çoğu hece vezniyle olan ilahilei tasavvuf konularını coşkun bir lirizmle işliyordu. Onun tarih boyunca alevi-bektaşi şiirini etkileyen yapıtı XX. yüzyılda yeniden dikkat çekti ve yansıttığı insan sevgisi bakımından yeni bir gözle değerlendirildi.


Osmanlılar Dönemi
Selçuklu Devleti'nin son yıllarında, bu devletin yıkılmasından sonra ve Osmanlı
Devleti'nin başlangıç döneminde Anadolu beyliklerinin merkezinde Arapça ve Farsça'dan geniş bir çeviri hareketi gerçekleşti. Bu merkezlerde ilk yapıtlarını veren yazarlardan daha sonra Osmanlı sarayınca korunan oldu. Garipname (1330) mesnevisinin sahibi olan ve Yunus Emre yolunda ilahileri bulunan Kırşehirli Aşık Paşa, İlhanlılar'ın Anadolu valisi Timurtaş'ın vezirlerindendi. Süheyl-ü nevbahar (1350) mesnevisinin sahibi Hoca Mesut, Kelile ve Dimne çevirisini Aydınoğulları beyliğinde kaleme almıştı. Hüsrev ü Şirin (1367) mesnevisinin yazarı Fahri, Aydınoğulları beyliğinde yetişmişti. Hurşidname (1387) mesnevisini sahibi Şeyhoğlu Mustafa, İskendername (1390), Cemşid ü Hurşid (1403) mesnevilerini sahibi Ahmedi, Divan 'ı ve Çengname (1402-1411) mesnevileriyle tanınan Ahmet Dai, Hüsrev ü Şirin (1421-1429) mesnevisinin sahibi Şeyhi, Germiyanoğulları beyliğinde yetişmişti. Bu dönemde özellikle İran şairlerinin kaside ve gazellerinde işlenen içki, aşk,t asavvuf, eğlence konuları, onların kullandıkları imgeler, başvurdukları benzetmeler Türkçe'ye aktarıldı. Gene bu örneklere dayanan aşk, serüven, tasavvuf konularıyla ilgili mesnevileri yazılıyordu. Ancak uzun ünlüsü olmayan Türkçe'nin aruz veznine uydurulması güçlükler yaratıyordu. Böyle olduğu halde başlangıçta Türkçe sözcüklere, deyimlere hatta atasözlerine şiirde geniş yer veriliyordu. Halk diliyle kahramanlık işleyen yapıtlar, dinsel edebiyat ürünleri de vardı. Tokat kalesi dizdarı Arif Ali, I. Murat için Danişmentname 'yi (1311, gününüze ulaşan yazması 1577) kaleme almıştı. Aynı nitelikli dinsel-destansı yapıtlardan Battalname ve Saltukname metinleri sonraki yüzyılın ürünleri arasındadır. Ahmedi'nin kardeşi Hamzavi'nin gene aynı nitelikli Hamzaviname'si din ve kahramanlık konularını birlikte işleyen, halk diliyle yazılmıi yapıtlardandır. Sadrettin'in Destan-ı geyik, Destan-ı ejderha 'sı, Tursun Fakih'in Kıssa-i mukaffa, Gazavat-i emir ül-müminin Ali 'si, Beypazarlı Maazoğlu Hasan'ın Feth-i kale-i Selasil, Cenadil kalesi cengi gibi yapıtlar halk kitapları arasındadır.
  • XIV.yüzyıldan XIX.yüzyıla kadar İslam dini etkisinde ve İslam uygarlığı çerçevesinde gelişen edebiyatın ürünleri birbirinden farklı yanları olan üç çığıra ayrılır:
    • Halk Edebiyatı
    • Divan Edebiyatı
    • Tekke Edebiyatı
Halk Edebiyatı

Áşık Edebiyatı
Türk edebiyatının geleneksel vezniyle,dörtlüklerden oluşan biçimlerle söyleniş şiirleri kapsar. Halkın konuştuğu dile dayanır. Áşık, saz şairi ya da halk şairi adı verilen gezgin şairlerin saz eşiliğinde doğaçlama söyledikleri şirlerin günümüze ulaşan en eski örnekleri XVI. yüzyıla aittir. Aşıklardan birçoğu hakkında koşmaların son dörtlüğünde anılan mahlaslardan başka bilgi yoktur. Bazı áşıkların yaşamı efsanelerle karışmıştır. Aşığın düşünde pirlerin elinde bade içerek saz çalıp, şiir söylemesi, düşte gördüğü sevgiliyi bulmaya çalışması yaygın bir efsane motifidir. Birçok áşığın şiiri zamanla türkü, ağıt gibi sahibi bilinmeyen halk şiiri örnekleri arasına karışmıştır. Örneğin Kerem, Ercişli Emrah, Aşık Garip'in gerçekte yaşamış olup olmadıkları bilinmemektedir. Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan gibi büyük ustaların şiirleri arasına sonradan onların onların mahlaslarıyla söylenmiş şiirleri de eklenmiştir. Aşıkların yapıtları doğa, sevgi, gurbet, ahlaksal öğüt, toplumsal sorunlar yanında kahramanlık konularına da yer verir. Yeniçeri Ocağı'nda yetişmiş birçok şair imparatorluğun birbirinden uzak yerlerindeki (Bağdat, Girit, Kırım, vs.) yaşama tanıklık eder. Bunlar arasında şu adlar sayılabilir; Hayali, Öksüz Áşık (XVI.yy.), Temeşvarlı Áşık Hasan, Kátibi (XVII.yy.), Kayıkçı Kul Mustafa (ö.1686), Kabasakal Mehmet (XVIII.yy.) vd. Toroslar'daki Türkmen aşiretlerinde yetişen Karacaoğlan'ın (XVII. yy.) doğa güzellikleri ve sevgiyi konu edinen özentisiz, içtenlikli şiiri,türünün en sevilen örnekleri oldu. Gene bu yörede yetişen Deli Boran, Beyoğlu, Gündeşlioğlu (XIX. yy.) hiçbir yabancı etki altında kalmamış ve değişmemiş halk zevkini devam ettirdi. Dadaloğlu'nun (1785 ? -1868 ? ) baskıya ve haksızlığa başkaldıran şirini,göçebe ve aşiretlerin zorunlu iskanıyla ilgili tarihsel olaylara tanıklık etti. Áşık edebiyatının geleneğinde áşık kahvelerinin, kahvelerde düzenlenen atışmaların, muamma, asma, çözme gibi hünerlerin önemli yeri vardır. Bu etkinliklerden dolayı áşıklara meydan şairleri adı verilir. Bazıları medreselerde okumuş olan,kültür merkezi kentlerde yaşayan áşıklara ise kalem şairi denir. Kalem şairleri üzerinde dil, anlatım,konu bakımından divan şiirinin türlü etkileri görülür. Onların şiirleri arasında koşma, varsağı, destan gibi özgün halk edebiyatı türleri yanında aruzla divan, müstezat, gazel gibi ürünler de yer alır. Áşık edebiyatının bu yolda yapıt veren temsilcilerinden başlıcaları şunlardır; Áşık Ömer, Gevheri, Dertli, Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihni.


Halk Hikáyeciliği
XV.yüzyılın ikinci yarısında yazıya geçirildiği kabul edilen Dede Korkut Hikáyeleri, eski destan geleneğini ve Türkler'in Anadolu'ya yerleşmelerinden önceki sözlü edebiyatlarıyla halk hikáyeleri arasında bir köprüdür. Oğuz boylarının tarihleri, günlük yaşamlarının yanısıra insan ilişkilerine tanıklık eden, duygusal durumları araştıran yapıt, içeriği kadar dili ve anlatımıyla da bütün türk edebiyatının en önemli eserleri arasındadır. Dede Korkut Hikáyeleri'nde düz sözle anlatılmış bölümler dışında özellikle heyecan verici, duyarlıklı bölümler manzumdur. Halk edebiyatı geleneğine kuvvetle bağlı olduğu görülen bu bölümlerin vezinleri ve nazım biçimleri kesinlikle belirlenememiştir. Halk hikáyelerinde manzum bölümler, hece vezniyle söylenmiş ve dörtlüklerden oluşan biçimleri kapsar. Bu hikayeler kahramanlık (Köroğlu, Kirmanşah, Celali Bey ile Mahmet Bey vs.), sevgi ve serüven (Aslı ile Kerem, Aşık Garip) konularını ele alır. Hikayelerden bazılarının yaratıcısının serüvende yer aldığı aşıkları olduğu ileri sürülür. Adları bilinen,yaşamları,yapıtları yakından tanınan aşıkların (Çıldırlı Şenlik, Posoflu Müdami) meydana getirdikleri bilinen hikayeler de yer alır.


Yazanı Bilinmeyen Türler
Sözlü edebiyatta masal, fıkra,efsane gibi ürünlerin yazanı belli değildir. Türkiye Türkçesi'yle söylenmiş ve XIX.yüzyıldan başlanarak yazıya geçirilmiş, bu dönemdeki bazı ürünlerin islamlıktan önceki dönemle, Türkiye dışındaki Türkler'le ya da Arap-İran Edebiyatı ile ilişkisi vardır. Ancak bunlardan geniş ölçekte de tarihsel ve yerel özellikler kendini gösterir (Nasreddin Hoca fıkraları, Bektaşi fıkraları, Bursa, Konya, İstanbul gibi kentlerle ilgili efsaneler,gerçekçi nitelik taşıyan bazı meddah hikayeleri vs). Sözlü gelenekte ezgiyle söylenen türkü, mani, ağıt gibi türler halkın ortak yaratıcılığına dayanır. Bunlara zamanla sahipleri unutulan ürünler de eklenmiştir.


Divan Edebiyatı
Bu edebiyat özellikle Arap ve İran edebiyatı kurallarına bağlıdır;onların içeriğinden
geniş ölçüde yararlanır. Şiir, divan adıyla anılan derleme içinde yer alan kaside,musammat, gazel, rubai gibi türleri kapsar. Anlatı türü ise genellikle mesnevidir. Ortak İslam kültürünün etkisi ile yazı dilinde Arapça ve Farsça'dan alınan sözcükler,bu dillere ait kurallar büyük ölçülere ulaşmıştır. Divan Edebiyatı, saray ve medrese çevresinde aydın topluluğun edebiyatı olarak gelişti. Şeyhi,Ahmet Paşa, Hayali, Necati gibi şairler lirik şiirde İranlı ustaların yapıtlarındaki içerik ve söyleyiş başarısını kendi dillerine aktardılar. Çağatayca'da Ali Şir Nevai'nin, Azeri Türkçesi'nde Fuzuli'nin ulaştığı klasik olgunluğun Osmanlı şiirindeki temsilcisi ise Baki (1523-1600) oldu. Nef'i (1575 ? -1635), abartmalara, gösterişli benzetmelere,coşkulu bir söyleyişe yer veren kasideleriyle, Nabi (ö.1712), Koca Ragıp Paşa (ö.1762) duygu ve imgelerin yerine yaşam deneyleriyle beslenen, ahlaksal öğütler taşıyan gazelleriyle, Lale Devri'ne tanıklık eden Nedim (ö.1730) neşeli, yaşam dolu şiirleriyle, özellikle şarkılarıyla tanındı.
Dilde, temalarında halk söyleyişine, halk beğenisine yaklaşma eğilimine (Nedim, Enderunlu Fazıl (1759 ? -1810) karşılık Fehim-i Kadim, Naili, Neşati, Şeyh Galip gibi şairler içiçe tamlamalara, karmaşık imgelere dayanan Sebk-i Hindi akımının temsilcisi oldular. Tanzimat'tan sonra türk şiiri, batı etkisi altında değişip gelişirken yeni edebiyatın temsilcileri (Ziya Paşa, Namık Kemal, vs.), divan şiiri geleneğine uygun ürünler de verdiler. Eski şiirin son temsilcileri Encümen-i Şuara adı verilen topluluğun Naili, Fehim-i Kadim gibi şairlerin yolunu izleyen üyeleri Leskofçalı Galip, Yenişehirli Avni, Hersekli Arif Hikmet oldu. Aruz vezninin yerini hece veznine daha sonrada serbest vezne bıraktığı XX. yüzyılda divan şiiri kesinlikle sona erdi ancak Yahya Kemal Beyatlı beyit birimine dayanan bu şiire çağdaş şiirin yapısal bütünlüğünü kazandırırken Baki, Neşati, Nedim gibi farklı şairlerin söyleyiş özelliklerinden ve işledikleri konulardan yararlanan ürünler ortaya koydu.


Tekke Edebiyatı
Evren'in Tanrı yansıması,aşkı Tanrı'ya ulaşmanın yolu sayan tasavvuf görüşü, İslam etkisinde gelişen edebiyatı büyük ölçüde besledi. Örneğin en yaygın konulardan biri olan içkili eğlenceler konu edinirken meyhaneler tekkeyi, mey Tanrı'yı, meyhaneci tarikat şeyhini simgeliyordu. Divan edebiyatında başta mevlevilik olmak üzere tarikat ulularını öven, tarikat inançlarını konu edinen mesneviler, kasideler de yazılıyordu. Ancak Tekke edebiyatı bu konuları tarikatlara bağlanan halk topluluklarının anlayabileceği dilde, halk edebiyatı çerçevesinde konu edinir; tekkelerde ayinler sırasında ezgiyle okunan ilahiler, nefesler, tarikat büyüklerin menkıbelerini kapsar. Birçok tarikat XIII. yüzyıl şairi Yunus Emre'yi yakından benimsedi, onun şiirlerini kendi törenlerinde yer verdiler. Yunus Emre'nin yolunu izleyen ve ona nazireler yazan pek çok şair yetişti. Ayrı tarikatlar, inançlar, birbirinden farklı üç edebiyat yolu oluşturdu.
  1. Bazıları tarikat kurucusu olan tarikat şairleri,kendi inançlarını, tarikatlarının ilkelerini, giriş törenlerini, özel zikirleri, vb. konu edindiler. Bu tür edebiyatın başlıca temsilcileri halvetilikle kadiriliği birleştirerek eşrefiliği kuran Eşrefoğlu Rumi, İbrahim Gülşeni, Üftade, onun halifesi ve celvetliğin kurucusu Hüdayi, bayramiliğin himmetilik kolunu kuran Tarikatname yazarı Himmet, Niyazi-i Mısri'dir.
  2. Melamiler tekkeleri, tarikat kurallarını, zikirlerini vb. konu edindileri. Melamilerin bayramilik kolu halvetilikle nekşibendiliği birleştiren Hacı Bayram Veli'ye dayanır.
  3. Hacı Bayram Veli'ye bağlanan bektaşilerin ve onlardan daha geniş bir topluluk oluşturan alevilerin şiiri, temalarıyla öteki tarikat şairlerin şiirlerinden ayrılır. Bu edebiya dil ve anlatım bakımından tarikat edebiyatının öteki iki kolundan çok daha sadedir. Alevi-bektaşi şiirlerinin önemli temalarından biri Ali'ye, ehlibeyte aşırı bağlılıktır. Oniki imam övülür, bütün adaletsizlikleri gideren bir kurtarıcı olarak Mehdi beklenir. Abdal Musa ile müridi Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal, vs. bu konuları işleyen başlıc aşairlerdir.
Batı Uygarlığı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı
Osmanlı İmparatorluğu'nda Tanzimat'ın ilanından (1839) sonraki siyasal yenileşme döneminden başlayarak edebiyatın dili ve anlatımıyla birlikte halk topluluğuna ulaşma biçimi, amacı, kapsadığı sorunlar da büyük ölçüde değişti. Sözlü edebiyatın yerini kesin olarak yazılı edebiyat aldı. Roman, tiyatro, eleştiri, deneme gibi batı kaynaklı türlerde ürünler verildi. Toplumsal sorunlar gerçekçi yöntemle ele alınmaya başlandı.


Tanzimat Edebiyatı
Batı ülkelerinden özellikle de Fransa'dan etkilenen ve geniş halk kitlesine ulaşmayı amaçlayan,toplumsal sorunlarla yakından ilgilenmeye başlayan edebiyatın ilk ürünleri Tanzimat'ın ilanından 20 yıl kadar sonra verildi. Tasvir-i Efkar gazetesini çıkaran Şinasi, biçimden çok öze önem verenbilgi ve düşünceyle temellenen, geniş halk topluluğuna seslenebilmeyi amaçlayan yeni düzyazının kurucusudur. Şiirleri, şiir çevirileri, makaleleriyle çağdaşlarını derinden etkileyen bu yenilikçi yazar geleneksel halk tiyatrosuyla batı örneğini bileştiren ilk tiyatro yapıtını olan Şair Evlenmesi'nin (1859) yazarıdır. Divan şiirini dil ve anlatım bakımından topluma sırt çevirmiş, içerik bakımından doğaya, akla yabancı, toplumsal sorunlara uzak sayan Tanzimat şiirinde Namık Kemal yurt, ulus sevgisi, özgürlük, haksızlığa başkaldırma gibi temaları coşkulu bir dille ve yeni bir anlatımla işledi. Ziya Paşa,divan şiirinin geleneksel biçimlerinden fazla uzaklaşmadan siyasal yönetimde, insan ilişkilerindeki adaletsizlik, haksız davranışlara karşı çıktı, uygarlığı bilimi savundu. Padişahın mutlak egemenliğine karşı meşrutiyet yönetimini savunana, yurtiçinde olduğu kadar gönüllü sürgün olarak yurtdışında da siyasal savaşın veren bu şairler savundukları yeni dil ve edebiyat anlayışını eleştiri türünde verdikleri ürünlerde dile getirdiler. Toplum için sanat ilkesine bağlı sayılabilecek bu şairleri izleyen kuşak sanat için sanat ilkesine yatkın ürünler verdiler. Doğa, aşk, ölüm, varlık-yokluk gibi konuları işlerken yeni bir anlatım ve yeni biçimlerden yararlanıldı. Bu dönemde kendisi de yeni yenilikçi üürnler kaleme almış olmasına rağmen geleneğe bağlı şiir anlayışını Muallim Naci devam ettirdi. Şemsettin Sami'nin roman türünde ilk örnek olan Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat 'ını izleyen ürünler (Ahmet Mithat Efendi, Felatun Bey'le Rakım Efendi, 1876; Namık Kemal, İntibah, 1876) bir yandan yaşanan çağa ters düşmüş eski toplumsal kurumları öte yandan Batı'ya körü körüne öykünmeyi eleştiriyordu. Ahmet Mithat Efendi, sözlü halk hikayeciliğinden eserlerinde bol bol yararlandı. İlk ürünlerinde büyük ölçüde romantizmden beslenmesine karşın Samipaşazade Sezai, Recaizade Mahmut Ekrem yer yer gerçekçi öğeler kullandılar. Natüralizme yakınlık gösteren Nabizade Nazım, köy gerçeklerini konu edinen ilk yapıt olan Karabibik 'in (uzun öykü, 1890) yazarı oldu. Tiyatroda Ahmet Vefik Paşa'nın Moliére uyarlamaları halk geleneğinin batı kaynağı ile birleştirme çabalarının bir halkasıdır. Buna karşılık Abdülhak Hamit'in oyunları batı tiyatrosu örneklerinden büyük ölçüde beslenen, sahne diline halkın beğenisine ise oldukça uzak ürünlerdir. Namık Kemal'in sürgüne gönderilmesine yol açan Vatan yahut Silistre oyunu yazarın ana temalarından olan yurt ve ulus sevgisini heyecanlı bir anlatımla sahneye aktararak konu ediniyordu. II. Abdülhamit'in uzun süren baskısı yönetime II. Meşrutiyet sonrasına kadar tiyatro edebiyatının gelişmesine engel oldu.


Edebiyat-ı Cedide
Tanzimat edebiyatı yurt sorunlarıyla yakından ilgileniyor, yurt,ulus sevgisi gibi konuları işliyor, halkın anlayabileceği bir dille yazmaya çalışıyor, halkı eğitmeyi amaçlıyordu. II. Abdülhamit döneminde doğan doğup gelişen Edebiyat-ı Cedide ya da yazdıkları derginin adıyla Servet-i Fünun edebiyatı, bütün noktalarda kendisinden önceki edebiyatın karşısında yer aldı. Edebiyat-ı Cedide yazarları bireysel konuları, güzelliklerini ancak öğrenim görmüş seçkin kişilerin kavrayabileceği bir anlatımla işlediler. Batılı özellikle de Fransız yazarların yapıtlarındaki biçim özelliklerini türkçeye uyguladılar. Hareketin temsilcilerinden Tevfik Fikret (1867-1912), Cenap Şahabettin (1870-1934) şiire geniş bir ses zenginliği kazandırdılar. Doğayı, kişisel yaşantıyı, bireysel duyguları ayrıntılarıyla yansıttılar. Tevfik Fikret zamanla toplumsal bozuklukları, siyasal yönetim baskısını,haksızlıkları konu edinmeye koyuldu. Roman alanında Mehmet Rauf ile birlikte ruhsal durumları çözümlemeye önem veren Halit Ziya Uşaklıgil, farklı toplum kesimlerinden kişilerin, aydınların, sanat-edebiyat çevresinin, halkın yaşamına gerçekçi açıdan tanıklık etti. Yapıtlarını bu dönemde yayımlamaya başlayan Rahmi Gürpınar, Edebiyat-ı Cedide'den alabildiğine ayrılarak geniş okur topluluğuna seslenen, halkın yaşamından canlı kesitler veren, öğretici, eğlendirici romanlar yazdı. II. Meşrutiyet'in ilanından sonraki dönemde Edebiyat-ı Cedide'nin bağlı olduğu sanat için sanat anlayışını kısa bir süre Fecr-i Ati hareketinin genç temsilcileri sürdürdü. Bunlar arasında yer alan Ahmet Haşim,arı şiir anlayışına bağlı ürünleriyle tanındı. Topluluğun üyelerinden hemen tümü II. Meşrutiyet'ten sonra Milli Edebiyat hareketi içinde yer aldılar.


Milli Edebiyat
Türkçülük hareketinin etkisinde gelişen Milli Edebiyat'ın hareket noktası ulusal kaynaklara yönelme düşüncesiydi. Dilde sadeleşme,şiirde aruzun yerine hece vezni, içerikte halkın sorunları ve yerli yaşam Milli Edebiyat'ın temellerini oluşturdu. Mehmet Emin Yurdakul'un Tükçe Şiirler (1899) yapıtıyla başlayan yenileşme, aydınların şiirini bir yandan halk edebiyatı öğelerine öte yandan halkın dertlerine yöneltti. Türkçülük hareketinin ilkelerini saptayan Ziya Gökalp kaynak olarak eski Türk destan geleneğinin, folklorun taşıdığı değeri gösterdi. Öykülerinde toplum ve siyaset sorunlarına tarihsel geçmişe dayanarak çözümler araya Ömer Seyfettin'in gerçekçi ve destansı anlatımı zaman zaman da yergicilik ekleniyordu. Refik Halit Karay'ın gerçekçi yapıtı Memleket Hikayeleri (1919) ilk kez Anadolu küçük kent ve kasabaların yaşamlarını konu edindi. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yazarlar kuşağının öncüleri Reşat Nuri Güntekin, Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri gibi romancılar Cumhuriyet döneminin eşiğinde yayınladıkları yapıtlarıyla Osmanlı'nın yıkılış Türkiye'nin kuruluş dönemine tanıklık ettiler; Anadolu gerçeğini yansıttılar. Mehmet Akif Ersoy, büyük oylumlu, öyküsel şiirini derleyen Safahat dizisinde aruz veznini halkın konuşma diline başarılı bir şekilde uyguladı. Yahya Kemal Beyatlı'nın vatan sevgisi ve tarih duygusuyla beslenen şiiri bir yandan lirik öte yandan destansı öğeler taşıyordu. Hece vezninin temsilcilerinden Faruk Nafiz Çamlıbel'in şiirini yer yer Anadolu gerçekleri besledi. Milli Edebiyat akımı Cumhuriyet döneminde toplum sorunlarına öncelik veren, gerçekçi yöntemi uygulayan edebiyata temel oldu.


Türkiye Cumhuriyeti Dönemi Türk Edebiyatı

Roman ve Öykü
Cumhuriyet dönemi edbeiyatı Türkiye'nin gerçeklerine gittikçe genişleyen ölçüde eğildi. Yurdun bütün bölgelerinde kentlerdeki, köylerdeki yaşamı ve insan ilişkilerini,
yurtdışına göçen işçileri ele aldı. Her sınıftan,her yaşam biçiminden gelen kahramanları canlandırdı. Onları kuşatan toplumsal bozuklukların giderilmesi için örneriler getirildi. Dil devrimi, edebiyatı yakından etkiledi. Türetilen ya da canlandırılan sözcükler yanında bölge ağızlarından sözcükler ve anlatım biçimleri de edebiyata girdi. Halk söyleyişleri, anlatımı kadar dünya edebiyatlarından trülü eğilimlerden, deneylerden izlenimler görüldü. Cumhuriyet'in kuruluşunu ele alan yapıtlar oluşturuldu. Yakup Kadri yakın tarihte oluşan, kendi tanık olduğu olaylara dayanarak toplumdaki değişmeleri, siyasal yaşamdaki çalkantıları, çatışmaları ele alan romanlar yazdı. En etkili romanı ise köylü ve aydın çelişkisini anlatan Yaban (1932) oldu. Cumhuriyet'in ilk on yılında Kurtuluş Savaşı'na katılan halk ve aydınlar, yeni döneme ayak uydurmaya çalışan çıkarcılar ve işbirlikçiler, batı uygarlığı karşısında geleneksel ahlakın ve yerleşik değerlerin tartışılması, toplumdaki değişmelerin, batılılaşmayı yanlış anlamanın yıkıcı etkileri gibi toplumsal konulara bireysel sorunlar, ruhçözüm deneyleri eklendi. Şevket Esendal'ın Ayaşlı ve Kiracıları (1934) romanı başkent Ankara'nın, Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki yaşamını canlandırıyordu. Deniz tutkunu olan Sait Faik, kendi yaşadığı Burgaz Adası'nın Rum balıkçılarını, kentin küçük insanlarını geniş bir insan sevgiisyle canlandırdı. Öte yandan üretim biçimine, üretim biçiminde değişmenin yaşamı nasıl etkilediğine dikkati çeken ilk yapıt Sadri Ertem'in Çıkrıklar Durunca (1931) adlı köy romanıdır. Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf romanıyla 20 yıl kadar sonra gelişecek köy romancılığına öncülük etti. Köylüleri, düşkün kadınları, toplumsal sınıflar arasındaki çelişkileri ele alan öyküler kaleme aldı.
İnce Memed romanında 1930 yıllarında Toroslarda yaşayan, suça itilmiş bir eşkıyanın yaşamını konu edinen Yaşar Kemal bu yöreyi ve Çukurova'yı tarihsel kökleri, doğası, güncel sorunlarıyla yansıtırken anlatımdaki coşku, betimelemerindeki renklilikle
dikkat çekti. Orhan Kemal, İstanbul'un yoksul kesimlerinde yaşayanları, köyden kente nüfus göçünü, ezilen çocukların, genç kızların serüvenini konu edindi. Kemal Tahir'in köyü konu edinen romanları ve köydeki gelişmelerin geniş bir panoramasını verdi. Samim Kocagöz, Necati Cumalı, Fakir Baykurt gibi yazarlar roman ve öyküleriyle köy ve kasaba yaşamına tanıklık ettiler. Aynı çevreyi konu edinen Bekir Yıldız, yurtdışında çalışan göçmen işçilerin yaşamını konu edinen yazarlardan oldu. Gerçeklere ironi ile bakan öykücüler bulunduğu gibi (ör; Haldun Taner) toplumsal bozuklukları gülmece öyküleri ve romanlarıyla çok geniş bir okur toplulukları önünde tartışan yazarlar (Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz) görüldü. Kurtuluş Savaşı'nın ve Cumhuriyet dönemini, toplumcu ve gerçekçi yazarlara karşıt biçimde yorumlayan yazarlar (Tarık Buğra) da oldu.
Ruhsal çözümlemelere yönelen,biliçaltını sergileyen yazarlar (Yusuf Atılgan, Bilge Karasu, Adnan Özyalçıner, Oğuz Atay, vs.) soyutlamalardan, kara mizahtan yararlandılar; geriye dönüşümlerle, çağrışımlarla beslenen, dilin olanaklarını araştıran denemelere giriştiler. Kadın romancılar ve öykücüler çevreyi, olayları, kişileri konu edinirken ayrıntılara daha çok indiler. Bu yazarlar (Nezihe Meriç, Adalet Ağaoğlu, Pınar Kür, Füruzan, Sevgi Soysal, Tomris Uyar) bireyin toplumla ilişkisi, toplumsal yapıda ve kültürdeki değişimler, cinsellik gibi konulara yönelirken yerleşik yargılara karşı çıktılar. Hızlı kentleşme, sanayileşme olguları köy edebiyatının ortadan silinmesine yol açarken, kentteki kaynaşmalar, kenar mahalle insanlarının, yoksulların, işçilerin yaşamından çok aydınların, sanatçıların, siyasal eylemlere katılanların toplumsal ve ruhsal dünyalarını,onların tanıklığıyla bireyi ve toplumu konu edinen bir edebiyat gelişti: Erhan Bener, Demir Özlü,Selim İleri, Orhan Pamuk, Latife Tekin, Nedim Gürsel, vs. gibi yazarların roman ve öyküleri.

Şiir
Şiirde, Milli Edebiyat akımından hece veznini devralan kuşak (Kemalettin Kamu, Ömer Bedrettin Uşaklı, vs.) küçük duyarlılıkları, doğa ve yurt güzelliklerini konu edindi. Biçim yetkinliğine, arı şiire yönelen çalışmalar folklordan (Ahmet Kutsi Tecer) tarihin
yanı sıra psikolojiden (Ahmet Hamdi Tanpınar) beslendi. Simgelere (Ahmet Muhip Dıranas) ya da günlük yaşamdan sahnelere, yaygın izlenimlere, duyarlığa (Cahit Sıtkı Tarancı) yaslandı. Hece veznini kullanmada ulaşılan ustalığa yeni kalıplar, duraksız uygulamalar (A.M.Dıranas, C.S.Tarancı) eklendi. İnsanın iç dünyasına yönelik araştırmalar, gizemci düşünceler dile getirildi (Necip Fazıl Kısakürek). Nazım Hikmet Ran'ın vezni, geleneksel kalıpları kıran şiiri, biçimsel özellikleri kadar Marxçı görüşe bağlı içeriğiyle de yenilik oluşturdu. Bu yenilikçi şiir zamanla halk şiirinden,divan şiirinden hatta çağdaşı Garip şiirinden etkiler aldı; öykünün olanaklarından yararlanıldı; yerel ve evrensel değerlerle beslendi. Garip hareketinin temsilcileri (Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet, Oktay Rıfat) şiirde süregelen aşırı duyarlığa, şairaneliğe karşı çıktılar, vezinsiz şiiri yaygınlaştırdılar. Garipçiler karşısında Nazım Hikmet'in şiir anlayışından etkilenen toplumcu şiir anlayışı ortaya çıktı. Bu şiir geleneğinin temsilcileri Rıfat Ilgaz, A.Kadir, Ahmed Arif, Hasan Hüseyin 'dir. Toplumsal konuları, imgeye ve duyarlığa daha geniş yer vererek işleyen eğilimin temsilcisi Atilla İlhan oldu. Doğanın, aşkın, yaşamın, sevginin, barışın, özgürlüğün vs. gibi konuları işleyen açık aydınlık şiirin (Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Behçet Necatigil, Cahit Külebi, Necati Cumalı) karşısında insanın evrendeki yerini konu edinirken soyutlamalardan, biliçaltı araştırmalardan yararlanan çalışmalar yer aldı. Asaf Halet Çelebi'nin şiirine eski uygarlıkların, tasavvufun, folklorun katkısı görüldü. Dönemin en üretken şairi Fazıl Hüsnü Dağlarca, insanın Tanrı, evren, tarih, zaman karşısındaki yerini yer yer karanlık imgelerle okura sezdirmeye çalıştı. Garip şiirinin açık anlatımına karşın İkinci Yeni adı verilen şiirin temsilcileri Edip Cansever, İlhan Berk, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Sezai Karakoç ve Ece Ayhan, çağdaş dünyanın karmaşası içinde bunalan insanın tedirginliğini, yer yer kapanık bir şiir diliyle anlattılar. Toplumsal eylemlere (Kemal Özer, Ataol Behramoğlu) kentin yaşamında çizgi dışı kalmış kitlelerin temsilcilerine (Refik Durbaş), kültürel kaynaklara ve tarihe (Hilmi Yavuz) yönelen ürünler kendini gösterdi. İroni (Salah Birsel), toplumsal (Metin Eloğlu), siyasal (Can Yücel), yergi, duyarlığa karşı şiir kaynaklarından birini oluşturdu.

Araştırma, Derleme
Türk edebiyatını uzun tarihi ve geniş coğrafyası içinde bir bütün olarak ele alan, dönemlerini belirleyen,eski yapıtları gün ışığğna çıkaran yazar Fuat Köprülü'dür. F.Köprülü, siyasal ve toplumsal kurumlardaki değişmelerin edebiyattaki etkilerini gösterdi. Onun çizdiği çevreye bağlı kalarak geçmişteki türk edebiyatını inceleyen araştırmacılar yetişti: İbrahim Necmi Dilmen, İsmail Habip Sevük, Agah Sırrı Levent, Mustafa Nihat Özön, Nihat Sami Banarlı, Kenan Akyüz, Abdülbaki Gölpınarlı,Fahir İz bu alanda çalışmalar gerçekleştirenlerden bazılarıdır. Değerlendirmelerinde düşünce hareketlerini,yazarların psikolojisini,anlatım özelliklerini göz önünde tutanlar (Ahmet Hamdi Tanpınar, Mehmet Kaplan) oldu.

Türk Edebiyatında Roman
Roman, Türk edebiyatına Fransızca’dan yapılan çevrilerle girdi. Bu çevirilerden ilki Yusuf Kamil Paşa’nın Fenelon ’dan yaptığı Terceme-i Telemak ’tır. Daha sonra adı bilinmeyen bir çevirici Victor Hugo’nun ünlü romanı Sefiller ’i (Les Miserables) çevirdi. 1860-1880 yıları arasında başta Fransız yazarlar olmak üzere bir çok Batılı yazarın eseri Türkçe’ye çevrildi. İlk Türk romanı Şemseddin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat
adlı eseridir. Sami’den sonra Ahmed Mithat romanlarıyla Türk romanının gelişmesine katkıda bulundu. Türk romanı asıl Tanzimat döneminde gelişti. Bu ilk dönem yazarları daha çok Fransız Romantizm akımını örnek almışlardır. Taner Timur'a göre bunun öncelikli nedenlerinden biri bu dönemde Fransız romanında etkili olan Doğalcılık akımı ve bu akım doğrultusunda yazılan romanların toplumun en yoz ve kötü halini yansıtma eğiliminde olmalarıdır. Osmanlılar bu romanlarda anlatılan hikayeleri bu nedenle beğenmemiş ve kendilerine uygun görmemişlerdir. Émile Zola gibi yazarların kötümser determinizmi yerine, dönemin değişen Osmanlı toplumuna daha çok hitap eden konuları tercih etmişlerdir. Bu durum, Taner Timur'un Ahmet Mithat Efendi'den yaptığı alıntıda şöyle geçmektedir:
“ Bu zamanın tabii romancılarına bakılacak olursa dünyada ve bahusus dünyanın Fransa denilen kısmında ve hele Fransa'nın Paris denilen yerinde fezaili beşeriyeden (insani erdemlerden) hiçbir eser kalmamış olmak lazım gelir. ”
Bu nedenle dönemin romanlarında daha çok romantik aşklar ve yanlış batılılaşma ana tema olarak ön plana çıkmaktadır.Recaizade Mahmud Ekrem’in Araba Sevdası yeni teknikler kullanılan Batılı anlamda türüne en yakın ilk Türk romanıdır. Servet-i Fünun edebiyatı döneminde ilk usta romanlar ve usta yazarlar kendilerini gösterdi. "Sanat sanat içindir" tezini savunan bu yazarlar aşk ve acıma gibi konuları işledi. Halit Ziya Uşaklıgil bu dönemin en önemli romancısı sayılır. Aşk-ı Memnu (1925) adlı romanı günümüzde de en başarılı Türk romanlarından biridir. 1910’dan sonra milli duyguların ağır basmasıyla birlikte "Genç Kalemler" dergisi çevresinde Türkçülük akımı gelişti. Milli romanların yazılması bu dönemde başladı. Halide Edip Adıvar’ın Vurun Kah*eye, Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanları bu dönemin örneklerindendir. Cumhuriyet döneminde çağdaş Türk romanı ortaya çıktı. Toplumsal ve sosyal gelişmeleri konu alan romanlar yazıldı. Köy ve kent romanları ayrımı da bu dönemle ilgilidir.

Türk Edebiyatında Öykü
Türk edebiyatında, bir olay anlatan sözlü ya da yazılı anlatılara hep hikaye adı
verilmiş, manzum olanlara destan da denmiştir. Divan edebiyatında mesnevi türü (Leyla ile Mecnun, Husrev ve Şirin, Yusuf ve Züleyha vb.) bunun en ünlü örneğidir. Halk edebiyatında hikayeci-aşıklar tarafından kahvelerde, köy odalarında, düğün vb. toplantılarında söylenen hikayeler, halk hikayesi diye anılır. XV. yüzyılda yazıya geçirildiği sanılan ve destansı bir nitelik gösteren Kitab-ı Dede Korkut 'taki hikayeler bunun ilk örnekleri sayılabilir. Anadolu'da XVI. yüzyıldan bu yana, sözlü halk geleneğinde sürüp gelen halk hikayelerinde olaylar nesir ile anlatılır, duygusal, coşkulu, haller nazımla ve saz eşliğinde söylenir. Halk hikayeleri, konuları bakımından, aşk hikayleri ve kahramanlık hikayeleri olmak üzere ikiye ayrılır.
Türk edebiyatında çağdaş hikaye Batı'dakinin tersi olarak, halk hikaye ve masallarının gelişmesiyle oluşmamış; XIX. yüzyılın ikinci yarısında doğrudan doğruya batı edebiyatının hikaye yolundaki verimleri örnek tutularak yazılmaya başlanmıştır.
Batı uygarlığı çevresindeki türk edebiyatında, hikaye karşılığı olarak küçük hikaye terimi kullanılıştır. Edebiyatımızda Batı'daki anlamıyla ilk hikaye Ahmed Midhat tarafından yazılmıştır. Hikayelerinin kimi çeviri kimi yerlidir. Bu yolda ikinci yazar Emin Nihat'tır; Müsameretname adlı kitabında 7 hikaye toplanmıştır. Aynı dönemde kurgu ve anlatım bakımından başarılı sayılabilecek ilk örnek Samipaşazade Sezai'nin Küçük Şeyler adlı hikayesidir. Bu dönemin başka bir yazarı ise Nabizade Nazım'dır.
Türk öykücülüğünü yetkinliğe kavuşturan yazar ise Halit Ziya Uşaklıgil oldu. Edebiyat-ı Cedide döneminde yalın diliyle dikkat çeken Uşaklıgil, titiz gözlemciliğiyle gerçekçi öykü geleneğini başlatan yazardır. Bu dönemin diğer yazarları Hüseyin Rahmi Gürpınar, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Hikmet Müftüoğlu ve Saffeti Ziya idi.

Meşrutiyet’in ilanından sonra gelişen yeni edebiyat akımıyla birlikte öyküde toplumsal ve siyasi sorunlar işlenmeye başladı. Türkçe’de yabancı sözcüklerin temizlenmesi, yazımda konuşma dilinin hakim olması, taşra yaşamının gerçekçi bir üslupla edebiyata taşınması gibi özelliklerle bilinen bu dönemde Ömer Seyfettin, Türk öykücülüğünde yeri bir çığır açtı. Onu Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Refik Halit Karay izledi. F. Celaleddin, Selahattin Enis, Sadri Ertem, Cemal Kaygılı, Sabahattin Ali, Kenan Hulusi Koray, Nahit Sırrı Örik, Bekir Sıtkı Kunt, Mahmut Şevket Esendal Cumhuriyet dönemi öykücülüğünü hazırlan isimlerdir. Cumhuriyet dönemi 1930’lar sonrasını kapsar. Bu dönemde alışılmışın dışında bir öykü dünyası kuran Sait Faik Abasıyanık, Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaç), diyalogların usta yazarı Orhan Kemal, Mehmet Seyda, Samet Ağaoğlu, Sabahattin Kudret Aksal, Kemal Bilbaşar, Kemal Tahir ve Ahmet Hamdi Tanpınar öykü yazarları olarak ön plana çıktı. Günümüzde Türk öykücülüğü geniş bir konu ve üslup zenginliğiyle sürmektedir. Bunlar arasında Muzaffer Buyrukçu ve Osman Çeviksoy üslupçuluklarıyla ön plana çıkarken, İslam Gemici, Necati Tosuner (Çıkmazda, Neden Kitap) gibi isimler de çalışmalarına aralıksız olarak devam etmektedirler.

Türk Edebiyatında Şiir
Türk şiirinin halk ağzından derlenmiş en eski ürünlerinden bazıları Divân-ı Lügati't-Türk 'tedir. Çuçu adlı bir Türk şairinin adın adının da anıldığı bu kaynaktaki şiirler aşk, doğa, kahramanlık, ahlaksal öğütler gibi dünya şiirinin en eski ve yaygın konularını kapsar. Burada verilen örnekler hece vezniyle söylenmiş, uyaklı
dörtlüklerden oluşur. VIII.-XIII. yüzyıllardan kalma manici ve buddhacı Uygurlar'a ait şiirler koşuğ, küğ gibi adlar taşır. Bazılarının adları (Aprınçur Tigin, Sıngku, Seli Tutung) da bilinen bu dönem şairlerinin ürünlerinde hece vezni ve uyak gibi öğelerin yanında dize başındaki uyaklardan, dize yenilemelerinden, aliterasyondan da geniş biçimde yaralanılmıştır. Şölen, sığır, yuğ gibi dinsel törenlerde kopuz eşiliğinde söylenen eski Türk şiiri İslam dininin benimsenmesinden sonra Türk halk şairlerin ürünlerinin prototipidir. İslam uygarlığı çerçevsinde din, tasavvuf, konularını ele alan şiir yanında aşk, şarap temalarını işleyen din dışı şiirin esin sonucu oluştuğuna inanılmıştır. Halk şiirinin hece ile söylenmiş dörtlüklerine karşın aruz vezniyle beyit birimine dayanılarak oluşturulan divan şiiride, İran şiiri aracılığıyla alınan biçimler yanında yerli biçimler de (tuyuğ, şarkı) görülür. Şiirin kapalı olmaması, kolay anlaşılması daima istenmiştir.
Şiirde sözün ruşen ola,açık ola ve sakın ki gamız söylemeyesin, yani örtülü söylemeyesin.”
Büyük ölçüde anlatı ustalığına dayanan eski şiirin bilgi kaynağından da beslenmesi ileri sürülmüştür. Bu yoldaki görüşler karşın divan şiiri ve XVIII. yüzyıldan itibaren ondan derin biçimde etkilenen halk şiiri, gerçek yaşamdan ve toplumdan alabildiğine uzaklaştı.
İlimsiz şiir esası (temel) yok duvar gibi olur ve esassız duvar gayette biitibar olur.
Fuzuli
Milli edebiyat kımı ve konuşma diline, günlük yaşama, sokaktaki adamın serüvenine yönelen Garip şiiri ve daha sonraki hareketlerde şiirde vezin, uyak, söz ve anlatım sanatı gibi doğallığa aykırı anlatım öğelerini adım adım geride bıraktı.