Arama


ercan1980 - avatarı
ercan1980
Ziyaretçi
19 Şubat 2006       Mesaj #1
ercan1980 - avatarı
Ziyaretçi
Günah: Allah'ın uygun görmediği davranışlarda bulunmak, haramlara bulaşmak. (Günahta ısrar edenlerin -sağlam bir tevbe etmezlerse- Cehennem'e gideceği umulur -4/18, 137 ...)

Sevap: Allah'ın hoşnut olacağı davranışlarda bulunmak ve bunlara karşılık verilen (manevi) mükafat, hayırlı iş, ecir, ödül ... anlamlarına geliyor. (İyilik yapan ve ibadetlerine bir düzen getiren ve sınırı koruyan, sakınan ve hatasının ardından hemen tevbe eden müminlerin -kazandıkları sevaplar dolayısıyle- Cennet'e gidecekleri umulur -4/146-147, 24/37-38 ...)

Bu iki kavram birbirinden farklıdır! Hatta birbirinin zıddıdır diyebiliriz! Yaptığımız her amel, yazıcı/gözetmen melekler tarafından kayda geçiriliyor. 24 saatin her saniyesinde ne yapıp-ettiğinizi bir kitaba yazıyorlar. Siz bunu farkedemiyorsunuz ama bu böyle! (50/17,21/94) Hesap gününde bu kayıtlar ortaya konur (39/69,17/71). Sizin Cennet'e veya Cehennem'e girip-girmemenizde bu kayıtların etkisi oldukça fazladır. Eğer bu kayıtlar size sağ tarafınızdan verilirse, dünyada işlediğiniz günahların "az", ve bu günahları eriten sevabınızın da "çok" olduğu anlamına geliyor (84/7-9). Eğer sol tarafınızdan veya arka tarafınızdan verilirse de tam tersi olmuş sayılıyor (69/25-27)!

Aslında, "kazandığınız sevapların günahlarınızı eritme özelliği vardır" demek yanlış olabilir. Biz buna "örtme/gölgede bırakma" diyelim! Nitekim hem günahlarınız hem de sevaplarınız aynı yere/kitaba kaydediliyor. Ve bu kayıtların silinme, üzerine yazılma veya yeniden yazılma gibi bir olasılığı da yok (6/27-31)! Bunu iki kefeli bir tartı gibi düşünün! Günahınız az sevabınız çok ise sağ kefe ağır tartıyor, tersi durumunda ise sol kefe ağır basıyor (101/6-9, 7/8-9). Yani, eğer günahlarınızın fazlalığı, iyilik tartınızı/kefenizi hafifletmişse kaydınız/kitabınız sol tarafınızdan, eğer sevaplarınız/iyilikleriniz fazla olup, günah tartınızı/kefenizi hafifletmişse kaydınız/kitabınız sağ tarafınızdan veriliyor. Önemli olan ikisi arasındaki oran/farktır ve bu oranın az yada çok olması ise size (inancınıza) bağlıdır.

Allah, insana bazı seçim hakları vermiştir. İnsan buna göre inkarı yada inanmayı seçer. Her iki durumda da (bu seçimin sonucu olarak), hesap gününde Allah'ın huzuruna götürülür ve son kararı Allah verir!

"Allah iyilik yapanları sever! (3/134)" ayetine göre, siz ömrünüz boyunca iyilik yapmış fakat ibadete gereken önemi vermemiş olabilirsiniz, yada tam tersi ibadetinize çok önem verip de iyilik yapmamışsınızdır! İşte bu durumda da "Tüm kararlar Allah'a aittir (82/19)" ve "Tüm şefaat Allah'a aittir (39/44)" ayetleri devreye girecektir. Siz, Allah'ın şefaat edeceği kişilerden misiniz bu da meçhul! O halde işi riske atmayıp orta yolunu bulmak en mantıklı olanıdır.

Dünya hayatında iken, (bilinçli bir şekilde) hem günaha bulaşıp hem de sevap işleyenler orta yolu bulmuş sayılmazlar. Allah, böylelerine ikiyüzlü demektedir ve tüm ikiyüzlüler Cehennem'de toplanacaktır (4/140). Peki bu işin doğrusu nedir?

Örneğin siz dost çevrenize yada ailenizin (inanma-inanmama) durumuna göre belli bir süreye kadar inanmamayı seçmişsinizdir. Diyelim ki (bazı gerçeklere şahit olduğunuz halde),

_ 25 yaşına kadar her türlü günaha girmişsinizdir. Bu yaşta ölürseniz kitabınızın sol tarafınızdan verilmesi muhtemel olacaktır (eğer Allah'ın şefaat edeceği müstesna kullardan değilseniz). Yada,

_ 25 yaşınıza kadar her türlü günahı işlemiş fakat bu yaşta sağlam bir tevbe edip kısa bir süre sonra ölmüş iseniz malesef bunun da pek bir faydasını göremiyorsunuz (4/18, 10/90-91, 35/37)! Veyahut,

_ 25 yaşına kadar her türlü günaha bulaşmış ve bu yaşta sağlam bir tevbe etmiş olabilirsiniz. Diyelim ki 55 yaşında (normal) vefat ettiniz. Aradan geçen 30 sene boyunca eski günahlara düşmemeye özen gösterdiniz ve yaptığınız iyilikler sevaplarınızın da sayısını arttırdı. Bu durumda sonuç lehinize dönecektir (4/146). Veya;

_ Akıl baliğ, yani aklını kullanmaya başladığından (en az 13-15 yaşından sonraki dönemden) ölünceye dek, hep iyilikte bulunanlar, ibadetlerine gereken özeni gösterenler ve dinlerini Allah'a has kılanlar ise "mümin" sayılmaktadırlar ve Allah müminleri Cennet'le mükafatlandıracaktır!

66/8 Ey inananlar, ALLAH'a yürekten tevbe edin ki Rabbiniz kötülüklerinizi örtsün ve altından ırmaklar akan cennetlere soksun. ALLAH, o gün peygamberi ve beraberinde bulunanları utandırmaz. Işıkları, önlerinden sağ yanlarına doğru yayılır ve, "Rabbimiz, bizim için ışığımızı tamamla ve bizi bağışla; sen herşeye gücü yetensin," derler.

Yorum: Yukarıdaki çıkarımlar/maddeler/örnekler, belli ayetlerin derlenmesi sonucu varılan kişisel açıklamalardan oluşmaktadır. Doğruluğu sizin için bir kesinlik arzetmeyebilir. Belki fikir uyandırabilir! Öldükten sonra kimin Cennet'e yahut Cehennem'e gideceğini biz bilemeyeceğimiz gibi, istisnai durumların neler olabileceği konularında da net bir bilgimiz bulunmamaktadır. En doğrusunu bilen elbette Allah'tır.

Kimse kimsenin günahını yüklenmez, Ancak ... (?):

Diyelim ki arkadaşlarınızdan yada aile fertlerinizden biri, bir hırsızlık suçu işledi yada zina etti. Siz onunla beraber bu suçu işlemiş sayılmazsınız! Onun kazandığı günah kendi defterine yazılır. Fakat herhangi bir suçu aynı anda işlemiş iseniz, bu kez suç ortağı sayılırsınız. Aynı günah her ikinizin defterine geçirilir (-olsa gerektir). Kimi mezheplilerin iddia ettiği gibi (herkes için) "günahı vardır günahını almayalım/yüklenmeyelim, adamın günahını aldık ..." gibi söylemler Kuran'a göre batıldır.

35/18 Kimse kimsenin günahını yüklenmez. Günahla yüklenmiş birisi yükünü taşımak üzere akrabalarını bile çağırsa onun yükünden hiç bir şey taşınmaz. Sen yalnızca, kendi başlarına iken Rab'lerini sayan ve namazı gözeten kişileri uyarabilirsin. Kim kendisini arındırırsa kendisi yararına arınmıştır. Dönüş ALLAH'adır.

39/7 İnkar ederseniz, ALLAH'ın size ihtiyacı yoktur. Fakat O, kullarının inkarcı olmasından hoşlanmaz. Şükrederseniz sizden hoşnut olur. Kimse kimsenin günah yükünü çekmez. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir ve yapmış olduklarınızı size haber verecektir. O, göğüslerin özünü bilir.

Verdiğimiz ikinci ayetteki son ifadeye dikkat ederseniz "O (Allah), göğüslerin özünü bilir." demektedir. Yani siz nefsinize uyarak bir günah işlemişseniz, bunun karşılığı olan günah yükünü de sadece sizin yükleneceğinizi göstermektedir. Siz kendinizden sorumlusunuz. Kendi yapıp ettiklerinizden sorguya çekileceksiniz (17/14). Ailenizin ve/veya akrabalarınızın hesabını siz (istesenizde) kolaylaştıramazsınız (Ancak, Allah'ın dilemesi/izin vermesi başka).

Bu yüzden kendiniz günaha bulanıp, ardınızdan bırakacağınız salih/iyi evlatlarınıza güvenemezsiniz! O güne (hesap gününe) erişecek her insanın zaten kendine yetecek bir derdi vardır! (80/37)

Bu konudaki istisnalar:

Eğer bir mümin günah işleme korkusu taşıyorsa hiç bir günaha düşmeyi istemeyecektir. Dolayısıyle; yalan söylemeyecek, zina etmeyecek, iftira atmayacak, cana kıymayacak ve adam öldürmeyecektir. Bu düşüncede olmayan zalimler ile ise eğer gücü yetiyorsa karşılık verir. Eğer gücü yetmiyorsa Allah'tan o zalim için dua/beddua diler. Bunun örneğini Adem'in iki oğlunun hikayesinde görmekteyiz.

5/28-29 "Beni öldürmek için elini bana uzatırsan, seni öldürmek için ben elimi sana uzatmayacağım. Ben, tüm yaratıkların sahibi ALLAH'tan korkarım. ", "Günahımı günahınla birlikte yüklenerek cehenneme girmeni isterim. Zalimler böyle cezalandırılır."

Burada, Adem'in mümin oğlu, İblis'e uyan diğer oğlu karşısında direnmemekte ve zulmüne karşı Allah'tan bir karşılık dilemektedir. Daha önceki konularımızda ve burada suçsuz bir müminin öldürülmesinin büyük bir günah olduğunu belirttik. Burada sözü edilen "günahımı günahınla birlikte yüklenerek ..." ifadesi, bir mazlumun ettiği bir duayı tanımlamaktadır. Allah, mazlumların, hele hele mazlum müminlerin duasını süratli kabul edendir. O halde böyle istisnai durumlarda, karşımızdaki kişinin günahları da bize yüklenir mi bilemeyeceğim! (En doğrusunu Allah bilir). İhtiyatlı olmak en makuludur!

Büyük Günahlar

_ Allah'a eşler/ortaklar koşmak

4/116 ALLAH kendisine ortak koşulmasını (ölünceye kadar sürdüğü taktirde) affetmez; bunun aşağısındaki günahları ise dilediği kişiye affeder. Kim ALLAH'a ortak koşarsa tamamen sapıtmış olur.

Israrı mağfirete engel olan en büyük günah budur! Peki niçin en büyük günahtır? Ne diyor ayette "kendisine ortak koşulmasını". İnsan, Allah'a kimleri ortak koşar? Yani kimleri kullanarak (ikiyüzlülükle) Allah'a eşler/ortaklar belirlerler? "İblis, cinler, melekler, peygamberler, evliyalar, şeyhler, atalar ..." Bunlara bağlılıklarının kendilerini Allah'a götüreceklerini zannedenleri de var! Oysa yanılmaktadırlar.

39/3 Kesinlikle, din sadece ALLAH'a aittir. O'nun dışındakileri evliya (dostlar) olarak edinenler, "Onlar bizi ALLAH'a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz." (derler). Ayrılığa düştükleri bu konuda onların arasında ALLAH karar verecektir. ALLAH kuşkusuz, yalancıları ve nankörleri doğru yola iletmez.

Dikkat ederseniz ben ilk sırada "İblis"i örnek verdim. Şöyle ki, insan Cennet'te Allah'a verdiği sözü (taat) unutup, İblis'in sözüne kanmış ve neticede Cennet'ten çıkarılmışlardı. Allah'ın yanında başka herhangi bir varlığın hükmüne (kendi kararınca) uyan insan, Allah'a ortak koşmuş sayılmaktadır! Eğer Adem gönderildiği yerde (dünyada) hatasını anlayıp tevbe etmemiş olsaydı, insanların Cennet'e yeniden girebilmeleri mucize olacaktı!

Adem'in yaptığı hata basit bir hata değildi. Cahilane bir hata idi. Allah'a taat sözü verdiği halde İblis'in hükmüne göre hareket etti ve Allah'ın yasağını delmeye çalıştı. Sonucu da malum! Fakat Allah, bağışlaması bol olduğu için Adem'i bağışladı. Ama Adem için kararlaştırılan bir gün (hesap/din/yargı günü) vardı ve bu günün (dünya hayatı) tamamlanması gerekmektedir.

Bu hayatta yine İblis'e uyacak olanlar, yani İblis'i tekrar Allah'a ortak koşacak olanlar Cennet'e giremeyecekler! Bu hayat insana akletme zamanı olarak verilmiştir (35/37). Ve insanın sabit inançlı olması/Allah'a samimiyetini dile getirmesi için bir fırsat doğmuştur. Sen Allah'ın yolunu seçtiğini hem dille (iftiracı inkarcılara karşı) hem de kalben (kendi nefsine karşı) tasdik etmelisin! Bu tasdiği, ancak Kuran rehberliğinde pekiştirebilirsin! Kuran dışındaki öğretilere kapıldığında, yine Allah'a ortak koşmuş sayılacaksın! Yani Kuran'ı bırakıp yada duvara asıp "peygambere atılan iftira hadislere, evliya/alim görünüşlü insanların sözlerine/ruhlarına ve/veya hacı/hocaların öğretilerine" tenezzül etmişsen de Allah'a (bu kez) insanları ortak koşmuş sayılıyorsun! Bunun da öncekinden pek bir farkı yok!

42/21 Yoksa ALLAH'ın izni olmadığı halde onlar için dini kurallar ve yasalar ortaya koyan ortakları mı var? Daha önce belirlenmiş bir karar olmasaydı onların arasında yargı verilirdi. Zalimlere acı bir azap vardır.

Melekler ve/veya cinleri Allah'a ortak koşanlarla ilgili ayetleri de yorumsuz aşağıya ekliyorum.

6/100 ALLAH'a cinleri ortak koştular. Halbuki onları O yaratmıştır. Bilmeden O'na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. O'nun şanı yücedir, onların nitelemelerinden çok üstündür.

3/80 Ve size, melekleri ve peygamberleri rabler edinmenizi de emretmez. Siz müslüman olduktan sonra, size hiç inkarı emreder mi?

_ Adam öldürmek/Cana kıymak

Allah'ın, insanların yaşayışlarına bir düzen getirmek için koyduğu bazı kurallar vardır. Bu kararlar insanların menfaatlerine olup, zulmü engellemeye yöneliktir! Büyük günahları işlemekte sınır tanımayanlar zalimler sınıfına dahil olmaktadırlar! Küçük günahları işlemekte ısrarcı olanlar da nefislerine zulmetmiş sayılacağından aynı gruba dahil olmaları kaçınılmazdır. Nitekim günah işlemekte ısrarcı olanlar, Allah'ın dini ile bir ilgisi bulunmayan insanlardır. Örneğin "Adam öldürmek", kitapta zikredilen büyük günahlardan biridir! Suç işlememiş ve/veya daha önce kimseyi incitmemiş (mümin birini) durup dururken öldüren bir kişi, Kuran'a göre tüm insanları öldürmüş sayılmaktadır. Hata ile öldürenlerin ise hatalarını affettirme yöntemi Kuran'da şöyle anlatılır!

4/92 İnanmış bir kişi, kaza hali hariç inanmış birisini öldüremez. Kim bir in***** kazara öldürmüşse inanmış bir köleyi salmalı ve ölenin ailesine diyet ödemeli. Ancak diyetten vazgeçip sadaka olarak kabul ederlerse başka. Öldürülen, sizinle savaş halinde olan bir topluluğa mensup bir inanan ise, o zaman inanan bir köleyi salmalısınız. Ancak, maktul aranızda anlaşma olan bir topluluktan ise ailesine diyet vermeli ve inanmış bir köleyi salmalısınız. Kim (gerekli parayı veya salacağı bir köle) bulamıyorsa, ALLAH tarafından tevbesinin kabul edilmesi için iki ay aralıksız oruç tutmalıdır. ALLAH Bilendir, Bilgedir.

Yorum: Ayete dikkat edilirse "inanan bir köleyi salıvermeli" denmektedir. Kazayla birini öldürüyorsunuz. O'nun hayatına sebep oluyorsunuz. Bu hayata karşılık başka bir hayata özgürlük vermeniz isteniyor. Biz biliyoruz ki köleler, özgür insan konumunda sayılmamaktadırlar. Öte yandan aynı ayette salıverilmesi gereken kölenin "inanan biri" olması şartı isteniyor. İnanan (mümin) birini köle tutmak, Allah'ın tasvip etmediği bir olaydır. Çünkü Müminler, Allah'ın sevdiği kullarıdır! Tarih ilerledikçe kölelik sisteminin batıllığı ortaya çıkmış ve terkedilmiştir. Zamanımızda meydana gelecek böyle bir katl olayında, ayette yeralan ikinci ve/veya sonuncu hükümlere göre amel edilmelidir!

İntihar etmek cana kıymak anlamına geleceğinden, Allah haksız yere cana kıymayı da yasaklamıştır! İntiharın bir çözüm olmadığını çoğu insan zebanilerle karşılaştığında anlayacaktır! Hiçbir insan durup dururken intihar etmek istemez. Mutlaka bir yanlışta ısrar ediyordur. Lakin kişinin başına gelen kötülüklerin, kendi ellerinin kazandıkları dolayısıyle geliyor olduğunu Allah şu ayetlerle bildirmiştir,

30/41 Halkın elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde felaketler yaygınlaştı. Böylece, (kötülükten) dönerler diye yaptıklarının bir kısmını onlara tattırıyor.

42/30 Size dokunan bir kötülük, işlediklerinizin bir sonucudur. O, bir çoğunu da affeder.

Son çare olarak intiharı seçenler, aslında bu seçimi kendileri yapmıştır! Allah'ın arzı geniştir ve herkese yetecek rızkı ve herkesin yararlanabileceği güzellikler bulunmaktadır. Egolarına yenik düşenler, başlarına gelen olumsuzluklar için Allah'ı sorumlu tutarlar ve O'na isyan etmeyi seçerler! Haliyle kaybedenler kendileri olmaktadır!

Kısas:

17/33 ALLAH'ın kutsal kıldığı canı haksız yere öldürmeyin. Kim haksızlığa uğrayarak öldürülürse onun mirasçılarına yetki vermişizdir. İntikam duygusuyla öldürmede sınırı aşmasın; zira kendisine yardım edilmiştir.

2/178 İnananlar! Öldürmede size eşitlik farz kılındı. Hürre karşı hür, köleye köle, kadına kadın... Ama kim maktulun hısımları tarafından bağışlanırsa, o zaman uygun olanı yapması ve diyeti güzelce ödemesi gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra kim sınırı aşarsa onun için acı bir azap var.

2/179 Sizin için bu eşitlikte hayat kurtarma vardır, ey akıl sahipleri, böylece korunursunuz.

Kimi aymazlar "kısasta hayat vardır" ifadesini öldürmeyi meşrulaştırma kalıbına soktular. "Kan davası" böyle cahillerin ataları sayesinde gelenekselleşmiştir. Oysa ayetlere dikkat edilirse öldürülenin ailesine yetkiler verildiğini/sınırı aşmamaları, ancak bu yetkileri kullanmama istekleri durumunda Allah'ın mağfiretine mazhar olacaklarını bildirmektedir. Diyelim ki sarhoşun biri gelip kardeşinizi bıçakladı ve kardeşiniz öldü. Aynı yöntemle siz onu öldürebilirsiniz yada affedebilir diyetini almayı kabul edebilirsiniz. Peki normal bir insan (maktulun yakınları tarafından) aynı yöntemle öldürüleceğini bildiği halde durup dururken birini öldürmeyi ister mi? (-ki bu durum "Kan davası" denen cahiliye uygulamasını otomatikman meşru(!) hale getirecektir) 2/178'in devamında bunu devam ettirmek isteyenlere de Allah, zaten gerekli uyarıyı yapmaktadır.

Buna rağmen kan davasını haklı görenlere(!) bir olumsuz yanıtı da şu ayetler vermektedir,

5/27-30 Onlara Adem'in iki oğlunun olayını doğru anlat. Birer kurban adamışlardı da, birisinden kabul edilmiş, diğerinden edilmemişti. "Seni öldüreceğim!," dedi. "ALLAH ancak erdemli olanlardan kabul eder," dedi. "Beni öldürmek için elini bana uzatırsan, seni öldürmek için ben elimi sana uzatmayacağım. Ben, tüm yaratıkların sahibi ALLAH'tan korkarım. ", "Günahımı günahınla birlikte yüklenerek cehenneme girmeni isterim. Zalimler böyle cezalandırılır." Egosu onu, kardeşini öldürmeye kışkırttı. Onu öldürdü ve böylece kaybetti.

Bu ayetlerde Adem'in ilk iki oğlundan biri, -ki İblis'in fısıltısına uyarak yada onun sahibi olduğu karakteri taşıyarak (kıskançlık) ile diğerini öldürmüştü. Eğer kan davası, kısası tarif ediyor olsaydı yani Allah'ın emri olmuş olsaydı(!), daha ilk anda Adem'in nesli devam edemeyecekti! Malum diğer kardeşler de bu katil kardeşi öldürmek zorundaydı! Ortada evlat kalmayana dek "kan davası" ile Adem'in tüm evlatları birbirini öldürecekti. Oysa böyle olmadı! Dikkat edelim, kısas ile kan davası aynı şey değildirler!

Anlamı çarpıtılan 2/179'un açıklamasını da yukarıda yapmaya çalıştık! Kişi kısas hükmüne rağmen herhangi bir cana kıymayı göze almamalı (tabi aklı başında ise)! Yoksa bu kendisi açısından iyi bir durum olmayacaktır. İşte bundan dolayı kısasta gerçekten hayat vardır. Kısas kuralına göre kendi hayatını kurtarmaktasın!

Savaş durumu:

Madem adam öldürmek meşru değildir, öyleyse birbiriyle savaşanlara ne demeli? Kuran'a baktığımızda savaşları başlatanların zalimler ve/veya menfi çıkarlarını, ilahi hükümlerin üstünde tutmak isteyen küstahların sebep olduğunu görmekteyiz. Kuran'a göre (savunma) savaşı, bu tür zalimlere karşı "Allah yolunda" yapılmalıdır. Yani sizlere zulmeden/eziyet eden, sizleri yurtlarınızdan çıkarmak isteyen, fesat-fitne çıkarmak isteyen ve kendi dairesi dışında kalan tüm insanlara işkence etmek isteyenlere karşı "Allah yolunda" savaşılması istenmektedir (bkz.2/243-251, ...) Fitne/bozgunculuk çıkarmak (zulum/işkence yapmak), adam öldürmekten kötüdür. Fakat bunda ısrar edenlerle de savaşılması kaçınılmazdır.

2/191 Onları yakaladığınız yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın; zulüm ve işkence öldürmekten beterdir. Kutsal Mescid'in yanında sizinle savaşmadıkça onlarla savaşmayın. Size saldırırlarsa siz de onlara saldırın. İnkarcıların cezası böyledir.

Ayette dikkat ederseniz "Size saldırırlarsa siz de onlara saldırın" denmektedir. Yani siz durup dururken kimseyle savaşamazsınız. Eğer savaşırım derseniz siz de onlar gibi zalim/bozguncu sayılmış olursunuz! Savaşa, ancak ve ancak savunma amacı güdülerek girilmelidir. Yani kendinizi/ailenizi/din kardeşinizi korumak için savaşa girersiniz. Bu savaş Allah yolunda yapılmalıdır. Yani herhangi bir saltanat veya koltuk sevdasına göre savaşılamaz. Böyle yapanlar, zalimlerle aynı safta ve/veya amaçta olurlar. Osmanlı'nın gerilme ve yıkılma zamanları bunun canlı bir delili değil midir? Özellikle Nazilerle(?) işbirliği ile yapılan savaşlarda!

Tabi her sorun savaş ile çözülecek değildir! Arlarında anlaşmazlık zuhur eden taraflar ilk iş olarak diplomasi/anlaşma yoluna başvurmalıdırlar.

9/4 Ancak, kendileriyle yaptığınız anlaşmanın koşullarına eksiksiz uyan ve size karşı başkalarıyla işbirliğinde bulunmayan putperestlerin anlaşmasını tanıdığınız süreye kadar uygulayın. ALLAH erdemlileri sever.

Fakat bu anlaşma çiğnenir ve ancak bir saldırı başlatılırsa/can güvenliğiniz tehlike altına girerse, (sizin için) savunma savaşına girme bahanesi doğmuş sayılır.

9/5 Kutsal aylar çıkınca, (hala barışa yanaşmıyorlarsa) o putperestleri yakaladığınız yerde öldürün. Onları yakalayın, onları kuşatın ve her hareketlerini izleyin. Tevbe edip namaz kılar ve zekat verirlerse yollarını serbest bırakın. ALLAH Bağışlayandır, Rahimdir.

Veya bunlardan başka değişik yöntemler de uygulanabilir. Örneğin, Zülkarneyn'in bozguncu Yecüc ve Mecüc'e karşı yaptığı (akılâne) kurtulma yöntemi! Bu misal, savaşın son çare olmadığını da göstermektedir.

18/94-98 Dediler ki, "Ey İki Nesle Sahip Olan (Zül Karneyn), Yecuc ve Mecuc yeryüzünde kötülük işliyorlar. Bizimle onların arasında bir engel koyman için sana bir vergi ödeyebilir miyiz?" Dedi ki, "Rabbimin bana verdikleri daha iyidir. Bana gücünüzle yardım edin de sizinle onların arasına bir duvar kurayım.", "Bana demir kütleleri getirin." Her iki barikatın arasını doldurunca, "Üfleyin!," dedi. Onu bir ateş haline sokunca da, "Getirin, üstüne erimiş bakır dökeyim," dedi. Artık onu ne aşabildiler, ne de delebildiler. "Bu, Rabbimden bir rahmettir," dedi. "Rabbimin belirlediği an gelince onu paramparça eder. Rabbimin sözü gerçektir."

_ Ana Babaya Saygısızlık

Yukarıdakiler kadar ciddi bir önemi sayılmasa da, Allah'ın yasak edilenler listesinde sıkça söz edilmesi, bu konunun da bir ehemmiyetinin olduğunu belirtmeye yetmektedir. Mantıklı düşündüğümüzde de zaten ana-babaya saygı göstermenin önemli olduğu belli olmaktadır. Şöyle ki, sizin doğumunuzdan kendi ölümlerine kadar gözleri hep sizin üzerinizdedir. Sizin gözetmeniniz/öğretmeniniz/yardımcınız olmaktadırlar. Çocukken düştüğünüzde sizi onlar kaldırıyor, büyükken iflas ettiğinizde derdinize onlar çare arıyorlar. Siz de evlatlarınız için! Evlatlarınız da evlatları için! ...

Şu durumda ana-babaya saygı, aslında kendinize saygıdır! Ana-babaya saygı duymayanların, kendi evlatlarından böyle bir saygıyı beklemeleri haksızlık olmaz mı? Allah, ana-babaya birçok ayette saygı gösterilmesi gerektiğinden bahseder. Ana-baba birlikte diyorum dikkat edin! Lakin bazı mezhepçi çevrelerin iddia ettiği gibi "Cennet anaların ayakları altında" değildir. İlki her *****n cennete gideceğine dair kimsenin bir delili yok! İkincisi ayetlere baktığınızda hep "ana-baba" olarak bahseder. Yani bazı kıt akıllıların iddia ettiği gibi, birinin diğerinden bir üstünlüğü yoktur. Samimi inananlardan iseler ve Allah'ın izin verdiği kişilerden iseler, her ikisinin de Cennet'e gideceği umulur. Bunun yanında her ikisi de inkarı seçmişlerse Cehennem'e gidecekleri umulur (en doğrusunu Allah bilir).

Eğer Cennet anaların ayakları altına serilmişse, babaların ayaklarının altına ne serilmiştir? Yoksa hiçbirşey serilmemiş midir? Allah'ın cennetini analarının ayakları altına serebilme cesaretini gösterenler (!), çocuklarının rızkını çalışarak sağlamaya çalışan, onların okumalarında-evlenmelerinde ve hatta evlendiklerinden sonra dahi desteğini esirgemeyen babalarının ayakları altına aynı Cennet'i seremiyorlar mı? Analarını yar gibi görenlerden bunu beklemek saçmalık mı olur yoksa?

Kuran'a göre ana-baba sevgisi/saygısı, onlar için dua etmekle - onlara "ÖF" bile dememekle ve onların (yaşlılıkta) bakımlarını üstlenmekle gösterilmelidir.

17/23 Rabbin, yalnız kendisine kulluk etmenizi ve anaya babaya karşı iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi yanında yaşlanırsa onlara "Öf" bile deme ve onları azarlama. Onlarla güzel bir biçimde konuş.

46/15 Biz insana, ana ve babasına iyilik etmesini öğütledik. Anası onu zahmetle taşır, zahmetle doğurur. Ana karnında taşınması ile sütten kesilmesi otuz ay sürer. Nihayet olgunluk çağına erince ve kırk yaşına varınca: "Rabbim, bana, anama ve babama verdiğin nimete şükretmeğe ve razı olacağın yararlı işler yapmağa beni yönelt. Benim soyumu islah et. Ben tövbe edip, sana teslim olanlardanım," demelidir.

Bu konudaki istisnalar:

Size kızdıklarında veya (cahilce) sizi dövdüklerinde, onlara karşılık vermeniz sizin aleyhinizedir. Zira yukarıdaki ayete göre, (onlara) "ÖF" bile demeniz tasvip edilmezken, sizin fiili bir karşılık vermeniz neye yol açar orasını ben bilemem! Bilhassa sizin inancınız zayıf iken onlar mümin iseler ve sizi Allah'ın yoluna çağırıyorlar da siz "ÖF size!" diyorsanız, bu diğerinden daha bir kötü sayılmaktadır!

46/17-18 Öte yanda bir başkası var ki anne babasına, "Öf size, benden önce nice kuşaklar geçmiş olmasına rağmen benim diriltileceğimi mi iddia ediyorsunuz?" O ikisi ise ALLAH'a sığınarak: "Yazık sana; lütfen inan. ALLAH'ın sözü gerçektir." Bunun üzerine o, "Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değil," der. Bu gibiler, gelip geçmiş cin ve insan toplumları arasında azap sözünü haketmiş kimselerdir. Onlar kaybedenlerdir.

Peki Ana-babayı dinlemememiz gereken (istisnai) durumlar nelerdir? Örneğin siz inanan bir mümin iseniz ve ana-babanız inkarcı biri iseler, onları dost edinmez/dinlemezsiniz.

9/23 Ey inananlar, inkarı imana tercih ettikleri taktirde ana babalarınızı ve kardeşlerinizi dost edinmeyin. Kim onları dost edinirse onlar zalimlerdir.

Lakin Hz.İbrahim'in babası bir putperest idi. Bu sapkın/cahil inancı terkedip mümin olmayı kabul etmedi. Bundan dolayı Hz.İbrahim de babasıyla güzellikle arasını ayırdı ve Rabbine (babasını) bağışlaması için dua etmekle yetindi (19/41-48, 14/41-42).

Bir üstteki ayette "eğer inkarı/küfrü imana tercih ediyorlarsa onlardan ayrılın" denmektedir. Yani onlar, sizin inancınıza karışıyor, sizi Allah yolundan alıkoymak istiyor yahut da sizi inanç konusunda baskı altında tutuyorlarsa, onlardan ayrılmanız gerekmektedir. Tabi iş buralara gelmeden önce siz onları gerçeklerle uyarırsınız! Uyarılarınızı dinlemez ve baskılarını artırırlarsa, onlardan son çare olarak ayrılmayı denersiniz. Siz onlara çok isteseniz de hidayet veremezsiniz. Hidayeti Allah, dilediğine verir.

_ Kürtaj

6/151 De ki: "Gelin, Rabbinizin size neleri haram ettiğini söyleyeyim: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya iyi davranın. Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin; sizi de onları da biz besliyoruz. Büyük günahların açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve ALLAH'ın kutsal saydığı cana haksız yere kıymayın. Bunlar, düşünesiniz diye O'nun size verdiği öğütlerdir.

17/31 Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırıyoruz. Onları öldürmek, büyük bir suçtur.

Aslında bu ayette geçen ifade, konu hakkında yeterli bilgiyi veriyor zaten! Vaktiyle böyle, yoksulluk endişesi ve ileride fuhşa karışmasınlar düşüncesiyle çocuklarını öldüren, hatta diri diri toprağa gömen ebeveynler bulunuyordu. Allah böylelerine, şu ayetle bunun hesabının sorulacağını belirtmektedir.

81/8-9 Canlı canlı gömülen kız çocuğu sorulduğu zaman: Hangi suçtan ötürü öldürüldü diye.

Yukarıdaki ayetin kürtajdan bir farkı yoktur. Ana karnında canlılık bulmuş bir cenini aldırtmak, onu diri diri toprağa gömmekten farklı bir durum değildir. Şu halde yoksul aileler, geçimini sağlayabilecekleri kadar çocuk edinmelidirler. Peki gebeliği önleyici faktörler aynı hükme girmez mi? Gebeliği önleyici araçlar bulunmadan önce azl etme ve/veya bitkisel tedavili önlemler uygulanıyordu. Eğer biz spermlerin kendi başlarına canlı birer varlık olduklarını düşünürsek, gebeliği önleyici faktörleri kullanmamalısınız diyebiliriz! Ama eğer, daha sonra geçimlerini sağlayamam diye çocuklarınızı öldürme durumunda kalırsanız iş daha bir kötüye gidecektir. Şu halde (eğer son çare ise) gebeliği önleyici araçları kullanırsınız! Bunun, daha sonraları bir cana kıymanız kadar büyük bir günah arzedeceğini sanmıyorum! (en doğrusunu Allah bilir)

Nefsinin arzularına yenik düşen gençler, koruyucu yöntemlerle zinayı meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar. Oysa yukarıdaki 6/151 ayetinde Allah, böylelerinin büyük bir günaha bulaşmış sayılacaklarını haber vermektedir. Zina eden (evli olmayan) gençler çocuklarını ya aldırırlar (öldürürler) yada gömerler (gizlerler). Yakın zamanda işittiğim bir haber beni şoke etmişti. Bulunduğum şehirdeki Muğla Üniversitesi'nin bahçesinde gömülen bebek cesetleri bulmuşlar, eğer bu haber doğru ise 81/8-9'un canlı tanıkları olmuşuz da haberimiz yok! (özel hastanelerde "neredeyse her gün" kürtaj ile aldırıldığı söylenen bebekler de cabası).

Kürtajın hükmü:

Yukarıdaki ayetlere göre çocuğunuzu herhangi bir şekilde ölüme terk etmeniz meşru görülmemektedir. Mantık gereği bakımını temin edemeyeceğiniz çocuğa karar vermemelisiniz! İleride onu bir şekilde öldürmeye mecbur kalmaktansa en başından korunmak en hayırlısı değil midir?

Zina etmek günahtır:

17/32 Zinaya yaklaşmayın; çünkü o büyük bir günah ve kötü bir davranıştır.

Allah Kuran'da "zinaya yaklaşmayın" diyor. Böyle demesi zinanın meşru olduğu yada buna ruhsat verildiği anlamına gelmez. Zira biz biliyoruz ki bir şekilde zinaya bulaşmayacak insan sayısı yok denecek kadar azdır. Küçük yaşta kendilerine ilim verilenler yahut da bu ilme (bir şekilde) mazhar olanlar, zinaya yanaşmazlar, Hz.Yusuf örneğinde olduğu gibi! Lakin peygamber kıssaları Kuran'da boşuna anlatılmamıştır! Sözkonusu ayetlere baktığımızda zaten "inananlar"ın zinaya bulaşmamaları gerektiğini görürüz. Ancak inanmayanlar/Allah'tan gereği gibi haya etmeyenler, zina yapabilmektedirler!

25/68 Onlar, ALLAH ile birlikte başka tanrılar çağırmazlar; ALLAH'ın yasakladığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Bunları işleyen, günahların faturasını öder.

Şu halde (evlilik hariç) zina eden her birey bir günah kazanmıştır. Günah hanesine bu amel mutlak kaydolacaktır. Zina etmenin günah derecesi nedir? Diye bir soru sorulursa, yanıtını yukarıdaki 25/68 ayeti vermektedir.

_ İftira - Yalan

16/105 Yalan uydurup iftira edenler ALLAH'ın ayetlerine inanmıyanlardır. Onlar gerçek yalancılardır.

22/30 İşte böyle. Kim ALLAH'ın yasaklarına saygı gösterirse Rabbinin yanında kendisi için daha iyidir. Size özellikle bildirilenlerin haricindeki tüm çiftlik hayvanları helal (yasal) kılınmıştır. O halde putperestliğin felaketinden kaçının, yalan sözden sakının.

Yalan(lamak): Doğruluğunu onaylamamak, kabul etmemek, değiştirmek, hile ... demektir. Allah yalancıları sevmez!

39/3 Kesinlikle, din sadece ALLAH'a aittir. O'nun dışındakileri evliya (dostlar) olarak edinenler, "Onlar bizi ALLAH'a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz." (derler). Ayrılığa düştükleri bu konuda onların arasında ALLAH karar verecektir. ALLAH kuşkusuz, yalancıları ve nankörleri doğru yola iletmez.

Bazılarının iddia ettiği/meşru gördüğü durumlar karşısında söyleyebileceğimiz yalanlar(!) hakkında Kuran, doğrularını şu şekilde belirtmektedir,

4/35 Evli çiftin aralarının açılmasından endişeleniyorsanız, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden de bir hakem atamalısınız. (Karı ve koca) barışmayı isterlerse ALLAH ikisinin arasını bulur. ALLAH Bilir, Haber alır.

4/128 Bir kadın kocasının huysuzluğundan, yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ediyorsa uzlaşmayla tekrar aralarını düzeltmeleri daha uygun. Uzlaşma daha iyidir. Kişi bencil ve kıskanç davranmağa eğilimlidir. İyilik yapar ve erdemli davranırsanız, elbette ALLAH yaptıklarınızı haber alır.

Ayetlerde görüldüğü üzere, mezheplilerin iddia ettiği gibi "karı-koca arasını düzeltmek için yalan söylenebilir" denmiyor. Hem doğruluğa azami önem veren Allah, her durumda ve/veya bazı durumlarda yalan söylemeye neden ruhsat vermiş olsun ki? Mümin, her durumda doğru sözlü olan, doğruyu söyleyen kişilerdir aynı zamanda!

4/135 İnananlar! Kendiniz, *****nz, babanız ve yakınlarınız aleyhinde dahi olsa ALLAH için tanıklık ederek adaleti gözetin. İster zengin, ister fakir olsun, ALLAH her iki gruba da bakar. Öyleyse, kişisel çıkar ve duygularınıza uyarak taraflı davranmayın. Gerçeği çarpıtırsanız veya tanıklık etmekten çekinirseniz, bilesiniz ki ALLAH yaptıklarınızı haber alır.

İftira: Asılsız söylem, yalancılık, birini suçlu gösterme ... anlamlarına geliyor.

10/17 ALLAH'a yalan uydurup iftira eden, veya mucize ve ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Suçlular onmaz.

Gerçekte düşülmeyen bir hata yada kusur için ortaya konulan iddiaya iftira denir. Örneğin siz gözünüzle görmediğiniz halde birini zinayla ve/veya hırsızlıkla suçlarsınız! Bu bir iftiradır. Eğer böyle bir olaya şahit olmuş da bunu çevrenize duyurmak isterseniz o zaman doğruyu ortaya koymuş sayılırsınız! Diyelim ki arkadaşınızın eşini tesadüfen başka biriyle zina ederken gördünüz. Böyle bir durumda size düşen ilk görev, o arkadaşınızın ve eşinin ailelerinden hakemler tayin etmektir. Zina edenlere yapılması gereken muameleler hakkında da Kuran yeterli bilgiler vermektedir.

Müminler iftira etmezler. Bu onlara günah kazandırır. İftirayı, günaha düşme korkusu taşımayan inancı zayıf olan kişiler atar. Bilhassa sapıklar! Elde edemedikleri ve/veya tatmin edemedikleri nefsani arzuları için iftira yoluna başvururlar. Bu yöntem, sözde müslümanlarımız arasında oldukça yaygındır!

Öte yandan kendi düştüğü bir hatayı başka birine yüklemek isteyenler de iftira etmiş/günah işlemiş sayılırlar. Allah bu konuda şunları söylemektedir,

4/112 Kim bir hata yahut bir günah işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa şüphesiz büyük bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş olur.

Laneti hakeden iftiracılar!

Allah'ın, müminlere değer veriyor olduğunu daha önce belirtmiştik. Müminler, meleklerin, "yeryüzünde bozgunculuk yapacak - kan dökecek ve fitne çıkaracak olan İblis izleyicileri" için yaptıkları öngörüyü batıl kılan Allah dostlarıdırlar. Şu halde müminlere zulmeden, onların kanlarını döken İblis izleyicileri, her attıkları/atacakları iftiralar için laneti de haketmişlerdir. Bilhassa mümin kadınlara attıkları/atacakları iftiraları ile!

33/58 İnanan erkeklere ve kadınlara, haksız yere hakaret edenler, bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.

24/23 İffetli ve (kötülüklerden) habersiz inanan kadınlara iftira edenler, dünya ve ahirette lanetlenirler ve onlar için büyük bir ceza vardır.

26/221-222 Şeytanların kime indiğini size bildireyim mi? Onlar her günahkar iftiracıya iner.

Her kulvarda Allah'a kafa tutmayı kendine ilke edinen İblis izleyicileri, vaktiyle Meryem'e dahi iftira attılar. Sonra bu aynı zihniyetler, Allah'ı bırakıp buzağıya taptılar. Şimdilerde ise masum insanlara (halâ) zulmediyorlar. Bu kavim, kendilerini Allah'a en yakın olan insanlar olarak görmektedirler. Oysa yanılıyorlar!

62/6 De ki; "Ey Yahudiler, halkın arasından yalnız kendinizin ALLAH'ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız, ölümü dileyin; doğru iseniz."

2/120 Dinlerine girmedikçe ne Yahudiler, ne de Hristiyanlar, senden hoşnut olmazlar. De ki: "Doğru yol ALLAH'ın yoludur." Sana gelen bilgiden sonra onların arzularına uyarsan ALLAH'a karşı seni savunacak ne bir dost ne de bir destekleyici bulamazsın.

Kalbin Mühürlenmesi

İnsanlardan bazıları Allah'ı/elçileri ve inananları karşılarına alırlar. İblis'e kendilerini (akıllarını) ipotek ettiren bu zalim/cahiller, kendi hükümranlıkları ve menfaatleri yüzünden müminleri katlederler. Kaba güçle etkisiz hale getiremeyeceklerini anladıklarında iftira/yalan ve kışkırtma yolunu denerler. Vaktiyle Yahudiler bu tür hatalara düşmüştü. Firavun'un zulmünden (esaretinden), Harun ve Musa önderliğinde (Allah'ın yardımı) ile kurtulmalarının ardından, Samiri'nin yaptığı altından bir buzağı heykeline tapınmaya başladırlar. Allah'a şükretmeleri gerekenlerin bir buzağıya tapıyor olmaları, onların lanetlenmesine sebep oldu. Bunlardan sonra gelenler ise ikiyüzlü olmayı seçmişlerdi. Tevrat'ta kabul etmek istemedikleri hükümlerin Kuran'da da yeraldığını ve gizlediklerinin ortaya çıkmaya başladığını farkeden bu İblis izleyicileri, İslam peygamberine birçok işkence yaptılar (aşağıladılar, taşa tuttular, savaş açtılar vb.). İçlerinden kimisi İslam peygamberine gelerek "biz de sizler gibi inandık" diyerek sinsice inananların arasına sızmaya çalışıyorlardı. Fakat bu isteklerine (Allah'ın uyarısıyla) ulaşamadılar. Sırf kendi hükümranlıklarını kurmak için, Allah'tan gelen her güzel şeyi, ya değiştirmek istediler ya da gizlediler. Allah'a muhalefet etmek istemelerinden dolayı kalpleri/anlayışları mühürlendi (63/1-3). Kim ne kadar HAKK'A davet etmek istese de onları, gerçekleri kavrayamazlar/anlayamazlar. İnkarları ile Allah'a kavuşmaları kaçınılmazdır! Fakat Kuran rehberliğinde bu akıbetlerini (Allah da dilerse) lehlerine çevirebilirler (2/62)! (En doğrusunu Allah bilir)

Bir de kendi ellerinizle kazandığınız günahların çok olması durumunda kalbinizin mühürlenmesi gerçeği var ki, bunu da siz ısrarla dilersiniz!

83/11-16 Onlar Din Gününü yalanlar. Onu ancak azgın günahkarlar yalanlar. Kendisine ayetlerimiz iletildiğinde, "Efsane" derdi. Doğrusu, işledikleri günahlar kalplerini kaplamış. Doğrusu, o gün onlar Rab'lerinden perdelenir. Ve böylece onlar cehenneme atılır.

Kalbi/anlayışı mühürlenmiş birinin taştan bir farkı yoktur (2/74)! Siz onlara gerçekleri getirirsiniz fakat onlar ısrarla kabul etmek istemezler. Eğer Allah kalplerini mühürlemiş ise yine Allah dilemedikçe o mühür kalkmaz. Böyle bir durumda size dua etmek düşer. Örneğin babanız, inanmayan/zalim ve cahil biri olmayı seçmişse ve kalbi mühürlülerden ise, siz ne derseniz deyin anlamayacaktır. O halde size düşen görev "sabır ve dua ile (Allah'tan) yardım dilemektir" (1/5, 2/153).

Kendi ellerinin kazandıkları dolayısıyla ve/veya yaptıkları seçimleri ile kalbi mühürlenen inkarcı günahkarlara, Allah bu dünyada süre tanır. İnananlar bunların oyunlarına gelmemelidir. Allah dileseydi onların hiçbirini bu yeryüzünde barındırmazdı fakat unutmayalım ki, onlar da sınavın bir parçası!

3/178 İnkarcılar, vermiş bulunduğum sürenin kendileri için iyi olduğunu sanmasınlar. Günahlarının artması için kendilerine süre veriyoruz. Onlara alçaltıcı bir azap var.

6/164-165 De ki: "Her şeyin Rabbi iken, ALLAH'tan başka Rab mi arayayım? Herkes kendi yaptığından yarar görür ve kimse kimsenin yükünü çekmez. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. Ayrılığa düştüğünüz konuda size haber verecektir. O ki sizi yeryüzünün mirasçıları kıldı, ve size verdikleriyle sizi sınamak için kiminizi kiminize derecelerle üstün kıldı. Rabbin çabuk sonuçlandırandır. Bağışlayandır, Rahimdir.

_ Yetime Sahip Çıkmamak

Yetim: Babası ölmüş çocuk, tek, öksüz vb. anlamlarına geliyor.

"İnananlar (dinde) kardeştir" ayetine göre, inanmış diğer müminlerin çocukları da kendi çocuklarımız gibi sayılmalıdır! Çocuk yaşta anasız babasız kalan yavrucakları, yetişkin olana dek sayısız tehlikeler ve sınavlar beklemektedir. "Hırsızlık, tecavüz, gasp, zulüm, fuhşiyat, kumar, madde bağımlılığı vb." Yetim kalarak ailesinden yeterli bir ahlaki eğitim almamış olan bir çocuğun, kendisine sahip çıkan bir insan olmadan, bu tehlikeleri atlatıp zararsız biri olmasını bekleyemeyiz! "Ne ekersen onu biçersin" sözünü bize en iyi yetimlik durumu açıklar! Kuran'da, yetimlere sahip çıkılması ve onlara iyi davranılması istenmektedir.

4/36 ALLAH'a kulluk edin O'na hicbirşeyi ve kimseyi ortak koşmayın. Ana-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve emriniz altındakilere iyi davranın. ALLAH kendini beğenmiş kibirli kişileri sevmez.

4/2 Yetimlere mallarını verin. Temiz olanı pis olanla değişmeyin. Mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin. Bu büyük bir adaletsizlik olur.

4/10 Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler karınlarını ateşle doldurmuş olurlar ve cehennemi boylayacaklar.

Eğer toplumda yetimleri gözetme, (kibrini yenip) ona sahip çıkma içgüdüsü tam yer ederse, yukarıda örneklediğimiz kötü işlere bulaşan yetimlerden emin olduğumuzu görmüş oluruz ve de dindeki kardeşlik bağlarımızın ne kadar güçlü olduğunu da cümle aleme (ibret-i alem) göstermiş oluruz.

Savaş durumunda ve/veya diğer bazı özel durumlarda (doğal afetler vb.), geride kalan yetimleri himayenize alıp daha iyi gözetebilmek için, evleneceğiniz eş sayısını artırabilirsiniz! Çok eşliliğin meşru görüldüğü bu durum, Kuran'da şu şekilde açıklanmaktadır;

4/3 Yetimler hakkında adaletli davranamamaktan korkuyorsanız uygun gördüğünüz kadınlarla ikişer, üçer, dörder evlenebilirsiniz. Onlara eşit davranamamaktan korkuyorsanız bir taneyle veya elinizdeki ile yetinin. Sapmamanız için en uygunu budur.

Ayette görüldüğü üzere çokeşlilik, yetimler sözkonusu olunca meşrulaşıyor. Yani keyfi üç-beş eşle evlenenler bu hükme muhatap değildirler. Nefsani arzularını tatmin edemeyip kendilerine 5-10 eş nikahlayanların, Cennet'te kendilerine verilecek eşlerden mahrum kalmaları muhtemeldir (en doğrusunu Allah bilir).

Sonuç: "Dünyanın bir sınav yeri" olması demek, kişinin yaşantısına dikkat etmesi demektir. Yukarıda insanı (büyük) günaha götürecek etkenler sıralanmıştır. Elbette müminler bu günahları hayatlarından çıkarabilirler. Herkes kafasına göre günah-sevap belirleyemez. Aksi taktirde nefsinize zulmetmiş sayılırsınız ki bu da Kuran'da hoş karşılanan bir durum değildir. Haramlar ve Helaller - Günahlar ve Sevaplar bellidir. Biz burada "Günahlar ve Sevaplar" konusunu incelemeye aldık. İnşallah "Helaller ve Haramlar" konusunu da işleyeceğiz! Tabi ki Kuran'a bakarak/ona bağlı kalarak!

Günahsız, Sevaplarla (iyilik - güzelliklerle) dolu bir dünya arzuluyoruz! Bu sanıldığı kadar zor olmasa gerek! Herkeste belli "günah-sevap ve helal-haram" kavramları yer edindiğinde, bu arzuya ulaşmak eminim kolay olacaktır!

53/32 Onlar, büyük günahlardan ve kötülüklerden kaçınırlar, yalnız küçük suçlar işlerler. Rabbinin bağışlaması engindir. Sizi topraktan yaratırken ve annelerinizin karınlarında cenin (fetus) durumundayken sizi iyi bilmektedir. Öyleyse kendinizi (övüp) temize çıkarmayın. O, erdemlileri iyi bilir.

... Devam Edecek