Arama

İmam-ı Gazali - Tek Mesaj #1

asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
12 Eylül 2007       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın

Gazali, tam adı EBU HAMİD BİN MUHAMMED ET-TÜSİ EL-GAZALİ,


(d. 1058, Tûs - ö. 18 Aralık 1111, Tûs, Horasan)
Tasavvufun Sünni gelenekle bütünleşmesini sağlayan kelam ve fıkıh bilgini.

Ad:  İmam-ı_Gazali.JPG
Gösterim: 7608
Boyut:  44.7 KB
Eski Yunan kökenli felsefe geleneğine yönelttiği ağır eleştirilerle, İslamda felsefi ve usçu düşüncenin yüzyıllar boyunca duraklamasına yol açtığı gerekçesiyle eleştirilmiştir. “Gazali” adıyla ilgili açıklamalardan biri, Tûs’un Gazale kentinden türetildiği yönündedir; bu açıklamaya göre adın tek “z” harfiyle yazılması gerekir. Bir başka açıklamaya göreyse adın kökeni Ebu Hamid bin Muhammed’in baba mesleğini belirten “gazzal” (yün eğirici, iplikçi) sözcüğüdür; bu durumda adın iki “z” ile yazılması gerekir. Öte yandan Gazali’nin “Ebu Hamid” (Hamid’in babası) künyesi taşımasına karşın erkek çocuğu olmadığı ve soyunun kızları aracılığıyla sürdüğü bilinmektedir. Gazali’nin, gene Tûslu bilginler arasında olan amcasının adı da Ebu Hamid el-Gazali’dir.

Gazali, Tûs’ta fıkıh bilgini Razekâni’nin yanında başladığı öğrenimini önce Gürgân’ da İmam Ebu Nasr el-İsmaili’nin, sonra da Nişabur’da İmamü’l-Haremeyn (Mekke ve Medine imamı) Ebu’l-Meali el-Cuveyni’nin öğrencisi olarak sürdürdü. Cuveyni’nin ölümünden (1085) sonra Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün sarayına davet edildi. Gazali’ nin derin bilgisinden etkilenen vezir onu 1091’de Bağdat’taki Nizamiye Medresesi’ne (o dönemde öğrencilere eğitim olanaklarının yanı sıra beslenme ve barınma koşulları da sağlayan okul) atadı. Gazali burada bir yandan üç yüzü aşkın öğrenciye ders verirken, bir yandan da Farabi ve İbn Sina’nın felsefesini inceledi. Ayrıca Nizamülmülk’ün danışmanı ve baş fıkıh bilgini olarak devlet yönetimi ve siyasal sorunlar üzerinde geniş bilgi edindi.

Gazali’nin Bağdat’ta çağının bütün dinsel ve düşünsel akımlarıyla tanışması onu bilginin niteliği üzerinde düşünmeye ve başlangıçta koyu bir kuşkuculuğa yöneltti. Gazali sonunda bilginin olanaklılığını kabul ettiyse de her türlü bilgiyi bütünsel bir eleştiriden geçirmeye girişti. Bu dönem yazarlık yaşamının en verimli evresi oldu; fıkıh, kelam ve felsefe dallarında 20’ye yakın yapıt kaleme aldı. Temmuz 1094-Şubat 1095 arasında yazıldığı sanılan Makâsidiıl-Felasife (1913) ile Şubat 1095’te tamamlandığı tahmin edilen Tehafütü’l-Felasife {Filozofların Tutarsızlığı, 1981) bunlar arasındaydı. Makâsid ikinci yapıta hazırlık amacıyla Eski Yunan’ın felsefe mirasını nesnel biçimde serimliyordu. Tehafüt ise Farabi ve İbn Sina gibi İslam felsefecilerine yönelik eleştirilerini bir araya getiriyordu. Bu dönemin bir başka önemli yapıtı gene 1095’e tarihlenen el- İktisad fiT-İtikad {İtikadda İktisad, 1971) uzun süre standart kelam metni olarak kullanıldı, İspanyolcaya da çevrildi.

Gazali’nin felsefe eleştirisi, duyuların kişiyi aldatabileceği saptamasıyla başlıyor, insanı genellikle çelişik yargılara yönelttiğine inandığı usun sorgulanmasıyla gelişiyordu. Us, felsefi ve metafizik sorulara yanıt bulmaya çalışırken çelişkiye düştüğüne göre hakikate ulaşması olanaksızdı. Usa dayalı bilgiler mutlak hakikate varmak için gerekli içerikten yoksundu; matematik çok basit ve açık yöntemlerle kanıtlamaya yöneldiği için, doğanın karmaşıklığını ve usla açıklanması olanaksız yönlerini yadsımak zorundaydı. Mantık da tümel bir kanıtlama aracı olduğu için, bir düşünceyle hem aynı doğrultuda, hem de ona karşı kullanılabilirdi. Gazali, kelam bilgisinin ve tartışmalarının seçkinlerle sınırlı tutulması gerektiğini, çünkü bu tartışmaların halkın inancını sarsabileceğini savundu. Bu amaçla İlcamü’l- Avam an İlmi l-Kelam'ı (Halkın Kelamî Tartışmalardan Korunması, 1987) kaleme aldı.

Gazali, Aristotelesçi geleneği izleyen filozofların evrenin yoktan var edildiğini ve ruhun ölümden sonra bedenle yeniden birleşebileceğini yadsıyan düşüncelerine, Tan- n’nın yalnız tümelleri bilip tikelleri bilmediği yönündeki savlarına şiddetle karşı çıktı. Gazali’ye göre us ile inancı uzlaştırmaya çalışmak boşunaydı. Us ile inancın karşıtlığını kabul etmeyen, ikisini bağdaştırmaya çalışan düşünürler kaçınılmaz olarak hakikatten uzaklaşacaktı. Gazali bu görüşleriyle, imanla ilgili sorunlarda usu başlıca ölçüt sayan Mutezile okuluna karşı Eşariyenin tutumunu savunuyordu. Ona göre Tanrı’yı usla açıklamaya çalışmanın sonucu Tanrı yı yadsımaktı. Neden sonuç araştırması da Tanrı’nın iradesini yadsıma sonucunu verebilirdi; Tanrı iradesi dışında doğa yasalarından söz edilemezdi.

Gazali’nin çağının bütün düşünce akımlarına yönelttiği eleştiri onu sonunda kendi kendisiyle hesaplaşmaya götürdü. Bu hesaplaşmanın da sonucu kesinlikle olumsuzdu. Ayrıca Ekim 1092’de Nizamülmülk’ün büyük olasılıkla İsmailiye mezhebine bağlı bir Şii tarafından öldürülmesi, bir ay sonra da Büyük Selçuklu sultanı Melikşah’ın zehirlenerek öldürülmesi Gazali’nin saray çevresiyle ilişkisini sarsmıştı. Yeni Büyük Selçuklu sultanı Berkyaruk’la ilişkisi kötüydü; Nizamülmülk gibi Gazali de her an bir Şii suikastına uğrayabilirdi. Kendi deyimiyle “uçurumun kenarına gelen” Gazali Temmuz İ095’ten sonra ağır bir ruhsal bunalıma girdi; bunalım giderek fiziksel bir çöküntüye dönüştü. Sonunda Kasım 1095’te tam bir tasavvuf yaşamı sürmek üzere, ailesinin geçimine yetecek kadarını ayırdıktan sonra bütün servetini dağıtıp medresedeki görevini de kardeşi Ebu’l-Fütuh Ahmed Gazali’ ye bırakarak hacca gitmek bahanesiyle Bağdat’ı terk etti. Önce Şam ve Kudüs’te itikâfa çekildikten sonra Kasım 1096’da Mekke’ye ulaştı. Hacdan sonra gene Şam’a, oradan da 1097 ortalarında Bağdat’a gitti; 1099’da Hemedan yoluyla Tûs’a dönerek oraya yerleşti. Evinin yanında bir tekke ve medrese yaptırdı, çevresinde toplanan öğrencilerin eğitimiyle ilgilenmeye başladı.

Gazali en önemli yapıtı sayılan thya-i Ulumid-Din’i (1887/88, yb 1973, 1983) Tûs’ta 1095-1102 arasında yazdı. Adından da anlaşıldığı gibi dinsel ilimleri diriltmeyi amaçlayan bu yapıt 10’ar kitaplık dört bölümde, İslam öğretilerini özetliyordu. Gazali gene bu dönemde tasavvufu konu alan başka birçok yapıt yazdı. 1106’ya tarihlenen Mişkatü’l-Envar'da. {Nurlar Feneri, 1966, 1980) tasavvuf ile öteki bilgi türleri arasındaki ilişkiyi işledi. Gazali’ye göre hakikate götürebilecek tek yol tasavvuftu; bilgiyi kesin, dolaysız, sezgisel bir metafiziğe ancak tasavvuf yöneltebilirdi. Ahlak, ruhun Tann’yla birliğine giden yolda en önemli hazırlıktı; ahlaka ve hakikate ulaşmak ile kesin bilgiye varmak arasında fark yoktu. Gazali’nin bu dönemde yazdığı belirlenen, Türkçede yayımlanmış öteki yapıtları arasında şunlar sayılabilir: Eyyühe’l-Veled {Ey Oğul, 1963, 1984), Risaletul-Ledünniye (1981), Nasihatü’l-Müluk (1969), el-Erbain fi UsülVd-Din {Kırk Esas, 1970), Kimyaüs-Saadet (1961, 1981), Cevahirüd Kur an {Kurandan Cevherler', 1977), el-Maksadü’l-Esna Şerhu Esmaillahil-Hüsna (1972).

Gazali Temmuz ya da Ağustos 1106’da Nizamülmülk’ün oğlu Vezir Fahrülmülk’ün çağrısı üzerine kısa bir tereddütten sonra Nişabur’daki Nizamiye Medresesi’nde göreve başladı. Bu çağrıya uymasını etkileyen düşüncelerden biri, yeni bir yüzyılın eşiğinde (Eylül 1106’da başlayan Hicri 6. yy) İslam dünyasının bir müceddide gereksinimi olacağıydı. Gazali Nişabur’da bulunduğu sırada y. 1108’de kendi yaşamını aktaran el-Munkizu mined Dalâl (1948; Dalâletten Hidâyete, 1972) yazdı. Genel fıkıh ilkelerini konu alan el-Mustasfa min İlmil-Usul (1906) da Nişabur’da yaklaşık 1109’da yazıldı. Gazali en geç 1110’da Nişabur’dan ayrılarak gene Tûs’a çekildi. Bu arada Hanefi mezhebinin kurucusu Ebu Hanife aleyhinde bulunduğunun bildirilmesi üzerine Büyük Selçuklu sultam Sencer, Gazali’yi huzuruna çağırarak onu dinledi, büyük saygı gösterdi. Ama Gazali, Sencer’in müderrisliğe dönmesi yönündeki ısrarını geri çevirdi. Nizamülmülk’ün öteki oğlu Ziyaü’l-Mülk de Gazali’nin göreve dönmesi için çağrıda bulunmuş, Gazali bu çağrıyı da geri çevirmişti.

Tûs’ta ünlü şair Firdevsi’nin yakınına gömülen Gazali, yalnız İslam dünyasında çok geniş kitleleri etkilemekle kalmadı, Batı’da da yapıtlarıyla büyük yankı uyandırdı. El- Munkizu mine’d-Dalâvğak manevi gelişme öyküsünden çok etkilenen Batılı araştırmacılar Gazali’ye öteki İslam düşünürlerinden daha büyük bir ilgiyle eğildiler. Makâsidül Felasife 1145’te Toledo’da Logica et Philosophia Algazelis Arabis adıyla Latinceye çevrildi. Bu çeviri dolayısıyla Gazali, İslam dünyasında Aristotelesçi geleneğe büyük bir darbe indirdiği halde, Batı’da bir süre Aristoteles yorumcusu olarak tanındı.

Kaynak: Ana Britannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 15 Aralık 2016 04:38
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....