Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Şubat 2006       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İnsan binlerce letâifle donatılarak gönderilmiş şu imtihan dünyasına. Bu letâiflerine sınır da konmamış ki imtihan bihakkın gerçekleşebilsin. Akıl, şehvet, gadab kuvveleri başta olmak üzere her kuvvenin dizgini insan iradesine emanet edilmiş. Bu yönüyle insan, hayvandan ayrılıyor. Zira hayvan kendisine verilen sınırlı şeylerle hayatını idâme ettiriyor. Melekler için de kendi mahiyetlerine göre aynı şeyleri düşünmek mümkün.
Verilen latifelerin sınırsızlığı, insanın ulaşabileceği mertebelerin ve düşebileceği çukurların da nihayetsiz olduğunu gösteriyor. Temel din usûlü eserlerinde denildiği gibi “insan âlây-ı illiyyîne de esfel-i sâfilîne de düşebilecek bir konumda yaratılmış. Âlây-ı illiyyîne yükseltecek olan şeyler, amel-i salih, ibadet-ü tâat, hüsn-ü niyet olduğu gibi; esfel-i sâfilîne indirebilecek şeyler de isyan, âmâl-i seyyie, sûi- niyet gibi davranışlardır. Birincisinden ahiret yönüyle elde edilene sevab, ikincisinden elde edilene de günah denegelmiştir.
Günah bir yol şaşkınlığı, bir inhiraf, iç dünyada bir deformasyondan ibarettir. İnsanın her nasılsa düşmanlarına boyun eğmesi, hem dünyevi hayatını hem de ahirete ait tablolarını karartmasıdır. İnsanın hedefe, maksuda ulaşmak için yürüdüğü yolda bir çok günah ve günaha teşvik eden âmiller bulunmaktadır. Başta en büyük hasmı şeytan, âdetâ insanın ayağını kaydırmak için kendisini adamış bir varlıktır. Allah huzurunda buna and içmiş ve ilk insanla vazifesine başlamıştır. Sonra nefis ve enaniyet ona eşlik eder. Arkadan da bir çok imtihan unsurları...
İnsanın yürüdüğü yol, ya cennete çıkacak veya cehennemde son bulacaktır. Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm)'ın ifadeleri içinde “cennet birçok mekârihle, nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle kuşatılmış; cehennem de şehâvât ile, tabiri caizse, nefsin ağzının suyunu akıtan şeylerle sarılmış”. İşte zahire bakıp cennetten kaçmak ve cehenneme koşmanın adıdır günah. Buna karşı koymanın çaresi de güçlü bir irade ve inâyet-i ilâhiyeye sığınmadır.
Günah insana çok sinsice yaklaşır. Şeytanın ifadeleriyle insanın sağından-solundan, önünden-arkasından, üstünden-altından ona yaklaşır, bir şekilde yolunu bulup ruhuna nüfûz etmek ister. Bazen apaçık bir şehvet olarak, bazen onun iyiliğini düşünen bir arkadaş olarak, bazen mantığın bir neticesi, bazen de affa güven aldatmasıyla yaklaşır. Bunlara karşı gerekli hazırlığı yapmamış, korunma sistemi oluşturmamış bir bünye de bir felçli gibi neye uğradığını anlayamadan kendini günahın içinde bulur ve bir sürü kalbî, ruhî sıkıntılara kendini salmış olur.
Günah küçük ve büyük olarak da ele alınmış hadis-i şeriflerde. Şirk, anne-babaya isyan, zina, iftira, sihir gibi yediden yetmişe kadar sayılmış büyük olanları. Bunların herbiri insanı devirip altüst edebilecek kadar zehire sahiptir. Küçüklere gelince bunlar, zahiren ve hakikaten küçük değil, büyüklere nisbeten küçük olarak kabul edilmiştir. Zira “herbir günahta küfre giden bir yol vadır.” Küçücük günahından vicdanen rahatsız olan insan, onu gören meleklerin de, onun hesabının görüleceği yer olan ahireti de inkar etmek ister. Dolayısıyla küçük görülebilecek bir günah da yoktur. Büyüklerimiz, “Lâ sağîrate maal ısrar, velâ kebîrate maal istiğfar” demişler: “Israr edilince hiçbir günah küçük kabul edilemez, istiğfarla temizlenince de büyüğü bile kalmaz.”
Esasen günah fıtratımızın bir gereğidir. İlk insan ve ilk nebiyle bu ortaya konmuş ve çaresi de gösterilmiştir. İsmet yönü mahfuz, Adem nebî'nin (aleyhisselam) ebrar için belki hasene olabilecek davranışı, mukarrebin makamına halel verdiği için günah sayılmış ve ceza olarak da yeryüzüne indirilmişti. Hatasını anlayan büyük nebi hemen tevbeye yönelmiş, inabe ve evbesiyle kendi ufkunda o hatasından arınmaya çalışmıştır. Bazı eserlerde onun kırk yıl hicabından dolayı semaya bakmadığı anlatılır.
Şeytan da bir günahla bir yola girmişti. Aklının, mantığının, kibrinin, gururunun ve hasedinin bir neticesi olan bir günahla işin içine girdi, girdi ve bir daha da çıkamadı. Günahı günah takip etti ve küstahlığının bir cezası olarak ebedi hüsrana maruz bırakıldı.
İnsan da günahtan, günahın bulunduğu töhmet noktalarından uzak durmalı, durmalı ama sürçtüğünde de rehberi yine nebi olmalıdır. Hazreti Adem “Rabbim zulmettim” diye inlemiş, Hazreti Yunus aynı ifadelerle yakarışa geçmişti. Hazreti Musa hata ile sebebiyet verdiği bir ölüm için hemen dize gelmiş ve af dilemişti. Kâinatın iftihar tablosu (aleyhissalatü vesselam), geçmişi-geleceğiyle daha baştan affa mazhar olduğu halde kendi ufkuna göre O da bir şeyler bulmuş ve istiğfara yönelmişti. Onları takib eden büyükler de tevbe ve istiğfar kurnalarına koşmuşlar ve günah telakki ettikleri şeylerden arınma yolları aramışlar.
Günah bir çirkinlikse, ondan daha çirkini de onun günah olarak görülmemesidir. İnsana asıl zarar veren de, günahta ısrar etmek ve ondan kurtulma çabasının olmamasıdır. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), nurlu beyanları içinde, bütün insanların bir takım yanlışlarla, hatalarla karşı karşıya kalabileceklerini ama hata edenlerin en hayırlılarının ise tevbe edenler olduklarını buyurur. Günah, üstünden zaman geçse de unutulmaması gereken bir şeydir. Kalbi günaha karşı bir kuş kalbi gibi tir tir titreyen bir zatın ifadeleriyle “insan otuz yıl önce işlediği bir günahını, otuz yıl sonra hatırlayınca sanki yeni işlemiş gibi bir iç ızdırab duymalı, dize gelmeli ve secdeye kapanmalıdır.”
Ne mutlu aynı hassasiyeti duyup hayat filminde karartılı bölümler bırakmayanlara...