Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Mart 2006       Mesaj #338
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
aska dair..
Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu,
Öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir
kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı
otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle
konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başrdılar.
İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında.
Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız
>ise ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah
erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına
geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra...
Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu...
Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki
yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor
getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar
olduklarında da hep mutluydular.
Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında
para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale
getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki..
Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü,
büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi
sürecine rağmen
Çocuk sahibi olmayınca, “bütün mutlulukların bizim olmasını
beklemek, bencillik olur” diyerek devam ettiler hayatlarına.
Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler... “Senin için
ölürüm” derdi kadın,
Sımsıkı sarılıp adama ve adma “Hayır, ben senin için
ölürüm” diye yanıt verirdi hep...
Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, “Bir
tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak....” Kütüphanenin ikinci
rafında başka bir not olurdu, “Mutfaktaki masanın üzerine bak ve
seni
çok sevdiğimi sakın unutma” Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba
sevgi
dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet
çiçek, kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı
armağanlarla karşılaşırdı... Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi
zaten....
Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun
Hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı
yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam,
hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın
da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı.
Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı.

Bir gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde

“satılık” levhası asılı olan. “Ne dersin, bu evi
alalım mı?” dedi adama. “Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev
yaparız. Projeyi kafamda
çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz
bir deniz evi yapalım burayı...” “Sen istersin de ben hiç
hayır
diyebilirmiyim?” diye yanıt verdi adam.
“Amerika’daki tıp

kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para olursa olsun


burası bizimdir artık....”

Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor

Oldu adam Amerika’ya giderken.
Her gün, her saat konuştular telefonla. Gözyaşları içinde kucaklaştılar

havaalanında.

Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti
kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu
neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi
kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: “Canım, o ev bizim
bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut...”

Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da

Çekilmez gelir.

Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için

yalvardı adama, “Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur
anlat” diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız
ve sevgisiz biriyle

yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara
çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği...

Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği

arkadaşına dert yanarken,

“Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım” diye
sözünü kesti

arkadaşı.

“O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda genç bir

kadınla yemek yiyiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar
arabaya....”

“Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları” diye
bağırdı kadın.

Onca yıllık arkadaşını,

kendisini kıskanmakla suçladı.... Ertesi gün, öğle vakti o restoranın

hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece
masal olduğunu anladı...Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç
çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl
sarıldığını gördü adamın...



Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen

Ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi.
İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa
geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve
bavulunu alıp gitti evden. Kapıdan çıkarken, “son bir kez kucaklamak
isterim seni” diyecek oldu ama kadın, “defol” dedi
nefretle...

İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına

kimse inanamadı.

Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın. Adamın,

Sevgilisiyle birlikte Amerika’ya yerleştiğini öğrendi. Bazen
yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri
geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin
alması için dua ediyordu.


Aradan bir yıl geçti.Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile,kadının

derdine çare olamamıştı.

Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı
açtığında,karşısında

o kadını gördü. “Sen, buraya ne yüzle geliyorsun” diye
bağırmak istedi ama sesi çıkmadı.

“Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız
gerekiyor.” dedi genç kadın. Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir
sesle konuşmaya başladı:

“Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir
saat önce öldü. Geçen yıl Amerika’daki kongre sırasında öğrendi
hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldğını. Buna dayanamayacağını,
hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni
kendinden

uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine

de haber vermedi. Birlikte Amerika’ya yerleştiğimiz yalanını
yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev
tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece
fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi
istedi...”

Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın.

Hemen oracıkta ölmek istiyordu.



Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla
katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda.

İlk kağıtta, “Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem”
diyordu... Sırayla okudu; “Seni çok sevdim”, “Seni
sevmekten hiç vazgeçmedim”,

“Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini
bilirdim.” “Fakat benim için ölmeni istemedim”
“Şimdi bana söz vermeni istiyorum.” “Benim için

yaşayacaksın, anlaştık mı?” son kağıdı eline alırken, kutuda bir
anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar yazılıydı:

“Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım.

Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor
olacağım....”

__________________