Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Mart 2006       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İNSAN DEDİĞİN
Rabbin meleklere: ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ dediği vakit onlar: ‘A! Oradaki nizamı bozacak ve yeryüzünü kana bulayacak bir mahluk mu yaratacaksın? Oysa biz sana devamlı hamd, ibadet yapıp, seni tenzih etmekteyiz.’ dediler. Allah: ‘Ben sizin bilmediğiniz çok şeyi bilirim’ buyurdu.
  • Ve Adem’e bütün isimleri öğretti. Müteakiben önce onları meleklere göstererek: ‘İddianızda tutarlı iseniz haydi Bana şunları isimleriyle bildirin bakalım!’ dedi. Sübhansın ya Rab! Senin bize bildirdiğinden başka ne bilebiliriz ki? Her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan Sensin’ dediler.
  • Allah: ‘Adem! Eşyanın isimlerini onlara sen bildir’ dedi. O da isimleriyle onları bildirince Allah buyurdu: ‘Ben size demedim mi ki göklerin ve yerin sırlarını Ben bilirim.’ Ve Ben sizin gizli açık yapmakta olduğunuz her şeyi de bilirim.(Bakara 30,31,32,33)
Ayetlerde açıkça ifade edildiği gibi insan yaratıldığında bütün eşyaların isimlerini öğrenmiş olarak dünyaya gelmektedir. Yani insan bir hard disk gibi bilgi yüklü olarak inşa edilmekte, her canlının doğar doğmaz görevini bildiği gibi insan da davranışlarını ve nasıl bir yol izleyeceğini bilerek dünyaya gelmektedir. Hatta daha ileri giderek bütün bilimleri bilerek de dünyaya geliyor diyebiliriz.

Fihi Mafih’de de bildirildiği gibi, insan çok büyük bir varlıktır. İçinde her şey yazılıdır. Fakat insanın yaratılışı gereği, bir hayvani yönü bir de insani yönü vardır. Görünürde peşin zevklere amade olan hayvani yönümüz, bize insani yönümüzü unutturur. Çünkü hayvani davranışların meyvesi peşindir. Peşin ücret de insana cazip gelmektedir. Çok yüce olan insan, bu zevklere aldanarak bir kalıba sığdırılmış olur. Oysa ki insan düşünce demektir, İlim demektir, hikmetin kendisidir. Gerisi et ve kemikten ibarettir.
Bir kayısı çekirdeğini düşünün. Toprağa attığınız çekirdekte hiçbir şey kalmadığı zaman ancak yeşerip dünyaya dal vermektedir. Kendinizi düşünün, uykuya tam olarak dalmadığınızda rüya görebilir mi siniz?. Cevabınız hayır olacaktır. Ala uykulu gördüğünüz rüyalarda çoğunlukla gördüğünüz şeyin rüya olduğunu bilir ve rüyadan haz alamazsınız. Bu size eziyette verir ve biran önce uyanmak için gerekeni yaparsınız. Bir konuya tam olarak adapte olmadan o konuyu anlamanız da imkansız gözükmekte. Öyleyse bir işin olma olasılığını artırmak veya olmasını sağlayabilmek için, o konuya tam adaptasyon zorunlu gözükmekte. İnsanın büyük bir ilimle donatıldığını varsaydığımıza göre aklınıza hemen benim bu ilimden neden haberim yok diye bir soru gelebilir. Aslında bu sorunun cevabı yukarıdaki satırlarda gizli veya açıktır. Bizim: adaptasyon, işe kendini verme, konsantre dediğimiz şeylerin hepsi çevreyle ilgini kesme anlamına gelmektedir. Çekirdeğin içerisindeki kayısı varlığının, dünyaya gelebilmesi ve orada yaşayabilmesi için, çekirdekle ilişkisini kesmesi gerekmektedir. Çekirdekten herhangi bir nedenden dolayı ayrılamayan kayısı, asla dünya atmosferine gözlerini açamaz. Bizler de o çekirdeğin kayısı ağacı olup olmadığını, hacmini, meyvesini asla anlayamaz ve kavrayamayız. Daha önce bir benzerini görmediğimiz için de onun sadece çekirdekten ibaret olduğunu, çok küçük hacimde, eğer tatlı çekirdekse sadece kuru yemiş kaplarını dolduran bir habbe olarak algılarız. Oysa kayısı ne habbe ne de küçücük bir çekirdektir. Onun özelliğini dünya yüzeyine çıkıp da, dal verme , meyve verme, yakacak olma, eski evlere direk olma , yeşil yapraklarıyla besin oluşturma ve canlılara oksijen sağlama gibi özelliklerinin hiçbirini tanımamış oluruz. İşte insan da kendisini sadece çekirdek olarak bilmektedir. Kendi özelliklerinin hiçbirinin farkında değildir. Burada yok olup da, diğer tarafta canlanmayı da hiç denememektedir. Eğer diğer tarafta canlanabilme imkanını kendinde bulursa, bu bilimlerin kendisinde olduğunu, bütün meslekler ve bütün bilimlerin kafasının içinde bulunduğunu da farkedecektir. Bir çekirdek olma cihetiyle dahi yine de bilimlerden koku alabilmekte ve bunu ilerletebilmektedir. Ne gariptir ki kendisinde olanı tanımayarak, başkasından, gecesini gündüzüne katıp çalışarak onu satın almaktadır. Şimdiki Müslümanlar gibi.
Eşyanın hakikati, Allah’ın(cc) isimlerinin bir sonucudur. Kainattaki bütün maddeler Allah’ın(cc) isimlerinden yaratılmadır. Ayetteki hitaba göre de insan, bütün isimleri bilmektedir. İsimleri biliyorsa eşyanın yaratılmasını da biliyor demektir. Biliyor ama bildiğini bilmiyor. Bu gariplik ise onu çıkmaza itiyor. Zaten bildiği şeyleri öğrenmek için de, gece gündüz durmadan çalışıyor. Bilim, olmayan bir şeyi ortaya koymak değildir. Olan şeyleri arayıp bulmak ve onlar arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. Hiçbir tarihçi olmayan savaştan bir sonuç çıkarmamış, hiçbir coğrafya bilimcisi ise olmayan bir dağın yükseltisini vermemiştir. Bir fizikçi gözlem yapmadığı bir olay hakkında matematiksel denklemler üretmemiştir. Yani insanın işi, olanı bulmaktır. Eğer bulduklarımız, zaten bildiklerimiz ve farkına varmadıklarımız ise, bunlar zaten var iseler, ayetteki isimlerin, insana öğretilmesi yönü çok ilginç bir noktaya getiriyor insanı. Nasıl mı?
  • Yıldız gibi tertemiz ruhlar, gökyüzündeki yıldızlara feyiz verir. Yardım eder.
  • Görünüşte o yıldızlar, bizim varlığımıza, sağlığımıza sebeptir ama hakikatte bizim batınımız, bizim iç yüzümüz, gökyüzünün durmasına, varlığına sebeptir.(Mesnevi cilt-4 syf:43)
Aslında bu sözün üzerine bizim bir şeyler yazmamız çok anlamsız olacak ama, bu sözü biraz indirgeyelim. Burada insanın cüzi yaratma gücüne değinilmektedir. İnsan kendi yaşadığı evrenini kendisi kurmakta ve işletmektedir. Bütün yıldızların yaratılmasına yardım edilmesi, bu yaratma işinin tamamının kendisinde olmadığını bize düşündürse de, kainattaki nizamın işlemesindeki insanın yön verme gücünün azımsanamayacağı da bir gerçektir. İnsanın batını, akıl ve ruhudur. Ruh değişmez ve Küll’e bağlıdır. Akıl ise aslında iradenin gücüdür. İnsan iradesinin kuvvetliliği aklın ve düşünmenin isabetliliğini ve doğruluğunu ortaya koyar.. Çünkü iç yüzümüzün, gökyüzünün durmasına sebep vermesi bir irade işidir. Bu duruş iradesiz ve ilimsiz olmaz. Öyleyse ilimle bu gökyüzü ayakta duruyor. Bunun yanında gökyüzünü ayakta tutacak bir iradenin de olması gerekiyor. Bu irade akıldan yıldızları çalıştıracak evren bilgisini hazırlamasını istiyor ve akılda düşünce yoluyla evren bilgisini hazırlıyor. Öyleyse insan kainat bilgisinde kendini öğrenmekten başka bir şey yapmıyor. Tabii olarak, bizi burada ilme zorlayan da irademizin kendisidir. Bize evren bilgisini verende yine kendimizdir. Tamamı olmasa da evren bilgisi aslında biziz. Hiç insan, cüziliği ile Allah’a(cc) bir şey öğretebilir mi? Haşa! Öyleyse sebebi insan olan bir olay da, insana bir şey öğretemez. Aslında insanın, fizik, kimya ya da diğer bilim dallarından öğrendiği bir şey yoktur. Bütün bu bilimler zaten kendisinde mevcuttur. Daha ilginç olanı ise, bilimlerin doğmasının sebebi, insanın kendisi oluşudur. Nasıl mı? İnsanın yaşaması için gereken ihtiyaçlar ne ise, insan iradesi bu oluşumun ilmini üretmektedir. Bu da demek oluyor ki, insan bilimlerden kendisini öğrenmektedir. Ama nasıl oluyor da evrenden bir şeyler öğreniyoruz?. Evren bilgisinin de, aslında insandan elde edilen bilgi olduğunun farkına varmışızdır. İnsan iradesinin bu bilgileri bize sunduğunun da farkındayızdır artık. Hani Yunus şöyle söylememiş mi;

İLİM, İLİM BİLMEKTİR
İLİM KENDİN BİLMEKTİR
SEN KENDİN BİLMEZ İSEN
BU NİCE OKUMAKTIR.


Osman Yılmaz