Arama

Galileo Galilei - Tek Mesaj #4

H€L€N - avatarı
H€L€N
Ziyaretçi
25 Kasım 2007       Mesaj #4
H€L€N - avatarı
Ziyaretçi

Galileo


“Deneylerine yeniden başladığında, Arkhimedes'in eserlerinde gördüğü bir kural ona yol gösterdi. Yunanlı bilimci bir problem hakkında bir anda birçok soru sorulmasının sakıncalarına karşı öğrencilerini uyarıyordu. Galileo'nun bu uyarıyı dikkate almasından önce insanlar nesnelerin hem nasıl, hem neden hareket ettiklerini anlamaya çalışmışlardı. Galileo neden 'i bir yana bırakıp nasıl 'ın üzerinde yoğunlaşma yolunu seçti.” diye yazıyor William Bixby, “Galileo ve Newton'un Evreni” adlı kitabında. Acaba Galileo niçin “ neden? ” diye değil de “ nasıl? ” diye sormuştu? Biz Arkhimedes'in bu iki soru arasındaki farka ilişkin görüşlerini bilmiyoruz. Acaba neden ve nasıl arasında nasıl bir anlam farkı vardır?
Ad:  Galileo Galilei3.jpg
Gösterim: 3811
Boyut:  69.6 KB

Galileo'ya gelinceye kadar, neredeyse iki bin yıl boyunca evrenin hareketini açıklamada, Aristoteles'in koyduğu ilkeler genel kabul görmüş ve Kilise tarafından da “ mutlak doğru ” olarak benimsenmişti. Aristoteles'e göre, hiçbir cisim dışarıdan bir kuvvet etkimedikçe hareket edemezdi , her hareketin bir “ nedeni “vardı. Bütün cisimlerin hareketinin bir nedeni varsa, evrenin hareketinin de bir nedeni; evrenin dışında bir ilk hareket ettirici, bir “ ilk neden ” olmalıydı. Hareketi bu şekilde açıklaması, Aristoteles'i metafiziğe götüren en önemli yollardan birisiydi. Çünkü nedenler zinciri, aklı fizik alemin ötesine götürüyordu ve “ilk neden” ancak ve ancak metafizik üzerine düşünülerek bulunabiliyordu. Böylece bulunan “ilk neden” ile bilgilerimiz sağlam bir dayanağa tespit edilmiş, “mutlak doğru” olan bilgi elde edilmiş oluyordu.

Galileo, Aristoteles'in düşüncesini tam tersine çevirdi. Galileo'ya göre, dışarıdan bir etki olmadıkça, cisimler hareketlerini sonsuza dek sürdürürler . Yaptığı bir dizi deneyden sonra elde ettiği sonuçlara dayandırdığı bu tez üzerine, “neden?” diye sormak Galileo'ya anlamsız gelmiş olmalıdır. Öyle ya, cisimler hareketlerini sonsuza dek sürdürme eğilimindeyse, evren, bir ilk hareket ettirici olmaksızın ezelden beri hareket halindeydi ve ebediyen hareket edecekti. O zaman da evrenin hareketine “neden?” diye sormanın bir anlamı yoktu ve sorulması gereken soru “nasıl?” olmalıydı. Galileo bu soruyu sordu ve sormasıyla birlikte, deyimin tam anlamıyla “ dünya tersine döndü ”. Galileo'nun açtığı bu yoldan giden Kopernikus, Aristoteles'in yüzyıllarca “mutlak doğru” olarak benimsenmiş evren şemasını tam tersine çevirerek, dünya-merkezli güneş sisteminden, güneş-merkezli güneş sistemine geçti. Kopernikus'u Keppler, Newton, Einstein izledi.

Peki öyleyse “neden?” sorusu yanlış bir soru mudur? Bu soru bizi “neden?” ve “nasıl?” sorularının ne'liğini ve aralarındaki anlam farkını incelemeye götürür.

“Neden?” sorusu, aslında anlamını içinde taşıyan bir sorudur. Öyle ya, bu soruyu sormadan önce biz, “bir neden” olması gerektiğini düşünmüş olmaz mıyız? Başka bir deyişle, “neden?” diye sormakla, biz, bu soruyu sormazdan önce “ her şeyin bir nedeni vardır ” gibi bir ön kabulü taşıyor olmalıyızdır. Öyleyse böyle bir ön kabul bize nereden gelmiş olabilir? “Her şeyin bir nedeni vardır” ön kabulü, “ süre gecikmesi ”nden kaynaklanır. Süre gecikmesi, aklın, oluşların hareketinden sonra düşünme hareketine geçmesi, bu nedenle oluşların hareketi ile aklın hareketi arasında ortaya çıkan kaçınılmaz farktır. Oluşların sürekli hareket halinde olmasından dolayı, akıl bir hareketi görüp, onu düşünmeye başladığında, üzerinde düşündüğü oluşun hareketi başka bir evreye geçmiş olur. Bu nedenle akıl oluşların hep olup bitmiş hareketlerini, onların “ yokluk” larını görür. Örneğin bizden elli ışık yılı uzaklıkta olan bir gökcisminin hareketinden aldığımız izlenimler, onun elli yıl önceki hareketine aittir. Oluşların hareketi ile aklın hareketi arasında az veya çok bir süre gecikmesi vardır. Süre gecikmesi, ortadan kaldırılması, aşılması olanaksız bir durumdur. Böyle olunca da biz hep olmuş bitmiş bir hareket, bir “ sonuç ” ve bu sonucun öncesinde yine olmuş bitmiş bir “ nedenler zinciri ” görürüz. İşte o zaman da “her şeyin bir nedeni vardır” diye düşünür ve “neden?” sorusunu sorduğumuzda karşımızda “ metafizik alem ”i buluruz. Nedir peki bu yüzyıllarca bilgilerimizin sağlam dayanağı, var olanların varoluşunun nedeni olduğu düşünülmüş olan metafizik alem?

Metafizikçilere göre, metafizik alemin nesneleri “ ideler ” ya da “ formlar ”dır. İdeler ya da formları sistematik olarak bünyesinde taşıyan nesne ise “ mutlak varlık ”tır. Mutlak varlık ezelidir, ebedidir, yaratılmamıştır, yok olmayacaktır, bu nedenle kendi kendinedir. Mutlak varlığın temel özelliği “ mutlak iyilik ”tir.

Metafizikçilerin, “ metafizik alem” dedikleri şey aslında aklımızın kendisidir . Okumuş olanlar bilecektir; biz bu tezimizin argümanlarını “Düşüncenin Düşüncesi” adlı kitabımızda ortaya koyduk.

Kitabı okumamış olanlar için temel argümanlarımızı kısaca belirtmek gerekirse;
1. Akıl kendiliğinden harekete geçer, onun harekete geçmek için kendinden başka hiçbir nedene ihtiyacı yoktur.
2. Kendiliğinden harekete geçen aklın kapsama ve etkime alanı sonsuz olup, o bütün evreni kapsama alanına alabilir ve kapsadığı alanın her noktasında etkiyebilir. Bu nedenle akıl mutlak olarak özgürdür .
3. Aklın hareketini belirleyen, “ iyilik ilkesi ”dir. İyilik, yaşamda kalmaktır. “ İyi ” ve “ kötü ” olarak nitelediğimiz bütün hareketler ve durumlar, bizim yaşamda kalmamızla bağlantılıdır. Mutlak olarak özgür olduğu ve onun hareketini iyilik ilkesi belirlediği için, akıl mutlak olarak iyidir .
4. Akıl, yapıtaşları duyu hücreleri ve nöronlar olan maddi bir nesnedir .
5. Akıl hareket ettikçe, oluşları birer nöron yapılanması olan “ kavramlar ”a ve bir kavramlar sistematiği olan “ bilince” dönüştürür.
6. Akıl mutlak olarak iyi olduğu için kavramlar ve bilinç iyilik ile yüklüdür .
7. Akıl diğer oluşlarla doğrudan etkileşime girip, onların hareketini doğrudan izlenimler olarak aldığı halde, kendi oluşunun hareketinin izlenimlerini, diğer oluşları düşünüyor, onları “ görüyor, işitiyo r” olması dolayımıyla alır. Başka bir deyişle, akıl kendini, ancak ve ancak “ evren aynasında bir görüntü ”; bir mantık örgüsüyle örülmüş kavramlar sistematiği olarak görebilir. İşte metafizikçilerin evren aynasında gördükleri ve “metafizik alem” olarak adlandırıp anlamlandırdıkları bu görüntü, aklın kendisinden başka bir şey değildir. Onlar evren aynasında görülen kavramlara “ide” ya da “form”, bir kavramlar sistematiği olan bilince de “mutlak varlık” dediler. Akıl kendiliğinden harekete geçtiği, mutlak olarak özgür ve mutlak olarak iyi olduğu için, kendi kendinelik , mutlak özgürlük ve iyilik , metafizikçi düşünürlere bir mutlak varlığın temel özellikleri olarak göründü. Kısacası, metafizikçi düşünürler, “neden?” sorusunu sorup, bunun cevabını araştırmalarının sonucunda aklın kendisini buldular, ancak buldukları şey, aklın negatif bir fotoğrafı ya da filmi gibiydi.

“Neden?” sorusunun düşünürleri aklın keşif yolculuğuna çıkarmasına ve yolculuğun aklın özgürlüğünün keşfi ile sonuçlanmasına karşılık, “nasıl?” sorusu, aklı, tamamını kapsamına aldığı evren üzerinde etkime, evrenin hareketini keşfetme, böylece özgürlüğünü yaşama yolculuğuna çıkardı. Galileo, toplumsal aklın, evrenin hareketini keşfetme, böylece özgürlüğünü yaşama yolundaki en önemli kilometre taşlarından birisidir.

Arkhimedes'in aklın sorularının ne'liği hakkındaki, Galileo'ya yol göstermiş olan görüşlerini bilmiyoruz. Ancak Galileo, yanlış bulduğu için değil, merak ettiği nesneyi “nasıl?” sorusuyla keşfedebileceğini bildiği için, “neden?” sorusunu bir tarafa bırakmış olmalıdır. Çünkü, “neden?” sorusu “ akılbilim ”in (epistomoloji), “nasıl?” sorusu da “ evrenbilim ”in (ontoloji) keşif yolunu açar.

Son düzenleyen Safi; 20 Haziran 2016 02:59