Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Aralık 2007       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Batı ile ilişkiler ve Avrupa Birliği

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren Avrupa ile ilişkilerine özel bir önem vermiştir. İşbaşına gelen yeni Cumhuriyet Hükümetleri, 1923'ten 1938 yılına kadar devam eden Atatürk döneminde, Avrupa ile olan siyasi ilişkilerin geleceğini şekillendirecek önemli adımlar atmışlardır. O dönemde Türkiye, yurtdışında toplam 26 yerde elçilik ve büyükelçilik düzeyinde temsil edilmiş ve bunlardan 19'u Atina, Bern, Berlin, Brüksel, Londra, Paris, Stokholm ve Viyana gibi Avrupa merkezlerinde toplanmıştır. Ayrıca İngiltere, Almanya, İtalya ve Fransa gibi Batı Avrupa ülke leri, Türkiye'nin dış ticaretinde önemli bir yere sahip olmuşlardır. Cumhuriyet Türkiyesi'nin ilk yıllardaki temel politikası, Batı Avrupa ile siyasi ve ekonomik ilişkileri daha iyi bir noktaya getirmek olmuştur. Bu çerçevede, 1930 yılında Yunanistan Başbakanı Türkiye'yi ve bir yıl sonra da Türk Başbakanı Yunanistan'ı ziyaret etmiştir. Böylece, her iki hükümet başkanı, Türk-Yunan savaşının iki karşıt lideri, en zor şartlar altında bile barışın sağlanabileceğini kanıtlamışlardır. Bu yumuşama süreci Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında 1934 yılında Balkan Paktı'nın imzalanmasıyla sonuçlanmıştır. İkinci Dünya Savaşı'nda, Türkiye dışındaki tüm Balkan ülkeleri işgale uğramışlar ve bağımsızlıklarını kaybetme noktasına gelmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti ise bekasına dönük tehditlere karşı politikalar geliştirmek zorunda kalmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan yeni dengelerden yararlanmak isteyen Stalin önderliğindeki Sovyetler Birliği, Türkiye'nin doğu bölgesinden toprak talebinde bulunmuş ve boğazları denetim altına alma niyetinde olduğunu açığa vurmuştur. Bu gelişmeler Türkiye'nin Batı Avrupa için önemli bir savunma ittifakı olan NATO'ya üye olması gereğini beraberinde getirmiş ve Batı Avrupa ile savunmaya yönelik işbirliğinin hızlı bir şekilde gelişmesine neden olmuştur. Türkiye, Avrupa ile siyasi ve ekonomik ilişkilerini daha da geliştirebilmek amacıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu'nu (AET) kuran Roma Antlaşması'ndan (1957) kısa bir süre sonra, topluluğa "ortak üyelik" başvurusunda bulunmuştur. 1963 yılında Türkiye ile AET arasında imzalanan Ankara Antlaşması, Türkiye'nin tam üyeliğini öngörmüştür. 1973 yılında ortaklığın geçiş dönemindeki koşulları ve gümrük birliğinin çerçevesini oluşturan Katma Protokol imzalan- mıştır. 1970'li yıllarda Türkiye'nin Topluluk'la ilişkilerinde ekonomik kısıtlamalardan dolayı bir duraklama olmuştur. Ancak 1983 yılından sonra, süreç yeniden işlemeye başlamış ve 14 Nisan 1987'de Türkiye'nin tam üyelik başvurusuyla canlılık kazanmıştır. Avrupa Komisyonu 1989 yılında, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne (AB) tam üyelik için uygun bir ülke olduğunu beyan etmiştir. Komisyonun beyanı 1990 yılında Avrupa Topluluğu Konseyi tarafından da onaylanmıştır. 6 Mart 1995'de Türkiye-AB Ortaklık Konseyi, Türkiye ile AB arasında 1 Ocak 1996'dan itibaren geçerli olacak Gümrük Birliği'ni sonuçlandırmıştır. Avrupa Birliği Parlamentosu tarafından da onaylanan Gümrük Birliği planlanan şekilde yürürlüğe girmiştir. Türkiye, AB ülkelerine yönelik olarak, Gümrük Birliği'ne konu olan ürünlerde gümrük vergilerini kaldırmış ve üçüncü ülkelere karşı ortak gümrük tarifesi uygulamaya başlamıştır. Gümrük Birliği, Türkiye'nin AB ile ilişkilerinin gelişmesinde ve tam üyelik sürecini harekete geçirmede önemli bir dönüm noktası olmuştur.
Ancak AB Komisyonu "Agenda 2000" adlı raporunda 10 Orta ve Doğu Avrupa ülkesi ile "Kıbrıs"ın birliğe katılımları için bazı tedbirler önermesine rağmen, Türkiye'nin tam üyelik başvurusunu dikkate almayarak Konsey'e özellikle Gümrük Birliği'nin genişletilmesi için bir görüşme teklif etmiştir. Bununla birlikte 12-13 Aralık 1997'de yapılan Lüksem-burg zirvesinde, Avrupa Konseyi, 10 Orta ve Doğu Avrupa ülkesiyle "Kıbrıs"ı kapsayan ülkeler için tam üyelik sürecini başlatmış ve Türkiye'yi bu sürecin dışında bırakmıştır. Böylece, AB'nin Türkiye'ye diğer adaylarla aynı kıstasları uygulayacağı taahhütüne rağmen, Türkiye tam üyelik açısından haksızlığa uğratılmıştır. Lüksemburg zirvesinin ardından Türk Hükümeti tarafından yayımlanan bildiride, durumun Türkiye tarafından kabul edilemeyeceği açıklanmıştır. Ayrıca Türk Hükümeti'nin hali hazırda mevcut bulunan AB ile ortaklık ilişkilerini devam ettireceği, ancak bu ilişkilerin daha da gelişmesinin AB tarafından daha önce verilen taahhütlerin yerine getirilmesine bağlı olduğu bildirilmiştir. Bununla birlikte, Haziran ve Aralık 1998'deki Kardiff ve Viyana zirveleri ile 1999 yılının Haziran ayında toplanan Cologne zirvesinde, hem sınırlı bir gelişme hem de daha olumlu bir anlayışın ortaya çıktığı görülmüştür. Nitekim, Marmara depreminden büyük zarar gören Türkiye'ye destek vermek amacıyla 6 Eylül 1999 tarihinde Brüksel'de biraraya gelen AB Dışişleri Bakanları, ekonomik yardım paketi konusunda görüş birliğine varmışlardır. AB-Türkiye ilişkilerinde ılımlı bir havanın hakim olduğuna inanan Türkiye, Aralık 1999'da toplanacak Helsinki zirvesinde adil ve açık bir karara varılması ve Türkiye'nin AB'ne resmen aday olarak kabul edilmesi gerektiği görüşündedir. Türkiye'nin Avrupa Konseyi, Ekonomik ışbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), Avrupa Güvenlik ve ışbirliği Teşkilatı (AGİT) üyeliği ile Batı Avrupa Birliği (BAB) teşkilatında ortak üyeliğini devam ettirmesi ve özellikle 1980 yılından itibaren uyguladığı dışa açık ekonomi politikalarına öncelik vermesi, Avrupa ile yürütülen ekonomik ve siyasi ilişkilerin daha da geliştirilmesini olumlu yönde etkilemektedir. Türkiye dış ticaretinin %50'den fazlasını Avrupa ülkeleri ile gerçekleştirmektedir. Ayrıca Türkiye'de gerçekleştirilen yabancı yatırımların %60'tan fazlası AB ülkeleri kaynaklıdır. AB ile Türkiye arasında ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine önemli katkılar sağlayan Avrupa'daki Türk işadamlarının sayısı da giderek artmaktadır.