Arama


Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
14 Nisan 2006       Mesaj #9
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
SEMBOLİZM NEDİR? NEDEN GEREK DUYULMUŞTUR?
Yazımıza öncelikle tarihsel açıdan sembolizme neden gerek duyulduğunu inceleyerek başlayacağız. Birtakım şeyler niçin mecazi ve benzetmeli bir şekilde kullanılmıştır? Buna neden gerek duyulmuştur? Geçmişte insanlar bir fikri izah etmek için birçok yollar denemişler, bu fikrin içeriğini ve anlamını kademeli şekilde insanların anlayışlarına ve olgunluklarına göre birtakım kalıplar içerisine koyup, takdim etmişlerdir. Özellikle ezoterik, gizli tutulması gerekmiş olan birçok bilgiler sembollerle anlatılmıştır. Yani doğrudan doğruya bir fikir, bir bilgi izah edilmemiştir.
Sembol, anlatmak istediği fikri, kısa, en kesin ve en belirli şekilde ifade eden bir işarettir. Bir bilgiyi aktarırken, karşımızda eğer farklı seviyelerde kişiler varsa bunlara bazı hakikatleri doğrudan doğruya ifade etmekte zorlanabiliriz. Bazı insanlara bir fikri açıkça, herhangi bir kalıba sokmadan anlatabilirsiniz. Bazı kişilere ise bunu bir benzetme yoluyla anlatmanız gerekir. "Yani nasıl?" gibi bir soruyla karşılaştığınızda, buna benzer bir tabiat olayını anlatarak alegorik tarzda izah etmeniz lazım. İşte orada bazı vakaları sembolik hale getirmiş oluyoruz.
İnsanlara kendi idrak seviyelerine ve anlayışlarına göre, aynı bilgiyi her defada vermenin en güzel yolu, onu sembolleştirmektir. Bir tek şekil ortaya koyacaksınız ve o şekil herkes için objektif bir şey olmalıdır.
Geçmiş dönemlerden, günümüze kadar kullanılan semboller, mecazlar ve benzetmeler o dönemlerde verilen bir bilginin istismar edilmemesi, insan iradesinin ruhsal çabasının eksilmemesi için kullanılmıştır. Çünkü bir sembolün çözülebilmesi, açılabilmesi kolay olsaydı ya da bazı bilgiler sembollere büründürülmeden gerçek anlamlarıyla verilseydi tekamül bakımından o bilginin taşıdığı yükü, sorumluluğu taşıyamayacak insanların elinde tehlikeli bir duruma girerdi. Bu yüzden hemen hemen 12.000 yıldan beri kullanılan semboller bir çeşit bilgiyi korumuş, ehil olmayan insanlar bundan yararlanamamıştır.
Sembolizmin en büyük iki özelliği; bir bilgiyi içermesi ve bir bilgiyi saklamasıdır. Bilginin bu şekilde saklanışı tüm insanlar için ortak bir dil haline gelmektedir. Dünyada tüm dinlerde öyle semboller vardır ki çağlar boyu, insanların evrimlerinde büyük değişiklikler olsa da aynı fikri onlara tekrar verebilmektedir. Böyle bir sadeliği ve böyle bir biraraya getirici özelliği vardır.
Pek çok kadim uygarlığın ve günümüz uygarlıklarının mitolojilerini gerçek anlamda incelediğimizde aslında hepsinin sembollerle anlatılmış gerçek bilgiler olduğunu görebiliriz. Tabii ki tüm anlatılanları bire bir anlamadan oradaki sembollerin gerçek anlamlarını çözmeye çalışarak bunu görebiliriz. Aslında tüm mitolojiler yaratılışı, evreni ve insanı konu alan sembolik ifadelerdir. Mitolojilerde geçen ilahlar İdareci Planları ve Evrensel Yasaları ifade eder.
Burada konumuz Mu Uygarlığının kullanmış olduğu kadim sembolleri incelemek olduğu için mitoloji konusuna girmeden Mu'nun kullandığı sembollerin ne anlama geldiğini neler ifade etmeye çalıştıklarını inceleyeceğiz. Bu sembolleri inceledikçe günümüz ve kadim uygarlıkların efsanelerinde ve dinlerinde de gördüğümüz ve bildiğimiz ancak özünden farklılaştırılarak kullanılmış pek çok sembol ve ifadenin çıkış yerinin anavatan MU olduğunu göreceğiz. Çünkü, MU Uygarlığı tarafından ideale varmalarına bir araç olarak kabul edilen o zamanki sembollerin, sonradan başka memleketlerde (kolonilerde) hem şekilleri, hem de manaları değişmiş ve Sembol kavramı Mısır'da ortadan kalkarak bunlar İLAH olarak kabul edilmişlerdir.
Erken dönem insanlığının dinsel öğretilerinde kullanılan semboller genelde kutsal semboller diye bilinir. Semboller ilk kullanılmaya başlandığı zamanki hedefleri, bireyin zihnini Sonsuz olanın üzerine yoğunlaştırabilmesine olanak sağlamak, bakışını sembol üzerinde sabitleştirmek suretiyle dikkatinin dış seslere veya görüntülere çekilmesinin önüne geçmekti. Sembolün kendisine tapılmayacağı veya ibadet edilmeyeceğini öğretmede çok titizdiler. Eğitimi boyunca erken dönem insana ne kadar kutsal olursa olsun hiçbir sembolün herhangi bir şekilde putlaştırılmayacağı sürekli anımsatılıyordu. O sadece kişinin zihninin etrafta dolaşmasını engellemeye yarayan bir şekildi. Mu dininin bir teolojisi ya da dogmaları yoktu. Her şey en basit, en anlaşılır, en eğitimsiz bir zihnin dahi kavrayabileceği bir dille öğretiliyordu. Teolojiler ve dogmalar dine Anavatanın batışından sonra sızdılar. Kontrol edici tesir ortadan kalkınca dinde çelişkiler de başlamış oldu. Başlangıçta yalnızca üç sembol kullanılmıştı. Bunlar anlaşıldığı zaman bu semboller birleşik hale getirildi ve yeni semboller geldi. Zaman geçtikçe de bunların sayısı gideek arttı ve giderek daha kompleks oldular.
Başlangıçtaki üç sembol; Daire, Eşkenar Üçgen ve Kare idi. Şimdi neden bu sembollerin seçilmiş olduklarına bakalım.
DAİRE : Güneşin çizimiydi. Tüm sembollerin en kutsalıydı. Sonsuz olanın sembolü olarak kullanılıyordu. O'nun(Tanrının) tüm niteliklerini kapsadığından dolayı da tektanrılığın sembolüydü. Bu sembol için güneşin seçilmesinin nedeni o zamanın insanının görüş açısına giren ve anlayış kapasitesine hitap edebilen en muktedir nesne olmasıydı. Daire ile gösterilmiş olan bu güneş sadece Tektanrılıcılığın sembolüydü ve eskiler tarafından Ra adı altında anılmaktaydı.
Bir de doğadaki yani gökteki cismi temsilen kullanılan güneş resimleri mevcuttu. Bu sembol ise bir daireden çıkan 8 ışınla gösteriliyordu. Bu Mu'nun Kraliyet Arması üzerindeki sembolüydü. Ayrıca ışınları olan yükselen güneş çizimi ise Mu'nun koloni İmparatorluğunu simgeleyen bir semboldü. Işınları olmayan ve ufkun üzerinde yarıya kadar yükselmiş güneş resmi ise iki şeyi simgeliyordu. Bir tanesi batan güneşin sembolüydü diğeri ise Mu'nun bir kolonisinin, koloni İmparatorluğuna dönüşmeden önceki sembolüydü.
Raya yani güneşe, Yaradan'ın Kendisi olarak değil, yalnızca bir sembol gözüyle bakılıyordu. İbadet edilen Yaradan'dı, sembol ise sadece onu temsil emek üzere kullanılıyordu. Başlangıcı ve sonu belli olmayan daire aynı zamanda ebedi varoluşu, sona ermemeyi ve sonsuzluğu temsil ediyordu. Daha sonraki dönemlerde dairenin birden fazla şeyi temsil etmek için kullanılması nedeniyle Nagalar bu dairenin içine bir nokta eklediler, Uygurlar ise bu dairenin içine küçük bir daire daha eklediler.
İnsanlığın erken tarihinde Tek Büyük Sonsuz dışında başka tanrılar yoktu. Tanrılar dinsel seremonilere daha geç tarihte sızdılar. Tanrılar, Dört Büyük Güce (daha sonra inceleyeceğimiz) tanrı isimleri verilmesiyle doğdu. Kadim yazı formlarını ve sembolizmi bilmeyen bilim adamları ve arkeologlar ne yazık ki eskilerin aslında yalnızca sembol olarak değerlendirilen Güneşe taptıkları şeklindeki hatalı görüşlerini yayımlamışlardır. Oysa Güneşe adanan her mabette hedef Tanrı, Tek Varlık ya da O'nun yaratılıştaki eril niteliği olan Kadir-i Mutlak idi.
EŞKENAR ÜÇGEN: Eşkenar üçgen ilk insanların dinsel öğretileri için tasarlanan ilk üç sembolden birisidir. Bu tasarım için üç ayrı kara parçasından oluşan ve coğrafi olarak Batı Ülkeleri diye anılan Anavatan'ın coğrafi yapısından esinlenilmişti. Bir tanesi kıtasal boyutlarda, diğer ikisi küçük olan bu kara parçaları birbirlerinden dar boğazlarla, Mısırlıların deyimiyle kanallarla ayrılmıştı. Gelenek ilk önce kıta boyutlarındaki parçanın ortaya çıktığını, diğer iki küçük adanın farklı zaman dilimlerinde onu izlediğini söyler. Üç ayrı zamanı kapsayan bu fenomeni açıklamak için seçilen şekil üçgendi. Üçgen üçleme sembolizmine bağlı olarak Cenneti temsil etmek için de kullanılıyordu.
KARE: İlk ve orijinal kutsal semboller üçlüsünün sonuncusu dört kenarlı karedir. Yeri, dünyayı simgeliyordu. Dört köşe de dört ana yönü; Kuzey, Güney, Doğu ve Batı'yı simgeliyordu. Zaman zaman kullandığımız "Dünyanın dört bir köşesi" terimini düşünecek olursak, bunun da bize ilk insandan bu yana gelen kavramlardan biri olduğunu söylemek mümkündür.
Churchwardın araştırmalarına göre; bütün bu kutsal sembolleri Güney Denizi Adalarındaki harabelerin taşları üzerine kazınmış olarak ve ayrıca Yukatan, Uxmal'daki Kutsal Sırlar Mabedi'nin duvarları üzerinde görülebilir.
YARATICININ İKİLİ PRENSİBİ: Bu kadim kavramların en ilgi çekicilerinden birisidir. Üreme eylemi için erkek ve dişinin gerektiği öngörüsünden kaynaklanmıştır; dolayısıyla bu da Yaratıcıyı iki prensipli yapıyordu. Eril prensip güneşle, dişil prensip ayla simgelendi. Deyim yerindeyse farklı yönleri ifade etmek için sembollerin tasarlanması bu şekilde başlamıştı. Önce ikili kapasiteyi ifade etmek için bir sembol düzenlendi; Lahun denilen bu sembolün çevirisi "birdeki iki, ikideki bir"dir ve "her şey birin içindedir ve bir hepsidir" şeklinde genişletilebilir. Lahun glifi, ortasından bir çizgi çizilmiş bir dairedir. Eskiler için yanyana iki mabet inşa etmek olağandı. Bunlardan büyük olanı eril prensip olarak Güneşe ve küçük olanı da dişi olan Ay'a adanırdı.
Mısırlılara, Ayın Yaratıcı'nın dişil niteliğini simgelemesi yetmediği için ayı simgeleyenbir sembol tasarlanmış ve buna İsis adını vermişlerdi; böylece ortaya bir sembolü simgeleyen bir sembol çıkmıştı.
YARATICININ SEMBOLLERİ : Yaratılış eskilerin en temel konularından birisiydi. Yaratma kuvvetine Kadir-i Mutlak'ın niteliklerinden birisi olarak bakılıyordu.
Eskilerin bu niteliği simgeleyen sayısız konvansiyonel tasvirleri vardı. Bunlardan en popüler olanı yılan sembolüydü. Yılan sembolü ile Yaratıcı'yı ve Yaratılış'ı simgelemekteydiler. Bu nedenle tüm kadim metinlerde bu sembolü görmek mümkündür. Kadim yontularda ve literatürde bu yılanların çok çeşitli tasarımlarını görmek mümkün. Bu yılanlardan ikisi özellikle belirgindir. Bunlardan birisi Anavatanda Naga diye isimlendirilen kobradır. Bunun yedi başı vardı. Bu sayı yaratılışın yedi aşaması, yedi mantal alan v.s gibi kavramları karşılar. Yedi başlı yılan Mu'da vücuda gelmiş ve Naga adını almıştı. Mu'da bu sembolü kullanan kişiler de aynı isimle Nagalar diye anılıyordu.
Diğer yılan ise Quetzacoatl denilen tüylü yılandı. Derisi pul yerine tüylerle kaplıydı. Halen Yukatan ve Orta Amerika'nın balta girmemiş ormanlarında ve bataklıklarda görülebilir, fakat çok enderdir. J. Churchward keşif gezileri sırasında bu yılana bir kere rasladığını belirtmiştir. Yeryüzünde bilinen en zehirli yılan türüdür. Mu'da yaşayan ve Yaradan'ın sembolü olarak bu yılanı seçen kabilelerden birisi, tıpkı Nagalar gibi kendilerin onun ismiyle Quetzallar diye anıyorlardı.
Bu iki yılana da Yaratıcı Kuvvetlerin Kutsal sembolleri olarak, büyük bir saygıyla yaklaşılıyordu. Yerleri güneşin yani semboller içinde en kutsal olanın yanıydı.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 9 Mayıs 2011 14:01