Arama

Ateş bulunmadan önceki yaşam nasıldı?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 10 Aralık 2019 Gösterim: 23.793 Cevap: 4
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
9 Kasım 2008       Mesaj #1
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ateş bulunmadan önceki yaşam nasıldı?
EN İYİ CEVABI Keten Prenses verdi
Bu dönemde önceki devirlere göre daha sert ve daha düzgün taş aletler yapılmıştır. Kemik ve taştan daha kullanışlı aletler yapılmıştır.

Sponsorlu Bağlantılar
Gezegende yaşanan son buzul çağının sona ermesi ardından, insan topluluklarının yayılma eğilimi gösterdikleri ılıman iklim kuşaklarında, yepyeni bir evrimsel açılım yaşanmaya başlanmıştır. Buzulların çekilmesiyle ılımak iklim kuşağında gerek fauna gerekse flora, hem çeşitlilik hem de popülasyon olarak belirgin gelişmeler göstermiştir. Bu mevsimsel farklılıkların oldukça belirgin olduğu ve genellikle kurak sayılabilecek yaşam alanlarında ortaya çıkan ve yayılabilen türler, kaçınılmaz olarak dayanıklı, uyum sağlama ve üreme yetenekleri geniş, görece daha küçük cüsseli türlerdi. İşte bu ortam, insan topluluklarına geniş olanaklar sunmuştur.
Buğday ve arpa gibi yaygın, kurak iklime uyumlu bitki türlerinin ve koyun, keçi, sığır gibi otçul türlerin ortaya çıkması ve yaygınlaşmasıyla insan topluluklarının yaşam biçimi de değişmeye başlamıştır. Doğaya doğrudan müdahale ederek, besin olarak kullanılabilecek bitki türlerini yetiştirme ve bazı hayvan türlerini evcilleştirerek sürüler oluşturmak, bu dönemin belirgin özelliği olmuştur.
İnsan toplulukları bu yeni yaşam tarzında iki ana kolda gelişme göstermişlerdi. Bazı topluluklar evcilleştirdikleri hayvanlardan oluşan sürüleri temel besin kaynağı olarak kullanırken bazı topluluklar ise sınırlı ölçüde de olsa bahçe tarımına başlamışlardır. Her iki ana kol da avcı-toplayı topluluklar olmaktan zamanla çıkmış, bir anlamda besin üreten topluluklar haline dönüşmeye başlamışlardır. Kuşkusuz ağırlıklı olarak tarımla uğraşan topluluklar, avcı-toplayıcı toplulukların yaşam tarzını bırakarak yerleşik düzene geçmek zorunda kalmışlardır. Ağırlıklı olarak hayvan sürülerini kullanan topluluklar ise göçebe ya da yarı-göçebe topluluklar haline gelmişlerdir.

Özellikle tarım yapmanın öğrenilmesi bu toplumların beslenme ve yaşam tarzlarında kökten değişikliklere yol açmıştır. Büyük ölçüde rastlantılara, ileri derecede uzmanlaşmaya bağlı olan avcı-toplayıcı yaşam tarzı yerini, besin maddelerini stoklayabilen ve beslenme açısından daha güvenli toplumlar yaratmıştır.
Bu gelişmeler, "Neolitik Devrim" olarak adlandırılan ve insan topluluklarının yaşam biçiminde köklü değişikliklere yol açan bir süreçtir. Kuşkusuz gezegenin her yöresinde yaşamakta olan topluluklarda zamandaş olarak ortaya çıkmayan Neolitik Devrim, başlangıçta, Orta Doğu, Önasya, Uzakdoğu gibi, geniş ve düzenli akarsuların yaygın olduğu bölgelerde ortaya çıkmıştır.

BAKINIZ Ateş

Son düzenleyen Safi; 10 Aralık 2019 16:00
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
9 Kasım 2008       Mesaj #2
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Tarih , M.Ö. 4000-3500 yıllarında yazının icadı ile başlamıştır. Yazının icadından önceki devirlere tarih öncesi devirler; yazının icadından sonraki devirlere de tarih devirleri denilmiştir.Tarih öncesi devirler kendi arasında taş devri ve maden devri olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Hem taş devri hem de maden devri kendi içinde 3 alt gruba ayrılmıştır.Yani 3 tane taş devri,3 tane de maden devri olmak üzere toplam 6 adet tarih öncesi devir vardır.
TARİH ÖNCESI DEVİRLER
Sponsorlu Bağlantılar

1.TAŞ DEVRİ
  • kaba taş devri
  • yontma taş devri
  • cilalı taş devri
2 . MADEN DEVRİ
  • bakır devri
  • tunç devri
  • demir devri
Kaba taş devri en uzun ve en ilkel dönemdir. bu dönemde insanlar mağaralarda yaşiyorlar,kendilerini korumak için taştan kaba aletler yapıyorlardı.Avcılık ve toplayıcılık yaparak yaşamlarını sürdürüyorlardı.
Yontma taş devrinde insanlar ateşi icat ettiler,taştan daha düzgün ve gelişmiş aletler yaptılar.
Cilalı taş devrinde insanlar tarım ve hayvancılıkla uğraşmaya,topraktan kaplar yapmaya başladılar.
Maden devrinde ilk kullanılan maden bakır olmuştur. Daha sonra bakır kalay karışımından tunç elde edilmiş son olarak da demir kullanılmıştır.

TARİH DEVİRLERİ
1.İlkçağ (yazının icadı ile başlar M.S. 376 da kavimler göçü ile sona erer.)
2.Ortaçağ ( M.S sonra 376 kavimle göçü ile başlar 1453 İstanbul’un fethi ile sona erer.)
3.Yeniçağ (1453 İstanbul ‘un fethi ile başlar 1789 Fransız İhtilali ile sona erer.)
4.Yakınçağ (1789 Fransız İhtilali ile başlar günümüze kadar ulaşir.)
Son düzenleyen Safi; 9 Ocak 2020 19:38
Quo vadis?
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
15 Kasım 2008       Mesaj #3
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Bu dönemde önceki devirlere göre daha sert ve daha düzgün taş aletler yapılmıştır. Kemik ve taştan daha kullanışlı aletler yapılmıştır.

Gezegende yaşanan son buzul çağının sona ermesi ardından, insan topluluklarının yayılma eğilimi gösterdikleri ılıman iklim kuşaklarında, yepyeni bir evrimsel açılım yaşanmaya başlanmıştır. Buzulların çekilmesiyle ılımak iklim kuşağında gerek fauna gerekse flora, hem çeşitlilik hem de popülasyon olarak belirgin gelişmeler göstermiştir. Bu mevsimsel farklılıkların oldukça belirgin olduğu ve genellikle kurak sayılabilecek yaşam alanlarında ortaya çıkan ve yayılabilen türler, kaçınılmaz olarak dayanıklı, uyum sağlama ve üreme yetenekleri geniş, görece daha küçük cüsseli türlerdi. İşte bu ortam, insan topluluklarına geniş olanaklar sunmuştur.
Buğday ve arpa gibi yaygın, kurak iklime uyumlu bitki türlerinin ve koyun, keçi, sığır gibi otçul türlerin ortaya çıkması ve yaygınlaşmasıyla insan topluluklarının yaşam biçimi de değişmeye başlamıştır. Doğaya doğrudan müdahale ederek, besin olarak kullanılabilecek bitki türlerini yetiştirme ve bazı hayvan türlerini evcilleştirerek sürüler oluşturmak, bu dönemin belirgin özelliği olmuştur.
İnsan toplulukları bu yeni yaşam tarzında iki ana kolda gelişme göstermişlerdi. Bazı topluluklar evcilleştirdikleri hayvanlardan oluşan sürüleri temel besin kaynağı olarak kullanırken bazı topluluklar ise sınırlı ölçüde de olsa bahçe tarımına başlamışlardır. Her iki ana kol da avcı-toplayı topluluklar olmaktan zamanla çıkmış, bir anlamda besin üreten topluluklar haline dönüşmeye başlamışlardır. Kuşkusuz ağırlıklı olarak tarımla uğraşan topluluklar, avcı-toplayıcı toplulukların yaşam tarzını bırakarak yerleşik düzene geçmek zorunda kalmışlardır. Ağırlıklı olarak hayvan sürülerini kullanan topluluklar ise göçebe ya da yarı-göçebe topluluklar haline gelmişlerdir.

Özellikle tarım yapmanın öğrenilmesi bu toplumların beslenme ve yaşam tarzlarında kökten değişikliklere yol açmıştır. Büyük ölçüde rastlantılara, ileri derecede uzmanlaşmaya bağlı olan avcı-toplayıcı yaşam tarzı yerini, besin maddelerini stoklayabilen ve beslenme açısından daha güvenli toplumlar yaratmıştır.
Bu gelişmeler, "Neolitik Devrim" olarak adlandırılan ve insan topluluklarının yaşam biçiminde köklü değişikliklere yol açan bir süreçtir. Kuşkusuz gezegenin her yöresinde yaşamakta olan topluluklarda zamandaş olarak ortaya çıkmayan Neolitik Devrim, başlangıçta, Orta Doğu, Önasya, Uzakdoğu gibi, geniş ve düzenli akarsuların yaygın olduğu bölgelerde ortaya çıkmıştır.

BAKINIZ Ateş
Son düzenleyen Safi; 9 Ocak 2020 19:41
Quo vadis?
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
19 Kasım 2008       Mesaj #4
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
İnsanlik tarihinde, Milletlerin kendi kültür değerleri gereği, fertlerin bazı istek ve ihtiyaçlarını engellemek isteyen girişimine rastlansada, ahlaki iyilik ve kötülük, keza hak ve haksızlık telakkileri, sosyal bakımdan tasvip gören diğer hareketler kişilik hürriyetini sınırlamış olsalar da sosyal uyumu sağlayan ögeler olmuştur.

Her ne kadar tarihin derinliklerinde bir yerlerde kültürlerin çatışmasını bulsak da, insanlık tarihini sürekli savaşan ve catışan zaman dilimi olarak nitelemek çok büyük yanlış ve haksızlık olur. Tarihi seyir içinde, kültürlerin uyuştuğu veya çatıştığı dönemlere bakacak olursak, sebebi ne olursa olsun, ister dini, ister milli sebepler olsun, en azında iç-güdüsel olarak daha iyi ve daha güzel yaşama arzusu yatmaktadır. Her kültür kendi değerlerinin daha iyi ve daha güzel oldugu inancıyla, diğer toplumlar üzerinde hakimiyet kurma çabasına girmiştir. Toplumların sosyalleşmesini temin eden evrensel kültür değerleri kollektif çabalar neticesinde oluşmuş kıymetlerdir. Evrensel kültürün bireyselliği aşarak, bireyin üstünde bir değerde kabul görmesi, sosyal çevrelerin uyumunu sağlayan unsurlar olmuştur.

İnsan kültürünün başlangıcından bu güne değin, çeşitli biçimlerde ortaya çıkan temalarının altındaki şeyi keşifedecek bir bilinç dönüşümünü nasıl ortaya çıkarabiliriz..? Eğer bunu başarabilirsek, bu gün karşı karşıya bulunduğumuz tehditleri, atom bombaları, enerji krızi, sanayileşmiş şehirli kesimlerin sorunlarını çözecek kollektif çözümler bulabilirdik. Böylece tarih, efsane, bilimsel gerçeklik ve vahyi-kelam arasında sallanıp durmaz, kollektif kaderimizi şekillendirecek olan ve uzaklardan parlayıp gelecek ışığın beklentisi içine girmezdik. Şu halde, ne bilimsel verilerin nede vahyi-kelamın gösterdiği doğrultuda yön tayin edebilmiş değiliz. Beceriyle yapabildiğimiz tek şey, bütün unsurları kendi adımıza, kendi çıkarlarımıza uygun düşecek şekle sokmak için çaba sarfetmektir. Bireyselliğimiz gelişmiş olabilir ama, kollektif ruhtan yoksun olarak, ne bilimin, ne de dinin dünyasında huzur bulmuş insanlar değiliz. Sanki insanlık kurtuluşu için bir uykunun en derin anında kendisini çağıran bir şeyin dürtüsüyle uyanışın beklentisi içine girmiştir.

İçimizde kendimizi aşarak ulaşmamız gereken kollektif displin ve şuur var aslında… Sadece İçteki bir deneyimi, dışsal bir macaraya götürecek rolü üstlenecek cesaretten yoksun olduğumuzu düşünmekteyim. Salt içe dönük deneylerin başkalarına hiç bir faydası dokunmayacağını da bilmekteyiz. Binlerce dönüşümü geriye doğru izleyerek asıl ve gerçek mesajlara nasıl ulaşabiliriz..? Biz, bize düşen görev ve sorumluluk olarak insanlığın kürtuluşu için, yüzeyin biraz altına bakarak bilim ve felsefenin de arkasında kutsal öğretilerden yeterince faydalanmasını bilemediğimiz kanısındayım.

Antropoloji veya davranış bilimlerinin yaptığı gibi, kültürün anlamını okumada toplumun yapı ve islevinden başlayarak okumakta mümkün görünmekte. Fakakat benim burada asıl önemsediğim konu insanın varoluş sürecinde pratik yönünden önce, inanç ve iman yönünün var olduğuna işaret etmektir. Yani dini hayat, hayatın basit ve pratik yönlerinden önce gelişiyor demek istiyorum. İnsanda önce vizyon ortaya çıkıyor, sonra diğer araçlar. Kutsal nurun ateşten önce, kutsal asanın ise çobanın elindeki deynekten daha önce fark edildiğini bilmeyenimiz yok gibidir Çünkü ateş bulunmadan önce insanlığın kutsal nuru aradıgına dair efsanevi kayıtlara tesadüf edilmekle birlikte, Yaratıcı kutsal kitaplarinda dini hayatı ilk insanı yaratmadan önce tarif edip şekillendirdigini belirtiyor. Her şeyin, her hadisenin meydana gelmezden önce, bir kitapta yazılı olduğunu vaaz ederek bizlere bildiriyor.

Mitler, ritüeller, kozmik bilgiler, mistik dans, ilahi kavram, ibadet vs bunların hepsi kültürün manevi yönünü temsil eden kıymetlerdir. Tüm bunlar meditasyonun nirengi noktası veya huşu uyandıran unsurlar olarak ta gorulebilirler. Ve, bu unsurlar fiziki donanım ve ben’imizde incelikle işlenmiş ve saklı bulunan “iç-evrenimizi” veya ruh dünyamızı besleyen ögeler olarak, insan kültürünün başlangıcındaki noktayi da temsil ederler. Birileri cikip bu değerleri gerksiz görüp ”kendinden-vazgeçme” olarak değerlendirebilir… Kim bilir, belkide bu değerler “kendini-bulmadır”.

Son iki asrı sanayileşmiş yıkıcı bir hayat görüşüyle yaşayan bizler, bu yıkıcılığa son vermek istiyorsak “kendimizi-bulmak” zorundayız!.. Yoksa insanı, mevcut endüstri toplumunun kavradığı gibi, araç yapıcı ve tabiatı sömürücü bir varlık olarak kurgular sadece maddi bir hayat tarzı ortaya koymuş oluruz. Bundan başka insanı vizyon peşinde koşan bir varlık olarak algılarsak, bambaşka bir hayat anlayışı ortaya çıkar ki, ikincisi daha gerçekci ve daha rasyonel olanıdır.
Metin YAZAREL
Son düzenleyen Safi; 9 Ocak 2020 19:42
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
11 Kasım 2009       Mesaj #5
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

ateş olmadan önce et nasıl pişerdi¿

Ateşin icadından önce insanlar avcılık ve meyve toplayıcılığıyla besinlerini yaratıyorlar, eti pişirmeyi bilmiyorlardı. Ve ısınma sorunları vardı. Ateş icad edildikten sonra kendilerini korumayı, eti ve topladıkları bitkileri pişirmeyi öğrendiler.
Son düzenleyen Safi; 9 Ocak 2020 19:42

Benzer Konular

24 Mayıs 2015 / Misafir Soru-Cevap
13 Ekim 2014 / Misafir Soru-Cevap
9 Mart 2013 / asilce1veda Soru-Cevap
17 Aralık 2008 / Ziyaretçi Soru-Cevap
14 Aralık 2011 / SUNU Soru-Cevap