Arama

Türk sanat müziği hakkında bilgi verir misiniz? - Sayfa 3

En İyi Cevap Var Güncelleme: 9 Nisan 2012 Gösterim: 20.635 Cevap: 23
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Şubat 2012       Mesaj #21
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
6. sınıf için çok acilll... yardım edermisiniz
Sponsorlu Bağlantılar
SaKLI - avatarı
SaKLI
VIP VIP Üye
21 Şubat 2012       Mesaj #22
SaKLI - avatarı
VIP VIP Üye
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

6. sınıf için çok acilll... yardım edermisiniz

Türk Musikisi (Türk Sanat Müziği, Klasik Türk Müziği)

Sponsorlu Bağlantılar
Türk Musıkisi (Türk Sanat Müziği)

Muhteşem Türk musikisinin gelişme ve kökleşme temellerinin ilk yılları, Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarının biraz öncesi ve biraz sonrasından itibaren görülmektedir.
Türk musikisi tarihi incelenirken Tarih bilimcileri ile etno-müzikologların bu konuda, devirlere bölme düşüncelerinde bazı farklılıklar görülmektedir. Eldeki verilere göre Türk musikisinin tarih yönünden incelenmesinde Osmanlı öncesi Türk musikisi yani Fârâbi’den (870-950) Safiyüddin Urmevi (1237-1294) ye kadar olan devir “İlk Ortaçağ”, Abdükkadir Merâganî (1360-1435) den Şehzade Korkut (1467-1513) a kadar olan devir “Ortaçağ” ve Itrî (1640?-1711) den günümüze kadar olan devir de “Yeni ve Yakınçağ” olarak tasnife tabi tutulabilir.
Çoğunlukla Tunus’ta yaşamış olan Baron Rodolphe D’Erlanger (1872-1932) isimli Fransız müzikoloğu ölümünden önce 1920’li yıllarda edindiği musiki yazmaları üzerine çok geniş bir çalışma yapmış ve bu arada; Fârâbî, İbn Sina, Safiyyüddin Urmevî, Lâdikli Mehmet Çelebi gibi büyük Türk musıkişinasları ve sistemcilerinin yazmalarını inceleyerek 2857 sayfayı kapsayan 6 ciltlik büyük bir eser meydana getirmiştir. Fakat ne yazık ki bu devasa eserinin adını “La Musique Arabe” (Arab Musikisi) koymuştur. Sebebi de gayet açık anlaşılmaktadır ki, incelenen yazmaların Arap dili ile yazılmış olmasından ve yazar adlarının da Arap isimlerine benzemesinden, ortaya konan bu eserin musikisi de elbette “Arap Musikisi” olacaktır. Aradan geçen uzun yıllar içinde Türk kültür âleminden hiç kimse bu konu ile bilgilenmemiş ve ilgilenmemiştir. Ve bu yayın ilk defa musiki alimimiz H.Sadettin Arel tarafından 1950 yılında Türk kültür alemine tanıtılmıştır.
Bilimsel yönü ile uğraşanı yok denecek kadar az olan musıkimizde bu tanıtım maalesef gerekli ilgiyi bulamadığından aleyhimizdeki durum bütün dünya musiki aleminde yerleşmiş ve bundan 15 yıl kadar önce “Unesco” girişimiyle ortaya çıkmıştır. O yıllarda
Dünya Musiki Tarihi” yazmayı planlayan Unesco Türkiye’ye gönderdiği bir katılım isteği yazısında açıkça “Arap musikisinin bir yan bölümü olan Türk musikisi” ifadesini kullanmıştır.
Ne yazık ki D’Erlanger’nin aleyhimize olan bu hatalı yayını bugüne kadar karşılıksız bırakılmıştır. Aslında bir gösteri hüviyeti taşıyan “Karagöz Oyunu”muzun başkalarınca sahiplenmesi girişimi yanında, hem ilim hem güzel sanat olan musıkimizin bilimsel ve mükemmel teorilerine sahip çıkamayışımız Türk kültürü açısından cidden üzücüdür.

Osmanlı Öncesi Türk Musıkisine Genel Bakış
Bugün elimizdeki verilere göre musıkimiz, gerek sesli ve gerekse yazılı belgelere göre 1000 yılı aşarak Fârâbî (870-950)ye kadar uzanmaktadır. Fârâbî’ye ait musiki yazmaları ile birlikte elimizde 9 adet güftesiz saz eseri bulunmaktadır.
Bugün pek az da olsa bazı musiki çevreleri bu eserlerin Fârâbî’ye ait olmadığını delil göstermeden ileri sürmektedirler. Ancak, öteden beri bilinegelen her husus aksi ispat edilinceye kadar geçerlidir. Kaldı ki, notanın musıkimize genel anlamda uygulanışından bu yana geçen 120 yıl öncesine kadar ecdadımızın bütün sesli eserleri kulaktan kulağa gelmiş ve 120 yıl öncesinden itibaren de notaya alınarak çeşitli koleksiyonlarda yer almıştır. Bu koleksiyonların başlıcaları halen TRT’de bulunan İsmail Hakkı Bey koleksiyonu ile Abdülkadir Töre ve Arel koleksiyonlarından başka koleksiyonlarda da Fârâbî notalarına rastlanmaktadır.
İlk musiki alimimiz diyebileceğimiz Fârâbî’nin ölümünden bir nesil sonra dünyaya gelen İbn Sina (980-1037) onun gibi çalgı kullanabilir oluşu ve bestekârlığı bilinmiyor. Zira, bugün İbn Sina’nın 1500 civarındaki yazmaları musiki yönünden incelenmemiştir. Bugünkü bilinene göre İbn Sina’nın “Şifa” adlı yazmasının 12. Bölümü olan 24 sayfa, 6 makale halinde musikiyi kapsamaktadır. Bu bölüm için D’Erlanger ve Farmer olmak üzere sadece iki yabancı kısmî çalışma yapmışlardır.
İlk Ortaçağ’da yaşamış olan bestekârlarımızdan Sultan Veled (1226-1312) ile İbn Sina arasında eldeki eser kaybına göre iki buçuk yüzyıllık bir kayıp boşluğu görülmektedir. Bugün elimizde Sultan Veled’e ait 3 eser bulunmaktadır.
1. Acem Peşrevi
2. Irak Saz semaisi
3. Segah İlahi (Şem-i ruhuna güfteli)
Elimizdeki verilere göre İlk Ortaçağ’dan Safiyüddin Urmevi (1237-1294) hakkında biraz bilgi var ise de beste olarak Nevruz/Remel beste ile Bayati Peşrevi olarak anılan ve haddizatında peşrev vasıfları taşımayan bir güftesiz eser bulunmaktadır.
Bu çağın diğer bir musiki bilgini de, ünlü “Dürret’ül Tac” adlı eseri ile tanınan Kutbeddin Şirazi (1236-1310) dir.
İlk Ortaçağ’a ait elimizde en önemli üç eser bulunmaktadır ki bunlar: Beste-i kadimler” adı ile anılan Pençgâh, Dügâh, Hüseyni makamlarındaki üç Âyin-i Şerif’dir. Çok değerli bu üç eser Abdülkadir Merâgî zamanında bestelenmiş olup bestekârları kesin olarak bilinmemektedir.

Osmanlı Devleti Kurulşuş Zamanlarındaki Türk Musıkisine Genel Bakış
Ortaçağ’a ait olan bu bölümde en önemli bestekâr hiç şüphesiz Abdülkadir Merâgî (1360-1435)’dir.
Bugün Türk musikisi bilim çevrelerince en büyük olarak iki bestekârımız; biri Ortaçağ’ın başlangıcındaki A. Merâgî ve diğeri de Yeniçağ’ın başlangıcındaki Mustafa Itrî’dir. Merâgî, doğum yeri itibariyle, bugün İran hudutları içinde kalmış bulunan “Meraga”lıdır ve Azeri asıllı Türk’tür. Hayatı da çoğunlukla doğduğu yerde ve Azerbaycan’da geçmemiştir. Belki de bu sebepten Azeriler onu tanıyamamış ve bizim kadar benimseyememiştir.
Zira bugün, Azerbaycan’da A. Merâgî’nin eserleri icra edilmediği gibi eserlerinin notaları da basılı değildir. Musiki yazmaları da orada olmayıp bizdedir. Bundan da anlaşılıyor ki ecdadımız sanat ve kültüre son derece bağlıdır.
Büyük bestekâr ve koleksiyoncu İsmail Hakkı Bey’in günümüzden 102 yıl önce yayınlanmış bulunan 183 sayfalık “Mahzen-i Esrar-ı Musiki” adlı eseri mevcuttur.
Bu çağın bestekârlarından, A. Merâgî’nin talebesi Gulâm Şâdî’nin elimizde Pençgâh ve Rahâvî makamlarında iki Kâr’ı bulunmaktadır.
Ortaçağın önde gelen bestekârlarından Hacı Bayram-ı Velî (?-1429) aynı zamanda bu çağın ilk dinî musiki bestekârıdır. Bugün elimizde şu 6 eseri bulunmaktadır.
1. Acem İlâhi (Çalabım bir şar yaratmış)
2. Neva İlâhi (Şöyle ki bi dil ü bican olmuşam)
3. Neva İlâhi (Noldu bu gönlüm)
4. Uşşak İlâhi (Dolabım niçin inilersin)
5. Rast Savt (Durmaz yanar vücudum) “Fihrist” 6 bölüm
6. Saba Savt (Durman yanalım) “Fihrist” 6 bölüm
Ortaçağ’ın çok önemli bir âlimi olan Şükrullah (1388-1470?)’ın bestekâr olduğu henüz bilinmiyor. Fakat Türk musikisi üzerine yaptığı çalışmalardan onun müzikoloji alanında yetkili kişiliği anlaşılmaktadır. Şükrullah, “Terceme-i Kitabü’l Edvar” adı ile Safiyüddün’in çon ünlü “Kitabü’l-Edvar” eserini Türkçe’ye tercüme etmiştir.
Ortaçağ bestekârları arasında ilk bestekâr Padişah olarak Sultan II. Bayezid’e rastlamaktayız. Sultan II. Bayezid’in besteleri şunlardır:
1. Neva / Fahte Peşrevi
2. Neva / Düyek Peşrevi
3. Neva Sazsemaisi
4. Eviç / Düyek Peşrevi
5. Eviç Saz semaisi
6. Nişabur Peşrevi
7. Rahatülervar / Devrikebir Peşrevi
Türk musikisinin gelişimi Osmanlılığın sanata meyli, yatkınlığı ve emeği ile vücut bulmuştur. Bu muhteşem musikinin içinde 36 Osmanlı Padişahından 10’u bilfiil musiki ile uğraşanların dışında bazı şehzadeler ve sultanların da musikide çalışmalar ve değerli eserler yarattığı görülür. Bu 10 Padişahın dışında musikiyi ve müntesiplerini destekleyen Padişahlar da bulunmaktadır.
Bu 10 musıkişinas Osmanlı Padişahı kronolojik sıraya göre şöyledir:
1. II. Bayezid (1481-1512)
2. II. Selim (1566-1574)
3. I. Mahmud (1730-1754)
4. III. Selim (1789-1808)
5. II. Mahmud (1808-1839)
6. Abdülmecid (1839-1861)
7. Abdülaziz (1861-1876)
8. V. Murad (1876)
9. Abdülhamid (1876-1909)
10. Vahdeddin (1918-1922)
Geleneksel Türk Sanat Musıkisi
Türkiye’de çeşitli halk musikilerinin yanı sıra tek bir sanat musikisi, bugün bilimsel adıyla “geleneksel Türk Musikisi” olarak adlandırılan, kısaca divan musikisi olarak da anılan musiki yaşamaktaydı.
Batı Türklerinin (Anadolu Selçukları, Anadolu beylikleri, Osmanlılar) geliştirdikleri ve 1826’ya dek eksiksiz yaşattıktan sonra giderek savsaklayıp yozlaşmaya bıraktıkları sanat musikisine geleneksel Türk Sanat Musıkisi denir.
İnançsal Musikiler:
a) Cami musikisi (Şer’i musiki)
b) Tekke musikisi (Tarikat musikisi, tasavvufî musiki)
Dünyasal Musikiler:
a) Mehter Musikisi (Kaba saz, açık hava musıkisi)
b) Fasıl Musikisi (İnce saz, kapalı yer musıkisi)
c) Piyasa Musikisi (Kentsel eğlenti musıkisi)
ç) Kentsel Halk Musikisi (Ev ve sokak musıkisi)
(1520 öncesi) için bilgimiz pek azdır: Selçuklular (1071-1308) zamanından kalma belgeden ancak birkaç musıkinin adını ve çalgılarını öğrenmekteyiz. XIII. Yüzyıl mutasavvıflarından Taptuk Emre’nin altı telli bir çalgı olan şeştâ, Mevlâna Celâleddin ile oğlu Veled Çelebi’nin rebab çaldıkları bir söylenti olarak bilinmektedir.



Kaynak: Türk Musikisi (Türk Sanat Müziği, Klasik Türk Müziği)
..
woltka1001 - avatarı
woltka1001
Ziyaretçi
21 Şubat 2012       Mesaj #23
woltka1001 - avatarı
Ziyaretçi
Muhteşem Türk musikisinin gelişme ve kökleşme temellerinin ilk yılları, Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarının biraz öncesi ve biraz sonrasından itibaren görülmektedir.
Türk musikisi tarihi incelenirken Tarih bilimcileri ile etno-müzikologların bu konuda, devirlere bölme düşüncelerinde bazı farklılıklar görülmektedir.
Eldeki verilere göre Türk musikisinin tarih yönünden incelenmesinde Osmanlı öncesi Türk musikisi yani Fârâbi’den (870-950) Safiyüddin Urmevi (1237-1294) ye kadar olan devir “İlk Ortaçağ”, Abdükkadir Merâganî (1360-1435) den Şehzade Korkut (1467-1513) a kadar olan devir “Ortaçağ” ve Itrî (1640?-1711) den günümüze kadar olan devir de “Yeni ve Yakınçağ” olarak tasnife tabi tutulabilir.

Çoğunlukla Tunus’ta yaşamış olan Baron Rodolphe D’Erlanger (1872-1932) isimli Fransız müzikoloğu ölümünden önce 1920’li yıllarda edindiği musiki yazmaları üzerine çok geniş bir çalışma yapmış ve bu arada; Fârâbî, İbn Sina, Safiyyüddin Urmevî, Lâdikli Mehmet Çelebi gibi büyük Türk mu*****inasları ve sistemcilerinin yazmalarını inceleyerek 2857 sayfayı kapsayan 6 ciltlik büyük bir eser meydana getirmiştir.

Fakat ne yazık ki bu devasa eserinin adını “La Musique Arabe” (Arab Musikisi) koymuştur. Sebebi de gayet açık anlaşılmaktadır ki, incelenen yazmaların Arap dili ile yazılmış olmasından ve yazar adlarının da Arap isimlerine benzemesinden, ortaya konan bu eserin musikisi de elbette “Arap Musikisi” olacaktır.
Aradan geçen uzun yıllar içinde Türk kültür âleminden hiç kimse bu konu ile bilgilenmemiş ve ilgilenmemiştir. Ve bu yayın ilk defa musiki alimimiz H.Sadettin Arel tarafından 1950 yılında Türk kültür alemine tanıtılmıştır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Nisan 2012       Mesaj #24
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
K lasik anlamda Türk Sanat Müziği çeşitli İslam müziklerinin oluşturduğu zengin birikime dayanan Osmanlı müzikçilerinin ürünü olan makamsal bir müziktir.

Araştırmacılara göre Türk Sanat Müziği'ne ait 590 MAKAM adı belirlenmiş, ancak bunlardan pek çoğunun bugün örneği bile kalmamış,çoğu unutulmuş,önemli bir bölümü de kullanılmaz olmuştur. Günümüzde ise kullanılan makamların sayısı100'ügeçmez.Bunlardan ise ancak 40-50'si yaygın olarak kullanılmaktadır. Makamlar arasında gerçekten apayrı bir anlatım gücü taşıyanlardan bazılarını makamlar kısmında görebilirsiniz. Türk Müziği'nde doğaçlamalar dışında, yalnızca bestelenmiş yapıtların biçimlenişine katkıda bulunan ve usül adı verilen bir öğe daha vardır.Usül'ler çeşitli uzunluktaki kuvvetli ve zayıf vuruşların belli bir düzen içinde ortaya çıkan birer ritim kalıbıdır.

Çeşitli Türkçe metinlerde 100'ün üzerinde usül adı geçer. Ancak 80 kadarının örneği günümüze gelmiştir.

Benzer Konular

8 Aralık 2014 / Ziyaretçi Cevaplanmış
8 Ocak 2013 / Misafir Cevaplanmış
10 Ocak 2014 / Ziyaretçi Soru-Cevap
11 Kasım 2016 / misafir Cevaplanmış