Arama

Milletlerin tanınmasında sanatın rolü nedir? - Sayfa 2

En İyi Cevap Var Güncelleme: 11 Mart 2012 Gösterim: 62.223 Cevap: 28
_KleopatrA_ - avatarı
_KleopatrA_
Ziyaretçi
21 Şubat 2010       Mesaj #11
_KleopatrA_ - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

kleopatra biz bunu istemiyozz. milletlerin tanınmasında güzel sanatların rolü.hem bu çok kısa bize açıkla

Konuyu okuduğunuzda sorunuza yanıt bulacaksınız.
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Şubat 2010       Mesaj #12
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ülke tanıtımında Sanat ve Sportif başarıların önemi
Sanatçı; kalbinin ve beyninin ürettiklerini estetik bir biçimde ifade eden, en yüksek hislerle meydana getirdiği ya da yorumladığı eserleri ön plana taşıyan ve taşıdıklarıyla topluma ayna olan, duygu ve düşünceleriyle birkaç adım önde olan, özüyle, sözüyle, fikriyle, tüm yaşantısıyla insanların saygınlığını kazanan, ülke ve dünya sorunlarına karşı duyarlılığıyla çözüm arayan ve yaratan, konuşması, davranışları ve bir bütün olarak her haliyle herkese örnek gösterilen ve gösterilmeye aday olan kişidir.
Sponsorlu Bağlantılar

Sanatçı faktörü, geçmişten günümüze gelen inkar edilemez bir kavramdır. Öyle ki, günümüzden 500 yıl bile geriye gidildiğinde, o devirde yaşayan sanatçıların ürettikleri eserler bugün doğup,yaşayıp ve öldükleri ülkeleri ile beraber anılmakta,hatta bazı sanatçıların isimleri ülkelerinden önce gelmektedir.

Özellikle Avrupa rönessans döneminde sanatın doruk noktasına ulaşıldığı İtalya’da,birçok ressam,heykeltraş,mimar ve besteci eselerini meydana getirmiştir.

Bugün bakıldığı zaman,Avrupa’nın bazı ülkelerinde 16.ve 17.yüzyılda ( Rönessans dönemi ve sonrası ) meydana getirilen eserler yerli ve yabancı ziyaretçilerin ilgi odağı olmasına devam etmektedir.

Bahsedilen durumun en canlı örnekleri Fransa’nın başkenti Paris,Avusturya’nın başkenti Viyana ve İtalya’da bulunan Floransa şehirleridir.

İstatistiklere göre Fransa 2006 yılında 60 milyon turist ağırlamış ve bunun 10 milyon civarında bir bölümü sadece Paris’i ziyaret etmiştir. Viyana’nın 10 milyona yaklaşan ve floransa’nın 5 milyon civarında seyreden yıllık ziyaretçi sayıları telaffuz ederken çok fazla söze kalmamaktadır.

Peki nedir ülkelerin tanıtımındaki tarih ve sanatın faktörü. Ülkemiz dış tanıtımı yapılırken tarih ve sanatın evrensel dilinden yeterince yararlanılmış mıdır, yoksa bizde kayda değer bir şey yok mu, bilmiyoruz veya elimizdeki mevcut değerlerin farkında değil miyiz.?

Bunun cevabını ‘ YAPILAN ’ ve ‘ YAPILABİLİR ‘ başlıkları altında aramak gerekir.İsterseniz önce ‘ YAPILAN’LARDAN ‘ bazılarına kısaca bir göz atalım.

Muhteşem 'Türkler' Londra’da!

Londra’da açılan “Türkler: Bin Yılın Yolculuğu” sergisi bir medeniyetin yol haritasını yansıtıyor. Ocak 2005'te, Londra'daki Kraliyet Sanat Akademisi, Türklerin Orta Asya'dan İstanbul'a ve daha da ötelere yayılan sanatsal ve kültürel zenginliğini konu alan çok önemli bir sergi açtı.

"Türkler: Bin Yılın Yolculuğu, 600-1600."

M.S. 600 ile M.S. 1600 yılları arasındaki bin yıllık döneme tanıklık eden bu sergide yer alan tekstil ürünleri, el yazmaları, hat sanatı örnekleri, ahşap ve metal işçiliği örnekleri ile eşsiz seramikler, Osmanlı İmparatorluğu'nun ihtişamında gelişen sanatsal çeşitliliği gözler önüne serdi. Daha önce Türkiye dışında hiç sergilenmemiş eserler ve ayrıca, Türkiye'den kaçırılmış eserler de sergide yer aldı.

Sergide önce, 7. Yüzyıl'da Orta Asya İpek Yolu üzerinde gelişen göçebe bir toplum olan Uygurların sanat eserleri tanıtıldı. Bunun ardından, Türk tarihinde çok önemli bir yere sahip üç hanedanın eserlerine geçildi : Selçuklular (1040-1194), Timurlar (1370-1506) ve Osmanlılar (1453-1600).

Topkapı Sarayı Kütüphanesi'nin en değerli eserlerinden biri sayılan ve daha önce Türkiye dışında hiç sergilenmemiş ünlü ressam Mehmet Siyah Kalem'in olağanüstü çizimleri de bir araya getirildi. Sergilenen eserler arasında Sultan Alaaddin Keykubad için Konya'da inşa edilen bir camiden gelen eşsiz bir 13. Yüzyıl Selçuklu halısı ve Timurlular döneminden kalma, geometrik çizimlerle bezeli, 30 metre uzunluğunda, muhteşem bir mimari parşömen tomarı da mevcuttu. Yine, sergide yer alan Osmanlı dönemi hazineleri arasında Fatih Sultan Mehmet'in zırhlı kaftanı, Mimar Sinan tarafından harem kapısı olarak tasarlanmış mozaikli tahta kapı ve Kanuni Sultan Süleyman'ın tören kılıcı vardı.


Sergilenen 350 eserin büyük çoğunluğu İstanbul'daki Topkapı Sarayı Müzesi ile Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nden. Berlin Devlet Müzesi, Paris'teki Luvr Müzesi, New York Metropolitan Sanat Müzesi, Londra Victoria & Albert Müzesi ile British Museum, Viyana'daki Güzel Sanatlar Müzesi ve St. Petersburg'daki State Hermitage Müzesi'nden de getirilen birçok değerli eser sergide yer aldı.

Amerika’daki Muhteşem Süleyman Sergisi

Rahmetli Sakıp Sabancı’nın sponsor olduğu ve Amerika'da gerçekleştirilen Osmanlı inceliğinin en görkemli kalıntılarını içeren Kanuni Sultan Süleyman Sergisi bu anlamda bir milat olsa gerekir.

Bunu daha sonra Cemil İpekçi gibi modacıların Osmanlı esintileri taşıyan tasarımları, Kudsi Erguner ve Mercan Dede gibilerin Osmanlı müziğinden izler taşıyan deneysel çalışmaları, varlıklıların yalı merakları, orta tabakanın evlerinde Şark köşeleri kurmaları, koleksiyonculuk, müzayedeler vs. izledi.

Ünlü dans topluluğu ANADOLU ATEŞİ

YURTDIŞINDA 8 MİLYON İZLEYİCİYLE BULUŞARAK KENDİ ALANINDA REKOR KIRDI.


Ülkemizin kültürel zenginliğini dünyaya başarıyla sunan Anadolu Ateşi dans topluluğu Anadolu Ateşi yurtdışında 8 milyon izleyiciyle buluşarak kendi alanında rekor kırdı.
Bugüne kadar 50 ülkede yaptığı 1122 gösteriyle 8 milyonu geçen izleyici sayısına ulaşarak kendi alanında rekor kıran Anadolu Ateşi, kışın son dansını İstanbul'da gerçekleştirdi.
Her ülkede performanslarıyla ayakta alkışlanan topluluk 2007 dünya turnesi kapsamında Dubai, Hollanda, Slovenya, Polonya, Beyaz Rusya, Letonya, Rusya, Mısır, Azerbaycan ve Almanya'da sahne alırken, Kazakistan, Yeni Zelanda, Romanya, Ukrayna, Kırım, Güney Kore, Çin, İsveç gibi birçok ülke de turne kapsamına eklendi.

HABITAT II Konferansı – İstanbul 1996

16 Haziran 1996 tarihleri arasında İstanbul’da yapılan Birleşmiş Milletler İkinci İnsan Yerleşmeleri HABITAT II Konferansı kapsamında düzenlenen Dünya Kenti İstanbul Sergisinde, İstanbul özgün topografik ve coğrafi özellikleriyle, ekonomik ve siyasal tarihiyle, toplumsal yaşamıyla, yerinde gösterilmek istenen mekanları ve yapılarıyla, kültür-sanat yaşamı ve kültürel alanlarıyla; görsel olarak izleyiciye sunuldu.

Galatasaray – UEFA Şampiyonluğu 2000

Cumhuriyet tarihimizin en büyük başarılarından birini Galatasaray ile yaşadık.
17 Mayıs 2000... Tarihe yeni bir Türkiye bayramı olarak geçecek artık.Galatasaray UEFA Şampiyonu.
Tarih unutmayacak, efsaneleri Türkiye yıllar geçse de gururla anacak. Asya'dan Amerika'ya, Afrika'dan Avrupa'ya kadar 183 televizyondan naklen yayınlanan final maçını, milyonlarca sporsever heyecanla izledi. Dünya, G.Saray'ın bu tarihi zaferine alkış tuttu.
Bugün dünyanın herhangi bir yerinde Türkiye denilince insanların aklına ilk gelen isim GALATASARAY oluyor.
Kısacası dünya Türkiye’yi Galatasaray ile tanıdı. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, UEFA Kupası'nı kazanan Galatasaray Kulübü'ne Devlet Üstün Hizmet Madalyası verdi.

2003 yılı Eurovision Şarkı Yarışması

2003 yılında Letonya'nın başkenti Riga'da yapılan 48.Eurovision Şarkı Yarışması'nda Türkiye adına yarışan Sertab Erener ve ekibi, "Every Way That I Can" adlı parçasıyla birinci oldu. Böylece Türkiye ilk kez Eurovision Şarkı Yarışması'nda birinciliği elde etti.Ülkemiz, Avrupa’da bir anda adından söz edilir hale gelerek tüm dikkatleri üzerinde toplamayı başardı.

2004 yılı Eurovision Şarkı Yarışması

2004 yılı Eurovision Şarkı Yarışması TRT'nin ev sahipliğinde İstanbul Abdi İpekçi Salonu'nda gerçekleştirildi.Farklı medeniyetlerin, kültürlerin, dinlerin buluştuğu sular ülkesi Türkiye'den yola çıkılarak tasarlanan dekor; biri ana kubbe olmak üzere 3 kubbe ve podyumdan oluşturuldu. Soyutlanarak tasarlanan kubbeler, üzerlerine düşürülen ışık ve efektlerle şarkılarda oluşturulmak istenilen ortama göre renk ve ses değiştirecek şekilde düzenlendi.

Türkiye'nin ev sahipliğinde yapılan 49. Eurovision Şarkı Yarışması'nın adayları, tekneyle boğaz turu yaptı.Tüm Yarışmacılar İstanbul'un tadını çıkardılar.İstanbul,bütün dünyanın canlı yayında ilgi ile izlediği peri masalını andırıyordu.

İzmir - Uluslararası Üniversite Olimpiyatları ( UNIVERSIADE 2005 )

2005 yılında İzmir'de Uluslararası Üniversite Olimpiyatları'na İzmir ev sahipliği yapmıştır.
İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı rahmetli Ahmet Priştina’nın büyük katkıları ile gerçekleştirilen
dünyanın en büyük spor organizasyonlarından biri olan "Üniversiade 2005 " 11.Ağustos 2005 tarihinde İzmir’de start aldı.
Alanında dünyanın en iyi sporcularının katıldığı bu organizasyondan Türk halkının doğru dürüst haberi olmadı.TRT kanallarında yapılan cılız tanıtımların dışında özel televizyonlar hiç tanıtım yapmadılar. İzmir’e bu organizasyon dolayısı ile yeni tesisler yapılıp eski tesislerde bakımdan geçirildi.Sonuçta izmir gençliğinin emrine yepyeni pırıl pırıl tesisler kazandırıldı.

Formula 1 Pisti - İstanbul Park

Dünyanın en büyük spor organizasyonlarından biri olan Formula 1 yarışlarına ev sahipliği yapan ve 3 ncü yılını kutlayan İstanbul Park Pisti, toplam 2 milyon 215 bin metrekarelik bir alanı kaplıyor. Hizmete girdiği yıl itibariyle İstanbul ve Ülke tanıtıma büyük katkı sağlayan ve Formula 1 Türkiye ayağına ev sahipliği yapan İstanbul Park kısa süreli de olsa ciddi bir ekonomik katkı sağlamaktadır

Yapılacak olan etkinlikler ;

2011 Dünya Üniversite Kış Olimpiyatları ( Universiade 2011 )

Uluslararası Üniversiteler Spor Federasyonu (FISU), İtalya'nın Torino kentinde yaptığı toplantıda, 2011 Dünya Üniversite Kış Oyunları'nın Türkiye'de yapılmasını kararlaştırdı.
Slovenya'nın Maribor kenti ile Türkiye'den Erzurum arasındaki yarış Türkiye'nin zaferiyle sonuçlandı. 2011 dünya Üniversite Kış Olimpiyatlarının ülkemiz tanıtımına ciddi katkıları olacağı muhakkaktır.

Daha sırada çok şey var…

Ülkenin dış tanıtımına yönelik etkinliklerde Sanat ve Spor çok önemli bir konumda bulunmaktadır. Başta spor ve sanat camiası olmak üzere herkesin gönüllü bir tanıtım elçiliği üstlenmesi bu ülkeye olan vefa borcunun bir kısmını ödeyecektir.Spor camiasından bir Fatih Terim,Hakan Şükür,Naim Süleymanoğlu, Semih Saygıner,sanat dünyasından Zülfü Livaneli,Tarkan,Sezen Aksu,Fazıl Say, Burhan Öcal ülkemizin yurt dışı tanıtımları için çok değerli birer sanat elçisi olabilirler.

Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde oluşturulacak bir heyet bahsedilen meşhur simalar ile temas kurup ülke tanıtımı için yurt dışında konser verebilirler.

Aslında Ülkemizin imajını oluşturacak çok çeşitli ürünlerin nasıl bir sunum ile akıllarda kalıcı bir iz bırakacağını iyi tespit etmek lazımdır. Öyle ki televizyonlarda reklamı yapılan herhangi bir ürünün etkili bir senaryo ile beraber sunumu akıllarda kalıcı olur.Reklam senaryoları diğer Avrupa ülkelerine göre bizim ülkemizde çok gelişmiştir.Ancak ürün ne olursa olsun,akılda kalıcı bir senaryo yaratmak tüketiciye ulaşmanın en kolay yoludur.Bu manada ülkemiz reklam endüstrisine genç nesil reklamcıların katkıları büyüktür.Bu potansiyeli iyi kullanmak gerekir.

Ülkemizin tanıtımını tarih,medeniyet,sanat,spor ve gourme ( mutfak ) başlıkları altında toplayarak pazarlamak, bizlere nasıl ve nereden başlamak gerektiğine dair yol çizecektir.
Bahsedilen başlıkların iyi analiz edilerek doğru ye,zaman ve hedef doğrultusunda etüt edilerek başlatılması gerekmektedir.Ülkemiz imaj ve tanınırlığını arttırmak manasında yukarıda bahsedilen kendisini ispat etmiş mevcut oluşumları kullanmak,oyunda elimizde koz olarak bulunacaktır. Tanıtım seferberliği ilan edilmesi,hükümetin bu konuda meclis kararı ile yıllık bütçe ayırması ve çok akıllıca hamleler ile hareket edilmesi lazım gelir.

Günümüzde her ülke kendi anlayışı doğrultusunda tanıtım yapmakta,bazı ülkeler önceden gelen gelenek ve adetlerini imaj olarak paketleyip bunun etrafına endekslenerek tanıtım yapmaktadırlar.

Bir Kovboy’un ( cowboy ) yaşadığı maceraları ve bununla ilgili çekilen filmleri sanırım hepimiz çocuk yaşlarımızda izlemiş veya halen zamana zaman izleriz.Kovboyların zamanında neyi nasıl yaptıkları tartışmasına girmeden Kızılderililerin yanında mazlumu oynamaları ve bunun yıllar sonra amerikan film endüstrisi tarafından ülkenin imaj ve tanıtım malzemesi olarak kullanılması benim şahsen gördüğüm en akıllıca işlenmiş ve uygulanmış formüldür.Haksız olma durumunu haklı olma durumuna getirmek bile iyi işlenmiş bir imaj ve tanıtım malzemesine dönüşebilir.

Ülkemizi pazarlayacak iyi malzemelere ve iyi pazarlamacılara ihtiyaç var.Bu malzemeler bizde fazlası ile mevcut ancak ürün ambalajını biraz değiştirmek ve iyi pazarlamak gerekir.Musakka'nın,cacık’ın, baklava’nın ve burada sayamadığım kadar çok yemek çeşidini Avrupalı’lar halen yunan kaynaklı olduğunu düşünüyorlarsa, belki buradan başlanabilir... Herkes kendine göre bir sıralama yapsın, önemli olan başlamaktır. Ülkemiz, dış tanıtımlarda eskiye göre çok yol aldı, rüzgarı arkamıza almış durumdayız ve hızımızı kesmeden hedefe doğru devam etmeliyiz
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Şubat 2010       Mesaj #13
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ülkenin tanınmasında sanatın rolü ne
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Şubat 2010       Mesaj #14
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ulusların tanınmasında güzel sanatların rolü


Ülkemizin içinde bulunduğu güç koşullardan başarıyla çıkabilmesinin temel şartlarından biri çağın gerçeğine ters düşmeyen eğitim kalitesidir. Aslında; Türkiye'nin temel problemi, ehil kadroların yetiştirilmesi ve korunmasıdır. Şu sıralarda yaşadığımız başlıca sıkıntılara özetle bakarsak, karşımıza şöyle bir iç karartıcı tablo çıkmaktadır:
• İstikrarsızlık ve kalkınma problemleri, • Üst kimlik, alt kimlik, Türk kimliği, vatandaşlık (hukukî kimlik) tartışmaları; kimlik buhranlarının başgöstermesi ve etnik ayrımcılık tohumlarının ekilmesi, • Türk milletinin kendi başına uygarlaşmasına imkân olmayan aşağılık kompleksli insanlar yığınına dönüştürülmesi çabaları, • Medyanın, objektiflikten giderek hızla uzaklaşması halkın seviyesini yükseltmeyen yayın anlayışında ısrar eden yayın organlarının yaygınlaşması, • Cumhuriyetin, Atatürk ilke ve devrimlerinin tehdit edilerek, 25 yıl önce gülüp geçilen, irticanın tekrar hortlatılmak istenmesi, • Güney Doğu Anadolu'da tırmanan terörün, Büyükşehirlerde ve Türkiye genelinde yaygınlaştırılmaya başlaması, • Ulusal Kurtuluş Savaşımızın karanlık bulutlar altında kalarak, unutulmaya (genç ve orta kuşak tarafından) yüz tutmuş olması, • Devletin her kademesindeki siyasî kadrolaşma çalışmaları ve Tevhid-i Tedrisat'ın delinmiş olması, • Anayasa Mahkemelerinin (Yargının) siyasallaştırılmak istenmesi; Hükümet-YÖK çatışmasının çok yönlü olumsuz yansımaları, • Laik devletin içinde din uleması tartışmalarının başgöstermesi, • "Köpek giren eve Cebrail giremez" gibi tartışma konularındaki ve bilimsellik dışı anlayışlardaki artışın halkın gündemine oturtulmak istenmesi, • Piyasa ekonomisini, insan haklarını ve demokrasiyi temel yapan çağdaş bir uygarlık seviyesine ulaşabilmenin türlü güçlükleri, • Avrupa İnsan Hakları mahkemesinde Türkiye'nin mahkum edilmemesinden dolayı: İktidarın bir polemiğin ve paradoksun içine sürüklenişi, • Türkiye'nin halkın gözünde en itibarlı ve güvenilir kurumu olan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yıpratılma ve siyasetin içine şaşırtıcı bir şekilde çekilme tehlikesi, yersiz ve zamansız bir şekilde K.K.K.'nın brövesiyle ilgili tartışmalara zemin hazırlanması, Türk askerinin başına geçirilen çuval olayının kamuoyu vicdanında infial uyandırması, • İç ve dış politikada başgösteren ciddi sıkıntılar (iç güvenliğin ve birlik-beraberliğin tehdit altında olması; AB'nin Güney Kıbrıs'ın tanınması için baskı yapması, tarım ve bölge kalkınma fonlarının, serbest dolaşımın olmadığı imtiyazlı üyelik dayatması, Ege sorunu, Lozan'ın devre dışına itilmek istenmesi, Patrikhane, Ayasofya meseleleri, vs.).
Burada yalnızca bir kısmını özetlemeye çalıştığımız tüm sorunların çözümü tartışılırken, dönüp dolaşıp eğitimin hayatî öneminin vurgulanması kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkar. Her daldaki eğitim, geçmişi geleceğe bağlayan ve ülkenin gelişmesine katkıda bulunan koşulları oluşturur (T. Akkaya: 2004, s.34).
Çağdaş eğitim metodu, araştıracak, inceleyecek, uygulayacak, gerekli tüm bilgiye ve donanıma ulaşma yollarını öğrenecek ve sorgulayacak yaratıcı ve aktif bir öğrenci tipi yetiştirmeyi hedeflemektedir. Bu yeni nesillerin kendi tarihine, kültürüne ve sanatına yabancılaşmadan evrensel değerleri de yerli yerine oturtabilecek olgunluğa erişmeleri gerekmektedir. Bu noktada, eğitim fakülteleri hayatî bir fonksiyon taşırlar (T. Akkaya: 2004, s.36).
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı, 1996 yılı başında Eğitim Fakülteleri öğretmen yetiştirme programlarının yeniden düzenlenmesi, çalışmalarına başlamış ve Eğitim Fakültelerinde lisans ve lisansüstü düzeylerde yürütülen programlarda bazı değişiklikler yapılmıştır. YÖK-Dünya Bankası, Hizmet Öncesi Öğretmen Eğitimi Projesi 1998'de bitirilmiştir. Bu projede çeşitli konu alanlarında program geliştirme çalışmaları da yapılmıştır. Aynı bağlamda Eğitim Fakültesi - Uygulama Okulu İşbirliği Programı başlatılmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı okullardan seçilen uygulama öğretmenleriyle seminerler yapılmıştır. Yeni Yapılanma'nın sağlıklı bir şekilde yürüyebilmesi için de YÖK kararıyla Eğitim Fakültelerinde uygulanan programları denetlemek, değerlendirmek ve geliştirmek amacıyla "Öğretmen Yetiştirme Millî Komitesi" kurulmuştur. Neticede, Öğretmen Yetiştirme Programlarında yer alan dersler ve içerikler yeniden belirlenmiştir. Bu yenileme çerçevesinde Eğitim Fakültelerinin bağımsız bölümleri olan Resim-İş Eğitimi Bölümleriyle - Müzik Eğitimi Bölümleri tek bir çatı altında toplanmış ve Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü olarak yapılandırılmıştır. Bu birleşme, toplum yaşamında vazgeçilmez bir yere sahip olan sanat eğitiminde: ileriye değil, tam tersine geriye doğru bir gidişe yol açmışsa da, program değişikliklerinin bazı olumlu özellikleri de yok değildir (T. Akkaya: 2004, s.34).
Eğitim sistemimizin önemli eksikliklerinden biri de: Eğitim Fakülteleriyle - Müzeler arasında sıkı bir ilişkinin ve işbirliğinin henüz kurulamamış olmasıdır. Bu durum, çağdaş eğitim ilkelerine ve çağdaş müzecilik uygulamalarına ters düşmektedir. Ayrıca Milli Eğitim Politikamızda, sanat eğitimi ile onu tamamlayan sanat tarihi konuları da ne yazık ki sağlam bir zemine oturtulamamıştır.
Bir toplumda kültür ve sanatın hayatî önemine Atatürk dikkati çekmiş ve yurdumuzda kültür-sanat, sanat tarihi, arkeoloji ve müzecilik alanlarının geliştirilmesi için Atatürk döneminde önemli atılımlar yapılmıştır (Ü. Yücel: 1983). Günümüzde sanat eğitimi, sanat tarihî, arkeoloji ve kültürel mirasın korunması konularında son derece tehlikeli bir gidiş gözlemlemekteyiz. Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceğini karartabilecek bu gidişi durdurmak ve kendi kimliğinin bilincinde ama; çağdaş uygarlık seviyesinin de ötesini hedefleme heyecan ve yeteneğine sahip yeni nesiller yetiştirmek zorundayız.
"Dünyanın her tarafında öğretmenler, toplumun en özverili ve saygıdeğer insanlarıdır" ve "Ulusları kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir" diyen Atatürk, 16.7.1921'deki Eğitim Kongresini açarken de öğretmenlere şöyle sesleniyordu: "Türk öğretmenlerine ulusal hükümetimizce, candan ve gönülden istendiği kadar iyi ve rahat yaşama koşullarının sağlanamamış olduğunu bilirim. Ama ulusumuzu yetiştirmek gibi kutsal bir ödevi benimsemiş olan yüce topluluğunuzun bu günkü şartları göz önünde bulundurarak, her türlü güçlüğü göze alarak bu yolda sarsılmadan yürüyeceğine de güvenim vardır. Ödeviniz pek önemlidir, ulusun yaşamasıyla ilişkilidir. Bunda başarılı olmanızı Tanrı'dan dilerim" (Atatürk'ün Söylevleri: 1968, s.77).
Atatürk 27.10.1922'de zaferini kutlamak için peşi sıra Bursa'ya gelen İstanbul öğretmenlerine de şunları söylemiştir: "Okul'un verdiği bilgi ile Türk ulusu, Türk sanatı, Türk ekonomisi, Türk şiir ve edebiyatı, bütün ince güzellikleriyle belirip gelişecektir... en önemli ve verimli ödevlerimiz öğretim ve eğitim işleridir. Bir ulusun gerçek kurtuluşu ancak bu yoldadır... bu programdan istenen ve beklenen iki şey vardır: 1. Toplum yaşayışımızın ihtiyaçlarına uygun düşmesi, 2. Çağımızın getirdiği ve gerektirdiği gerçeklere uygun düşmesi... ileri ve uygar bir ulus olarak çağdaş uygarlık alanı ortasında yaşayacağız. Bu yaşama da ancak bilgi ile, teknikle olur. Bilgi ve teknik nerede ise oradan alacağız ve ulusun her bir insanın kafasına koyacağız... Akla uygun hiç bir nedene dayanmayan bir takım geleneklerin, inanışların korunmasında direnip duran ulusların ilerlemesi güç olur, belki hiç olmaz. İlerlemek yolunda bağları ve koşulları aşamayan uluslar çağa uygun bir yaşama içinde olamazlar; genel yaşamda görüşü geniş olan ulusların ellerine düşüp onlara tutsak olmaktan kurtulamazlar." Yine, Atatürk öğrenciler için de şöyle diyor: "Onları, 1. Ulusuna, 2. Türkiye devletine, 3. Türkiye Büyük Millet Meclisine düşman olanlarla savaşabilecek bilgiler ve araçlarla silahlandıracağız." Daha sonra da konuşmasına şöyle devam ediyor: "... Özgürlüğünü ve bağımsızlığını korumak yolunda savaş vermeyi bilmeyen uluslar için yaşama hakkı yoktur... aşağılık çıkarları için, kendi kişiliklerini korumak için ülkenin bağımsızlığını ve ulusun özgürlüğünü düşmana peşkeş çekmekte sakınca görmeyen, bağımsızlığı yok edecek hükümlerle dolu Sevr anlaşmasını kabulden çekinmeyen Sultanların bu davranışlarını Türk ulusu artık bir daha görmeyecek, ancak tarihte okuyup ibret alacaktır... ordularımızın kazandığı zafer, sizin eğitim ordularınızın zaferi için yer açtı, yol hazırladı, gerçek zaferi siz kazanacak, siz koruyup sürdüreceksiniz" (Atatürk'ün Söylevleri: 1968, s.89).
Gazi, 16.7.1921'deki Eğitim Kongresi'ni açarken de şöyle diyordu: "Ulusal yetiştirme programından söz açarken, eski çağlardaki asılsız uydurmalardan, yaradılışımıza hiç de uymayan yabancı düşüncelerden, Doğudan ve Batıdan aşırma bütün etkilerden büsbütün uzak, ulusal ve tarihsel doğamıza uygun bir kültürü öne sürmüş oluyorum. Çünkü, Türk idaresinin gerçek gelişmesi ancak böyle bir kültürle sağlanabilecektir. Rastgele bir yabancı kültürü kabullenmek, şimdiye kadar uygulanıp duran yabancı kültürlerin yıkıcı sonuçlarını tekrar etmekten başka işe yaramaz, kültürün bu düşünce ekininin verimi, ekildiği yerin elverişliliği ile orantılıdır. Bu yer de: milletin karakteridir. Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken, onlara, varlıkları, hakları, birlikleri ile zıtlaşan bütün yabancı unsurlarla savaşma gerekliliği ve ulusal inançları bütün coşkunluğu ile her zıt düşünceye karşı şiddetle savunma zorunluluğu aşılanmış olmalıdır... Yeni kuşağı silahlandırıp değerlendirecek özellikler arasında güçlü bir erdemlilik tutkusundan, güçlü bir düzen ve disiplin sevgisinden söz açmak zorunluluğu duyuyorum... ortaya koyduğum koşullar çerçevesinde yeni bir sanat ve bilim yolu bulup ulusa göstermek ve yeni kuşağı o yolda yürütmek için önder olmak gibi kutsal bir yararlık bekliyoruz" (Atatürk'ün Söylevleri: 1968, s.76).
Atatürk 12.9.1924'de Samsun öğretmenlerine de şöyle hitap eder: "Eğitimdir ki ulusu ya özgür, bağımsız, ünlü ve yüce bir toplum halinde yaşatır, ya da onu tutsaklığa ve yoksulluğa sürükler... dinsel eğitim, ulusal eğitim, uluslararası eğitim vardır. Bütün bu eğitimlerin erekleri, amaçları da başka başkadır. Ben burada yalnız Türkiye Cumhuriyeti'nin yeni kuşaklara vereceği eğitimin, ulusal eğitim olduğunu bütün kesinliği ile belirttikten sonra ötekileri üzerinde durmayacağım bile" (Atatürk'ün Söylevleri: 1968, s.144) Sonra şöyle devam eder: "... Ulusal eğitimin ne demek olduğunu kavramakta hiç bir karanlık yön kalmamalıdır. Bir kere ulusal eğitim ilke olarak alındıktan sonra da onun dilini, yönetimini, araçlarını da ulusal hale sokmanın gerekliliği tartışılmaz olur" (Atatürk'ün Söylevleri: 1968, s.145).
Şimdi de sanatın ve sanat eğitiminin Türkiye Cumhuriyeti için taşıdığı değere dikkati çekelim: Cumhuriyet'in kuruluş yıllarından itibaren sanat, çağdaşlaşmayı getirecek devrimlerin halka aktarılması işlevini de üstlenmiştir. Atatürk'ün hızlı bir dönüşümü gerçekleştirebilmek için halkın kültür seviyesini kısa zamanda yükseltmeyi planladığını ve hedeflediğini izliyoruz. Bu amaçla: sanatın etkileşim ve iletişim aracı olma niteliğinden alabildiğine yararlanılmıştır. Sanatsal faaliyetler devletin himayesi altına alınmış ve sanata temel bir misyon yüklenmiştir: 1926'da Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı olarak Sanayi-i Nefise Müdürlüğü ve Sanayi-i Nefise Encümeni kurulmuştur (N. Öndin: 2003, s.69).
Atatürk'ün güzel sanatlarla ilgili sözlerinden başlıcalarını burada hatırlatmak, konunun anlam ve önemini en iyi şekilde vurgulamamıza hizmet edecektir: "Bir milleti yaşatmak için birtakım temeller lâzımdır ve bilirsiniz ki, bu temellerin en önemlilerinden biri sanattır. Bir millet sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve âlil bir kimse gibidir." "Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, C.III: 1959, s.25; Gülcan Başar Akkaya: 2003). "Bir millet sanata önem vermedikçe büyük bir felâkete mâhkumdur" (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, C.II: 1959, s.125-126), "sanatkâr, cemiyette uzun ceht (aşırı çalışma) ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır" (M. Özgü: 1964, s.41). "Efendiler... Hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, hatta reisicumhur olabilirsiniz, fakat sanatkâr olamazsınız" (M. Özgü: 1964, s.54).
Bu sözler açıkça Gazi'nin sanatın ve sanat eğitiminin anlam ve önemini derinden kavramış olduğunu ortaya koymaktadır. Buna karşılık günümüzde sanat karşıtı olumsuz bazı görüşler filizlenmektedir. Örneğin:
• Biz önce bilimsel ve teknolojik gelişmeleri yakalayalım, sanata pay ayırmak içinde bulunduğumuz ekonomik darboğazda lükstür ve gereksizdir!
• Biz doktor, diş hekimi, eczacı, matematikçi, fizikçi, topçu (futbolcu), manken, vs. olacağız, sanata vakit ayıramayız, sanat, uygarlık ve sanat tarihi de neyin nesi oluyor? Olmasa da olur! Önemli olan mesleğimizde başarılı olmamızdır!
İngiliz seyyah ve araştırmacı Mary Gough, Türkiye'nin ören yerlerini gezerken hep şu soruyla karşılaşıyordu: "Bu taşları inceleyeceksiniz de ne olacak?". İngiliz, yazdığı kitabında bunu alay konusu yaparak: "Yine o aptal soruyla karşılaştım" diye bir ifade kullanmıştır.(M.Gough:1954)
Sanat, sanat tarihi, arkeoloji, vs. gibi alanlar yeterince önemsenmediğinde toplumlar kültürel miraslarını kendi elleriyle yok etmeye başlamaktadırlar. Maalesef bu süreç bizde de baş döndürücü bir hız kazanmıştır.
Bir başka başdöndürücü gerçek de günümüz sanatının kazandığı çeşitliliktir: soyut çalışmalar, somut çalışmalar, somutla soyutu içiçe kullanan çalışmalar, video ve bilgisayar sanatını enstalasyonun içinde kullanan çalışmalar, obje sanatını performansla birleştiren çalışmalar, vs. Sanat tarzları kısaca, Karışık Araçlar (Mixed Media) dediğimiz tarzda birbiriyle bir arada yer alabilmektedir. Artık sanatta tüm sınırlar zorlanmakta; hiçlik bile sanat eserinin konusu olabilmekte, konusuz yapıtlar üretilebilmektedir (Anna-Carola Krausse: 2005, s.119).
Ancak, günümüzün yeni eğilimleri, birtakım karışıklıklara ve problemlere de yol açmaktadır. Ortalığı toz duman eden bir kargaşa her tarafa hakim olmaya başlamıştır. Şu soruları sormak gerekir: Sanat hangi yöne gidecektir? Sanat nedir? Biz, sanattan ve sanatçıdan ne bekliyoruz? 21. yy sanatı, kendi çağına damgasını vuracak bir üslubu nasıl ortaya koyacaktır? Problemlerin çözümünü: sanatı orijinal bir düşünce üretmeye indirgeyen kavramsal çalışmaların devre dışına itilmesiyle ya da çeşitliliği azaltmaya gayret ederek bulmak mümkün değildir. Ancak, sanatın temel niteliklerinden uzaklaşan bazı çalışmalara karşı dikkatli olmak ve sanat piyasasındaki tekelleşmelerin ve dayatmaların engellenmesi mecburiyeti vardır. Bir takım çalışmalara yüklenen sahte değerler, sanatsal yaratıcılığın ve bir ömür boyu gelişmesi gereken artistik olgunluğun, dolayısıyla insanın sanatsal gelişiminin önüne engeller çıkarmaktadır. Ancak, günümüzde, tuval resmine ve yeni klasikçi, yeni ifadeci, yeni romantik gibi tarzlara da bir yönelme başlamıştır. Dolayısıyla günümüzün sanat eğitiminde sanatın klasik yönü ve klasik desen anlayışı temel niteliğinden ve öneminden hiç bir şey kaybetmeksizin varlığını sürdürecektir.
21. yüzyılda sanat eğitiminin nasıl olması gerektiği konusunda da özetle şunları vurgulamak yararlı olacaktır:
• Her alanda öğrenim gören tüm öğrencilerin sanat eğitimi ve öğretiminden pay alacağı yeni bir sisteme geçilecektir. Sanat dersleri, tüm diğer alanlara yayılacak ve yaratıcı bir nesil yetiştirilmesinde büyük bir önem kazanacaktır.
• Sanat eğitimcileri, sanat yoluyla psikolojik teşhis konularında da bilinçlenerek, psikologlarla işbirliği içine gireceklerdir.
• Okul öncesi sanatsal faaliyetleri bu yüzden son derece önemli ve kritik bir hal kazanacaktır. Sanat eğitimi, özel öğretim alanında (G.B. Akkaya: 2004), tıp alanında da son derece önemli bir gelişme gösterecektir. Sanat yoluyla terapi çalışmaları gelişerek devam edecektir.
• Yeni yüzyılımızda, sanat eğitimcilerine, toplum bilimcilerine ve felsefecilere duyulan ihtiyaç katlanarak artacaktır.
• Bilgi çağının sanatı, tüm alanlarının bilgi birikimini kendi estetik sürecine dahil ederek, yaratıcı yorumlarını sürdürecektir.
• Sanat eğitimi yoluyla, tarihi, kültürel ve sanatsal mirası korumasını bilen, kendi kimliğinin bilincinde olarak uluslararası piyasanın rekabet koşullarına da uyum sağlayabilecek yeni nesiller yetiştirilmesine çalışılacaktır (S. Eyice: 2003).
• Müzeler, sanat eğitimcilerinin ve sanat eğitimcisi adaylarının vazgeçilmez araştırma, inceleme ve uygulama alanları olarak yepyeni bir işlevsellik kazanacak ve müze-eğitim ilişkisi temel bir rol üstlenecektir (T.Akkaya: 1986, s.18).
• Sanat ve sanat kültürü derslerinin saatleri ve imkânları arttırılacaktır.
• 21. yüzyılın sanat eğitimi, insan gibi insanlar yetiştirmeyi amaçlayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaksa, ulusal kimliğiyle bağlantıyı koparmadan uluslararası arenada söz sahibi olacak bir sanat eğitimi modelinden vazgeçemeyecektir. Sanat dersleri, Atatürk'e ve Cumhuriyetin temel ilkelerine bağlı; çağdaş gelişmeleri kavrayabilen, vatanını, milletini seven, yılmadan çalışacak, onurlu, ahlâklı, kararlı ve özgüvenli kuşakların yetiştirilmesinde temel bir değere sahip olacak şekilde programlanacaktır.
• Bilhassa, okul öncesi başta olmak üzere her yaş grubuna uygun bir sanat eğitimi, öğrencilerin tüm gelişim özelliklerini (bedensel, zihinsel, psikolojik vs.) en iyi şekilde kavrayabilen sanat eğitimcileri tarafından yürütülecek ve sanat eğitimcileri bulundukları çevre koşullarına uygun sanatsal kavramlar geliştirebileceklerdir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin şu anda içinde bulunduğu koşullara baktığımızda, 6 Mart 1922'de Atatürk'ün şu sözleri çok şeyi imâ etmektedir: "... Artık durumu düzeltmek, hayat bulmak, insan olmak için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler ortaya çıktı. Oysa hangi istiklâl vardır ki yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir; tarihte böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar, zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır" (A. İlhan: 2004, s.12).
Tüm anlatılanların ışığında şimdi soruyoruz:
• Türkiye gibi, tarihî arkeolojik zenginlikleriyle ve müzelerdeki hazineleriyle göz kamaştıran bir ülke, nasıl oluyor da Milli Eğitim politikasında zorunlu sanat ve sanat kültürü ya da tarihi derslerini devre dışı bırakabiliyor? Bu konularda nasıl oluyor da geriye doğru bir gelişme olabiliyor?
• Niçin sanat eğitimi politikamız tüm yaş gruplarındaki öğrencilere kültür ve sanat, sanat tarihi alanlarını gerektiği gibi aktarmayı umursamıyor?
• Türkiye Cumhuriyeti devletinin ciddi bir sanat eğitimi politikası, 21. yüzyılın hangi bölümünde işlerlik kazanacak? İnşallah ülkenin geleceği kararmadan bu atılım gerçekleşir.
• Böylesine ağır ihmallerin bedelini kimler, ne zaman ödeyecekler? Yaptıklarının yanlarına kâr kalması ihmali ne kadardır? Var mı?
• Ne yazıktır ki hâlâ: nereden geldik, nereye gidiyoruz, biz kimiz? sorularını sormaya ve cevap aramaya mecburuz.
• Eğitimdeki ve sanat eğitimindeki sorunların çözümünde, başta siyasîlere olmak üzere, üniversitelere, öğretmenlere ve tüm insanlarımıza önemli görevler düşmektedir. Bunları görmezden gelmek bindiğimiz dalı kesmekten başka bir şey değildir. Ürkütücü ve istenmeyen sonuçların doğmaması ve geleceğe umutla bakabilmek inancının kaybedilmemesi arzusunu taşıyoruz.
Derin anlam taşıyan 24 Kasım törenlerinde tüm eğitim camiasının gazası mübarek olsun; Hattâ, gönül arzu eder ki: 24 Kasım 2005 öğretmenler Günü, eğitim camiasında başlatılacak yeni bir mücadelenin simgesi olsun. Cumhuriyet ve Atatürk ilke ve devrimleri tekrar hak ettiği işlevselliklerine kavuşsun!
Ne mutlu öğretmenim-eğitimciyim diyene!
"Ne mutlu Türküm diyene
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Şubat 2010       Mesaj #15
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Milletlerin tanınmasında güzel sanatların rolü nedir?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Mart 2010       Mesaj #16
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ulusların tanınmasında sanatın önemi
çihkılo - avatarı
çihkılo
Ziyaretçi
24 Mart 2010       Mesaj #17
çihkılo - avatarı
Ziyaretçi
ulusların tanınmasında güzel sanatın rolü nedir
_KleopatrA_ - avatarı
_KleopatrA_
Ziyaretçi
24 Mart 2010       Mesaj #18
_KleopatrA_ - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

Milletlerin tanınmasında güzel sanatların rolü nedir?

Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

ulusların tanınmasında sanatın önemi

Alıntı
çihkılo adlı kullanıcıdan alıntı

ulusların tanınmasında güzel sanatın rolü nedir

Ülke tanıtımında Sanat ve Sportif başarıların önemi
Sanatçı; kalbinin ve beyninin ürettiklerini estetik bir biçimde ifade eden, en yüksek hislerle meydana getirdiği ya da yorumladığı eserleri ön plana taşıyan ve taşıdıklarıyla topluma ayna olan, duygu ve düşünceleriyle birkaç adım önde olan, özüyle, sözüyle, fikriyle, tüm yaşantısıyla insanların saygınlığını kazanan, ülke ve dünya sorunlarına karşı duyarlılığıyla çözüm arayan ve yaratan, konuşması, davranışları ve bir bütün olarak her haliyle herkese örnek gösterilen ve gösterilmeye aday olan kişidir.

Sanatçı faktörü, geçmişten günümüze gelen inkar edilemez bir kavramdır. Öyle ki, günümüzden 500 yıl bile geriye gidildiğinde, o devirde yaşayan sanatçıların ürettikleri eserler bugün doğup,yaşayıp ve öldükleri ülkeleri ile beraber anılmakta,hatta bazı sanatçıların isimleri ülkelerinden önce gelmektedir.

Özellikle Avrupa rönessans döneminde sanatın doruk noktasına ulaşıldığı İtalya’da,birçok ressam,heykeltraş,mimar ve besteci eselerini meydana getirmiştir.

Bugün bakıldığı zaman,Avrupa’nın bazı ülkelerinde 16.ve 17.yüzyılda ( Rönessans dönemi ve sonrası ) meydana getirilen eserler yerli ve yabancı ziyaretçilerin ilgi odağı olmasına devam etmektedir.

Bahsedilen durumun en canlı örnekleri Fransa’nın başkenti Paris,Avusturya’nın başkenti Viyana ve İtalya’da bulunan Floransa şehirleridir.

İstatistiklere göre Fransa 2006 yılında 60 milyon turist ağırlamış ve bunun 10 milyon civarında bir bölümü sadece Paris’i ziyaret etmiştir. Viyana’nın 10 milyona yaklaşan ve floransa’nın 5 milyon civarında seyreden yıllık ziyaretçi sayıları telaffuz ederken çok fazla söze kalmamaktadır.

Peki nedir ülkelerin tanıtımındaki tarih ve sanatın faktörü. Ülkemiz dış tanıtımı yapılırken tarih ve sanatın evrensel dilinden yeterince yararlanılmış mıdır, yoksa bizde kayda değer bir şey yok mu, bilmiyoruz veya elimizdeki mevcut değerlerin farkında değil miyiz.?

Bunun cevabını ‘ YAPILAN ’ ve ‘ YAPILABİLİR ‘ başlıkları altında aramak gerekir.İsterseniz önce ‘ YAPILAN’LARDAN ‘ bazılarına kısaca bir göz atalım.

Muhteşem 'Türkler' Londra’da!

Londra’da açılan “Türkler: Bin Yılın Yolculuğu” sergisi bir medeniyetin yol haritasını yansıtıyor. Ocak 2005'te, Londra'daki Kraliyet Sanat Akademisi, Türklerin Orta Asya'dan İstanbul'a ve daha da ötelere yayılan sanatsal ve kültürel zenginliğini konu alan çok önemli bir sergi açtı.

"Türkler: Bin Yılın Yolculuğu, 600-1600."

M.S. 600 ile M.S. 1600 yılları arasındaki bin yıllık döneme tanıklık eden bu sergide yer alan tekstil ürünleri, el yazmaları, hat sanatı örnekleri, ahşap ve metal işçiliği örnekleri ile eşsiz seramikler, Osmanlı İmparatorluğu'nun ihtişamında gelişen sanatsal çeşitliliği gözler önüne serdi. Daha önce Türkiye dışında hiç sergilenmemiş eserler ve ayrıca, Türkiye'den kaçırılmış eserler de sergide yer aldı.

Sergide önce, 7. Yüzyıl'da Orta Asya İpek Yolu üzerinde gelişen göçebe bir toplum olan Uygurların sanat eserleri tanıtıldı. Bunun ardından, Türk tarihinde çok önemli bir yere sahip üç hanedanın eserlerine geçildi : Selçuklular (1040-1194), Timurlar (1370-1506) ve Osmanlılar (1453-1600).

Topkapı Sarayı Kütüphanesi'nin en değerli eserlerinden biri sayılan ve daha önce Türkiye dışında hiç sergilenmemiş ünlü ressam Mehmet Siyah Kalem'in olağanüstü çizimleri de bir araya getirildi. Sergilenen eserler arasında Sultan Alaaddin Keykubad için Konya'da inşa edilen bir camiden gelen eşsiz bir 13. Yüzyıl Selçuklu halısı ve Timurlular döneminden kalma, geometrik çizimlerle bezeli, 30 metre uzunluğunda, muhteşem bir mimari parşömen tomarı da mevcuttu. Yine, sergide yer alan Osmanlı dönemi hazineleri arasında Fatih Sultan Mehmet'in zırhlı kaftanı, Mimar Sinan tarafından harem kapısı olarak tasarlanmış mozaikli tahta kapı ve Kanuni Sultan Süleyman'ın tören kılıcı vardı.


Sergilenen 350 eserin büyük çoğunluğu İstanbul'daki Topkapı Sarayı Müzesi ile Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nden. Berlin Devlet Müzesi, Paris'teki Luvr Müzesi, New York Metropolitan Sanat Müzesi, Londra Victoria & Albert Müzesi ile British Museum, Viyana'daki Güzel Sanatlar Müzesi ve St. Petersburg'daki State Hermitage Müzesi'nden de getirilen birçok değerli eser sergide yer aldı.

Amerika’daki Muhteşem Süleyman Sergisi

Rahmetli Sakıp Sabancı’nın sponsor olduğu ve Amerika'da gerçekleştirilen Osmanlı inceliğinin en görkemli kalıntılarını içeren Kanuni Sultan Süleyman Sergisi bu anlamda bir milat olsa gerekir.

Bunu daha sonra Cemil İpekçi gibi modacıların Osmanlı esintileri taşıyan tasarımları, Kudsi Erguner ve Mercan Dede gibilerin Osmanlı müziğinden izler taşıyan deneysel çalışmaları, varlıklıların yalı merakları, orta tabakanın evlerinde Şark köşeleri kurmaları, koleksiyonculuk, müzayedeler vs. izledi.

Ünlü dans topluluğu ANADOLU ATEŞİ

YURTDIŞINDA 8 MİLYON İZLEYİCİYLE BULUŞARAK KENDİ ALANINDA REKOR KIRDI.


Ülkemizin kültürel zenginliğini dünyaya başarıyla sunan Anadolu Ateşi dans topluluğu Anadolu Ateşi yurtdışında 8 milyon izleyiciyle buluşarak kendi alanında rekor kırdı.
Bugüne kadar 50 ülkede yaptığı 1122 gösteriyle 8 milyonu geçen izleyici sayısına ulaşarak kendi alanında rekor kıran Anadolu Ateşi, kışın son dansını İstanbul'da gerçekleştirdi.
Her ülkede performanslarıyla ayakta alkışlanan topluluk 2007 dünya turnesi kapsamında Dubai, Hollanda, Slovenya, Polonya, Beyaz Rusya, Letonya, Rusya, Mısır, Azerbaycan ve Almanya'da sahne alırken, Kazakistan, Yeni Zelanda, Romanya, Ukrayna, Kırım, Güney Kore, Çin, İsveç gibi birçok ülke de turne kapsamına eklendi.

HABITAT II Konferansı – İstanbul 1996

16 Haziran 1996 tarihleri arasında İstanbul’da yapılan Birleşmiş Milletler İkinci İnsan Yerleşmeleri HABITAT II Konferansı kapsamında düzenlenen Dünya Kenti İstanbul Sergisinde, İstanbul özgün topografik ve coğrafi özellikleriyle, ekonomik ve siyasal tarihiyle, toplumsal yaşamıyla, yerinde gösterilmek istenen mekanları ve yapılarıyla, kültür-sanat yaşamı ve kültürel alanlarıyla; görsel olarak izleyiciye sunuldu.

Galatasaray – UEFA Şampiyonluğu 2000

Cumhuriyet tarihimizin en büyük başarılarından birini Galatasaray ile yaşadık.
17 Mayıs 2000... Tarihe yeni bir Türkiye bayramı olarak geçecek artık.Galatasaray UEFA Şampiyonu.
Tarih unutmayacak, efsaneleri Türkiye yıllar geçse de gururla anacak. Asya'dan Amerika'ya, Afrika'dan Avrupa'ya kadar 183 televizyondan naklen yayınlanan final maçını, milyonlarca sporsever heyecanla izledi. Dünya, G.Saray'ın bu tarihi zaferine alkış tuttu.
Bugün dünyanın herhangi bir yerinde Türkiye denilince insanların aklına ilk gelen isim GALATASARAY oluyor.
Kısacası dünya Türkiye’yi Galatasaray ile tanıdı. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, UEFA Kupası'nı kazanan Galatasaray Kulübü'ne Devlet Üstün Hizmet Madalyası verdi.

2003 yılı Eurovision Şarkı Yarışması

2003 yılında Letonya'nın başkenti Riga'da yapılan 48.Eurovision Şarkı Yarışması'nda Türkiye adına yarışan Sertab Erener ve ekibi, "Every Way That I Can" adlı parçasıyla birinci oldu. Böylece Türkiye ilk kez Eurovision Şarkı Yarışması'nda birinciliği elde etti.Ülkemiz, Avrupa’da bir anda adından söz edilir hale gelerek tüm dikkatleri üzerinde toplamayı başardı.

2004 yılı Eurovision Şarkı Yarışması

2004 yılı Eurovision Şarkı Yarışması TRT'nin ev sahipliğinde İstanbul Abdi İpekçi Salonu'nda gerçekleştirildi.Farklı medeniyetlerin, kültürlerin, dinlerin buluştuğu sular ülkesi Türkiye'den yola çıkılarak tasarlanan dekor; biri ana kubbe olmak üzere 3 kubbe ve podyumdan oluşturuldu. Soyutlanarak tasarlanan kubbeler, üzerlerine düşürülen ışık ve efektlerle şarkılarda oluşturulmak istenilen ortama göre renk ve ses değiştirecek şekilde düzenlendi.

Türkiye'nin ev sahipliğinde yapılan 49. Eurovision Şarkı Yarışması'nın adayları, tekneyle boğaz turu yaptı.Tüm Yarışmacılar İstanbul'un tadını çıkardılar.İstanbul,bütün dünyanın canlı yayında ilgi ile izlediği peri masalını andırıyordu.

İzmir - Uluslararası Üniversite Olimpiyatları ( UNIVERSIADE 2005 )

2005 yılında İzmir'de Uluslararası Üniversite Olimpiyatları'na İzmir ev sahipliği yapmıştır.
İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı rahmetli Ahmet Priştina’nın büyük katkıları ile gerçekleştirilen
dünyanın en büyük spor organizasyonlarından biri olan "Üniversiade 2005 " 11.Ağustos 2005 tarihinde İzmir’de start aldı.
Alanında dünyanın en iyi sporcularının katıldığı bu organizasyondan Türk halkının doğru dürüst haberi olmadı.TRT kanallarında yapılan cılız tanıtımların dışında özel televizyonlar hiç tanıtım yapmadılar. İzmir’e bu organizasyon dolayısı ile yeni tesisler yapılıp eski tesislerde bakımdan geçirildi.Sonuçta izmir gençliğinin emrine yepyeni pırıl pırıl tesisler kazandırıldı.

Formula 1 Pisti - İstanbul Park

Dünyanın en büyük spor organizasyonlarından biri olan Formula 1 yarışlarına ev sahipliği yapan ve 3 ncü yılını kutlayan İstanbul Park Pisti, toplam 2 milyon 215 bin metrekarelik bir alanı kaplıyor. Hizmete girdiği yıl itibariyle İstanbul ve Ülke tanıtıma büyük katkı sağlayan ve Formula 1 Türkiye ayağına ev sahipliği yapan İstanbul Park kısa süreli de olsa ciddi bir ekonomik katkı sağlamaktadır

Yapılacak olan etkinlikler ;

2011 Dünya Üniversite Kış Olimpiyatları ( Universiade 2011 )

Uluslararası Üniversiteler Spor Federasyonu (FISU), İtalya'nın Torino kentinde yaptığı toplantıda, 2011 Dünya Üniversite Kış Oyunları'nın Türkiye'de yapılmasını kararlaştırdı.
Slovenya'nın Maribor kenti ile Türkiye'den Erzurum arasındaki yarış Türkiye'nin zaferiyle sonuçlandı. 2011 dünya Üniversite Kış Olimpiyatlarının ülkemiz tanıtımına ciddi katkıları olacağı muhakkaktır.

Daha sırada çok şey var…

Ülkenin dış tanıtımına yönelik etkinliklerde Sanat ve Spor çok önemli bir konumda bulunmaktadır. Başta spor ve sanat camiası olmak üzere herkesin gönüllü bir tanıtım elçiliği üstlenmesi bu ülkeye olan vefa borcunun bir kısmını ödeyecektir.Spor camiasından bir Fatih Terim,Hakan Şükür,Naim Süleymanoğlu, Semih Saygıner,sanat dünyasından Zülfü Livaneli,Tarkan,Sezen Aksu,Fazıl Say, Burhan Öcal ülkemizin yurt dışı tanıtımları için çok değerli birer sanat elçisi olabilirler.

Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde oluşturulacak bir heyet bahsedilen meşhur simalar ile temas kurup ülke tanıtımı için yurt dışında konser verebilirler.

Aslında Ülkemizin imajını oluşturacak çok çeşitli ürünlerin nasıl bir sunum ile akıllarda kalıcı bir iz bırakacağını iyi tespit etmek lazımdır. Öyle ki televizyonlarda reklamı yapılan herhangi bir ürünün etkili bir senaryo ile beraber sunumu akıllarda kalıcı olur.Reklam senaryoları diğer Avrupa ülkelerine göre bizim ülkemizde çok gelişmiştir.Ancak ürün ne olursa olsun,akılda kalıcı bir senaryo yaratmak tüketiciye ulaşmanın en kolay yoludur.Bu manada ülkemiz reklam endüstrisine genç nesil reklamcıların katkıları büyüktür.Bu potansiyeli iyi kullanmak gerekir.

Ülkemizin tanıtımını tarih,medeniyet,sanat,spor ve gourme ( mutfak ) başlıkları altında toplayarak pazarlamak, bizlere nasıl ve nereden başlamak gerektiğine dair yol çizecektir.
Bahsedilen başlıkların iyi analiz edilerek doğru ye,zaman ve hedef doğrultusunda etüt edilerek başlatılması gerekmektedir.Ülkemiz imaj ve tanınırlığını arttırmak manasında yukarıda bahsedilen kendisini ispat etmiş mevcut oluşumları kullanmak,oyunda elimizde koz olarak bulunacaktır. Tanıtım seferberliği ilan edilmesi,hükümetin bu konuda meclis kararı ile yıllık bütçe ayırması ve çok akıllıca hamleler ile hareket edilmesi lazım gelir.

Günümüzde her ülke kendi anlayışı doğrultusunda tanıtım yapmakta,bazı ülkeler önceden gelen gelenek ve adetlerini imaj olarak paketleyip bunun etrafına endekslenerek tanıtım yapmaktadırlar.

Bir Kovboy’un ( cowboy ) yaşadığı maceraları ve bununla ilgili çekilen filmleri sanırım hepimiz çocuk yaşlarımızda izlemiş veya halen zamana zaman izleriz.Kovboyların zamanında neyi nasıl yaptıkları tartışmasına girmeden Kızılderililerin yanında mazlumu oynamaları ve bunun yıllar sonra amerikan film endüstrisi tarafından ülkenin imaj ve tanıtım malzemesi olarak kullanılması benim şahsen gördüğüm en akıllıca işlenmiş ve uygulanmış formüldür.Haksız olma durumunu haklı olma durumuna getirmek bile iyi işlenmiş bir imaj ve tanıtım malzemesine dönüşebilir.

Ülkemizi pazarlayacak iyi malzemelere ve iyi pazarlamacılara ihtiyaç var.Bu malzemeler bizde fazlası ile mevcut ancak ürün ambalajını biraz değiştirmek ve iyi pazarlamak gerekir.Musakka'nın,cacık’ın, baklava’nın ve burada sayamadığım kadar çok yemek çeşidini Avrupalı’lar halen yunan kaynaklı olduğunu düşünüyorlarsa, belki buradan başlanabilir... Herkes kendine göre bir sıralama yapsın, önemli olan başlamaktır. Ülkemiz, dış tanıtımlarda eskiye göre çok yol aldı, rüzgarı arkamıza almış durumdayız ve hızımızı kesmeden hedefe doğru devam etmeliyiz.
Misafir :D - avatarı
Misafir :D
Ziyaretçi
26 Eylül 2010       Mesaj #19
Misafir :D - avatarı
Ziyaretçi
milletlerin tanıtılmasında güzel sanatlar niçin etkilidir?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Kasım 2010       Mesaj #20
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
çok güzel bir siteniz var ama Atatürk'ün milletlerin tanınmasında güzel sanatların rolü ile ilgili sözlerinide yazarmısınız ödevim var da?

Benzer Konular

7 Aralık 2013 / Ziyaretçi Soru-Cevap
20 Şubat 2014 / turan Soru-Cevap
31 Aralık 2017 / mğffdvgşm Cevaplanmış
31 Aralık 2011 / Misafir Soru-Cevap