Arama

Şark meselesi ve örnekleri nelerdir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 6 Kasım 2016 Gösterim: 36.568 Cevap: 10
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
17 Kasım 2008       Mesaj #1
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
şimdiden cok teşekkür ederim
EN İYİ CEVABI HURİ verdi
ŞARK MESELESİYLE İLGİLİ GÜNCEL BİR ÖRNEĞE VE YORUMA İHTİYACIM VARR
Sponsorlu Bağlantılar
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
17 Kasım 2008       Mesaj #2
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
İnceleyiniz
Şark Meselesi ve Oryantalizm
Sponsorlu Bağlantılar
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
25 Kasım 2008       Mesaj #3
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
acaba şark meselesinin günümüzdeki örnekleri konu başlıkları şeklinde kısaca nelerdir öğrenebilir miyim?
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
25 Kasım 2008       Mesaj #4
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
ŞARK MESELESİNİN HEDEF VE GAYESİ

Bu manada ilk defa 1815 tarihinde “Viyana Kongresi”nde Ruslar tarafından kullanılan “Şark Meselesi” deyimi;

- 19, Yüzyılın ilk yarısında Osmanlının toprak bütünlüğünün korunması ve halklarının sözde himaye edilmesi,
- Aynı yüzyılın ikinci yarısında Türklerin Balkanlardaki topraklarının paylaşılması,
- 20. Yüzyılda ise Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm topraklarının paylaşılması şeklinde ele alınmıştır

Fransız tarihçisi E. Driault, Şark Meselesi’ni, “İslam–Hıristiyan mücadelesi” olarak yorumlarken , başka bir Fransız tarihçisi Albert Sorel, “Türkler Avrupa’ya ayak bastığı günden beri Şark Meselesi zuhur etti” diyerek meselenin aslında bir Türk Meselesi ve Türk düşmanlığı olduğunu vurgulamaktadır . A. Sorel, bu düşmanlığın temelinde kıskançlık, Haçlı ruhu, ezilmişlik ve benzeri hususların yattığına işaretle şunları söylemektedir; “Türkler Avrupa’da görünür görünmez ortaya bir “Şark Meselesi” çıktı... Papazların ve küçük küçük zorbaların idaresine kendisini rahatça teslim etmiş şarabını içip uyuklayan Avrupa’nın kapısından içeri giren bu dipdiri, erkek güzeli insanlar, yepyeni bir nizam içinde akıp gelen başarılı muazzam kuvvetler, o zamanki Avrupalı’nın örümcekli ve bunalık kafasında bir şok tesiri yaparak onda şifa bulmaz bir dehşet hastalığı doğurmuştur. Türklerin, uyuklayan Avrupalı’nın afyonunu patlatması hadisesi öylesine derin bir tesir yaratmıştır ki, aradan yedi asır gelip geçmiş olmasına ve birgün; eski dipdiri delikanlının Hasta Adam (!) şekline sokulmasına rağmen, Avrupalılar’ın yirminci asır torunları dahi bu dehşet hastalığından ve Türk şokundan tamamen şifa bulamamıştır”.

Konu ile alakalı bir başka değerlendirmede ise: “Avrupa devletlerinin, Osmanlı İmparatorluğu’nu iktisadi ve siyasi nüfuz ve hükmü altına almak; veya sebepler ihdas ederek parçalamak; ve Osmanlı idaresinde yaşayan muhtelif milletlerin istiklallerini temin etmek istemelerinden doğan meselelerin tümü Şark melesidir denilmektedir.




ŞARK MESELESİNİN SAFHALARI

Şark Meselesi belirgin hatlarıyla iki önemli safha geçirmiştir. Bunlardan ilki 1071–1683 yılları arasında gelişen olaylardır. Bu safhada Batı için “Şark Meselesi”:

1– Türkleri Anadolu’ya sokmamak
2– Türkleri Anadolu’da durdurmak
3– Türklerin Rumeli'ye geçişini önlemek
4– İstanbul’un Türklerce fethine engel olmak
5– Türklerin Balkanlar üzerinden Avrupa içlerine ilerleyişine mani olmak... vb. politikalar uygulamaktı.

Şark Meselesi'nin Batılılarca bu hedeflerine rağmen, Türkler Anadolu yurt edinmiş, Rumeli’ye geçmiş, Balkanlar’ı tamamen zapdetmiş ve Viyana kapılarına kadar dayanmıştı. Ancak 1683 tarihinde Türklerin Viyana önlerinden çekilişi, Şark Meselesi'nin birinci safhasını sona erdirmiş Avrupa saldırılarına karşı savunmaya geçilmiştir. 1920 yıllarına kadar devam eden ikinci safhada Şark Meselesi’nin gelişmesi şu şekildedir:

1– Balkanlardaki Hıristiyan halkları Osmanlı hakimiyetinden koparmak
2– Balkanlardan Türkleri tamamen temizlemek
3– İstanbul’u Türkler’den ele geçirmek
4– Osmanlı topraklarında yaşayan azınlıklar lehine reformlar yaptırarak istiklallerini temin etmek
5– Nihayet, Anadolu’yu paylaşmak ve Türkler’i Anadolu’dan çıkarmak.

19. Yüzyılın hemen başlarından itibaren Osmanlı Devleti, büyük tehlikelerle ve güçlüklerle karşı karşıya kalmış; aynı yıllarda Batı’da modern (!) emperyalizm başlamıştı. Çarlık Rusya’sı, İngiltere, Fransa, Avusturya gibi devrin güçlü devletlerinin, dünyanın büyük parçalarını ele geçirme yarışına girdikleri bu dönemde Osmanlı, Avrupa devletlerinin müdahalelerini önlemek için çaba sarf etmekte, bunu da sömürgeci devletlerin menfaat çatışmasından faydalanmak suretiyle gerçekleştirmeye çalışmakta idi. Bu arada, Batı’ya yaranmak maksadıyla bir takım ıslahat hareketlerine girişilmişti; özellikle 1839 “Tanzimat Fermanı” ve 1856 “Islahat Fermanı” bunun tipik gayretleri olmuştu. Ancak bu tedbirler Batılı devletlerin müdahale amaçlarını ne ortadan kaldırabilmiş ne de geciktirebilmişti...

BATI’NIN HAÇLI RUHU

Şark Meselesi'nin hallinde, Batılı devletler arasındaki gizli paylaşım tasarıları ve antlaşmalar yanında, Osmanlı tebaası bir takım azınlıkların himaye (!) adı altında desteklenmesi, kışkırtılması şeklindeki politikalar da etkili olmuştur. Nitekim İmparatorluk yapısı, kozmopolit bir bünyeye sahip olup, azınlıklar, cemaatler halinde teşkilatlandırılmışlardı. Her cemaate din, mezhep ve kültür imtiyazları tanındığı gibi, medeni haklar bakımından da, temsilcileri vasıtasıyla devletle işleyişleri düzenlenmekteydi. Dolaysıyla, Osmanlı tebaası ile ilgili meselelerin temelinde Batılı devletlerin çeşitli menfaatleri yanında, Batının Haçlı Ruhu'yla beslenen siyasi ve ideolojik tahrikleri de bu noktada önemli bir rol oynamıştır. Özellikle Balkan milletleri, Rum, Ermeni gibi toplulukların “kavmiyetçilik” duyguları tamamen bu tahriklerden kaynaklanmış görünmektedir.

TAHRİKLERİN KAYNAĞI MİSYONER–AJANLAR

Ancak bu tahrik ve kışkırtmaların menşei, Osmanlı ülkesine gelen "Misyoner-Ajanlar"ın faaliyetlerinde aranmalıdır.

Misyonerlik, Batı’nın kültürel yayılmacılığının en önemli araçlarından birisi olmuştur. Osmanlı topraklarında kurulan yabancı okullardaki misyonerlik çalışmaları, 1789 “Fransız İhtilali” ile gittikçe yaygın olan milliyetçilik akımlarının azınlıklar arasında yayılmasında oldukça etkili olmuştur. Bu dönemde Protestan misyonerlerin 1840’lı yıllardan itibaren ihtilalci ve yıkıcı faaliyetlerini genişletmeye başladıkları görülmektedir.

Protestan misyonerlerin görünüşte, din ve mezhep çıkarları doğrultusunda yaptıkları bu faaliyetlerin temel amacı: Katolik tebaanın hamisi Fransa ve Avusturya ile Ortodoks tebaanın hamisi Çarlık Rusyası’na karşı, azınlık tebaa içinde siyasi bakımdan güçlü ve Osmanlı’nın iç işlerine müdahale edilmesinde bir Protestan topluluğu cemaati meydana getirebilmekti...

Katoliklerin propaganda faaliyetlerine başlamaları ise, oldukça gerilere gitmektedir.

17. Yüzyılın ilk yarısında ilk Katolik misyonerlerin faaliyetlerini görebilmek mümkündür.

1461–1630 yılları arasında en iyi dönemlerini geçiren Ermeniler, 1630’lu yıllardan itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne paralel olarak kendi aralarında mezhep kavgalarına başlamışlardı. Cevdet Paşa Tarihinde, Osmanlı tebaası Ermeni cemaatinin durumuyla ilgili olarak şu bilgiler verilmektedir:
“Hıristiyan teb’a–i devlet–i âliyyeden olan Ermeni milleti, Rum ve Katolik mezheplerinden ayrı olarak bir ayin–i mahsusda bulunup 1040 (M. 1630) tarihlerine değin içlerinde başka fırka olduğu bilinmez iken Frenk rahipleri bunların içine girip, gerek Dersaadet’te ve gerek Anadolu’nun bazı mahallerinde bir takım Ermenileri, Roma’da bulunan Papa’nın riyaset–i ruhaniyesi tahtında olan ve mezheb–i umumi manasına olarak Katolik denilen mezhebe davet ve ithal etmekte bulunmuşlar idi.


ARŞİV BELGELERİNE GÖRE GERÇEKLER

Fransız Katolik misyonerlerin Ermeni cemaati arasında Katoliklik propagandası yaptığına dair Arşivlerimizde yüzlerce belge bulunmaktadır. Bunlardan bir örneği burada vermekle yetineceğiz: Gaziantep Şer’iyye Sicillerindeki kayıtlardan birisinde; “Ayıntab Naibine Ermeni taifesinden Çukur mahallesinde oturan bazı Ermeniler’in eski ayinlerini bırakıp kiliselere gelmedikleri ve millet–i Efranciyanın, –yani Batılı misyonerlerin– onlara menfi telkinatta bulundukları...” (7) vurgulanmaktadır.

Bu türden Katolik misyonerlerin faaliyetleri neticesinde 1701–1702 yıllarında bir kısım Ermeniler’in mezhep değiştirerek Katolik oldukları ve Papalığa temayül ettikleri anlaşılmaktadır. Fransa bu türden misyoner faaliyetler sonunda, 1830 yıllarında, Ermeni Katoliklerini ayrı bir cemaat olarak kabul ettirecektir. Böylece yıllardır din, mezhep ve hatta soy olarak bütünlük arzeden Ermeni cemaati parçalanmış oluyordu. Osmanlı Ermenileri, bundan böyle bir yandan Eçmiyazin, bir yandan Roma ve diğer yandan da Fransa’nın siyasi koruması altına alınmış oluyordu.

Fransa’nın yanında Avusturya ve Rusya da, çeşitli mezheplere mensup Hıristiyan tebaa arasında, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki bir takım olayları da istismar etmek suretiyle “himaye” adı altında Osmanlı Devleti’nin içişlerine müdahale etmek imkanını bulmuşlardır.

Din ve mezhep meselelerini istismar eden misyoner faaliyetlere İngilizler de katılmakta gecikmedi. 1840 yılında Kudüs’te bir Protestan kilisesinin inşası için izin alan İngiltere, kısa sürede bu mabedin hizmete açılmasını sağladı (1842). Daha sonra İngiltere, İstanbul’daki büyükelçisinin girişimleri sonucu, Osmanlı payitahtında bir “Protestan Cemaati İdare Heyeti”nin kurulmasına (1846) muvaffak oldu. Bu cemaati İngiltere’nin İstanbul’daki elçisi himayesine aldığı gibi her türlü maddi ve manevi muavenetten de geri kalmadı. Bu cemaat daha sonra 1850 yılında bir fermanla “Ermeni Protestan Milleti” olarak, Osmanlı yönetim tarafından kabul edilecektir. İngiltere’nin bu faaliyetlerinin hemen arkasından ABD ve Almanya da devreye girerek İngiliz Konsolosluklarının yardımları sayesinde Osmanlı topraklarına gönderdikleri Protestan misyonerler ile, İmparatorlukta “Protestanlık propagandası"na yardımcı olmuşlardır.
Özellikle Amerika’da Türk düşmanlığı doğrultusundaki Ermeni propagandasının en büyük gücünü "Amerikan misyonerleri" ve "Amerikan Protestan Kilisesi" teşkil etmiştir. Anadolu’da ilk Amerikan misyoner merkezi Harput’ta 1852 tarihinde kurulmuş, 1859 yılında ise aynı yerde, "Amerikan Misyoner Koleji" eğitime başlamıştır. Bu kolejin adı “Fırat Koleji” olup, amaç olarak da bölgede hizmet verebilecek Ermeni Protestan papazı yetiştirmeği hedeflemekteydi.

PROPAGANDALAR AZINLIKLARI ETKİLİYOR

Protestan misyonerler aracılığı ile azınlık Hıristiyan unsurların mezhep değiştirmelerine yönelik faaliyetler daha da hızlandı. Özellikle bu türden yıkıcı ve bölücü propaganda karşısında Ermeni toplumu büyük ölçüde etkilenmişti. Bir yandan bu eğitim faaliyetleri yoluyla başta Ermeniler olmak üzere diğer Hıristiyan azınlıklar arasında kendi etnik şuurlarını uyandırmaya çalışırlarken, diğer yandan bu propagandalardan etkilenen bir çok zengin Hıristiyan aileler çocuklarını eğitim için Fransa başta olmak üzere Avrupa’ya gönderiyorlardı.

Her giden öğrenci ise radikal bir şekilde geri dönüyor, daha sonraki yıllarda Osmanlı topraklarında boy gösterecek isyan ve ihtilallerde ön plana çıkıyorlardı.

1821 yılında teşvik edilen, desteklenen Yunan ayaklanması, 3 Şubat 1830 tarihinde bir Yunan devletinin kurulması ile sonuçlanmıştı. İngiltere, Rusya ve Fransa tarafından 3 Şubat 1830 tarihinde imzalanan Londra Protokolü ile kurulan bu Yunan devleti, bu karışıklıklar içinde dahi günümüze kadar devam edecek olan bir 'devlet politikası' oluşturulmuştur. Bu Yunan politikası tamamen "Türk düşmanlığı" üzerine inşa edilmiş olan "Megali–idea"dır.

Quo vadis?
HURİ - avatarı
HURİ
Ziyaretçi
25 Kasım 2008       Mesaj #5
HURİ - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
ŞARK MESELESİYLE İLGİLİ GÜNCEL BİR ÖRNEĞE VE YORUMA İHTİYACIM VARR
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
25 Kasım 2008       Mesaj #6
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
üstteki mesajlardaki günümüz örneklerinin yanısıra aşağıda bir tanede Osmanlı imp. dan bir örnek ve metin inceleyeceksiniz


ŞARK MESELESİ ETRAFINDA 19. YÜZYILDA EMPERYALİST BATILI DEVLETLERİN OSMANLI COĞRAFYASINDAKİ AZINLIK OKULLARINA ETKİLERİ
Mehmet DERİ*


Özet: Aşağıdaki makalede, 19. yüzyılda Emperyalist Batılı Devletlerin Osmanlı coğrafyasındaki azınlık okullarına olan etkileri ve bu azınlık okullarını kendi emperyalist emelleri ve çıkarları doğrultusunda nasıl kullandıkları hakkında bilgi verilecektir.
Anahtar Kavramlar: Şark Meselesi, Osmanlı Devleti, Batılı Devletler, Emperyalizm, Misyonerlik.
Osmanlı Devleti, sahip olduğu jeopolitik ve jeostratejik konumu nedeniyle özellikle 19. yüzyılın sonlarına doğru Batılı Devletlerin, Amerika’nın ve Rusya’nın ilgi odağı haline geldi.[1]
Sanayi İnkılâbı’nı takip eden yıllarda büyük güçler dediğimiz Avrupa’nın sanayileşmiş ülkeleri, gerek hammadde kaynakları gerekse ürünlerine pazar bulmak için “emperyalist bir politika” benimsemişlerdir. Bu emperyalist politikanın yürütülmesinde Şark Meselesi’nin önemli bir rolü vardır.[2]
Şark Meselesi, Avrupalıların Osmanlı toprakları üzerinde çeşitli çıkarlar elde etmek ve devleti zayıflatmak, Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki topraklarını ele geçirerek aralarında paylaşmak ve Türkleri buradan atmak, nihayetinde ise Osmanlı Devleti’nin geri kalan topraklarını paylaşarak tamamen ortadan kaldırmak amacıyla yürüttükleri emperyalist ve işgalci politikalarının bütününe verilen addır.[3] Bu dönemde Ortadoğu, Balkanlar, Boğazlar, Akdeniz ve çevresi jeopolitik ve jeostratejik önemi nedeniyle İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya arasında mücadelelere sahne olmuştur. Bu mücadeleye daha sonra Amerika’da eklenecektir.[4]
Batılı Devletler, Şark Meselesi’ni kendi istek ve çıkarlarına göre çözümlemek üzere Osmanlı Devleti’ne karşı izledikleri siyasette, devletten siyasi, ekonomik, ticari ve diğer alanlarda hak ve çıkarlar ile toprak elde etmenin çabasını sürdürmeye çalışırlarken, aynı zamanda her devlet, daha çok pay elde etme ve diğer rakip devletlerin kendi aleyhine gelişmesini önleme mücadelesini yapmıştır. Bu nedenle günün gelişmelerine ve siyasî konjonktüre göre Batılı Devletler arasında mücadeleler olmuş, Osmanlı toprakları Avrupalı Devletlerarasında çıkar çatışmalarına konu olmuştur.[5]
Burada yeri gelmişken Şark Meselesi kadar önemli olan, hatta birbiriyle iç içe olan Sömürgecilik/Emperyalizm/Kolonyalizm konusuna da değinmek istiyoruz.
Sömürgecilik; güçlü bir devletin iktisadi, ticari, siyasi, kültürel vb. alanlarda diğer devletler/toplumlar üzerinde maddi, manevi bir kontrol ve nüfuz kurmasıdır. Batı dillerindeki karşılığı ise Kolonyalizm’dir.[6]
Coğrafi Keşifler sonrasında sömürgecilik faaliyetleri hızlanmış; İngiltere, Fransa, Portekiz, Hollanda, İspanya gibi ülkeler dünyanın pek çok yerinde farklı adlar ve statüler altında birçok koloniler kurmuşlardır.[7]
Sömürgeciliğin/emperyalizmin, hedeflerine vasıtalarına ve uygulanış biçimlerine göre çeşitlerinin olduğu unutulmamalıdır. Bizim için konumuzu ilgilendirmesi bakımından burada kültür emperyalizmine değineceğiz.
Avrupa Devletleri, kültür emperyalizmini üç ayrı koldan yaymayı hedeflemişlerdir: Bunlar dini misyonlar (misyonerlik faaliyetleri), eğitim kurumları (azınlık okulları), hayır kuruluşları(hastane, eczane, sağlık ocakları, yetimhaneler, yurtlar, pansiyonlar vb.)’dır. Ayrıca konsolosluklar da siyasi, kültürel, ticari konularda ajan görevi üstlenmişlerdir.[8]
Kültür emperyalizminin uygulanmasında en önemli araç, şüphesiz ki yabancı okullar ile azınlık okulları olmuştur. Batılı Devletler bizzat kendilerinin açtıkları 1000’e yakın yabancı okulla, kuruluşlarını destekledikleri ve gereken her türlü yardımı yaptıkları 3000’e yakın azınlık okuluyla Osmanlı Devleti içinde, Avrupa kültür sisteminin ve zihniyetinin bir parçası haline gelmiş topluluklar oluşturmaya başladılar.[9]
Osmanlı Devleti üzerinde emelleri olan her Batılı Devlet, kendine hizmet edebilecek; dinine, mezhebine ve siyasi amaçlarına uygun olan milleti belirledi. Buna göre Amerikalılar Protestanları ve Ermenileri, İngilizler Protestanları ve Ermenileri, Ruslar Ortodoksları, Rumları ve Ermenileri, Yunanlılar Rumları himaye altına aldılar.[10]
Burada dikkat edilirse her devlet, bir şekilde kendi emelleri ve çıkarları doğrultusunda Ermenileri kullanmak istiyordu. Bunun neticesidir ki, Gregoryen Mezhebinden olan Ermeniler Batılı Devletlerin ve Amerika’nın emperyalist politikaları sonucunda Protestan ve Katolik Mezhebi’ne girerek üç ayrı mezhebe ayrıldılar ve bu üç farklı mezhebe mensup Ermeniler arasında şiddetli çatışmalar çıktı.[11]
Batılı Devletler, Osmanlı Devleti üzerinde güçlerini ve nüfuzlarını artırabilmek için gayrimüslimleri himaye altına alıp, onları kendi emelleri ve çıkarları doğrultusunda kullanmak istiyorlardı. Batılı Devletlerin bu siyaseti Osmanlı Devleti’nden ayrılmayı düşünen gayrimüslimlerin siyasi, ekonomik, dini amaçlarına uygun düştüğünden gayrimüslimler bu duruma kolayca kabulleniyorlardı. Batılı Devletler, bizzat kurdukları yabancı okullar ve her türlü yardım ve desteği sağladıkları “azınlık okulları” vasıtasıyla eğitim-öğretim hizmetinin yanında, kendi emelleri doğrultusunda kullanmak istedikleri azınlıkları etkileri altına almaya başladılar.[12] Açılan bu azınlık okulları vasıtasıyla, azınlıklar üzerinde çıkar ve nüfuz mücadelesi başlamış, ayrıca azınlıklar üzerinde çok yoğun bir mezhep propagandası başlamıştır.[13] Bunun neticesinde Fransızlar, Ermeni okullarına dolayısıyla Katolik okullarına; İngilizler Ermeni okullarına, dolayısıyla Protestan okullarına; Amerikalılar Ermeni okullarına, dolayısıyla Protestan okullarına; Ruslar Ortodoks okullarına, Ermeni okullarına ve Rum okullarına; Yunanlılar Rum okullarına her türlü yardım ve desteği yapmışlardır.
Açılan bu azınlık okullarının amaçları ise:
-Gayrimüslimleri, eğitim ve propaganda yoluyla milli duyguları ve milli bilinci uyandırarak Osmanlı Devleti’nden kopmalarını sağlamak,
- Hıristiyan olmayanları Hıristiyan yapmak,
- Hıristiyanların dinlerini, benliklerini unutmalarını önlemek ve bu şekilde taraftar bulmak,
- Osmanlı Devleti’nin ticaret, sanayi ve ekonomisini kendi tekellerine alıp kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek,
- Çok sayıda Hıristiyan din adamı yetiştirerek Müslüman-Türk çocuklarını kültürel emperyalizm yoluyla din, dil, örf ve âdetlerinden kopmalarını sağlamak. Böylece dini ve milli benliklerini kaybetmelerini sağlamak,
- Kendilerini himaye eden ve destekleyen Batılı Devletlerin ve ABD’nin Osmanlı üzerindeki emellerinin takipçisi olmak, gerekirse bu hususta ilgili devletlere rapor ve bilgi vermek,
- Yetiştirecekleri elit bir grupla, Osmanlı Devleti’nin politikalarını kendi emelleri ve çıkarları doğrultusunda yönlendirmek,
- Avrupa ve Amerikan sanayisinin ihtiyaç duyduğu hammadde için yer altı ve yer üstü zenginliklerini araştırmak ve bunları ilgili devletlere haber vermek. Nitekim azınlık okulları, yer altı ve yer üstü kaynaklarının zengin olduğu ve jeostratejik önem taşıyan yerlerde kurulmuştur.
- Avrupa ve Amerikan kültür sisteminin ve zihniyetinin temsilcisi olup, bunu imparatorluk geneline yaymak,
- Osmanlı topraklarını sömürge haline getirecek fikri alt yapının okullar vasıtasıyla gerçekleşmesini sağlamak,
- Basın yayın araçlarını da kullanarak Avrupa ve Amerikan kamuoyunu kendi lehlerine, Osmanlı Devleti aleyhine kararlar alacak şekilde etkilemek.[14]
Avrupa Devletleri azınlık okullarına çok sayıda misyoner, ajan, öğretmen, kitap, dergi, broşür göndererek ders programları yoluyla azınlıkları kendi emelleri ve çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalıştılar.[15]
Azınlık okulları ile bilmemiz gereken önemli iki husus; birincisi bu okulların o dönemde misyoner okulları olarak da görev yapması, ikincisi ise o dönemde bu okulların Amerikan ve Batı siyasi ve kültürel emperyalizminin uygulanmasında bir üs ve vasıta olarak kullanılmasıdır.
Azınlık okullarında Batılı ve Amerikalı misyonerler tarafından gayrimüslimlere, ayrılıkçı ve bağımsızlık fikirleri aşılanıyor, bu okullarda okuyan öğrenciler tam bir isyancı ve ihtilalci olarak yetiştiriliyordu. Rumların ayaklanıp bağımsız bir Yunanistan Devletini kurmasında (1829),[16] Bulgarların ayaklanıp bağımsız bir Bulgaristan Devleti’ni kurmasında (1908)[17] Ermenilerin sık sık bağımsızlık isteğiyle ayaklanmasında bu azınlık okullarının ve bu okullarda görev yapan misyonerlerin ve ajanların misyonerlerin çok büyük rolü olmuştur.[18]
Diğer yandan azınlık okullarında görev yapan misyonerler ve ajanlar aracılığıyla Avrupa ve Amerikan kamuoyu, Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtılıyor, azınlıkların kendi fitne ve fesatlıklarının sonucu olarak çıkardıkları isyanların Osmanlı Devleti tarafından haklı olarak bastırılmasını: “Türkler, Hıristiyan ahaliyi katlediyor” şeklinde propaganda yaparak Avrupa ve Amerikan kamuoyunu Osmanlı Devleti’ne baskı yapmaları ve kendileri için lehte kararlar almaları için harekete geçiriyorlardı. Batılı Devletlerin azınlık haklarını bahane ederek içişlerimize karışmalarının tarihi arka planı bu şekildedir. Azınlık okulları ve misyonerler bu hususta çok aktif rol oynamışlardır.[19] Bütün bunlar ise Batılı Devletlerin Osmanlı Devletini paylaşma planı olan “Şark Meselesi” etrafında gerçekleştiriliyordu.
Azınlık okullarının misyonerlikle olan ilişkisi için şu sözler oldukça anlamlıdır: Henry Jessup isimli misyoner: “Misyonerliğin başarısı için temel şart okullardır. Haddizatında bu esas gaye olmayıp bir vasıtadır. Şu da bir gerçektir ki, misyonerlerin veya İncil’in başka yollarla sokulmaya imkan bulamadığı birçok yerlere İncil, okullar vasıtasıyla sokulabilmiştir.”[20]
Yine bu hususta Amerikalı Prof. Dr. Mead Earle: “Osmanlı coğrafyasındaki azınlık okulları ve bu okullardaki misyonerler ve din adamları, dünyanın hiçbir yerinde Osmanlı ülkesinde olduğu kadar emperyalizme iyi ve başarılı hizmet etmemiştir.” diyerek bu gerçeği ifade eder.[21]
Azınlık okulları ile ilgili bilmemiz gereken ikinci husus ise, bu okulların Amerikan ve Batı siyasi ve kültürel emperyalizminin üssü ve vasıtası olarak kullanılmasıdır demiştik.
Aslında emperyalizmin tarihine baktığımızda, emperyalist faaliyetlerin misyonerlik faaliyetleriyle iç içe yapıldığını görmekteyiz. Zira misyonerlerin amaçları arasında bir ülkeyi siyasi ve idari açıdan hâkimiyeti altına almak (siyasi emperyalizm), sosyal ve kültürel açıdan hâkimiyeti altına almak (kültürel emperyalizm) gibi emelleri vardır.[22] Misyonerlik ve sömürgecilik arasındaki ilişkiyi vereceğimiz şu örnek daha iyi açıklar: Jomo Kenyatta isimli yaşlı bir Afrikalının bir İngiliz misyonerine söylediği şu söz çok anlamlıdır: “Siz Hıristiyanlar buralara geldiğinizde bizim toprağımız vardı, sizin İnciliniz. Hıristiyanlar bize gözlerimizi kapayarak dua ve ibadet etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda onlar bizim topraklarımızı almıştı, bizde onların İncilini almıştık.”[23]
Siyasi emperyalizmin azınlık okullarıyla olan ilgisine gelince: Batılı Devletler, dünyanın diğer yerlerinde tatbik ettiği sömürü sistemlerini Osmanlı Devleti’ne uygulayamamış, buna cesaret edememiştir. Zira Türk Milleti’nin mazisi, esaret kabul etmez karakteri, siyasi ve idari geleneği kayıtsız şartsız koloniyal/sömürü hâkimiyetini imkânsız kılıyordu. Batılı Devletler bunun farkında oldukları için Osmanlı Devleti için ayrı bir yöntem uygulamaya koydular. Bu sömürü yönteminin özü şuydu: Siyasi istiklale ve devletin toprak bütünlüğüne dokunmadan mevcut kapitülasyonlar ve yeni anlaşmalar yoluyla imparatorlukta iktisadi, ticari, malî ve kültürel hedeflere ulaşmaktır.[24] Bu nedenle Batılı Devletler, gayrimüslim azınlıkları kendi emelleri ve çıkarları doğrultusunda kullanabilmek için çok sayıda azınlık okulu açtılar ve bu okullara gereken her türlü yardım ve desteği yaptılar. Bu okullardaki eğitim programlarını bizzat kendileri belirlediler, bu okullara çok sayıda ajan gönderdiler.[25]
Azınlık okullarını kültürel emperyalizm ile olan ilgisine gelince;
Daha öncede ifade ettiğimiz gibi Batılı Devletlerin desteğiyle açılan bu azınlık okulları, Avrupa kültür sisteminin ve zihniyetinin birer üssü ve vasıtası haline geldiler. Bu okulların Müslüman-Türk öğrencileri için öncelikli amacı, onları Hıristiyan yapmak değil, onları mümkün olduğu kadar dini ve milli değerlerine, kültürlerine, örf ve âdetlerine karşı yabancılaştırarak hatta düşman ederek kültürel emperyalizm yoluyla Müslüman-Türk öğrencilerine Batılı kültür ve değerler sistemini aktarmak ve benimsetmekti.[26]
Sonuç olarak söylemek gerekirse: Özellikle 19. yüzyılın ortalarına doğru “Şark Meselesi” etrafında şekillenen Batılı Devletlerin Osmanlı Devleti’ni paylaşma planları, Batılı Devletlerin Osmanlı’nın sadık tebaası olan gayrimüslimleri kendi emperyalist emelleri ve çıkarları doğrultusunda kullanmalarıyla hedefine ulaşmış, bu süreçte azınlık okulları çok önemli roller ve stratejik görevler üstlenmiştir.
Quo vadis?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Nisan 2010       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
şark meselesi nelere yol açmıştır
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
31 Aralık 2010       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
1.şark meselesinin osmanlı imp.nun dagılış sürecine etkileri nelerdir?
2.osmanlıcılık düsüncesini tanzimat fermanı,ıslahat fermanı ve 1.meşrutiyet cercevesinde acıklayınız.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Aralık 2012       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
merhaba..ıslahat fermanını şark meselesi çerçevesinde açıklayınız? yardım lütfen...aciillll
_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
28 Aralık 2012       Mesaj #10
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
ŞARK MESELESİ
Şark Meselesi tabiri siyaset adamları ve tarihçiler tarafından bu güne kadar çeşitli şekillerde kullanılmıştır. Terimin ilk defa 1815 Viyana Kongresi'nde Rus delegasyonu tarafından kullanıldığını biliyoruz.
Fransız tarihçisi E. Drialut, Şark Meselesi'ni İslam- Hıristiyan mücadelesi olarak yorumlarken bir başka Fransız tarihçisi Albert Sorel Türkler , Avrupa'ya ayak bastığı günden beri Şark Meselesi zuhur etti diyerek meselenin bir Türk meselesi olduğunu vurgulamaktadır.
Türkler İslamiyetin hamisi ve İslam aleminin önderi durumuna geçmekle ,Avrupa için Şark Meselesi,Türk veya Osmanlı meselesi halini almıştır. Durum bu olunca ,artık İslamiyetle Türklük aynı anlamı ifade eder olmuştur. Böylece Türk-İslam ve Avrupa-Hıristiyan mücadeleleri Şark Meselesi'nin temelini teşkil etmiştir.
Şark Meselesi, son iki yüz yıl dünyanın büyük devletlerini meşgul etmiş, güç dengesinin tesisinde en mühim amillerden biri olmuş , entrikalara , kıskançlıklara ve pazarlıklara sebebiyet vermiştir.
Her Batılı devlet, güç dengesi politikasına titizlikle riayet ettiği gibi Şark Meselesini kendi menfaatine en uygun şekilde halletme yollarını aradı. Bütün Avrupa devletleri , özellikle Çarlık Rusyası , Şark Meselesi ile uğraşmayı dış politikasının esas unsuru haline getirmiştir.
Şark Meselesi belirgin hatlarıyla iki önemli safha geçirmiştir.
Bunlardan birincisi 1071-1683 yılları arasındaki Şark Meselesidir. Bu tarihler arasında Avrupa savunmada ,Türkler taarruz halindedir. Bu birinci safhada Batı için Şark Meselesi;
*Türkleri Anadoluya sokmamak
*Türkleri Anadoluda durdurmak.
*Türklerin Rumeliye geçişini önlemek.
*İstanbulun Türkler tarafından fethini engellemek
*Türklerin Balkanlar üzerinden Avrupa içlerine doğru ilerleyişine mani olmak v.b. politikalar uygulamaktı.ataturk3
Şark Meselesinin Batılılarca bu hedeflerine rağmen ,Türkler Anadoluya girmiş ,Balkanları tamamen zaptetmiş ve Viyana kapılarına kadar dayanmıştı. Ancak 1683 tarihinde Türklerin Viyana önlerindeki yenilgisi Şark Meselesinin birinci safhasını da sona erdirmiştir. Gene bu tarihte Şark Meselesinin ikinci safhası başlamıştır. Bu safhada,Türkler savunmada, Avrupa ise taarruz halindedir.
Şark Meselesine ikinci aşamada , özellikle 19.y.y.ın ikinci yarısından itibaren emperyalist zihniyet ilave edilmiştir. Ancak,Hıristiyan Batı, hem Haçlı zihniyetini hem de emperyalist zihniyetini gölgeleyebilmek için kendisinin daima hümanist zihniyetle hareket ettiğini propaganda yoluyla dünya kamu oyuna telkin etmeye çalışmıştır.
1920 yıllarına kadar devam eden bu safhada Şark Meselesinin gelişmesi şu şekilde gerçekleşecektir.
*Balkanlardaki Hıristiyan milletlerin Osmanlı hakimiyetinden kurtarılmaları .Bunun için Hıristiyan toplumları isyan teşvik ederek evvela onların muhtariyetini , sonra istiklallerini temin etmek.
Birinci maddede belirtilen hususlar gerçekleşmezse;
Hıristiyanlar için reform istemek ve onların lehine Bab-ı Ali nezdinde müdahalelerde bulunmak.
*Türkleri Balkanlardan tamamen atmak.
*İstanbulu Türklerin elinden geri almak.
*Osmanlı Devletinin Asya toprakları üzerinde yaşayan Hıristiyan azınlıklar lehine reformlar yaptırmak,muhtariyet elde etmek veya mümkün olursa istiklallerine kavuşturmak.
*Osmanlı hakimiyetinde bulunan Kuzey Afrikayı koloniyalist maksatlarla işgal ve ilhak etmek. Bunun için koloniyalist ve emperyalist devletlerin kendi aralarında anlaşmaları yeterli görülüyordu.
*Türk olmayan Müslüman toplumları , özellikle Arapları Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtmak ve onları devletten koparmak. Bu hedefe varmak için ,Arap milliyetçiliğinin tahrik edilerek canlandırılması kafi görülmüştür.Bu hususta emperyalist gayeler ön planda tutulmuştur.
*Anadoluyu paylaşmak ,Türkleri Anadoludan çıkarmak.
Büyük devletler daha 1878 Berlin Antlaşması ile Balkanlardan Türkleri attıklarına veya atmak üzere olduklarına inandıkları için Şark Meselesini Osmanlı Devletinin Asya topraklarına kaydırmayı başardılar. Nitekim; Berlin Antlaşmasına koydukları 61. Madde ile Anadoluda Ermeniler lehinde reformlar yapılmasını Bab-ı Aliye kabul ettirmişlerdir. Bu durum, Doğu Anadoluda bir Ermenistan Devleti kurmak anlamına geliyordu.
Her ne kadar dini, ekonomik , stratejik, kültürel, politik, ideolojik v.b. gibi menfaatleri birbirinden ayırmak mümkün değilse de , Avrupalı büyük devletler zaman, mekan ve diğer şartlara göre bu unsurları ayrı ayrı kullanarak hedeflerine yavaş yavaş ulaşmışlar ve Osmanlı Devletini yıkmışlardır.
Avrupalı emperyalist devletler ,Osmanlı tebası olan Hıristiyan azınlıkları kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeleri , devletten koparma çabaları bu defa yeni devletin sınırları içinde , İstiklal Savaşını kazanan evladlarını birbirine düşürmek şeklinde ortaya konulmuştur. Öyle ki, aralarında çeşitli şive farklılıkları görülen Doğu ve Güney Doğu Anadoludaki bir takım aşiretlerin ,Kurmancı ağzı etrafında toplanarak bu bölgede suni bir millet olarak ortaya çıkmalarını sağlamak için ilim adamlarıyla , propogandistleriyle,komünizm, Siyonizm gibi ideolojik saldırılarla adeta Türk Devletine savaş ilan etmişlerdir.Bölgede suni olarak bir Kürt milleti yaratılmak istenmektedir. Halbuki bu gün İran , Irak Türkiye ve Suriye topraklarında dağınık olarak yaşayan ve kendilerine Kürt adı verilen bu unsurlar en azından Türklerin Oğuz-Türkmen boylarının Anadoluya gelmelerinden itibaren bin yılı aşkın bir ortak tarihe kültüre sahip oldukları bilinmektedir.
Bütün bu gerçekler açık-seçik ortada iken T.C.Devletinin varlığına bir saldırı niteliğinde olan PKK terör örgütünün desteklenmesi Şark Meselesinin günümüzdeki yeni bir uygulamasından başka bir şey değildir.yavuzdevri
Özellikle Türkiye için Şark Meselesi halen fiili olarak mevcut olup ,stratejik ve ideolojik görünümüyle varlığını sürdürmektedir. Osmanlı Devletinin Şark Meselesinden edindiği acı tecrübelerden ders alarak Türkiye Cumhuriyetini günümüzdeki Şark Meselesinden korumanın ve kurtarmanın mümkün olduğuna inanıyoruz.
Acaba Avrupalılar ,Türk Milletinden ne istemektedirler. Bu isteğin ne olduğunu anlamanın tek yolu tarihi olayları ilim metodlarıyla tetkik etmektir
KAYNAKLAR
1 A. Haluk ÇAY: Her Yönüyle Kürt Dosyası s:11-12 Turan Kültür Vakfı Ankara
2. Bayram KODOMAN:Şark Meselesi Işığı Altında Sultan II.Abdülhamitin Doğu Anadolu Politikası
s:7 Orkun Yayınevi İstanbul 1983
3. Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi cilt:12 s.21-22 Çağ Yayınları İstanbul 1989

Benzer Konular

19 Kasım 2011 / abdurezzak Soru-Cevap
4 Kasım 2007 / Misafir Siyasal Bilimler
9 Ocak 2009 / Ziyaretçi Soru-Cevap
5 Eylül 2015 / nünü X-Sözlük
10 Haziran 2012 / buz perisi X-Sözlük