Arama

Simya ile ilgilenen bilginler kimledir, yaptıkları çalışmalar nelerdir? - Sayfa 3

En İyi Cevap Var Güncelleme: 24 Eylül 2014 Gösterim: 123.383 Cevap: 100
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Ekim 2009       Mesaj #21
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
simyacılar için tuz neden bu kadar önemlidir aciiiillll ltfen hemen
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Ekim 2009       Mesaj #22
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
arkadaşlar ünlü simyacılar, hayatları, çalışmaları, ve kimyaya kazandırdıkları hakkında bilgisi olan varsa lütfen yardımcı olabilir mi ? lütfen çok önemlii ... Msn Confused
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Ekim 2009       Mesaj #23
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

arkadaşlar ünlü simyacılar, hayatları, çalışmaları, ve kimyaya kazandırdıkları hakkında bilgisi olan varsa lütfen yardımcı olabilir mi ? lütfen çok önemlii ... Msn Confused


Alıntı
Keten Prenses adlı kullanıcıdan alıntı

Simyacılar hakkındaki genel görüş onların sözde bilimadamı (pseudo-scientist), hatta kaçık ya da şarlatan oldukları yönündedir. Bunun nedeni simyacıların kurşunu altına çevirmeye çalışmaları, evrenin dört elementten (toprak, hava, su ve ateş) oluştuğuna inanmaları ve zamanlarının büyük çoğunluğunu mucize ilaçlar, zehirler ve sihirli iksirler hazırlamaya harcamalarıdır.
Bazı simyagerler gerçekten kaçık veya şarlatan olsa da, çoğu entelektüel akademisyenler ve önemli bilim adamlarıdır. Mesela, Isaac Newton ve Robert Boyle'un simyacı olduğu bilinmektedir. Bu gibi yenilikçi kişiler kimyasal maddelerin doğasını ve işleyişini araştırmayı denemişlerdir. Bu gibi simyagerler fiziki evrenin sırlarını açıklama girişimleri sırasında deney yapmaya, geleneksel bilgi ve bilgi kalıplarına, Thumb Yasaları'na ve şüpheci yaklaşıma dayanmak zorundaydılar.
Aynı zamanda, simyagerler kimyasal süreçlerde, fiziki durum ve görünüşün büyük ölçüde değiştiği durumlarda dahi, "bir şeyin" mufaza edildiğini kabul ederler. Bu "bir şey" ya da "öz" maddelerin bazı temel prensiplere sahip olduğu, prensiplerin birçok dış görünüş altında gizli halde bulunabileceği ve bu prensiplerin uygun işlemler sonucu ortaya çıkartılabileceği görüşü ile ilintilidir.
Simyacılar tarihlerinde bir düzen ve mantık arayışı içinde olmuşlardır.

Alıntı
ThinkerBeLL adlı kullanıcıdan alıntı


Simya ile uğraşmış bazı bilimadamları şunlardır:

  • Isaac Newton
  • Robert Boyle
  • Ko Huıng
  • Şinesus
  • Zosimos
  • Demokritus
  • Ebubekir el-Razi
  • Cabir İbn Hayyan
  • İbn Haldun
  • Cremonalı Gerard
  • Nicolas Flamel
  • Salmoon Trismosin
  • Antoine Lavoieser
Ayrıca Simya konusu için bakınız > Simya (Alşimi)

Alıntı
ThinkerBeLL adlı kullanıcıdan alıntı


Bazı ünlü simyacılar ve çalışmaları


MÖ Yedinci yüzyılda yaşayan Thales , doğanın akıl ile anlaşılabileceğini savunmuş ve suyun dünyanın ana prensibi olduğunu iddia etmiştir. MÖ 610-545 yılları arasında yaşadığı düşünülen Anaximandros,apeiron diye adlandırdığı amorf bir prensibi ortaya atmıştır. Anaximenes ise her şeyin kökeninde hava olduğunu söylemiştir. Heraklit’e göre ise bu prensip ateştir.

MÖ 540–450 yılları arasında yaşayan Parmenides ise daha ilginç bir görüş geliştirmiş ve evrenin aslında Tek olduğunu ve farklı görüntüler aldığını savunmuştur. En büyük karakteristiği hareketli olması, devamlı form değiştirmesidir.

MÖ 485–425 yılları arasında yaşayan Empedokles için ise ateş, hava, su ve toprak maddeyi oluşturan dört elementtir ve aşk adı verilen çekim kuvveti ile Parmenides’in evrenine benzeyen evreni oluştururlar. Ancak Nefret adı verilen itim kuvveti ile itildiklerinde çözülmeler olur.

Dört element düşüncesinin Orta Çağlar boyunca varolan şekli kuşkusuz Platon’un ve özellikle de Aristo’nun eseridir. Platon elementleri geometrik formları ile ortaya koymaya çalışmıştır. Ancak simyadaki teori büyük ölçüde Aristo’nun teorisidir. MÖ 384–424 yılları arasında yaşayan Aristo, birçok konuda olduğu gibi dört element teorisi ile de Orta Çağ boyunca tek otorite olarak kalmıştır. Aristo’ya göre ilk madde çeşitli formlar alabilmektedir. Bu alınan formlar da bazı temel özelliklere bağlıdır. Bu özellikler dört tanedir: Sıcak, soğuk, kuru, ıslak. Buna göre
Ateş: Sıcak – Kuru
Hava: Sıcak – Islak
Su: Soğuk – Islak
Toprak: Soğuk – Kuru olarak özellik gösterirler. Bu da simyada kullanılmıştır.

Aristo ile olgunluğa ulaşan elementler teorisi ve Mısır kaynaklı simya İskender’in fetihleri ile beraber karşılaşma olanağı bulmuş ve bir senteze ulaşmıştır. Bu senteze doğu kökenli okültizm, Yahudi ve Hristiyan mistisizmi de karışarak, Orta Çağdan itibaren simyacıların temel teorilerini oluşturmuşlardır. Yunan-Mısır sentezi simya ile ilgili en önemli belge MS. 3’üncü yüzyıldan kaldığı sanılan Leyden papirüsüdür. Dördüncü yüzyıldan itibaren ise simya eğitimi yaygınlaşmıştır. Özellikle Panopolis’li Zosimus simyayı daha ritüelik bir hale getirmiştir. Bu dönemde, özellikle İskenderiye’de simya üzerine birçok eser ortaya çıkmıştır. Bu eserler arasında Hermes, İsis gibi tanrısal kişiliklerin yazdığı varsayılan eserlerin yanı sıra Keops gibi hükümdarların, Platon, Pythagoras, Tahles gibi filozofların ya da Zosimus gibi simyacıların yazdıkları söylenen eserler de vardı. Bunlar Felsefe taşından ve ölümsüzlükten de söz etmekte, aynı zamanda simyanın ezoterik yanını da ortaya koymaktaydılar. Simya daha sonra Bizans’ta da varlığını sürdürmüştür. İmparator Heraklius Simyayı desteklemiştir. Ancak Bizans’ta simya çok gelişememiş, daha sonra da Batıya geçmiştir.

Arapların Mısır’ı işgal etmesi, simyanın İslam dünyasına da girmesini sağlamıştır. Arap kültüründe İslam öncesinde simya hakkında yazılan eserler bilinmemekle birlikte, Mısır’ın işgalinden sonra bu konuda yazılan eserlerde bir patlama olmuştur. Bütün İslam dünyasında Arapça tek resmi dil olduğu için, eski Mısır ve Yunan eserlerinin Arapça’ya yapılan tercümeleri de bütün İslam dünyasına yayılmış, bu konuda çalışmaların çoğalmasını sağlamıştır. Müslüman simyacılar arasında en tanınmışı kuşkusuz Batıda Geber adıyla tanınan Abu Abdullah Cabir ibn Hayyan’dır. Cabir’den kalan eserlerin bir bölümü Corpus Jabirianus adıyla toplanmıştır. Çoğu kaybolan bu yazılarda simya kadar İslam’ın ezoterik açıklamalarının da varlığı bilinmektedir. Cabir bu yazılarda ezoterik bilgi vermesine rağmen olabildiğince açıklama yapmıştır. Simyanın Orta Çağ Avrupa’sına geçişi göreceli olarak daha geç olmuştur. Özellikle Arap istilaları ve Haçlı seferleri sırasında bu kültürle tanışan Batı dünyası Orta Çağın sonlarına doğru simya ile ilgilenebilmiştir. Simya anlamına gelen Alchemy/Alchimie sözcüğünün ve simyada kullanılan Alkol, Alambik, Elixir gibi sözcüklerin Arapça’dan gelmiş olması da bu kökeni ortaya koymaktadır. On üçüncü yüzyılın ilk yarısından itibaren Fransisken manastırlarında simya yaygınlaşmaya başlamıştır. Buradan Robert Grossetête tarafından Oxford’a da geçen simya, burada da popüler olmuş ve Robert Grossetête’in öğrencilerinden biri olan Roger Bacon da bu konuda oldukça sivrilmiştir. Simya kadar astroloji ve okült bilimlerle de ilgilenen Bacon sonunda kilisenin de dikkatini çekmiş ve bu yüzden hapse girmiştir. Daha sonra gizemli bir şekilde ortadan kaybolan Bacon, simyacıların ölümsüz olduğu konusunda rivayetlerin çıkmasına da neden olmuştur.

1240 – 1311 yılları arasında yaşamış olan ve Rosarium Philosophorum adlı eserin de yazarı olan Arnaud ve Villeneuve de bu konuda zamanının tanınmış isimlerindendir. Villeneuve simya kadar astroloji ve tıpla da uğraşmıştır. Eserleri ise ölümünden sonra yakılmıştır. Villeneuve’den etkilenen iki Fransisken de simya konusuyla ilgilenmişlerdir, bunlar Raymond Lulle ve Jean de Rupescissa’dır. Fransiskenler kadar Dominikenler de simya ile ilgilenmişler ve 1193-1280 yılları arasında yaşayan ve Büyük Albert adıyla da anılan Albert de Bollstaedt Dominikenlerin arasından çıkmıştır. Her şeye rağmen On üçüncü yüzyılın sonuna kadar simyacılar manastırlarda rahat rahat simya ile ilgilenebiliyorlardı. Ancak zamanla simya kilisenin tepkisini çekmeye başlar. Bu arada manastırlar dışında da simya ile ilgilenen kişiler türerler. Artık Hermes’in bilimi ile kilise karşı karşıya gelmeye başlar. Ancak Kilise önlemini almakta gecikmez; 1317’de Papa Jean XXII bir karar yayınlayarak (Spondent quas non exhibent) sahte altın yapanları ve simyacıları mahkûm eder. Buna göre simyacılar fazlasıyla çoğalmışlardır.

Bu sırada gizemli bir kişinin simyanın sırlarını bulduğu konusunda bir rivayet yayılmıştır. Bu kişi Nicolas Flamel’dir. 1330 – 1418 yılları arasında yaşadığı söylenen Flamel, söylentiye göre “Yahudi Abraham” isimli, simyanın sırlarını veren bir kitap bulmuş ve yıllarca karısı Pernelle ile uğraşarak buradaki şifreleri çözmüş ve bu sanatın sırrına vakıf olmuştur. On beşinci yüzyılda gelişen simyada döneminin en önemli isimlerinden biri de Basil Valentin’dir. Yaşamı hakkında tam bir bilgiye sahip olamadığımız Valentin özellikle “On iki Anahtar” isimli eseri ile ünlüdür. Simya Rönesans ile birlikte en yüksek noktasına ulaşmış ve bu dönemde Kabala, büyü, Yeni Plantonculuk gibi diğer ezoterik doktrinler de simyaya katkıda bulunmuştur. Bu dönem ayrıca Rose-Croix gibi gizli örgütlerin de ortaya çıktığı bir dönemdir. Bu dönemde Denis Zachaire, John Dee gibi ünlü simyacılar da ortaya çıkmıştır.

Dönemin en önemli ismi kuşkusuz 1493 doğumlu Paracelsus’dur. Maceralı bir hayat yaşadıktan sonra 1541 yılında hayata gözlerini yuman Paracelsus, kariyerine önce doktor olarak başlamış, birçok maceradan sonra şifacılığı ile ün kazanmıştır. Doktor olmasına rağmen, simyanın tıptan ayrılamayacağını söylemiş ve doğa ve insan üzerine çalışmıştır. Macrocosmos ve microcosmos üzerine düşünce sistemini kuran Paracelsus, tuz, kükürt, cıva ile ruh, can, beden ilişkisini de savunmuştur. Ezoterik düşüncenin ifadelerini iyi bir biçimde ortaya koyan Paracelsus , Rose-Croix örgütünü de büyük ölçüde etkilemiştir. On yedinci yüzyılda simya ile ilgili çalışmaların büyük bölümü Rose-Croix tarafından yapılmıştır. İngiltere’de de Robert Fludd bu düşünceyi sistematize etmiştir. On yedinci yüzyıl sonundan itibaren ise okült bilimlere olan ilgi yavaş yavaş azalmış, materyalizm ön plana geçmiştir. Eski öğretiyi savunan örgütlerin varlığını sürdürmesine rağmen simya artık popülerliğini yitirmiştir. Günümüzde simya artık mistik/ezoterik anlamı ile sürmektedir. Ezoterik düşünceler çağlara göre farklı şekillerde ortaya çıkabilir, simya da bunun özel bir türüdür. Zamanın doldurmuş ancak ezoterik içeriği ve sembolizmi ile yaşayan, tarihçilerin ilgisini çeken bir düşüncedir.

bilgileri dikkatlice okuyunuz.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Ekim 2009       Mesaj #24
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
tanınmış simyacıların çalışmaları
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Ekim 2009       Mesaj #25
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ünlü bir simyacıcın yaptığı çalışmalar çok acillll
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Ekim 2009       Mesaj #26
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ünlü simyacılar kimlerdir
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Ekim 2009       Mesaj #27
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
SİMYA NEDİR, SİMYACI KİMDİR?


Çok sayıda hermetik disiplin gibi simya da iki farklı perspektifin açılımlarına maruz kalmıştır. Her zaman ve her mekanda, bu uğraşların güç, para, tatmin yahut başarı gibi dünyevi amaçlarla anlamlanan tarafı, Hermetik felsefenin gizlici yüzüne karşıt bir yapı oluşturmuştur. Hermesçi uğraşının bu anlamlı yüzü daima ve her yerde "bütüncül" olana kavuşmakla ilintilidir. Simya'nın, yüzyıllar boyunca "adi madenleri altına çevirme" yeteneği olarak sunuluşu, kuşkusuz Hermetik felsefenin sadık savunucularından çok dönemin koşullarını kendi lehine çevirmek isteyen düzenbazların ve çaresizlerin trajedisini yansıtır. Gerçek bir simyacının amacı asla çok zengin olmak, madenleri altına çevirmek veya bu yolla dünyayı ele geçirmek değildir. Bir simyacının felsefi kaygısı, bütünün işleyişini anlamak ve bu bütüne müdahale etme yetkinliğine ulaşmaktır. Modern dünyanın simyayı arsız bir servet anlayışı olarak görmesi en iyi ihtimalle parayı en yüksek değeri yapmış bir zamanın çapsızlığının işareti olabilir.

Günümüzde modern bilimin, bazı madenleri uygun laboratuar koşullarında altına dönüştürebilme olanağı vardır. Ancak örneğin kurşunu, bu tip koşullarda altına dönüştüren bir bilim adamını, bir simyacı olarak nitelememizin önündeki engel tam da Hermetik felsefenin söz konusu içeriği ve anlayışıdır. Modern dünyanın bilim adamı bir simyacının felsefi donanımından yoksundur ve laboratuar düzlemindeki başarı, kendinden ayrı bir madde üzerinde ulaştığı başarıdır. Katı maddenin yasalarını anlamaya çalışan ve onları anladığı oranda değiştirmeyi başaran bir modern bilim uygulayıcısının, özne-nesne arasında koyduğu temel ayrımın simyacı için anlamı yoktur. Madde üzerinde yaşanan değişim, uygulayıcının benliği üzerinde dönüştürücü ve geliştirici bir etki sağlamıyorsa, simyacı, modern kimyacının aksine, kendisini başarılı saymayacaktır. Öyleyse başlangıç olarak belirtmeliyiz ki bir simyacı için adi maddenin altına dönüşümü sadece araçtır. Evrenin bütünlüğünü kurmuş bir simyacı için doğadaki herhangi bir dönüşüme katılım mümkündür ve bu dönüşüm onun kendi dönüşümüdür. Kurşun altına dönüştükçe, simyacının ruhu da değerli bir aşama kat etmiş olur. Doğal olaylara müdahaledeki bu cüret aslında Hermetik çok sayıda uğraşı, semavi dinler bağlamındaki "olumsuz" yargılamanın kökenine götürür. Bir simyacı ölümsüzlük, bilgi ve güç gibi konularda uğraşırken kendisine örnek olarak TANRI'yı alır. Tanrı gibi olmak, ya da onunla bir olmak hiç kuşkusuz modern bir bilim adamının sınırlarını aşan felsefi bir dizgenin parçasıdır. "Büyük Eser" tanımının anlamı budur.

Kökeni simyaya dayanan pozitif bir bilim olarak kimyada da, birkaç temel bileşenin etkileşerek ikincil bir katman üretme eğilimi kabul edilir. Element tabloları bu durumu ayrıntılı olarak gösterir. Bununla birlikte bu ilkesel benzerlik ayrıntılardaki farklılıklarla sarsılır. Modern kimyanın yüzün üzerindeki elementine karşılık, simyacının elinde, hava, toprak, su ve ateşten oluşan dört element vardır. Hiç kuşkusuz bu elementleri cevherler olarak adlandırmak yerinde olur. Çünkü onlar ilkesel ve ideal oluşları bağlamında soyut unsurlardır. Bir diğer ifadeyle bunların hiç biri gerçek hayatta, soyut düzlemde olduğu gibi saf halde değildir. Kendisine katışmış diğer öğelerle anlamlıdır. Bunları "yaşamın kökeni" olarak adlandırır bir simyacı. Simya, bu elementlerin yönetimini içerir. Evrendeki her varlığın kökeninde, değişik oranlardaki bu dört elementsel sentez bulunuyorsa, bunların yönetimi varlıkların yönetimi anlamına gelir nitekim. Simyacı, sahip olduğu bu bilgiyle, doğanın işleyişine yardımcı olur ve en yüce olasılıkların zamanlamasında belirleyici bir rol oynar. Bu kutsal amaç hiç kuşkusuz sistemli ve hummalı bir çalışmayı içerir. Tüm Hermetik disiplinler gibi simya da, katışıksız ve zorunlu bir çileli çabayı gerektirir. Deney ve modern anlamda laboratuar çalışması olarak tanımlayabileceğimiz aşama, söz konusu ideal açısından gerekli bir araçtır.

Simya, temel amacı doğrultusunda metaller üzerindeki deneysel çabadan yararlanır. Tüm metaller, kükürt, cıva ve tuzdan oluşur. Tıpkı ana ilkeler gibi bu ilkeler de sentez halinde metallerde bulunur. Cıva, pasif ilke olarak ruh 'u simgelerken, tuz ise maddenin sembolüdür. Kükürt ise ortaya çıkan bütünlükteki enerjiyi, hareket ilkesini temsil eder. Her maddede geçerli olan denge sabiti, bize Altın Oran'ı vereceğinden, cıva, kükürt ve tuzun uygun oranı da altını verecektir bir simyacıya göre.

Altın yukarıda da değindiğimiz gibi, sistemli ve güçlü bir semboldür. Simyacı için altına ulaşım, maddi ilkeden çok, bağıntılı olduğu ruhsal dönüşümle ilgilidir. Altın üzerine geliştirilen felsefe dizgenin kökeni Mısır'a dek takip edilebilir. Altının, göz alıcı güzelliği, şekil verilebilir ve paslanmaz niteliklerini, değişim ve mübadele aracı olarak değerini çok sayıda uygarlık gibi anlayan Mısırlılar aynı zamanda, Güneş'in özdeşimini yaparken inanç sistematiğinden yararlanmışlardı. Altın içinde hiç bitmeyen bir ışığa sahiptir. Ateşli elemenin sıradışı yükseklikteki oranı metafiziksel çağrışımları kaçınılmaz olarak besleyecektir. Süreç içinde Yunan'da özellikle Platon ve Aristo sistematiğinde, ateşe biçilen değerle ilişkili hale geldi. Onlara göre, ateş, yerküresel bir element olmasına rağmen, göksel bir gerçekliğe en çok yaklaşan elementti. Bu nedenle içinde hiç sönmeyen bir ateş barındıran altının göksel kürelerin en muhteşemi güneş ile özdeşimi kaçınılmazdı.

Altının içerdiği ateş, herşeyi canlı bilen Mısırlının düşünsel dizgesinde büyük bir can buldu. Yerkürenin rahminde büyüyen metaller, yavaş ama kesintisiz bir biçimde, her varlık gibi mükemmelliğe doğru yol almaktaydı. M. Eliade, Türkçe'ye Babil Simyası olarak çevrilen kitapçığında, simyacının uğraşını, toprağın doğurganlığına bir müdahale olarak tanımlarken tam da bu noktaya parmak basmaktaydı:

"İnsan, doğa ile işbirliği yapabileceğini, toprağın derinlerinde meydana gelen büyüme süreçlerine yardım edebileceğini hisseder, yeraltında gerçekleşen bu yavaş olgunlaşmanın ritmini sarsar ve hızlandırır. Hakları insana ait olmayan bir alana, Toprak Ana'nın derinliklerinde yavaşça yoluna devam eden mineral gebeliğin gizemleriyle birlikte yeraltı dünyasına gitmeyi göze aldıklarını hisseder..."

Böylece simyacı, bir din adamı gibi kutsal bir çabayı üstlenir. İlksel yaşam enerjilerinin idaresiyle dünyayı dürterek, sonu çabuklaştırır. Bir metalin mükemmelliği ulaşımı sürecini hızlandırmak, kaçınılmaz olarak kişinin kendi ruhsal mükemmelliğiyle ilişkilendirilebilir. Çünkü doğal kusurlar, rahatsızlıklar, bir metalin temel amacına ulaşmasını nasıl engelliyorken simyacı ona yol gösteriyorsa, dünyevi bir batakta sarsılan ruhu için de aynı kurtuluş mümkündür. Metal, simyacının laboratuarında mükemmelliğe ulaşırken, simyacının ruhu yaşamıyla bu mükemmelliğin takipçisidir. Her ikisi de sonu gelmez ateşlerde yanmak zorundadır mükemmellik için.

Altının göksel bir küreyle özdeşleşimi kuşkusuz diğer elementler için de geçerlilik taşımaktadır. Astroloji ve simyayı birbirine bağlayan bu yapıda, güneş altın'ı, ay gümüş'ü simgelerken, göklerdeki diğer 5 gezegenle birlikte, ortaya 7 metal 7 yıldız simetrisi çıkar. Makro-micro kozmos ilişkisini oluşturan bu dizgeye göre en hızlı gezegen Merkür, cıva ile, Venüs bakır ile, Mars demir ile, Jüpiter kalay ile, Satürn ise kurşun ile ilişkilendirilir. Bunlardan Jüpiter ve Venüs benzeşiminin neden olduğu bilinmese bile bilinen, elementlerin gelişiminin hamisi olunan göksel küre tarafından yönlendirildiği bilinmektedir. Her gezegen kendi ayırt edici erdemini ortaya koymaktadır.

Simyanın felsefi bir dizge olarak geniş çizgileri kendisini en belirgin şekliyle Felsefe Taşı kavramında gösterir. Oldukça yoğun ve soyut anlatımlara sahiptir ki felsefe taşı... Örneğin 16. yüzyıldan kalma bir metin felsefe taşını şu şekilde anlatır:

"Genç ya da yaşlı, tüm insanlara tanıdık gelir, Tanrı'nın yarattığı her şeyde bulunur, ama hepsi tarafından hor görülür. Zengin fakir herkesin elinden her gün geçer. Hizmetçiler tarafından sokağa silkelenir. Oysa kimse değerini bilmez. İnsan ruhundan sonra, yeryüzündeki en güzel ve krallarla prensleri alaşağı etme gücüne sahiptir..." Büyü, Gizem Bilim. sf 102)

Simyacı için temel amaç, mükemmelliğe ulaşmaksa, temel araç ise felsefe taşıydı. Felsefe Taşı, İsa'nın Graal'i gibiydi. Altın değildi ama Tanrı'nın dokunuşu gibi, değdiği her şeyi iyileştirirdi. Kusurları gideren bu güç, cennet çağının habercisiydi. Kaya veya taş ile oldukça az anlatımlarda özdeşleştirilir. Kimi metinlerde "kırmızı bir toz" şeklinde tanımlanırken, kimi anlatılarda "nüfuz edici su" olduğu gözükür. Bazen ilaç, bazen ölümsüzlük besini olarak tanımlanan felsefe taşı, bazı ilginç simgelerle de ifade edilir: "Bir şişenin içinde kalmış, kırmızı renkte bir Kral" olarak. M. Maier'in verdiği örnek ise çok daha ilginçtir:

"Bir erkek ve kadından önce bir çember, sonra bir kare, sonra bir üçgen, son olarak da bir çember yaparsan Felsefe taşını elde edersin..." (Büyü, Gizem Bilim sf 102)

Simyacının dilindeki kapalılık ve simgesellik şaşırtıcı değildir aslında. Ortalama anlayışın eleştirisi bir tarafa, gereklidir. Modern bilim adamının, kesin konuşan tarzı yerine simyacı, olasılıkları hesaba katar. Hakikatin ikinci elden anlaşılamazlığını savunurdu. Gerçeklik istense bile asla anlatılamazdı. Kitlelere, hatta yolun başındaki ustalara dahi bu bilgelik götürülemezdi. Açık ifadelerde gözleri kamaştırır, büyük yıkımlar getirir, hazırlıksız kişilere zarar verebilirdi. Simya, tüm Hermetik disiplinler gibi çeşitli kaygılarla gizli bir disiplin haline geldi. Çok sayıda üstad, araştırma sonuçlarını birbirlerine büyük bir gizlilikle götürdü.

Simyacı için yolun başı kuşkusuz önemli bir ayrıştırmadan geçer. Laboratuarında onun yola çıkış noktası "ilk maddedir. İlk maddeye ilişkin tasavvurların farklı oluşu, işleme geçmeden önce, nereden başlanması gerektiği konusunda çok sayıda farklı tutuma yol açar. Çok sayıdaki girişimdeki başarısızlık ise, genellikle İlk Madde'nin bulunamayışıyla açıklanır. Dışkı, çamur, tükürük ya da toz gibi çok sayıda madde kullanılmıştır. Aristoteles'in kimi çıkarımları, özellikle biçimden yoksun madde çok sayıda simyacıyı etkilemiş olmalıdır. Ona göre, ilk maddenin herhangi bir özelliği yoktur. Özelliksizliği saptanmış bir maddenin ilk aşamada öldürülmesi gerekir. Siyah aşama, ya da maddenin öldürülmesi aşaması Nigredo olarak adlandırılır. Maddenin ölümü, bir sonraki aşamada maddenin diriltilmesi olarak da bilinen beyaz aşama, yani Albedo ya, oradan da Kırmızı aşama, yani maddenin beslenmesi, Rubedo aşamasına geçecektir. Hıristiyan felsefesindeki yaşamın ölümden doğma diyalektiği, simyacıların çoğunu, İsa örneğinden hareketle etkilemiş olmalıdır. Maddenin ölümü, yani tüm özelliklerinden arındırılması onun içindeki ilahi kıvılcımı, ilk koşullandırıcıyı, ya da ilkten öncekinin açığa çıkmasını sağlayacaktı. Serbest kalan ilahi kıvılcım, simyacının avuçlarına düşecekti.

Bir maddenin öldüğünden emin olmanın çeşitli yöntemleri vardır. Madde yakıldıktan, toz haline getirildikten, cıva ile karıştırıldıktan sonra, kara bir madde yumrusu olarak karşımıza çıktığından, ceset gibi kokar. Kurt tarafından kemirilen ölü kral, çarmıha gerilen yılan, ya da parçalanmış ceset gibi çok sayıda simgesi bulunmaktadır. Madde öldürüldükten sonra, yeniden doğum aşaması gelir. İlk madde, bir sıvı solüsyona batırılır. Doğru yapılmışsa işlem, kara yumruyu beyaz bir taşa dönüştürürdü. (Vahiy kitabında üstüne yeni bir isim yazılmış beyaz taş olarak görülebilir)Lekesi veya karası olmayan gerçek kristal taş diye adlandırır Michael Maier. (Simgesi ay altında yıkanan insan) Simya bu aşama içinde bizzat yer alır, bu kez mistik diriliş ve yeniden doğuşa geçerdi. Son aşama, beyaz taşın altına, yani felsefe taşına dönüştürüldüğü aşamaydı. Rubedo aşaması. ... Kurban kanı ve olgunlaşmayı akla getirir. Beyaz taşın simyacı tarafından beslenmesiyle oluşurdu. Beslenme sırasında bal veya insan kanı gibi şeylerle karıştırılabiliri. Anlaşılan taşın, uzun süren işlemler sırasında güce ihtiyacı vardı. Bu nedenle beslenmekteydi taş. Beyaz taş sonunda felsefe taşı ile ilişkilendirilen kırmızı bir toza dönüşürdü.

Simyacının ulaştığı ölümsüzlük aşamasının temel maddesi olan felsefe taşı, çileli bir yolculuğun sonucudur. Simyacı için asla bir ayrıcalık değildir, ölümle kesilmemiş bir yaşam bütünlüğü simyacı için daha sistematik bir bilgi olanağına açılan bir kapıdır. Bu anlamda, kişisel hayatını zengin ve muhteşem kılacak "felsefe taşı formülüne" sahip olmasına karşın, gerekli gördüğü haller dışında onu, adi madenleri altına dönüştürme yolunda kullanmaz. Simyacı için felsefe taşı, maddi bedenin engellerinin aşılması yolunda kullanılır. Bunun en önemli aşaması ise, yaşlanmayı ve çürümeyi engelleyen ab-ı hayat iksiri kullanımıdır.

Sahip olduğu bilgi, simyacıyı yeraltına iter. Gölgede kalmak, evrenin sırlarını isteyenin ayrıcalığıdır, ona göre. Popüler olmamaya özen gösterir, sıradan, herkes gibi bir hayat oluşturarak dikkat çekmemeye çalışır. Paracelsus, St. Germain Kontu gibi yarı mistik şahsiyetlerin yanı sıra, Locke, Newton gibi, bilim ve felsefe dünyasının popüler isimlerinin de yer aldığı "simyacı" listeleri inandırıcılıktan uzaktır. Çok sayıda hermetik disiplin gibi, simya da, öğretmen öğrenci ilişkisi temelindeki gizlici ve dışa kapalı bir yöntem olarak, kuşaktan kuşağa aktarılır.
misafir - avatarı
misafir
Ziyaretçi
4 Ekim 2009       Mesaj #28
misafir - avatarı
Ziyaretçi
tanınmış bir simyacının yaptığı çalışmalar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Ekim 2009       Mesaj #29
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ya bu simyacıların görewleri lzm nerden bulucazzzzzzzzzzzzzzzzzzz
kucuk_mc - avatarı
kucuk_mc
Ziyaretçi
4 Ekim 2009       Mesaj #30
kucuk_mc - avatarı
Ziyaretçi
simyacıların adı we calısmalarını nerden bulurm

Benzer Konular

12 Kasım 2013 / Ziyaretçi Soru-Cevap
22 Eylül 2013 / Misafir Soru-Cevap
15 Mayıs 2012 / GrezenLosS Soru-Cevap
12 Mayıs 2011 / enes634enes Taslak Konular