Arama

Avrupa'da 1940'lı yıllarda Yahudilerin göç nedenleri nedir?

Güncelleme: 16 Aralık 2008 Gösterim: 9.676 Cevap: 2
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
16 Aralık 2008       Mesaj #1
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Avrupa'da 1940'lı yıllarda yahudilerin göç nedenleri? bulabilirmisinzzz???
Sponsorlu Bağlantılar
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
16 Aralık 2008       Mesaj #2
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
1920'lerde 100 binde kalan göçmen sayısı, resmi kayıtlara göre 1930'larda 232 bine ulaştı.19 1939'a gelindiğinde toplam 1,5 milyon olan Filistin nüfusunun 445 bini Yahudi idi. Bundan yirmi yıl önce %10'dan daha az olan nüfus oranı, 1939'da %30'a ulaşmıştı. Nüfusla birlikte Yahudi yerleşim alanları da büyük bir hızla genişledi. 1939'da Yahudilerin sahip oldukları toprak miktarı 1920'li yıllarla kıyaslandığında iki katına çıkmıştı.
YIL
GÖÇ EDEN YAHUDİ SAYISI
1920 (Eylül-Ekim)

5.514
1921

Sponsorlu Bağlantılar
9.149
1922
7.844
1923
7.421
1924
12.856
1925
33.801
1926
13.081
1927
2.713
1928
2.178
1929
5.249
Balfour Deklarasyonu'nun resmen açıklanması ile birlikte Filistin topraklarına yoğun bir Yahudi göçü başlamıştır. Yandaki tablo 1920-1929 tarihleri arasında Filistin'e göç eden Yahudilerin sayısını göstermektedir. Bu süre içinde yaklaşık 100 bin Yahudi Filistin'e giriş yapmıştır.
British Government, The Political History of Palestine under the British Administration, Palestine Royal Commision Report, Cmd. 5479, 1937, sf. 279

Avrupa'da 1940'lı yıllarda Yahudilerin göç nedenleri nedir?71a
Siyonist liderler tarafından organize edilen illegal göçler, tüm engellere rağmen Filistin topraklarına ulaşmayı başarıyordu.


1947 yılına gelindiğinde ise Filistin'de 630 bin Yahudi, 1 milyon 300 bin Filistinli vardı. BM tarafından Filistin'in taksim edildiği 29 Kasım 1947'den İsrail Devleti'nin kurulduğu 15 Mayıs 1948'e kadar Siyonist terör örgütleri, Filistin topraklarının dörtte üçünü ele geçirdi. Bu esnada Filistin köylerine yapılan baskınlar ve katliamlar sonucunda 500 kadar kent, kasaba ve köyde yaşayan 950 bin Filistinli'nin sayısı 138 bine düştü. Bunların bir bölümü öldürülmüş, bir bölümü de sürgün edilmişti.20
YIL
GÖÇ EDEN YAHUDİ SAYISI
1930

4.944
1931

4.075
1932
9.553
1933
30.327
1934
42.359
1935
61.854
1936
29.727
1937
10.536
1938
12.868
1939
16.405
Filistin topraklarına Yahudi göçü, İngiliz Mandası dönemi boyunca tüm hızıyla devam etti. Siyonist örgütlerin yürüttüğü yoğun çabalar neticesinde 1930-1939 yılları arasında 232 bin Yahudi daha Filistin topraklarına yerleştirildi.
British Government, The Political History of Palestine under the British Administration, Palestine Royal Commision Report, Cmd. 5479, 1937, sf. 279

Ünlü İsrailli revizyonistlerden Ilan Pappe, 1948'lerde İsrail'in izlediği işgal politikasını anlatırken, Arapları Filistin'den sürmek için yazılı olmayan gizli bir Siyonist planın varlığından söz eder. Buna göre kendi istekleri ile topraklarını Siyonistlere bırakmayan veya onlara teslim olduklarını gösteren beyaz bayrağı çekmeyen kasabalar, Siyonist askeri birlikleri tarafından işgal edilecek, yıkılacak ve yerli halk yurtlarından sürülüp çıkarılacaktır. Bu karar uygulanmaya başlandıktan sonra sadece 4 kasaba beyaz bayrak çekmeye fırsat bulmuştur, diğer tüm kasaba ve köyler silah zoru ile boşaltılmıştır21.

Bu şekilde 1948-49 yılları arasında yaklaşık 400 Filistin köyü haritadan silindi. Filistinlilerin geride bıraktıkları mallarına ise "Ülke Dışında Yaşayan Mal Sahiplerinin Mülkleri Yasası" ile Yahudiler tarafından el konuldu. 1947'den önce Filistin topraklarının %6'sına sahip olan Yahudiler, İsrail Devleti resmen kurulduğunda tüm toprakların yaklaşık %90'ını ele geçirmişlerdi.22
Avrupa'da 1940'lı yıllarda Yahudilerin göç nedenleri nedir?72a
Sağdaki resimde 1930 yılında Filistin'e göç eden Yahudiler görülmektedir. Üstteki resim ise 1947'de gelen Yahudileri göstermektedir. Filistin halkı henüz bu göçlerin gelecekte nelere sebep olacağını tam olarak anlayamadan, bölgedeki nüfus oranı Yahudiler lehine değişmişti bile.

Avrupa'da 1940'lı yıllarda Yahudilerin göç nedenleri nedir?
The immigration program organized by Zionist leaders was put into action with surprising speed, starting in the early 1900s. Jews immigrating from North Africa, the USSR, and various Middle Eastern countries shifted the population ratio in Palestine in favor of the Jews.

Gelen her Yahudi kafilesi, Müslüman Filistin halkı için yeni bir zulüm, baskı ve şiddet anlamı taşıyordu. Çünkü Siyonist örgütler yeni gelenleri yerleştirmek için Filistin halkını asırlardır yaşadıkları topraklarından baskı ve zor kullanarak sürüp çıkartıyorlar ve onları çölde yaşamaya mahkum ediyorlardı. Göçmen Dairesi Başkanı Joseph Weitz, 1940'da yaptığı bir konuşmada Siyonistlerin Filistin halkına bakış açısını şöyle dile getirmişti:

Şu anda bu topraklar üzerinde iki ayrı halka yer yoktur. Araplar varken bu ülkede bağımsız bir halk olarak var olmamız mümkün değildir. Tek çözüm Büyük İsrail'dir, en azından batı bölgesinde hiç Arap bulunmayan bir Büyük İsrail. Ve bunun için Arapları komşu ülkelere sürmek dışında başka hiçbir seçenek yoktur. Hepsini sürmeliyiz, Arapların olduğu tek bir kasaba, tek bir köy bile kalmamalı, hepsini Irak'a, Suriye'ye ve Transjordan'a (bugünkü Ürdün) sürmeliyiz.23
Avrupa'da 1940'lı yıllarda Yahudilerin göç nedenleri nedir?
I. Dünya Savaşı'nın ardından Filistin topraklarının İngiltere'nin denetimine geçmesiyle bölgeye yoğun bir Yahudi göçü oldu. Bu göç bölgede tansiyonun gittikçe yükselmesine neden oldu. Bu dönemde Filistin topraklarının Yahudiler ve Araplar arasında nasıl paylaştırılacağı konusunu çözmek amacıyla çeşitli komisyonlar kuruldu. İngiltere'nin Hindistan'dan sorumlu eski Dışişleri Bakanı Lord Earl Peel'in başkanlığını yaptığı 'Peel Komisyonu' ve Amerikan-İngiliz ortaklığından oluşan 'Morrison-Grady Komisyonu' bunlar arasında en tanınanlarıydı. Peel Komisyonu, İngiliz mandasının kalkmasını ve bölgenin iki halk arasında bölünmesini öngörüyordu. Sadece Hayfa ve Kudüs İngiltere'nin denetimine bırakılacak ve uluslararası denetime açık olacaktı. Morrison-Grady Planı ise, Filistin topraklarını dört ayrı kantona bölmeyi öneriyordu. Bu planları yapanların göz ardı ettikleri çok önemli bir gerçek vardı: Paylaştırmaya çalıştıkları topraklar asırlardır Müslümanların toprağıydı ve onlar istemedikçe ana vatanlarını kimsenin paylaştırmaya hakkı yoktu.


Dönemin Tel Aviv Belediye Başkan adayı General Shlomo Lahat'ın seçim kampanyasını yürüten Heilburn ise, "Filistinliler bu topraklarda köle olarak yaşamayı kabul edinceye kadar katliamı sürdürmeliyiz" diyordu.24

İkinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla birlikte hızlanan Yahudi akınları, Filistin halkının daha da bilinçlenmesine ve bu haksız uygulamaya karşı direnişe başlamalarına neden oldu. Ancak yapılan her direniş hareketi, İngiliz kuvvetleri tarafından oldukça şiddetli bir şekilde bastırıldı. Filistin halkı bir yandan Siyonist terör örgütlerinin, diğer yandan İngiliz askerlerinin baskısı altında kalıyor, çift taraflı bir kuşatma altında tutuluyordu.

İngiliz mandası döneminde bağımsızlıkları için mücadele eden 1.500'den fazla Müslüman, İngiliz askerleri tarafından düzenlenen saldırılarda öldürüldü. Bu dönem boyunca pek çok Filistinli, Yahudi işgaline karşı geldikleri için yine İngiliz Mandası tarafından gözaltına alındı. İngiliz yönetiminin baskısı, Filistinli Müslümanlar açısından oldukça zorlu günler yaşanmasına sebep oluyordu. Ancak Siyonist örgütlerin estirdiği terör, İngilizlerin katılığı ile kıyaslanamayacak kadar acımasızdı. Özellikle İngiliz mandasının sona ermesiyle birlikte patlak veren Siyonist vahşet, köylerin basılıp yakılmasını, çocuk, kadın, yaşlı denilmeden masum halkın kurşuna dizilmesini, masum insanlara inanılmaz işkenceler uygulanmasını, kadınlara ve kız çocuklarına tecavüz edilmesini içeriyordu.

Bu zulme ve baskıya dayanamayan yaklaşık 850 bin Filistinli Müslüman, 1948'de evlerini ve yurtlarını geride bırakarak Batı Şeria ile Gazze Şeridi bölgesine ve Lübnan ve Ürdün sınırına yerleşti. Bugün hala bu bölgelerdeki mülteci kamplarında yaşayan Filistinlilerin sayısı yaklaşık bir milyondur. Toplam 3.5 milyon Filistinli ise vatanlarından uzakta mülteci olarak yaşamlarını sürdürmektedir.
Avrupa'da 1940'lı yıllarda Yahudilerin göç nedenleri nedir?
Hızla artan Yahudi göçünü protesto etmek için gösteri yapan Filistinlileri engellemek isteyen İngiliz polisi çok sert müdahalelerde bulunuyordu. 1933 yılında Yafa'da yaşanan bu çatışmanın ardından da çok sayıda Filistinli hayatını yitirdi (30 kişi), birçok kişi ağır yaralandı (200 kişi).

Günümüzde mülteci kamplarındaki Filistinliler, en temel ihtiyaçlarını karşılamakta dahi zorlanmakta, elektriği ve suyu İsrail izin verdiği müddetçe kullanabilmekte, geçimlerini sağlayabilmek için kilometrelerce yol gidip oldukça düşük maaşla çalışmaktadırlar. İşlerine gitmek veya yakın bir mülteci kampında yaşayan akrabalarını ziyaret etmek için yola çıkan Müslüman halk için 10-15 dakikadan uzun sürmeyecek yolculuklar tam bir kabusa dönüşmektedir. Çünkü sık aralıklarla kurulmuş olan kontrol noktalarında Filistinliler sürekli kimlik kontrolünden geçmekte ve her kontrolde sözlü ve fiili tacize uğramakta, hor görülüp, aşağılanmaktadırlar. Müslüman halk için pasaportları olmadan bir noktadan bir noktaya ulaşmak mümkün değildir. Üstelik İsrail askerleri zaman zaman 'güvenlik' gerekçesiyle yolları kapadığı için çoğu zaman işlerine, gitmek istedikleri yerlere ve hatta hasta olmalarına rağmen hastaneye bile gidememektedirler. Tüm bunların yanı sıra mülteci kamplarında yaşayan halk her gün bombalanma, öldürülme, yaralanma veya tutuklanma korkusu içinde hayatına devam etmektedir. Çünkü sadece yukarıda saydığımız koşular değil, kampların çevresindeki fanatik Yahudilerin bulunduğu yerleşim birimleri de Müslüman halk için ciddi bir tehdit unsurudur. Müslüman halk sık sık bu birimlerde yaşayan fanatik Yahudilerin silahlı saldırılarına veya tacizlerine maruz kalmaktadır.

Elbette bir insanın yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalması ve yurdundan sürülüp çıkarılması, beraberinde pek çok zorluğu da getirmektedir. Ancak bu Allah'ın bir sünnetidir. Tarih boyunca pek çok Müslüman topluluk inkarcılar tarafından türlü baskılara, işkencelere ve tehditlere maruz kalmış, yurtlarından sürülmüştür. Bir ülkede iktidarı ele geçiren zalim yöneticiler veya kavimler, sadece iman ettikleri veya farklı bir soydan geldikleri için masum halkları yurtlarından sürüp çıkarmışlardır. Müslümanların yaşadığı pek çok ülkede olduğu gibi, Filistin halkı üzerinde de Kuran ayetleri tecelli etmektedir. Ancak Allah her zaman sabreden ve yaşadığı zorluklara rağmen yılgınlığa kapılmayıp güzel ahlak gösterenlerin yardımcısıdır. Allah ayetinde şu şekilde buyurur:

... İşte, hicret edenlerin, yurtlarından sürülüp-çıkarılanların ve yolumda işkence görenlerin, çarpışıp öldürülenlerin, mutlaka kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Bu) Allah Katından bir karşılık (sevap)tır. Msn Clock Allah, karşılığın (sevabın) en güzeli O'nun Katındadır." (Al-i İmran Suresi, 195)
Avrupa'da 1940'lı yıllarda Yahudilerin göç nedenleri nedir?77a
"Herkes bir eliyle çalışırken, diğer eliyle silah tutacak" sloganıyla eğitilen Yahudi göçmenler, kısa sürede Siyonist mücadeledeki yerlerini aldılar. Kimi "Kudüs Bizimdir" yazılı pankartlarla protesto gösterileri düzenlerken, kimileri de Filistin köylerini bombalıyordu...

Avrupa'da 1940'lı yıllarda Yahudilerin göç nedenleri nedir?78a
Beyrut yakınlarındaki Bourj El-Barajneh Kampı üç yıl süren İsrail kuşatması sırasında tamamen yıkılmıştı. Resimde kampın 1988 yılındaki durumu görülmektedir.
Avrupa'da 1940'lı yıllarda Yahudilerin göç nedenleri nedir?79a
79b
Beyrut, Lübnan ve Ürdün'deki mülteci kamplarında yaşayan Filistinliler, on yıllardır çok büyük zorluklarla mücadele etmektedirler. Açlık, salgın hastalıklar, zorlu hava koşulları ve her an yeni bir İsrail saldırısı korkusu Filistin halkının hayatının bir parçası olmuştur. BM tarafından kurulan barakaların içi ise yaşanan sefaleti gözler önüne sermektedir.
Avrupa'da 1940'lı yıllarda Yahudilerin göç nedenleri nedir?80a80b
Resimlerde görülen çocuklar, İsrail askerlerinin saldırılarından dolayı mağdur yüzlerce çocuktan yalnızca birkaçı...


Dolayısıyla er ya da geç tüm Filistin halkının huzur, güvenlik, barış ve kardeşlik içinde yaşayacağı günler gelecektir. Bu ise ancak Kuran ahlakının insanlar arasında yaygınlaşmasıyla mümkün olacaktır. Çünkü Kuran'da insanların hayır yapmak için birbiriyle yarıştığı, barışı savunduğu, affedici ve hoşgörülü olduğu, sevgiyi, saygıyı ve merhameti ön planda tuttuğu bir ahlak tarif edilmektedir. Kuran ahlakının yaşandığı bir ortamda şiddetin, kavganın, çatışmanın barınması mümkün değildir. Dahası, Kuran ahlakı hakkıyla yaşandığında, Müslümanların arasındaki dayanışma artacak ve zulme karşı hep birlikte fikri mücadele etme gücüne kavuşacaklardır. Bu nedenle Kuran ahlakının yaşanması, yalnızca Filistin'de değil, dünyanın dört bir köşesinde yaşanan zülümlerin de sona ermesinin yolunu açacaktır. Burada bizlere düşen sorumluluk ise bu ahlakın yaygınlaşması için göstereceğimiz çabadır.

Filistinli mültecilerin uzun yıllardır yaşadıkları acı ve sıkıntıları kitabın ilerleyen bölümlerinde daha yakından inceleyeceğiz. Ancak buna geçmeden önce Siyonizmin, Müslüman halkı yurtlarından sürmek için kullandığı terör yöntemlerine, yani 'Siyonist terör'e yer vereceğiz.
Quo vadis?
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
16 Aralık 2008       Mesaj #3
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
1933-1939 döneminde Yahudilere karşı uygulamalar

Adolf Hitler'in 1933 yılında başa geçmesi ile birlikte, Yahudilerin haklarının kısıtlanması uygulamalarına başlanmıştır. Hitlerin NSDAP partisine ait Sturmabteilung örgütü (kısaltması: SA), Yahudi memurların ve Yahudi hukukçuların görevden alınmalarını sağladı ve 1 Nisan 1933 Alman halkını Yahudi dükkanlarına karşı boykota çağırdı. Bu Boykot, Yahudi dükkanlarının harap edilmesi, yağmalanması ve sahiplerinin dövülmesi ile sonuçlandı.

1935 yılında Yahudilerin durumu tekrar daha da kötüleşti; Yahudilerin doktorluk, eczacılık, askerlik ve birçok diğer meslekleri yapması yasaklandı. 1935 yılının Haziran ayında Berlin'de tekrar Yahudi dükkanlarının harap edildiği bir ayaklanma gerçekleşti.

15 Eylül 1935 tarihinde "Nürnberg kanunları" çıkarıldı. Bu kanuna göre, Ari ırktan olmayanlar "alt sınıf"-insanlardır, ve ari ırkına ait insanlar ile evlenmeleri yasaklandı.

1936 yılında Berlin'de yapılan Olimpiyatlar ile bütün dünyanın dikkatinin Almanya'ya yönelmesi sayesinde kısa bir süre için Yahudi nefreti, dolayısıyla antisemitik uygulamalar arka planda kalır. Ama 1938 yılından itibaren eskisinden daha şiddetli bir şekilde geri döner. 5 Ocak 1938'de Yahudileri tipik bir Yahudi ön ve soyadı taşımaya mecbur kılan yeni bir yasa çıkarılır. Yahudi olan bir kimse artık devletten sosyal yardım alamaz. Yahudilere birçok diğer meslek yasaklanır. Yahudi öğrenciler Alman öğrencilerden ayrılırlar. Berlin'de 1600 Yahudi toplanır ve kapalı kamplara götürülür. Bu haber yayıldığında Yahudilerin işsizlerinden ve en fakirlerinden bir kısmı yurtdışına göç eder. Kısa bir zaman sonra Yahudilerin kaçmaları da zorlaşır. Birçok ülke Yahudi göçmenleri geri çevirmeye başlar.

NSDAP 1938 yılının Kasım ayında birçok ayaklanma organize eder. En şiddetli ayaklanma 9-10 Kasım'da gerçekleşen "Kristal Gecesi"'dir. Bu ayaklanmada yüzlerce yıllık sinagoglar, Yahudilerin dükkanları, evleri ve diğer mülkleri yakılır ve tahminen 400 Yahudi öldürülür. Diğerleri dövülür ve aşağılanır. Bundan sonraki birkaç gün içinde 36.000 Yahudi toplama kamplarına taşınır.

Bu ayaklanmaların amacı, aslında halkın ne türlü bir tepki göstereceğini tespit etmektir. Hitler'in sağ kolu Goebbels bu ayaklanmalardan sonra gazetelere şu başlığı bastırır; "Halkın ruhu kaynadı ve sonunda taştı". Bundan sonra Yahudilerin bazı diğer hakları da ellerinden alınmıştır. Artık Yahudilere ticaret yapmak ve birçok diğer şey yasaklanır. Artık bir Yahudi sırf işçi olarak çalışabilir. Bütün Yahudi dernekleri bir çatı altında toplanmaya zorunlu tutulur.

1939: Sistemli katliamın başlangıcı
II. Dünya Savaşının başlaması ile birlikte, 1 Eylül 1939'da asıl Yahudi soykırımı başlamıştır. Bütün Yahudilerin soyunu tüketme kararının 1941 yılının Ekim ayında mı yoksa yaz zamanında mı verildiği konusunda tarihçiler aynı fikirde değillerdir. Adolf Hitler aslında bu kararını 1925 yılında yazdığı "Mein Kampf" (Kavgam) adlı kitabında çoktan açıklamıştır.

1939 yılında Almanya'da bulunan bütün Yahudilerin toplanıp Polonya'da gettolara yerleştirilmeleri kararı verilmiştir. 1940 yılında Polonyadaki gettoların sayıları hızla artmaya başlar. Bu gettolarda açlıktan, soğuktan ve salgınlardan çok insan ölür. Gettolarda ölüm artık o kadar doğal bir şeydir ki kaldırımlarda açlıktan ölmek üzere yıkılan insanlarla ve yığılı duran cesetlerle kimse ilgilenmez.

9 Ekim 1941den itibaren bütün Yahudilerin iyi görünür şekilde bir Davud'un Kalkanı sembölü taşımaları zorunlu kılınır. Hala Almanya'da yaşayan son Yahudilerin evlerine "Burda bir Yahudi oturuyor" diye bir yazı ya da bir Davud'un Kalkanı resimi bırakılır. O zamana kadar rahat bırakılmış 65 yaş üzeri Yahudiler de kamplara götürülürler. 19 Ekim 1941'den sonra medyaya bu konu hakkında haber yayınlamak yasaklanır. Almanya'daki son Yahudilere et, buğday, süt, bal gibi gıdalar verilmesi yasaklanır. Artık hasta Yahudilere ilaç vermek yasaklanır. Yahudilerin bir mahkemeye başvurma hakları da ellerinden alındıktan sonra, artık Almanya'da kalan en son Yahudiler avlanmayı bekleyen kurbanlardan farksızdır.

Ölüm kampları

İlk ölüm kampı 1933'te Münih yakınındaki Dachau kentinde inşa edilmişti. Bu kamp ilk başta sırf siyasi tutukluları ortadan kaldırma amacıyla inşa edilmişti; yani Nazi-Hükümetini rahatsız eden Komünistler, Sosyal demokratlar, pasifistler, solcular ve diğer Nazi aleyhtarı entelektüeller.

Daha savaşın en başlarında Polonya'da uygulanan toplu halde kurşuna dizmeli katliam şekli, Nazilerin görüşüne göre çok az etkiliydi ve bu yüzden büyük kapsamlı bir "Temizleme" için, yeni yöntemler aranmaya başlandı. 1941 yılının sonbaharından itibaren "Gazlama-Kamyonları" kullanmaya başlamışlardı. Bu kamyona başka bir kampa götürüleceklerini sanan Yahudiler doldurulduktan sonra, Kamyonun egzoz dumanını kamyonun arka kısmına bağlıyorlardı ve bu yolla kamyondaki Yahudilerin egzoz gazından boğulması sağlanıyordu.

1939-41 yıllarında, Ruhsal ve bedensel engelliler, sabit "Gaz odalarına" Kamyon egzozu bağlanarak öldürülüyorlardı. Katliamın bu döneminde, engelli kurbanların üzerinde Nazi doktorları bir sürü yeni öldürme metodları denemişti. Bu deneylerde kazanılan tecrübeler katliamın devamında Nazilerin çok işine yarayacaktı.

Kamyon egzozu ile öldürme metodu da Nazilerin beklentilerini tatmin etmeyince, nihayet Fabrika usulu bir öldürme endüstrisi kurulmaya başlandı. Bu biçim "Öldürme Fabrikaları" bu yerlerde inşa edildi:

* Auschwitz-Birkenau (1941)
* KZ Chelmno (ya da Kulmhof) (1941)
* KZ Treblinka Varşau (1942)
* KZ Majdanek Lublin (1942)
* KZ Belzec Lublin yakınında (1942)
* KZ Sobibor Polonya
* KZ Maly Trostinez Minsk

Artık hayvan Vagonları Yahudiler ile doldurulup bu Fabrikaların içine kadar Tren ile götürülüyorlardı. Duş odası görünümüne sahip olan Gaz-Odalarına Yahudiler fazla itiraz etmeden toplu halde giriyorlardı. Böylece rahatlıkla, en etkili öldürme gazı olan Züklon B bu odalara pompalanıp, öldürülebiliyorlardı. Bu gaz 20 dakika süren çok eziyetli bir ölüme yol açıyordu. Sonra bu cesetler, sırf bu amaç için üretilmiş olan fırınlarda yakılıyordu.

Ayrıca kurbanların üzerinde, Alman doktorları ve bilim adamları sınırsız deney imkanı bulmuşlardı. Örneğin insanlar, fazla yüksek veya fazla düşük basınçlı odalara kapatılıp, hava basıncının insan üzerinde etkileri, buzlu suya sokulup ne zaman öldükleri araştırılıyor,insanların vücuduna petrol şırınga edilip yaşayıp yaşamadıkları kontrol ediliyor, bakterilerle enfekte edilip etkileri izleniyordu ve yeni ameliyat yöntemleri deneniyordu. Bu deneylerde en meşhur isim Alman doktor Josef Mengele olmuştur.

Öldürülenlerin altın dişleri toplanıp devlet bankasına gönderiliyor, ve bazı iddialara göre hatta kesilen saçları döşek üretiminde, vücut yağları ise sabun üretiminde kullanılıyordu. Ölülerden sabun üretildiği konusu savaştan sonra ilk başta New York Times gazetesi olmak üzere tüm dünya medyası'nın ele aldığı bir konu olmuş, Ruslar tarafından Nürnberg mahkemesine araştırılması istenen sabunlar getirilmiş ve Romanya'nın bir köyünde hatta sabun dolu kutular ölen yahudileri temsilen defnedilmişdir. Ancak daha yeni zamanda yapılan araştırmalar sonucu, ölülerden sabun yapma meselesi'nin sırf Yahudiler hakkında yapılan fıkralarla ortaya çıkıp, Ruslar tarafından ciddiye alınarak böyle boyutlara ulaşmış bir hikaye olduğu öne sürülmüştür.

Katliamın bilançosu ve kanıtları

Nazi döneminden kalma, Holokost'un tasarımını kanıtlayan yazılı belgelerin sayısı çok azdır. Bununla ilgili olarak, Nazi yönetiminin gelecek kuşaklara kanıt bırakmamak için belgeleri bilinçli olarak yokettiği fikri hakimdir. Holokost'un tasarımı devlet sırrı olarak değerlendiriliyordu ve Holokost'u tasarlayan yönetimin doğrudan emrinde olan yüksek pozisyonlu görevliler bu konuyu asla dışarıya taşımamak emrini almışlardı. Yani Holokost'u tasarlayanlar, yaptıklarının insanlık dışı olduğunun bilincindeydiler.

Heinrich Himmler'in 1940'ta yazdığı „Madagaskar planı“ adlı memorandum'da, bütün Avrupa Yahudileri'nin zorunlu şekilde toplanıp Madagaskar adasına yerleştirilmeleri fikri „Eğer Bolçeviklerin yaptığı gibi, bir halkın fiziksel şekilde tamamen ortadan kaldırılması Almanlığa yakışmaz ve imkansız olarak kabul edilirse, Yahudi sorunu'nun en insancıl nihai çözümü“ olarak ortaya konulmaktadır.[11]

Buna göre Yahudilerin ortadan kaldırılması'nın Hitler'in en yakın çevresinde bu dönemde çoktan sözü ediliyordu. Himmler'in 1943 yılının eylül ayında, toplu idamlara başlamış olan SS askerlerinin ve subayların karşısında yaptığı Pozen konuşması ndan sonra, Yahudi soykırımı Hitler'in emiri ile gerçekleşmişti.

Himmler'in özel doktoru Felix Karsten, Himmler'in kendisine „Savaşın sonuna kadar, bir tek Yahudi bile hayatta kalmıyacağını, Hitler bunu böyle istediğini“ söylediğini aktarmışdır. Yani Hitler bu emiri ancak 1941'in eylül'ünde Sovyetlere karşı mağlup olabileceğini kabul etmekle, buna tepki olarak değil, gücünün zirvesinde olduğu bir dönemde vermiştir.

Rusya'dan vaz geçilene kadar büyük bir ihtimalle, Yahudilerin Rusya'nın yaşamak mümkün olmayan bölgelerine sürülmeleri ve orada ölmeleri tasarlanıyordu. Ama Rusya'nın kolayca ele gecirilmesi gerçekleşmeyince, 1941'in sonbaharında daha savaş bitmeden doğu Avrupa'nın işgal edilmiş bölgelerinde nihai çözümün başlatılması kararı alınmıştı.

20. Ocak 1942'de Adolf Eichmann tarafından yönetilen yüksek devlet memurlarının Yahudi sorununun nihai çözümü nün organize edilmesi'nin ayrıntılarını konuştukları Wannsee Konferansı gerçekleşti (Bu konferansın protokölü en değerli kanıtlardan birisidir). Bu protoköle göre öldürülmeleri tasarlanan Avrupa Yahudilerinin sayısı 11 milyondu.

Kurbanların sayısı

Holokost kurbanlarının sayısı uzun zaman boyunca sırf kabaca tahmin edilmiştir. Nürnberg mahkemesi duruşmalarında 1946 yılında, öldürülen Yahudilerin hakkında ilk kez 6 milyon sayısı ortaya konulmuşdur. 1945'e kadar emniyet bakanlığında çalışmış olan Wilhelm Höttl adlı memur, Adolf Eichmann'ın kendisine anlattıklarını mahkeme karşısında şöyle açıklamışdır:

Ölüm kamplarında toplam dört milyon, diğer biçimlerde 2 milyon Yahudi öldürülmüşdür. Diğer biçimlerde öldürülenlerin çoğu Rusya'ya doğru ilerleyen ordunun içindeki SS komandoların bulduğu Yahudileri kurşuna dizmesi ile ölmüştür

Holokost araştırmacılığı bundan sonraki tarihlerde daha düşük sayılı tahminler ortaya koymuştur. 1953 yılında ingiliz tarihçi Gerald Reitlinger ölen Yahudilerin sayısını 4,2 - 4,7 milyon civarında tahmin etmiştir. ABD'li tarihçi Raul Hilberg ise 1961 yılında 5,1 milyon sayısını öne sürmüştür. Diğer bir ingiliz tarihçi Martin Gilbert 1982 yılında 5,7 milyon sayısını ortaya koynuştur.

1990 yılında, o zamana kadar tanılmayan belgeler dolu olan sovyet arşivleri, tarihçilere açılmıştır. Bu arşiv'de kamplara taşınanlar listeleri, sürgün için kullanılan trenlerin kalkış planları ve Yahudi cemaatlarının Holokost'dan önce ve sonra ki sayılarını içeren belgeler bulunmuştur. Bu belgelerin yardımı ile öldürülenlerin sayıları tekrar hesaplanmış ve örneğin Auschwitz ölüm kampında 1,1 milyon (900.000'i Yahudi) ile sanıldığından daha az insan öldürüldüğü ortaya çıkmıştır. Diğer ülkelerde öldürülenlerin sayılarıda daha ayrıntılı hesaplanabilmiştir.

Wolfgang Benz'in yazdığı „Dimension des Völkermords“ (1991, 2'nci basım 1996) adlı kitap'da, günümüzde en güvenilir bilgilere ve kaynaklara dayanarak yapılmış olan hesapların neticesi en güvenilir sayılar olarak kabul edilmektedir. Burkhard Asmuss'un 2002'de ortaya koyduğu daha kaba hesaplardan sonra, kabul edilen en modern sayılar en az 5,6 milyon ve en fazla 6,3 milyon sayıları arasında hareket etmektedir. Bu sayılar yaralarından ölenleri ve sürgün sırasında ölenleride dikkate almaktadır.

"Soykırımın boyutları" adlı kitabın verdiği sayılara göre, kurban sayılarının bölgesel dağılımı şöyledir (Nazi yönetimi altında olan dönemlerinde):
Ülke||||| Öldürülen İnsan Sayısı
Arnavutluk 600
Bulgaristan 11.000
Danimarka 161
Almanya 165.000
Fransa ve Belçika 32.000
Yunanistan 60.000
İtalya 7.600
Yugoslavya 55.000 – 60.000
Lüksemburg 1.200
Hollanda 102.000
Norveç 735
Avusturya 65.000
Polonya 2.700.000
Romanya 211.000
Sovyetler Birliği 2.100.000 – 2.200.000
Çekoslovakya 143.000
Macaristan 502.000

Soykırım inkarcılığı

Dünyanın birçok ülkesinde Yahudi Soykırımı'nı tartışmaya açmak suçtur. ABD'deki nefret yasaları gereği Yahudi soykırımını tartışmak toplumdaki nefreti artıracağından bu konuyu tartışmak yasaklanmıştır.

Avrupa'da ise bir İngiliz yazar, Yahudi soykırımının çok büyük çaplı olmadığını, ölen birçok Yahudinin tifo gibi hastalıklardan öldüğünü söyleyip, Almanya'nın hiçbir kampında gaz odasının bulunmadığını iddia ettiği için 3 yıl hapse mahkum edilmiştir.

İran cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinecat ise Yahudi Soykırımı'nın, Yahudileri Filistin'e yerleştirmek için uydurulmuş bir yalan olduğunu iddia etmiştir. Bu iddiaları geniş yankı bulmuş ve Müslüman ülkeler de dahil olmak üzere, bir çok kesimin ilgisini üzerine çekmiştir.
Quo vadis?

Benzer Konular

18 Ocak 2015 / Ziyaretçi Soru-Cevap
22 Mayıs 2016 / gistong Cevaplanmış
25 Kasım 2015 / Ziyaretçi Soru-Cevap
24 Nisan 2011 / Misafir Zooloji
22 Mayıs 2016 / Misafir Cevaplanmış