Arama

Kan, bağırsak, kalp, akciğer ve karaciğerin görevleri nedir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 12 Ekim 2014 Gösterim: 104.602 Cevap: 27
iloş - avatarı
iloş
Ziyaretçi
26 Aralık 2008       Mesaj #1
iloş - avatarı
Ziyaretçi
KANIN GÖREVİ BAĞIRSAKLARIN GÖREVİ KALBİN GÖREVİNİ AKCİĞER VE KARACİĞERİN GÖREVİNİ ARIYORUM...
EN İYİ CEVABI verdi
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Aralık 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kan;

Sponsorlu Bağlantılar
Kan,atardamar, toplardamar ve kılcal damarlardan oluşan damar ağının içinde dolaşan; akıcı plazma ve hücrelerden (alyuvar, akyuvar ve kan pulcukları) meydana gelmiş kırmızı renkli hayati bir sıvıdır. Kan ile ilgili tıbbi terimler genellikle hemo ve hemoto sözcükleri ile başlar. Bu sözcükler eski Yunanca'da kan sözcüğünü karşılayan haimadan türetilmiştir.Kolloit bir madde olup homojen görünse bile,heterojen bir karışımdır.
Kanın ana işlevi besin maddelerinin (oksijen, glikoz) ve
yapısal elemanların sağlanması ve atık maddelerin
(karbondioksit, laktik asit vs.) atılmasının sağlanmasıdır.
Her bedende 31 ile 52 litre arası kan bulunur. Bu miktar ortalama vücut ağırlığının %7-8'ini oluşturur. Kanın yarısı, sıvı olan bölümden yani plazmadan gelir. Diğer yarısı ise kanın içinde çeşitli görevler üstlenmiş olan hücreler veya moleküllerdir. Kandaki hücreler, vücuttaki kan miktarının yarısını oluşturmalarına rağmen, yan yana dizildikleri takdirde 96.500 km'lik bir çizgi oluşturabilecek kadar fazladırlar. Bu, dünyanın çevresini iki kez dolaşmaya yeterli bir uzunluktur.
Eğer kanın pıhtılaşmasına izin verilirse, tüpün üstünde kalan sıvıya serum denir. Serumda fibrinojen ve pıhtılaşma ile ilgili diğer proteinler, pıhtılaşmada kullanıldığı için yoktur. Diger bir deyişle plazma, fibrinojen ve serumdan oluşur.
Kanın en önemli görevi kalpten dokulara metabolik hadiseler için gerekli oksijeni taşımaktır. Bazı ufak ve basit yapılı canlılarda kanın yapısı deniz suyuna çok benzer. Bu canlıların vücut parçalarının gerek duyduğu oksijen bu sıvıda çözünmüş olarak taşınır. Daha karmaşık yapılı canlılarda dokuların oksijen ihtiyacı çok fazla olup, çözünmüş halde taşınan oksijen yeterli olamaz. Bunlarda “solunum pigmentleri” denilen renkli maddeler oksijeni bağlayarak dokulara taşırlar. Bu pigmentlerin (boya maddelerinin) kanda yaygın halde bulunmaları kanı kıvamlı ve akışkanlığı az bir hale getireceğinden insan ve diğer memelilerde pigment taşıyıcı özel hücreler vardır.
İnsanlarda kan, birçok canlı hücrenin bulunduğu karmaşık bir ortamdır. Her vücut kilosunda 70 mililitre kan bulunduğu kabul edilir. Bu hesaba göre 70 kg'lık normal bir erişkinde yaklaşık 5000 ml (5 litre) kan bulunur.
Kan, kalbin pompa vazifesi yaptığı bir kapalı sistemde dolaşır. Bu sistem kalp ile dokular arasında ve kalp ile akciğer arasında olmak üzere iki bölümdür. Bunlardan birincisine “büyük dolaşım sistemi”, ikincisine de “küçük dolaşım sistemi” denilir. Toplardamarlardan gelen kan kalbin sağ kulakçığına dökülür. Buradan sağ karıncığa geçen kan, kalbin kasılmasıyla akciğere yollanır. Akciğerde temizlenen kan, kalbin sol kulakçığına gelir, buradan da karıncığa geçtikten sonra vücuda pompalanır. Kan kılcal damarlardan geçerken oksijenini bırakır ve karbondioksit alır.
Dokuların oksijen ihtiyacını karşılamak ve artıkları almaktan başka kanın birçok önemli görevi daha vardır. Besin maddelerini taşır. Vitaminler, enzimler ve hormonların gitmeleri gereken yerlere ulaşmalarını sağlar. Kan aynı zamanda, enfeksiyonlara karşı vücudun savunmasında önemli bir role sahiptir. Bir iltihabi olaya karşı savaşırken, bir takım kan hücereleri direkt mikrobu tahribe çalışır, diğer bazıları antikor yaparak mikrobu tesirsizleştirir.
Kanın bir diğer önemli vazifesi de, iç dengeyi sağlamaktır. “Hemeostazis” adı verilen bu dengedeki en ufak değişiklik vücut için tehlikeli durumlar ortaya çıkarır. Vücut sıcaklığını ayarlamada önemli rol oynayan kan, metabolizması hızlı organlardan aldığı ısıyı, yüzeydeki damarlardan geçerken verir. Ayrıca kan ihtiva ettiği maddelerle vücudun sıvı-elektrolit dengesini de sağlar.

İnsan kanının bileşimi


Bir sıvı topluluğu gibi göründüğü halde, kan aynı zamanda bir vücut dokusudur. Bu vücut dokusunun ara maddesini diğer dokulardan farklı olarak bir sıvı meydana getirir. Plazma kanın % 55'ini teşkil eder. Kalan kısmı ise alyuvarlar, akyuvarlar ve pıhtılaşmada rol oynayan trombositlerden meydana gelmiştir.
Kan hücreleri kolaylıkla plazmadan ayrılabilir.. ...denilen cihazlarla yüksek süratle döndürme sağlanarak, kan hücreleri dibe çöktürülüp, plazmadan ayrılır. Kanın vizkozitesi (penisi) sudan 5-8 defa daha fazladır.
Her gün kanın belli kısmı yenilenir. Yaklaşık % 1 kadar kırmızı kan hücresi ölürken, yerlerine aynı miktar genç hücre kemik iliğinden kana verilir. Plazma miktarı da en ufak bir değişiklikte hemen dengelenir. Bir kan kaybı durumunda vücut denge mekanizmaları ile hemen hacmi sabit tutmaya çalışır. Önce dokulardan kana sıvı geçişi olur. Daha sonra hızla genç alyuvarlar kana verilmeye başlanır. Büyük miktarlarda kanın kaybedildiği durumlarda şok ortaya çıkar. Kaybolan kan yerine konmazsa şok durumu atlatılamaz.
Plazma: Kan plazması, % 91 su, % 8 organik maddeler ve % 1 inorganik maddelerden müteşekkildir. Organik bileşenlerin tamamına yakını, proteindir ve plazma için proteinlerin suda çözünmesiyle meydana gelir denir. Plazmanın üç temel proteini albumin, globulin ve fibrinojendir. 100 mililitre plazmada 4,5 gr albumin, 2,5 gr globulin ve 0,3 gr fibrinojen bulunur.
Albumin: Proteinlerin en küçük moleküllü olanlarından biridir. Kanın osmotik basıncının dörtte üçünü albumin sağlar. Osmotik basınç sayesinde kan-plazma oranı korunur. Albumin karaciğerde yapılır. Karaciğer bozukluğu olanlarda hipoalbuminemi denilen plazma albumin seviyesi düşüklüğü ortaya çıkar.
Globulin: Plazma globulinleri birçok değişik türdedir. Elektroforez metoduyla globulinler alfa, beta ve gamma parçalarına ayrılabilir. Alfa ve beta globulinler çeşitli proteinleri bağlayarak, çeşitli yerlere taşırlar. Gama globulinlerden ise hastalıklarda bağışıklık sağlayan savunma maddeleri yapılır.
Fibrinojen: Kan pıhtılaşma mekanizmasının en son basamağını yapan proteindir. Fibrinojen molekülleri fibrin liflerine dönerek katılaşırlar ve pıhtılaşma hasıl olur.
Proteinlerden başka plazmada alınan gıdaların metabolizma ürünleri olan ürik asit, kreatinin, amino asitler gibi bir takım organik moleküller de bulunur. Diğer organik maddeler ise glikoz, yağlar ve kolesteroldür.
Plazmanın başlıca inorganik bileşenleri elektrolitlerdir. Bunlar sodyum (Na+), klor (Cl-), kalsiyum (Ca++), fosfat (PO4)-3, sulfat (SO4)-2 ve mağnezyum (Mg++)dur.
Alyuvarlar: Kırmızı kan hücreleri kanın hücre kısmının tamamına yakınını meydana getirirler. Kanın her milimetre kübünde yaklaşık beş milyon alyuvar bulunur. Mikroskopta bakıldığında alyuvarlar, ortası çökük tavla pulu şeklinde görülür. Ortalama çapları 7,5 mikron olup, merkezdeki kalınlıkları bir mikrondur. (Bkz. Alyuvarlar)
Hemoglobin: Her kırmızı kan hücresinde oksijen bağlama yeteneğindeki bir proteinli boya (pigment) olan hemoglobin bulunur. Oksijenle dolu olan hemoglobine “oksihemoglobin” denir. Bu, kana parlak kırmızı rengini verir. Dokulara oksijen getirdikten sonra bir miktar karbondioksiti alarak akciğerlere getirir. Buna da “karbaminohemoglobin” denir. (Bkz. Hemoglobin)
Akyuvarlar: Alyuvarlardan ayrı olarak tam hücre özelliği gösterirler. Bir çekirdekleri ve diğer hücre organelleri vardır. 10-20 mikron çaplarıyla da alyuvarlardan daha büyüktür. Hareketleri amipsi şekildedir. Bir milimetreküp kanda yaklaşık 7000 kadar akyuvar bulunur. Beyaz hücreler ailesinin en önemli fertleri “granülositler” (parçalı nüveliler), “lenfositler” ve “monositler”dir. Akyuvarların % 60-70'ini granülositler, % 30-45'ini lenfositler % 10'dan az kısmını da monositler teşkil eder. Granülositler de aralarında “nötrofil”, “bazofil” ve “eozinofil” olmak üzere üç çeşide ayrılırlar. Bunların büyük çoğunluğunu nötrofiller teşkil eder.
Beyaz kan hücreleri iki yolla vücudun infeksiyonlara karşı savunmasını üstlenirler. Granülositler ve monositler mikroorganizmayı yutarak (fagositozla) yok ederken lenfositler antikor meydana gelmesine sebeb olarak mikroorganizmaya karşı çalışırlar. Akyuvarların en büyükleri olan monositler de bakteri ve ölü hücre kırıntılarını yerler. Ömürleri çok kısadır. İnsanda 4 gündür.Mikrobik khastalıklarda sayıları artar. (Bkz. Akyuvar, Antikor, Bağışıklık)
Kan pulcukları: Çapları sadece 1-2 mikron olan kanın en küçük hücreleri olan trombositler, pıhtılaşmada önemli rol oynarlar. Kırmızı kemik iliğindeki dev hücrelerin (megakaryosit) parçalanmasıyla meydana gelen oval veya yuvarlak, renksiz ve çekirdeksiz parçacıklardır.Trombosit olarak da bilinirler. Her milimetreküp kanda yaklaşık 150-400 bin trombosit bulunur. Kanda 9 gün sağ kalırlar. Yağ, protein ve karbonhidratlardan gayri bir takım enzimleri de vardır. Damar yaralanmalarında, damarın iç yüzüne yapışarak tıkarlar.Salgıladıkları trombokinaz enzimiyle pıhtılaşmada rol oynarlar.Pıhtı meydana geldiğinde katılaşarak yaranın ağzını büzerler ve kanamayı durdururlar. Trombositlerin pıhtılaşmadaki çok önemli görevlerinin dışında serotonin, adrenalin, noradrenalin ve histamin maddelerini taşıma vazifeleri de vardır.
Kan yapıcı organlar: Kan yapan organlar olarak, kemik iliği, lenf nodülleri (bezeleri) ve dalak sayılabilir. Ana karnında karaciğer, dalak ve kemik iliği tarafından yapılan akyuvar yapımını doğumdan bir süre sonra tamamiyle kemik iliği üstlenir. Dalak ve lenf bezleri “Lenfatik doku”nun en önemli kısımları olup lenfosit ve monositleri imal ederler. (Bkz. İlik)
Lenfatik doku: Bademcikler, timus, barsak mukozasında da bulunmasına rağmen, lenfatik dokunun iki büyük merkezi lenf bezleri ve dalaktır. Bu doku, lenfositleri meydana getiren lenfoblastlar ve monositleri yapan histiositlerden husule gelmiştir. Blenfositlerinden meydana gelen “plazma hücreleri” antikor yapımında görev alırlar.
Pıhtılaşma: Damar yaralanmalarında dışarı çıkan kanın, birtakım kimyasal reaksiyonlar sonucu sıvı halden pelte koyuluğuna veya katı hale geçmesine kanın pıhtılaşması denir.Pıhtılaşma sayesinde kan kaybı önlenir.Pıhtılaşma mekanizması, çok kompleks olmakla beraber olayın son kademesini ve esasını kanda çözünen plazma proteini fibrinojen'in çözünmeyen ipliksi yapıdaki Fibrin'e dönüşmesi teşkil eder.

Kanın pıhtılaşması


Herhangi bir darbe sonucu hasar gören doku, yırtılan kan damarlarının çeperleri ve kan pulcukları (trombositler) tarafından pıhtılaşma mekanizmasını başlatacak olan trombokinaz (tromboplastin) enzimi salgılanır.
Karaciğer tarafından salgınan ve üretimi için K vitaminine ihtiyaç duyulan aktif olmayan plazma proteini protrombin, trombokinaz enzimi tarafından trombin'e çevrilir. Trombin, kan pulcuklarını da yapışkan yapar. Böylece trombositler, yırtılan damarı tıkamak için damarın iç çeperine yapışmaya başlar.
Trombin, kalsiyum tuzları'nın varlığında bir enzim gibi görev yaparak karaciğerin bir salgısı olan plazma proteini fibrinojen'i, ince uzun iplikçikler şeklinde teşekkül eden fibrin'e dönüştürür.
Fibrin iplikçikleri, kırmızı kan hücrelerini, kan pulcuklarını ve proteinlerini bir ağ gibi sararak çökeltir. Yaranın içini dolduran bu çökeltiye pıhtı denir. Pıhtı, yavaşça büzülerek küçülür ve temiz sarı bir sıvı açığa bırakır. Bu sıvıya serum adı verilir.
Pıhtı bir süre sonra kurur. Yara, fibroblast hücreleri ve deriye ait dış tabaka hücreleri tarafından onarılır.
Damarların iç yüzeyleri kaygan olduğundan, kan buralara yapışıp pıhtılaşamaz. Ayrıca normal kan dolaşımı esnasında çeşitli maddeler pıhtılaşmayı önler. Bunlardan biri karaciğer tarafından üretilen heparin'dir. Heparinin çokluğu, K vitamini eksikliği, karaciğer hastalıkları pıhtılaşmayı geciktirir. Bu gibi durumlarda, bedende nokta halinde kanamalar görülür. K vitamini, sıcaklık, asitler, kalsiyum tuzlarının çokluğu da pıhtılaşmayı hızlandırır.
Damarda yaralanma, kireç toplanması veya kolesterin birikmesi gibi hallerde kan damarın içinde pıhtılaşabilir. Damarda meydana gelen bu pıhtıya emboli (tıkaç) denir. Bu pıhtının kalbi besleyen ince damarları (karonerleri) tıkamasından kalp enfarktüsü ortaya çıkar. Çok tehlikeli olan bu hastalıkta kalp kasları beslenemediğinden zaman içinde bozulur. Bu gibi hastalar kalp yetmezliğinden ölebilir.Tıkanma akciğer veya böbreklerde olursa akciğer ve böbrek enfarktüsü adını alır.
Hemofili denen irsi bir hastalıkta kan pıhtılaşması olmaz veya pek yavaş olur. Bu tip hastalar, bir diş çekiminden veya sünnet olmaktan ileri gelen kanamaların durmaması yüzünden hayatını kaybedebilirler. Bunlara kan vermek ve pıhtılaştırıcı ilaçlar şırınga etmek suretiyle yardım edilmeye çalışılır. Bu hastalık daha çok erkeklerde görülür. (Bkz. Hemofili)


Bağırsaklar;
Bağırsak, gastrointestinal kanalın mide ile anüs arasındaki kısmıdır ve insanlarda ve diğer memelilerde iki ana kısımdan oluşur: ince bağırsak ve kalın bağırsak.
İnsanlarda ince bağırsak üç kısma ayrılır:
  • duodenum,
  • jejunum,
  • ileum.
İnsanlarda kalın bağırsak da üç kısma ayrılır:
  • çekum,
  • kolon,
  • rektum.
Vücudun gıdadan besinlerin çıkarımı ve emiliminden sorumlu kısmı bağırsaktır. Mide'nin görevi büyük oranda gıda moleküllerinin besinlere parçalanmasıyken, bağırsak bu besinlerin kana girmesini sağlar. İnce bağırsak kıvrımlı bir yüzey yapısına sahiptir ki bu besinlerin bağırsak duvarından difüzyonu ve böylece de emilimi için uygun olan yüzey alanını arttır. Bu mikroskopik kıvrımlara mikrovilli denir. Yetişkin bir insanın ince bağırsağı, ortalama olarak, yaklaşık yedi metre uzunluğundadır.
Kalın bağırsak veya kolon birkaç çeşit bakteriye ev sahipliği yapmaktadır; bunlar insan vücudunun kendi kendine yok edemeyeceği moleküllerle ilgilenirler. Bu bir simbiyoz örneğidir. Bu bakteriler aynı zamanda bağırsakta(ki) gas üretiminin de nedenidirler. Kalın bağırsak ince bağırsağa oranla daha kısadır ve su reabsorpsiyonu ile kuru dışkıyı üretir.

Kalp


Kalp veya yürek (Arapça: قلب kalb; Farsça: قلب = kâlb ; Maltaca: qalb; Zazaca: qelb ; Latince: Cor), kalp kası olarak bilinen özel bir tip çizgili kastan oluşmuş kendiliğinden kasılma özelliğine sahip kuvvetli bir pompadır.
Metabolizma faaliyetleri sonucunda oluşan artık ürünlerin de vücuttan uzaklaştırılması, vücut ısısının düzenlenmesi, asit-baz dengesinin korunması, hormonlar ve enzimlerin vücudun gerekli bölgelerine taşınması gerekir. Bütün bu işlemleri kalp ve damarlardan oluşan dolaşım sistemi yapar.
Kalp bu sistem içerisinde motor görevi yapar. Kalp insanda dakikada 60-80 vuruş arasında değişen bir hızla günde 9000 litre kanı vücuda pompalar. Günde yaklaşık 100 bin, yılda 40 milyon, tüm insan hayatı boyunca yaklaşık 2,5 milyar kere, hiç durmadan yaklaşık 8 ton kanı vücuda pompalar. Normal bir insanda ortalama ağırlığı 250-300 gramdır.
Kalp memelilerde 4 odacıklı ve 4 kapakçıklıdır. Odacıklar sağ odacıklar ve sol odacıklar olarak 2 ana bölümden oluşur.
Sağ bölüm, kanın vücuttan döndüğü odacık olan sağ kulakçık (atriyum) sonra triküsbit kapak adı verilen 3 yaprakçıklı bir kapakçık ile ana odacık olan sağ karıncıktan (ventrikül) oluşur.
  • Kan vücutta oksijeni ve besin öğeleri kullanıldıktan sonra vena cava adı verilen 2 adet ana toplardamar ile sağ kulakçığa gelir.
  • Sağ kulakçıktan kan yerçekimi ve kulakçık kasılması ile aradaki kapak olan triküsbit kapaktan (3 yaprakçıklı kapak) geçerek sağ karıncığa girer.
  • Sağ karıncık ile pulmoner atardamar arasındaki kapağa da pulmoner kapakçık adı verilir. Sağ karıncık kanı pulmoner atardamar adını verdiğimiz bir damar yoluyla akciğerlere pompalar.
Sol bölüme kan akciğerlerden oksijenden zenginleştirilmiş olarak gelir.
  • Sol kulakçığa gelen bu kan yerçekiminin de etkisi ile ve biraz da sol kulakçığın kasılması yardımı ile sonradaki kapak olan mitral kapakçık adı verilen 2 yaprakçıklı bir kapaktan sol karıncığa akar.
  • Sol karıncık ile aort atardamarı arasında aort kapakçığı denilen 3 yaprakçıklı bir kapak bulunmaktadır. Sol karıncıktan temiz kan güçlü kasların kasılması etkisi ile aort atardamarı denilen ana atardamar vasıtasıyla vücuda sunulur.
  • Elimizi göğsümüzün sol tarafına götürdüğümüzde kalbimizden gelen sesin nedeni kulakçık ile karıncık arasındaki kapakçıkların açılıp kapanmasıdır.

Akciğer


Akciğer, hava soluyan omurgalılardaki temel solunum organıdır. Ana görevi atmosferdeki oksijeni kan dolaşımına nakletmek ve dolaşımdaki karbondioksiti atmosfere çıkartmaktır. Bu görev, gaz değişiminin vuku bulduğu milyonlarca küçük, müstesna biçimde çok ince duvarlı hava kesecikleri oluşturan dolaşımı sağlayamadan kanı boşa vermektedir. özelleşmiş hücrelerin mozaiği sayesinde gerçekleşir. Akciğerlerin solunumla ilgili olmayan görevleri de vardır.
Akciğer ile ilgili tıbbi terimler genellikle pulmo- ile başlar; bu Latince pulmonarius, "akciğerlerin", sözcüğünden gelmektedir ki bu sözcük de Yunanca pleumon yani "akciğer" ile akrabadır.
Karaciğer

Safra adı verilen bir salgı üretir.Safra sıvısı büyük yağ damlalarını daha küçük parçalara ayırarak yağların sindirimine yardımcı olur.Karaciğer, diyaframın hemen altında, sağ tarafta, yaklaşık olarak 2 kilogram ağırlığında, koyu kırmızı renkte yumuşak bir organdır. Yaşamak için gerekli olan birçok kimyasal olay bu organda meydana gelir. Vücudumuzdaki en büyük organdır. Latince adı Hepar'dır.
  • Günde yaklaşık olarak 4 su bardağı (1,50kg) safra salgılar.
  • Yağ, protein ve şeker metabolizmasını düzenler.
  • Vücudun ısısını ayarlar.
  • Vücuda su üretir
  • Yağ, protein, şeker ve kan yapımı için gerekli olan maddeleri depolar.
  • Kandaki şeker miktarını ayarlar.
  • Hormonların görevleri üzerinde etkili olur.
  • Pıhtılaşmada rol oynayan protrombin ve fibrinojeni üretir.
  • Yaşlı alyuvar hücrelerini parçalar. Embriyo döneminde kan hücrelerinin üretimini sağlar.
  • Kanda bulunan fazla glikozu glikojen halinde depo eder.
  • D, B, A ve bağırsaklarda sentezlenen, kanın pıhtılaşmasında rol oynayan K vitamini ile; demir, kalsiyum, bakır, protein ve yağları depo eder. Karotenden A vitamini sentezler.
  • Cinsiyet hormonlarının fazlasını yok eder.
  • Lenf yapımında görev alır. Antikorların önemli bir kısmını üretir.

Ziyaretçibeyza - avatarı
Ziyaretçibeyza
Ziyaretçi
18 Ocak 2009       Mesaj #3
Ziyaretçibeyza - avatarı
Ziyaretçi
iç organlarımızın görevleri nedir örnek beyin kalp karaciğer bağırsak akciğer yemek borusu
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
18 Ocak 2009       Mesaj #4
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
SAĞLIK BİLGİLERİ AKCİĞERLER: Akciğerler solda (iki parçalı), sağda(üç parçalı ) olmak üzere iki tanedir.Bu parçalara lob adı verilir. Solunumu sağlar. Kaburga kasları ve karın zarı (diyafragama) soluk almada görev alrlar.Kandaki karbondioksit miktarı solunumu etkiler
SİNDİRİM SİSTEMİ: Aldığımız besinlerin, vücutda bir dizi işleme tabi tutularak, enerji hammaddesi ve yapıtaşı öğelerine ayrılması, daha sonra kana geçmesine sindirim denir.Bu olayların geçtiği vücut bölümleri sindirim sistemidir.
a) Sindirim Sistemi Bölümleri :Bu sistemi oluşturan başlıca bölümler:
1)Ağız ve Dişler ,Yutak, Yemek Borusu, Mide, İnce Bağırsaklar, Kalın Bağırsaklar, Pankreas, Karaciğerdir.
b) Sindirim Olayları:İnce bağırsakların iç yüzünü döşeyen zarın içerisinde bulunan salgı bezlerinde maltaz, laktaz, sukraz gibi salgılarla karbonhidratların en alt birimlerine çevrilmesi sağlanır.Erepsin ise proteinlerin son kalıntılarını aminoasitlerine kadar parçalar. İnce bağırsakların i yüzeyinde bulunan ve villus denilen parmak şelindeki çıkıntılar sindirilen besinleri emer. Yağ molekülleri akkan damarlarına, amino asit ve glikoz ise bazı yağ asitleri ve gliserinle birlikte kılcal damarlara geçer. İnce bağırsağın alt ucunda sadece sindirilmeyen maddeler kalır. Suyun emilim yeri kalın bağırsaktır.Geri kalan bölüm dışkı olarak atılır.
c)Sindirim Sistemine nasıl yardımcı olunabilinir ? Sindirim sisteminin sağlıklı görev yapabilmesi için :
1) Düzenli ve belirli saatlerde yemek yemeye dikkat edilmeli, öğünler aksatılmamalıdır.
2) Öğünlere yeterli zaman ayrılmalıdır. Yemek yeme hemen bitirilmesi gereken bir zorunluluk olarak değil, özellikle zaman ayrılması gereken bir uygulama olarak kabul edilmelidir.
3) Özellikle yemek saati sinir bozucu konulardan ve tartışmalardan uzak kalınmalıdır. Bunlar , yemekte iştahın, mide ve ince bağırsak salgılarının azalmasına yol açar.
4) Yemekten sonra yürünmelidir. Yürümek sindirim organlarının daha etkili çalışmasını sağlar.
5) Sindirime yardımcı olmak , kabızlığı önlemek için her yemekte bir iki bardak su içilmelidir.
6) Belirli saatlerde tuvalete gitme alışkanlığı kazanmalıdır.
d) S.Sistemi bozukluklarının sebebi:gerginlik, tek yönlü beslenme, gıda zehirlenmesi, sağlıksız besin yenilmesi.
G)Boşaltım Sistemi :Hücreler artık maddeleri doğrudan kana verirler. Kan bunları alarak boşaltım organlarına iletir.
Böbreklere böbrek atar damarlarıyla ulaşan kan , böbrek toplar damarından çıkar. Böbrekten geçerken çok karmaşık ve olağanüstü bir süzme işlemine uğrar. Bu sırada kandaki bir çok madde korunurken diğerleri atılır.
a) Boşaltım sistemi bölümleri:
1) Böbrekler :İnsanın belinin iki yanında yer alan böbrekler, çukur orta bölümünden böbrek atar ve toplar damarı girer ve çıkar.Dış tabaka böbreğin kabuk bölümü ( korteks ), iç tabaka böbreğin öz bölümünü (medulla) oluşturur.Böbrek çanağının ortasına doğru bulunan piramitler vardır.Böbrekten çıkan idrar kanalı idrar torbasına bağlanır. Böbreklerden süzülen idrar aşağı doğru bu borulardan geçer ve idrar torbasında toplanır.
2) İdrar Torbası ve İdrar Boşaltım Kanalı
b)Böbreklerde Kanın Süzülmesi : Böbreklerin süzme işleminde antidiüretik hormon denilen hipofiz hormonu önemli yer tutar.Bunun eksikliği günde litrelerce sıvı kaybına yol açar.
Böbreklerin görevlerini yapmaması ,atılması gereken maddelerin kanda artımına yol açar.Buna üremi denir.
c) Böbrekleri korumak için :
1) Yeterli miktarda sıvı alınmalı, alınan sıvı miktarı sıcak ve kuru havalarda arttırılmalıdır.
2) Böbrek iltihaplanmaları zamanında tedavi edilmelidir.
3) Ağrılı işeme ve iltihaplı akıntılarda zamanında sağlık kuruluşlarına baş vurulmalıdır.
4) Boğaz enfeksiyonlarında doktorun verdiği tedavi yarıda kesilmemeli, tam olarak kullanılmalı, tedavi sonunda kontrole gitmelidir.
5) Her hastalıkta olduğu gibi korunma erken tanı ve tedavi çok önemlidir.
G) İç Salgı Bezleri
a) İç salgı bezi nedir ?Salgı bezlerine hormon denir. Bunların eksikliği veya fazlalığı önemli sağlık sorunlarına yol açar.Beynin alt bölümünde hipotalamus denilen ve hipofiz (pituiter) salgı bezi aracılığıyla diğer salgı bezlerini yönlendiren bir bölüm vardır.Bu, bir çok otomatik fonksiyonu da yönlendirir.ruhsal olaylarla yakın bir etkileşim içindedir.hipotalamus, salgılatıcı veya serbestleştirici faktör denen hormonlarla hipofizi kontrol eder.
b) Hipofiz (pituiter) salgı bezi : İki ayrı bez olarak da ele alınabilir.1) Ön hipofiz hormonları : Burası diğer salgı bezleri kontrol eden hormonları salgılar.2) Arka hipofiz hormonları : İki tanedirler.Antidiüretik hormon böbreklere sıvı alımını, oksitosin ise düz kas kasılmasını kontrol eder.
c) Böbrek üstü bezleri :Böbrek üstü bezi öz bölgesi adrenalin salgılar.Ruhi ve bedeni yüklenmelerde salgı artar.Kalp hızlanır, kan basıncı yükselir.Karaciğerin kana verdiği şeker miktarı artar.Bunun eksikliği ve fazlalığı da önemli sağlık sorunlarına yol açar.
d) Tiroid salgı bezi : Vücut metabolizmasını düzenler.Genellikle tiroksin olarak bilinir.
e) Paratiroid salgı bezi : Bu salgı bezleri parathormon ve tirokalsitonin denen iki hormon salgılar.Parathormon vücut kalsiyum ve fosfor dengesini sağlar.Yeterli kemik büyümesi ve kas kasılması için gereklidir.Parathormon veya kalsiyum azsa tetani denen durum ortaya çıkar.Bunda acil müdahale gerekir.Parathormon çok fazla ise kemiklerden çok fazla kalsiyum çekilir. Tirokalsi tonin kalsiyumun kemikte birikmesini kolaylaştırır.
f) Pankreas adacıkları :İnsulin ve glukagon denilen hormonları salgılar.İnsulin, glikozun hücre içerisine girerek kullanılmasını kolaylaştırır.Eksikliğinde kanda glikoz ne kadar artarsa artsın hücreler alıp kullanamaz.Bu duruma şeker hastalığı (diyabet) denir. İdrarla şeker atılır.Çok su içme, çok yemek yeme gibi belirtileri vardır.Şeker hastalığı olan anneler doktora baş vurmalıdır. İnsulin hormonu çok fazla salgılanırsa bu kez kanda glikoz çok azalır.
kaynak
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
18 Ocak 2009       Mesaj #5
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Sindirim - Sindirim Organları

Ağız boşluğu

Sindirim ağızda başlar. Besinler dişler tarafından parçalanırken tükürükle birleşerek lokma haline gelir ve yemek borusu yoluyla yutulur. Ama tükürük yalnızca yutmayı kolaylaştıran kaygan bir sıvı olmakla kalmayıp, sindirim için gerekli olan etken maddeleri de içerir. Bu etken maddeler, şeker ve nişasta içerikli besinleri ayrıştırırlar. Sindirim işlevinde dilin de önemli görevleri vardır. Tatlı, tuzlu, ekşi veya acı, tüm yediklerimizin tadını alır. Aldığı bu tatları ilgili organlara sinirsel sinyallerle ulaştırarak, midenin işlevlerini yönlendirmeye başlar.

Yemek borusu

Çiğnenen besinleri ağız boşluğundan mideye ulaştıran 30 cm kadar bir uzunluğa sahip olan bu borunun iç yüzeyi mukoza ile döşelidir. Göğüs kafesinde kalbin arkasından ve karın zarının içinden geçerek mideye ulaşır.

Üst bölümleri ısıya ve dokunulmaya karşı duyarlıdır, ama bu duyarlılık aşağı doğru indikçe azalır ve alt bölüm normalde tümüyle duyarsızdır. Besinlerin taşınmasını hızlandırmak için, yemek borusunun iç duvarı dalgalı bir ritimle kasılır.

Mide

Torba benzeri bir organ olan mide 1-2 litre kapsayabilir. Diyafram kası ve karaciğerin hemen altında, karın boşluğunun üst bölümünde yer alır. Yemek borusunun mideyle birleştiği bölümün adı mide ağzı (kardia), mideden bağırsağa geçişin adı ise mide kapısı (pilor) olarak adlandırılır. Mide duvarı dört katmandan oluşur. En üstteki katman olan mukoza, mide boşken kıvrımlar halindedir. Mukoza üç tip salgıbezi içerir: Kardiya bezleri, pilor bezleri ve midenin kendi salgıbezleri. Midenin kendi salgıbezleri, mide gövdesi ve mide kubbesinde yoğunlaşmıştır. Bu bezler, mukus, pepsinojen ve öteki protein parçalayıcı enzimleri salgılarlar. Yemek borusununkine göre, mide duvarı daha incedir ve daha az kas yapısına sahiptir. Mideye ulaşan besin lapasının mide sıvıları ile iyice karışabilmesini ve mide kapısı açıkken bu karışımın bağırsağa geçişini sağlayabilmek için, mide duvarı da ritmik bir kasılmayı sürdürür.

Besinlerin midede bekleyiş süreleri, onların özelliklerine göre değişim gösterir. Sindirimi zor besinler genellikle hafif besinlerden çok daha uzun süre midede beklerler. Kaz veya domuz kızartması gibi sindirimi çok zor olan besinlerin midede bekleyiş süreleri altı saati bulabilir. Buna karşın hafif besinler yarım saat içinde bağırsağa geçebilirler.

Onikiparmakbağırsağı

İncebağırsağın mideden başlayan ilk bölümüdür. Yalnızca on iki parmak eninde bir uzunluğa sahiptir. Pankreasın ve safrakesesinin safra yolları, onikiparmakbağırsağının orta bölümüyle birleşir. Safrakesesinin ve pankreasın salgıladığı önemli sindirim sıvıları, onikiparmakbağırsağından geçen besin lapasına azar azar eklenir.

Pankreas

Pankreas, sindirim salgıbezlerinin en önemlisidir. Günde ortalama 1,5 litre sindirim sıvısı üretir. Bu sıvı, örneğin şeker, yağ ve albümini evirtebilen (özelliklerini değiştirebilen) fermentler(mayalar) taşır.

Safrakesesi

Karaciğerin ürettiği safra sıvısının bekletildiği bir organdır. Yani depo görevi yapan bir organdır. Karaciğer hücreleri tarafından üretilen safra sıvısı ince bir kanalcıklar ağından akarak, karaciğerden ayrılan safra yolunun ağzına ulaşır. Safra sıvısı, ancak beslenme sırasında kullanılacağı için, önce safrakesesine ulaşır ve orada depolanır. Safra sıvıları karaciğerde aralıksız üretildiği için, amaca uygun bu depolama yöntemi kaçınılmazdır. Onikiparmakbağırsağına besin lapası ulaştığında, depolanmış olan safra sıvısı onikiparmakbağırsağına akmaya başlar. Bu işlem, sindirim için ve yağların ve de yağda çözünen vitaminlerin değerlendirilebilmesi açısından çok önemlidir.

İncebağırsak

Kıvrımlı bir yapıya ve yaklaşık 6-7 metre uzunluğa sahip olan incebağırsak, sindirim sisteminin en uzun bölümüdür. Yaklaşık 3-4 cm enindedir. İç yüzeyindeki mukozada küçük parmakçık biçiminde uzantılar bulunmaktadır. Bu uzantılarda, kan damarından zengin ağsı yapının üzeri epitelle döşelidir ve bağırsaktaki emilim işlevlerinin yerine getirilmesini sağlamaktadır. Böylece besin maddeleri emilerek kana ve lenf sistemine ulaştırılır. İncebağırsak ayrıca, içeriğini kalınbağırsağa ulaştırabilmek için, dalgalı ve ritmik bir kasılmayı sürdürür.

Kalınbağırsak

İncebağırsağın kalınbağırsağa eklendiği noktadan birkaç santimetre ilerde, sindirim bakımından hiçbir işlevi olmayan körbağırsak apandisi yer alır. Kalınbağırsak, karın boşluğundaki incebağırsak kütlesinin üstünde büyük bir kıvrım yapacak biçimde yerleşmiştir. Sağ böğür çukurundan başlayarak önce yukarıya, sonra sola ve ardından aşağıya doğru yönelerek incebağırsak kütlesini çevirir. İncebağırsaktan ayrıldığı ileum-körbağırsak kapakçığından makat deliğine kadar uzanır. Yaklaşık uzunluğu 1,5 metre kadardır. Kalınbağırsağın içindeki dışkı kitlesi dalgalı bir ritmik kasılmayla dışarı doğru itilir. Kalınbağırsağın iç yüzeyinde sindirim bezleri yoktur. Sindirim işlevi artık neredeyse sona ermiştir. Kalınbağırsakta bağırsak florası olarak tanımlanan yararlı bakteriler yaşar. Bu bağırsak florası, sindirilmeyen amit ve proteinlerin kokuşma ve mayalanmasıyla yıkımını, organizmaya yararlı vitaminlerin de yapımını sağlar. Sekiz-on saatlik bir beklemenin sonunda, artık kullanılamayacak olan atıklar düzbağırsağa(rektuma) ulaşır ve dışkılanır.

Pek çok hastalık beslenmemizle ilişkilidir. Özellikle mide ve bağırsak hastalıkları yanlış beslenme alışkanlıklarından kaynaklanır. Mide hastalıklarında sürekli bir artış gözlemleniyor. Pek çok kişi sindirim bozukluklarından şikayet ediyor. Bu sıkıntılar yalnızca günlük rahatsızlıklara neden olmakla kalmayıp, uzun vadede ağır hastalıklara da yol açabiliyor. Günümüz insanının beslenme alışkanlıkları dikkatle incelendiğinde, bu tür rahatsızlıkların oluşmasına şaşırmak gerekmemektedir. Çok fazla, çok yağlı ve çok hızlı yenilmektedir. Yemekten sonra sindirimin desteklenmesi için gerekli olan hareketlilik hemen hemen hiç yok gibi. Besinlerin yeterince çiğnenmeden yalanıp yutulması ile kabızlığa adeta çanak tutuluyor. İyice çiğnemenin sindirimin yarısı anlamını taşıdığını unutmamak ve dikkatle uygulamak gerekir. Gereğince parçalanmış biçimde mideye ulaşan besinler orada daha kısa sürede sindirilebilirler. Hafif besin maddeleri, bolca yağ ve albümin içeren besin maddelerine kıyasla mideyi daha az yorarlar. Buna göre, salata, biraz siyah ekmek, süt ürünleri ve yağsız et yemekle midenin yükü önemli ölçüde azaltılabilir, sindirim desteklenmiş olur. Ama genel gidişe bakıldığında, pek çok kişinin bu ilişkilerin farkında olmadığı görülüyor. Halbuki insan sindirimi çok hassas dengeler üzerine kurulmuş bir sistemdir. Bu sistemin basit bir parçası doğru çalışmadığında, tüm sindirim sistemi görevini tam olarak yapamayabilir.
Quo vadis?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Eylül 2009       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
karaci ğer in görevi neee
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Eylül 2009       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

karaci ğer in görevi neee

Karaciğer, yediğimiz yiyeceklerin vücut tarafından kullanılabilir hale gelmesini sağlar. Bunu yaparken, sindirim sisteminden gelen kan içindeki karmaşık molekülleri parçalayarak kullanılabilir veya depolanabilir moleküller haline getirir. Daha sonra faydalı olanları tekrar kan yoluyla diğer hücrelere gönderir. Zararlı olanları ise, birkaç işlemden geçirerek böbreklere yollar ve oradan da süzülerek üre halinde vücuttan atılmalarını sağlar.

Karaciğerin asıl görevi kan yoluyla aldığı besin maddelerini işlemek olduğu için, yapısının kanı muhafaza etmeye uygun olması gereklidir. Nitekim karaciğer de süngerimsi bir yapıya sahiptir. Hatta insan vücudundaki toplam kanın 800-900 gramı, her zaman karaciğer tarafından emilmiş durumdadır. Bu nedenle ağırlaşan organın vücut içindeki özel konumu da, diğer organlara zarar vermeyeceği ve görevlerini yapabileceği şekilde ayarlanmıştır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Aralık 2009       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ben kalbimizin görevlerini maddeler halinde istiyorum hiç bir yerde maddeler halinde bulamadım çıldırıcam Msn Sad
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Aralık 2009       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

ben kalbimizin görevlerini maddeler halinde istiyorum hiç bir yerde maddeler halinde bulamadım çıldırıcam Msn Sad

Kalbin yapısı ve görevleri
Sayılarla Kalp

İnsan vücudundaki atardamar,toplardamar ve kılcal damarların toplam uzunluğu yaklaşık 96 000 km uzunluğundadır ve dünyanın çevresini iki defa dönebilecek uzunluktadır.

Erişkin insan kalbi her dakika 5 litre,her gün 9000 litre kanı vücuda pompalamaktadır.

Kalp her gün yaklaşık 100.000 defa atmaktadır.

Ortalama 70 yıllık bir yaşam süresince 2,5 milyar defa kalp, atmaktadır.

İnsan kalbinin ağırlığı kadında 250, erkek de 300 gram kadardır.

Bir çocuğun kalbi yaklaşık sıkılı bir yumruk kadar,erişkin kalbi iki yumruk kadar büyüklüktedir.

Kanın %78'i sudur.

Kan yaklaşık 20 saniyede tüm beden yolculuğunu tamamlamaktadır.

Kalbin yapısı ilk defa 1706 yılında bir Fransız anatomi profesörü olan Raymond Viessens tarafından tanımlanmıştır.

Elektrokardiyografi aygıtı bir Hollandalı fizyolog olan Einthoven tarafından 1902'de keşfedilmiştir.


Kalbin Yapısı

Normal kalp yumruktan biraz daha büyük, kas yapısında güçlü bir pompadır. Günde ortalama 100.000 kez kasılarak, 8000 litre kanı sürekli olarak dolaşıma pompalar.

Kalp dört boşluktan oluşur. Üstte sağ ve sol olmak üzere iki kulakçık, altta ise sağ ve sol olmak üzere iki karıncık vardır.

Kalpte dört kapak bulunur: Triküspid kapak sağ kulakçık ile sağ karıncık arasında, pulmoner kapak sağ karıncık ile akciğerlere

kan taşıyan büyük damar (pulmoner arter) arasında, mitral kapak sol kulakçık ile sol karıncık arasında ve aort kapağı sol karıncık ile ana atar damar / şah damarı (aort) arasında bulunur.

Kalbin Çalışması

Organlardan gelen ve oksijeni az olan kirli kan toplardamarlar ile sağ kulakçığa dökülür, buradan triküspid kapak aracılığı ile sağ karıncığa geçer. Sağ karıncık kirli kanı pulmoner kapaktan pulmoner arter aracılığı ile akciğerlere pompalar. Akciğerlere gelen kan oksijenden zenginleşir. Oksijenden zenginleşen temiz kan, akciğer toplardamarları ile sol kulakçığa, buradan da mitral kapak aracılığı ile sol karıncığa geçer. Sol karıncığa gelen temiz kan aort kapağından geçerek aort aracılığı ile tüm organlara pompalanır. Sol karıncıktaki kanın basıncı kolda ölçülen kan basıncına eşittir.







Etten Jeneratör

Bir kalbi vücudun dışına çıkarırsanız kendi enerjisini tüketene kadar hiçbir bağlantısı olmadan çalışmaya devam eder. Kalbe gerekli kan sağlandığında, tüm sinir bağlantılarından ayrılsa bile saatlerce atar.
Burada ilginç bir durum söz konusudur. Bu ilginç durumu incelemek için kasların nasıl çalıştığını kısaca hatırlayalım; bir kasın çalışması için beyinden ya da omurilikten gelecek bir emre ihtiyaç vardır. Bu emir gerçekte sinir sistemi yoluyla iletilen bir elektrik sinyalidir. Kalbin yapısı tamamen kas dokusundan oluştuğu için, dakikada yaklaşık 70 kez atan kalbe dakikada 70 defa elektriksel uyarı yapılması gerekmektedir.
Ancak biraz önce belirtildiği gibi, bütün sinirsel bağlantıları kesilen ve vücudun dışına çıkartılan bir kalp bir süre daha atmaya devam eder. Bu durum akla, "bu kasılma emirlerinin nereden geldiği" sorusunu getirecektir.

Söz konusu durumu inceleyen bilim adamları çok şaşırtıcı bir durumla karşılaştılar. Kalbin içinde kendi elektriğini kendi üreten bir jeneratör bulunmaktaydı. İnsan vücudundaki et parçalarından bir tanesi olan kalpte bulunan ve yine etten yapılmış bir jeneratör’
Bilindiği gibi jeneratör enerji kesintisi durumunda devreye girerek enerji üretimine devam eden ve makinelerin zarar görmesini engelleyen bir alettir. İnsan vücudundaki en hayati organlardan bir tanesi olan kalp de herhangi bir enerji kesintisi karşısında zarar görmemesi için bu tür bir korumaya alınmıştır. Kalbin bir an durması vücutta son derece önemli hasarlara neden olabilir, hatta sonucu ölüm olabilir. Bu yüzden kalbi çalıştıracak elektrik sistemi kesintisiz bir şekilde işlemelidir. Bu elektrik sistemini inceleyen bilim adamları çok daha şaşırtıcı gerçeklerle karşılaştılar. Kalp yalnızca mikro bir jeneratör değil, birbiri içine geçmiş birçok bağlantıya sahip, programlı ve sistemli bir elektronik devreler bütünü sayesinde çalışmaktaydı. Bu elektronik kontrol ve yönetim sistemi, böbreklerden beyne, atardamarlardan hormonal bezlere kadar birçok etkenle işbirliği içindeydi.
Bilim adamlarının çok yakın bir dönemde keşfettiği, kalpteki bu kusursuz tasarım unutulmamalıdır ki, milyonlarca yıldır kesintisiz işlemektedir. Hiç istisnasız şimdiye kadar yaşamış olan on milyarlarca insanın tamamında bu sistem mevcuttu. Şu anda dünya üzerinde yaşamakta olan milyarlarca insanın da kalbi aynı kusursuz sistemle çalışmaktadır ve bundan sonra yaşayacak insanlarda da bu sistem var olacaktır. Bu, Allah'ın kusursuz yaratmasıdır.


KALBİN YAPISI VE ÇALIŞMASI

Kalp,insanın göğüs boşluğunda iki akciğerin arasında ve göğüs kemiğinin hemen arkasında yer alır.Ergin kadında ortalama 230-280 gr. erkekte ise 280-340 gr ağırlığındadır.Yaş ilerledikçe ağırlığı ve büyüklüğü de artar.Yandaki şekilde görüldüğü gibi dört odacıklı olan kalpte üstteki iki odacığa kulakçık,alttaki iki odacığa karıncık adı verilir.Sağ kulakçık ile sağ karıncık arasında üçlü,sol kulakçık ile sol karıncık arasında ikili kapakçık bulunur.Sağ kulakçığa üst ana toplar damar ile alt ana toplar damar bağlanır.Sağ karıncıktan ise akciğer atardamarı çıkar.Sol kulakçığa kalbin en büyük damarlarından biri olan aort atardamarı çıkar.Kulakçıklar ile karıncıklar arasındaki kapakçıklar karıncıklara doğru tek yönde açılır.Karıncıkları atardamarlara bağlıyan açıklıklarda da yarım ay şeklinde üçlü kapakçıklar bulunur.
Kalbin yapısında içten dışa doğru endokard,miyokard ve perikard olmak üzere üç farklı yapı görülür.
Kalbin çalışması,Kalp kasının kasılıp gevşemesi ile olur.Kalbin her odacığı kasılma sırasında içindeki kanı pompalar,gevşeme sırasında ise kanla dolar.

ANATOMİ

Kalbin dört boşluğu vardır. Atriumlar ile venntriküller arasında artriyoventriküller kapak bulunur. Bunun sol kalbde olanı mitral kapak, sağ kalbde olanı ise tricuspit kapaktır. Sol kalb çıkımında aort kapak, sağ kalp çıkımında ise pulmener kapak bulunmaktadır. Kalbin yapısı üç kenarlı bir piramide benzemektedir. Kalbe atrioventriküler bileşkeden teorik bir kesi yaparak kalbin bütün boşluklarının birbiriyle olan ilişkisi ortaya çıkar. Aorta kapak fizyolojik olarak sol ventrikül çıkım yolunda bulunur, anatomik olarak aort kapak, kalbin 3 kapağının ortasında bulunur. Santral fibroz yapı vasıtası ile aort, mitral ve tricuspit kapak birbiriyle ilişkidedir. Aort kapağın önünde pulmoner kapak bulunur.

Aort kapak üç kuspdan oluşmuştur. Sol koroner, sağ koroner ve non koroner kuspları vardır. Sağ ve sol koroner arterler kapağın üzerinde sağ ve sol koroner sinüslerden çıkarlar.

Mitral kapağın komplex bir yapısı vardır. Mitral kapak iki kapakçık, korda tendinea ve papiller adelelerden meydana gelmiştir. Geniş olan kapakçık anteromedial olarak bulunur. Mitral kapak açıldığında bu leaflet mitral kapak ile aortik orifis arasında durarak, bu iki yapıyı birbirinden ayırır. Papiller adeleler, ventrikül duvarından ayırarak, kordo tendinealar vasıtası ile mitral kapak leafletlerine yapışır. Anteromedial ve posteromedial popiller adeleler ventrikül sistolü sırasında, kapağı destekleyerek, mitral kapağın sol atriuma prolabe olmasına engel olurlar.

Sağ kalbdeki antrioyoventriküler kapak tricuspit kapaktır. 3 leafletden oluşmuştur. Anterior, postenor ve septal kafletleri vardır. Septal leafletin komşuluğunda koroner sinüs, A-V düğüm ve kalbin ana iletim sistemi bulunmaktadır. Mitral kapakta olduğu gib tricuspit kapağa da destek olan papiller adaleler vardır.

Pulmoner kapak ise 3 kuspdan oluşan bir kapaktır.

Kaynak



Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Aralık 2009       Mesaj #10
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
akciğer in görewi e Msn Happy

Benzer Konular

26 Haziran 2016 / Misafir Tıp Bilimleri
10 Mayıs 2016 / ThinkerBeLL Tıp Bilimleri
16 Nisan 2011 / _aSiLPreNs_ Tıp Bilimleri
22 Ağustos 2017 / Keten Prenses Tıp Bilimleri
1 Kasım 2014 / Misafir Cevaplanmış