Arama

1923-1940 yılları arasında ekonomi alanında gerçekleştirilen çalışmalar nelerdir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 1 Mayıs 2011 Gösterim: 56.137 Cevap: 15
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
4 Ocak 2009       Mesaj #1
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
1923-1940 yılları arasında ekonomi alanında gerçekleştirilen çalışmalar nelerdir?
EN İYİ CEVABI tHeBruTaLiTyOfHeLL verdi
Kapitülâsyonlar nedeniyle Osmanlı Devleti sanayileşmeye geçememişti. Ufak atölye ve imalâthaneler, birkaç da fabrika dışında, tamamen tarıma dayalı bir ekonomiye sahip, ana gelir kaynaklarını Düyunu Umumiyeye teslim etmiş, iflâs etmiş, borç içinde idi. Art arda gelen savaşlar ve nihayet Kurtuluş Savaşımız, yorgun halkımızı çok yoksul duruma düşürmüştü. Ülke harap olmuştu. Köylerin genç nüfusu savaşlarda erimiş olduğundan tarım yapılamaz olmuştu. Meyve ve sebzecilik çok azdı. Turunçgiller, çay üretimi hiç yapılmıyordu. Buğdaydan şekere her şey yurt dışından getiriliyordu. Madenlerimiz işletilemiyor ve bir kısmı da bilinmiyordu. Ülkenin her türlü gelir ve geçim kaynağı kurumuştu.
Modern tarım teknikleri bilinmiyordu. Ekonomik kalkınmayı gerçekleştirecek az sayıdaki aydınımız ve uzmanımız savaşlarda yitip gitmişti. Yatırım yapacak servet sahibi kişi yoktu. Kapitülâsyonlar ve azınlık imtiyazları nedeniyle Türkler ticaret hayatı dışında kalmışlardı. Ulusal bir tüccar sınıfı yoktu. Ülkede işsizlik çok büyük boyuttaydı. Kişi başına düşen millî gelir çok azdı. Üstelik Osmanlı Devletinin borçlarını da devralmıştık.
Sponsorlu Bağlantılar
Kurtuluş Savaşı sırasında halk varını yoğunu ordumuza vermişti. 2 Mayıs 1920de kurulan hükûmette İktisat Bakanlığına yer verilerek millî bütçe oluşturulmuş, tasarrufa çok önem verilerek ilk bütçemiz denk tutulmaya çalışılmıştı.
Zaferden sonra, ATATÜRK bağımsızlığın korunması için ekonomik savaşa devam edileceğini açıkladı: ... Siyasî ve askerî zaferler, ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ekonomik zaferlerle süslenmez, beslenmezse ömürlü olamaz... Ekonomik kalkınma, hür, bağımsız, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin bel kemiğidir.
17 Şubat 1923te İzmirde bir İktisat Kongresi toplandı. Kongreye sanayi, ticaret, ziraat ve işçi grupları temsilcileri katıldı. ATATÜRK, kongrede çöküşün temelinde ekonomik sorunların yattığını, ulusun yoksulluğunun nedenlerini ve çarelerini anlatan uzun bir konuşma yaptı. Kongrede dönemin şartlarına uygun olarak, devlet desteğinde ekonomik liberalizm benimsendi. Yani özel sektöre kalkınmada öncelik tanınacak, devlet müdahaleci değil millî sanayii, ihracatı, tarımı destekleyici, koruyucu ve özendirici olacaktı. Kredi imkânları sağlayacak bankalar kurulacaktı. Yerli malların kara ve denizde ucuz tarifeyle taşınması, ulaştırmanın geliştirilmesi, teknik eğitimin sağlanması, millî ekonominin oluşturulması kararlaştırıldı. Çiftçinin belini büken ama ülkenin ana gelir kaynağı olan aşar vergisi büyük bir fedakârlıkla kaldırılarak (1925) köylü rahatlatıldı.
1924 yılında İş Bankası, 1925te Sanayi ve Maadin Bankası, 1926da Emlâk ve Eytam Bankası kuruldu. Ziraat Bankası geliştirildi. 1926 yılında çıkartılan Kabotaj Kanunu ile Türk limanları arasında yolcu ve yük taşıma hakkı Türk gemilerine devredilerek yabancı gemilerin bu imtiyazları kaldırıldı. Yatırım, üretim ve yerli malı kullanılması teşvik edildi. Böylece döviz tasarrufu sağlanacak, dışa bağımlılık tehlikesi olmayacaktı.
Bu bankalar yeni kurulacak sanayi işletmelerine sermaye ve kredi konularında yardımcı olacak, eski işletmelerin modernleştirilmesini sağlayacaktı. İş Bankası çeşitli madenlere, kereste sanayiine, şişe ve cam fabrikalarına yatırım yaptı. Madenler işletilmeye başlandı.
1927de çıkartılan Teşviki Sanayi Kanunu, özel teşebbüsü sanayi alanına çekmek için devlet desteği getiriyordu. Sanayi kuruluşlarına ucuz devlet arsa ve binası tahsis edilecek, çeşitli vergi ve resimlerden indirim veya muafiyet tanınacaktı. Bu kanun özellikle şeker, dokuma, çimento sektörlerinde üretim artışı sağladı.
Yine 1927 yılında ziraî eğitimini düzeltmek üzere bir kanun çıkartıldı. Yurt dışına ziraat alanında eğitim yapmak üzere eleman gönderildi. Tarım alanında çiftçiyi eğitmek ve uzman yetiştirmek üzere çeşitli illerde ziraat mektepleri ve Ankarada Yüksek Ziraat Mektebi açıldı. Çiftçilere kooperatifler kurarak mallarını iyi şartlarda, kolay satmaları sağlandı. Ziraat Bankası kanalıyla tohumluklar ucuza getirtildi. Pulluk Kanunu ile pulluk üreten iş yerlerine prim ve faizsiz kredi verildi.
Ormanlar çıkartılan kanunlarla koruma altına alındı ve işletilmeleri düzenlendi. Yurt dışından ithâl edilen damızlık büyük ve küçük baş hayvanlarla hayvan cinsleri ıslah edildi, hayvancılık geliştirildi. Tavukçuluk çok ilerleme kaydetti. Hayvan hastalıklarıyla mücadele için aşı ve serum üretildi. Karadenizde çay, güneyde turunçgil tarımı başlatılarak bu alandaki büyük açık kapatıldı.
Ulaştırmaya büyük önem verilerek kısıtlı bütçemizle 1923-1940 yılları arasında ülkedeki demir yolu uzunluğu iki katına çıkartıldı. Osmanlı Devletinde mevcut 3350 kmlik demir yoluna 1939a kadar 3000 km daha eklendi. İç-Doğu-Batı Anadolu demir yolları ile birbirine bağlandı. Köprüler, sulama kanalları, hastahane, okul binaları yapıldı. Kapitülâsyonlarla işletmeleri yabancı devletlere verilmiş su, elektrik, hava gazı, liman işletmelerimiz büyük paralar ödenerek geri alındı.
1930da ulusal para işlerimizi ve siyasetimizi yürütecek Merkez Bankası kuruldu.
Tüm bu inanılmaz hizmetlere rağmen, çeşitli iç ve dış nedenlerle (yeterli sermaye, müteşebbis, iş gücü, uzman olmaması, 1928e kadar Lozan Antlaşması gereği gümrük vergilerinin sabit tutulması zorunluluğu, tarımda çok kurak dönemler yaşanması, Osmanlı Devletindeki imtiyazlara alışmış yabancı sermayenin Türkiyeye gelmemesi gibi) ekonomide beklenen hıza ulaşılmaması ve 1929da bütün dünyayı etkileyen büyük ekonomik kriz üzerine devlet ekonomik hayata müdahale etti. 1931de devletçilik ilkesi böylece hayata geçti.
1933 yılında ilk Beş Yıllık Sanayi Plânı hazırlandı. İthalât kısılarak ülkedeki üretim arttırıldı. Dışardan hiçbir yardım almadan özellikle dokuma, kâğıt, maden, kimya sanayilerine yatırım yapıldı.
1929-1939 döneminde dünya sanayii üretim artışı oranı %19, Türkiyede %96 oldu. Türkiyede kişi başına düşen gelir ve millî gelir arttı. Paramız değer kazandı. Merkez Bankasında döviz ve altın birikimimiz oldu. Enflâsyon hep çok düşük tutuldu, bütçemiz denk kalabildi.
Yıkılmış bir ülkeyi yeniden canlandırırken sermaye, imkân, yeterli iş gücü ve uzman alanlarında çekilen büyük sıkıntılara, ödenen dış borçlara rağmen Türkiye ATATÜRK döneminde her alanda ve tüm bölgelerde gerçek bir ekonomik inkılâp gerçekleştirdi ve en başarılı ekonomik dönemini yaşadı. Devletin, ülkemizin ve halkımızın içinde bulunduğu zor koşullardan ötürü, kamu yararı gereği olarak, ekonomik alanda hizmetlerin bir kısmını üstlenmesi, devletçilik ilkesinin de kaynağını ve anayasaya girme nedenini oluşturmaktadır.


EKONOMİK ALANDA GELİŞMELER :

Ekonomi: İnsanların üretim pazarlama ve tüketim alanında yaptıkları etkinliklerin tümüdür.

Osmanlı ekonomisi 1750’lerden itibaren çöküşe geçmiştir. Başlıca sebepleri ise kapitülasyonlar sanayinin gelişmemesi sürekli savaşlar tarımın bozulması ve dış borçlar idi.

Cumhuriyet döneminde ekonominin düzeltilmesi askeri zafer kadar önemliydi. Çünkü Atatürk’ün belirttiği gibi siyasi bağımsızlık ekonomik bağımsızlıkla tamamlanması gerekir.



Yeni Türk Devleti’nin ekonomi politikası İzmir İktisat Kongresi’nde belirlenmiştir:

Öncelikle milli kaynaklardan yararlanılacaktır

Üretici korunacaktır

Sanayi ve ihracat geliştirilecektir

Özel girişimciler desteklenecektir

Çiftçilerin desteklenmesi için bankacılık geliştirilecektir.



Tarım alanında yapılan başlıca etkinlikler:

Köylüyü rahatlatmak için “aşar” vergisi kaldırıldı

Ziraat Bankası aracılığı ile çiftçilere kredi sağlandı

Kooperatifçilik geliştirildi

Tarımda makineleşmeye önem verildi

Verimi arttırmak için tohum ıslahı ve çiftçinin eğitilmesine önem verilmiştir.

Ticaret alanında yapılan etkinlikler:

Cumhuriyet öncesi ticaret azınlıkların elindeydi. Türk milletini ticarette etkin kılmak için:

1-Bankacılığa önem verilerek ilk özel banka olan İş Bankası kuruldu

2-Tüccarlara kredi sağlandı

3-Türk limanları arasında yolcu ve yük taşıma hakkı(Kabotaj hakkı) Türk denizcilerine verildi.



Sanayi alanında yapılan etkinlikler:

Devlet sanayi kuruluşlarını kurarken özel girişimciler de desteklendi

1933 yılında “devletçilik” ilkesi uygulanarak girişimcilerin yapamadığı yatırımlar yapıldı

1939’da Karabük demir-çelik fabrikası kuruldu

Madencilik faaliyetleri için MTA Enstitüsü kuruldu.



Bayındırlık alanında : özellikle ulaşıma önem verilerek demir ve kara yolları geliştirildi. Liman ve hava alanları yapılıp hizmete sokuldu. Şehirlerin modernleştirilmesi için çalışıldı.


TÜRK ORDUSU VE MİLLİ SAVUNMA

Türk Ordusu ve Milli Savunma



Türk devletlerinin kuruluş ve yıkılışlarında ordu genellikle birinci derecede rol oynamıştır.

Türk ordusu gerektiğinde milletle bir bütün oluşturmuştur. Bunu en iyi örneği de Kurtuluş Savaşı’nda verilmiştir. Türk ordusunun temeli disiplin cesaret ve vatan sevgisine dayanır.

Bugün TSK dört ana bölümden oluşur:

Kara Kuvvetleri Komutanlığı

Hava Kuvvetleri Komutanlığı

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı

Jandarma Genel Komutanlığı.

Türk ordusunun görevi anayasada belirtildiği gibi “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni iç ve dış tehlikelere karşı korumak ve kollamaktır”. Ayrıca gerektiğinde doğal felaketlerde de halka yardım eder.

Milli savunma Milli Savunma Bakanlığı’nca yürütülmektedir. Ordunun beslenme barınma silah araç-gereç ihtiyacının giderilmesi ve askerlik işleri bu bakanlığın görevidir. Ordunun savaşa hazırlanması ise genel Kurmay Başkanlığı’nca yürütülür.


TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN DIŞ SİYASETİ

1. Nüfus Mübadelesi.

2. Yabancı Okullar Sorunu.

3. Irak Sınırı ve Musul Sorunu.

4. Milletler Cemiyeti ve Milletler Cemiyetine Girişimiz.

5. Balkan Antantı.

6. Montrö Sözleşmesi.

7. Sadabat Paktı.

8. Hatay Sorunu ve Sonucu.



Milli dış politikamız: Atatürkçü düşünce sisteminin esasları doğrultusunda barışçı bir yönde oluşturulur.



Milli dış politikamızın dayandığı başlıca esaslar:

Öncelikle milli gücümüze dayanmak ve bağımsızlığımızı üstün tutmak

Milli sınırlar içinde kalmak

Gerçekçi ve barışçı olmak

Uluslar arası ilişkilerde eşitliğe dayanan ilişkiler kurmak

Milli politikayı yürütürken iç teşkilatı dikkate almak

Başka devletlerin politika ve yönetim sistemlerinden etkilenmemek

Bilim ve teknolojiyi rehber kabul etmek.

Atatürk dış ilişkilerde özellikle bağımsızlığımızın zedelenmemesine dikkat edilmesini istemiştir. Çünkü Atatürk’e göre bağımsız olmayan devlet gerçekte devlet değildir. Atatürk’ün önem verdiği ikinci ilke de ilişkilerin mutlaka barışçı yoldan sürdürülmesi olmuştur. Bunu da “ Yurtta barış dünyada barış” ilkesiyle açıklamıştır.



Musul Sorunu ve Sonucu:

Musul sorunu Lozan Anlaşması’nda çözülememişti. Daha sonra İngiltere ile yapılacak görüşmelerde çözülmesi kararlaştırılmıştı.

1924’te başlayan görüşmelerde İngiltere Musul’un Irak’a ait olduğunu belirtiyordu. Gerçekte amacı Irak’ın kendi sömürgesi olduğundan buradaki petrol yataklarına sahip olmaktı. Hatta Musul’un yanı sıra Hakkari’nin de Irak’a katılması gerektiğini belirtiyordu.

İlk başta görüşmelerden sonuç alınamamış ve sorun İngiltere tarafından Milletler Cemiyeti’ne götürülmüştür.

Bu arada İngilizler Türkiye’yi iç işlerinde uğraştırmak için ortaya çıkan Şeyh Sait Ayaklanması’nı desteklemiştir.

Türkiye Milletler Cemiyeti ve Lahey Adalet Divanı kararlarını reddetmiştir. İkinci defa İngiltere-Türkiye arasında görüşmeler başlamış ve sonuçta 5 Haziran 1926’da varılan anlaşmaya göre bugünkü sınırımız çizilmiştir. Musul Irak’a bırakıldı. Ancak Irak elde ettiği petrolün %10’luk bölümünü 25 yıl süre ile Türkiye’ye verecekti.



Montrö Boğazlar Sözleşmesi :

Lozan Anlaşması ile Boğazların her iki yakası askersiz bırakılıyor ve yönetim uluslar arası bir komisyon tarafından sağlanıyordu. Türkiye bu şartları devletlerin silahsızlanmaya gitmesi şartıyla kabul etmişti. Ancak devletlerin 1933’ten sonra hızla bir silahlanma yarışına girmesi Almanya’nın Ren bölgesine girmesi Japonya’nın Mançurya ve İtalya’nın Habeşistan’a saldırması Türkiye’yi de kendi güvenliği açısından Boğazlar konusunda harekete geçirdi.

Lozan Anlaşmasını imzalayan ülkelere bir nota gönderen Türkiye İsviçre’nin Montrö kentinde bir konferansın toplanmasını sağladı. Burada imzalanan sözleşmeye göre;

1. Boğazlar Komisyonu kaldırılıp görevleri Türkiye’ye verildi

2. Boğazları her iki yakasında Türkiye asker bulundurabilecekti

3. Ticaret gemileri Boğazlardan geçebilecektir

4. Savaş gemilerinin geçişi için bazı sınırlamalar getirildi

5. Türkiye savaş durumunda savaş gemilerinin Boğazlardan geçişi konusunda serbesttir.



Balkan Antantı

I.Dünya Savaşı’ndan sonra dünya barışının sağlanamaması ülkelerin 1933’ten sonra silahlanmaya gitmesi Almanya’nın Balkanları hedefleyen politikaları Türkiye ve Yunanistan’ı telaşlandırmış ve bunlara Yugoslavya ve Romanya’nın da katılması ile dört ülke arasında Balkan Antantı imzalanmıştır. Amaç sınırları güvence altına almak ve tehlikeleri önlemektir. Ayrıca ekonomik alanda da işbirliği sağlanacaktı.



Sadabat Paktı

1935 yılında İtalya’nın Habeşistan’a saldırması Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’yu tehlikeye düşürmüştü. Bu yüzden Türkiye İran Irak ve Afganistan bir araya gelerek birbirlerinin güvenliklerini sağlayıcı işbirliği gidip aralarında Sadabat Paktı’nı imzaladılar.



Hatay Sorunu ve Sonucu:

20 Ekim 1920’de Fransa ile imzalanan Ankara anlaşması ile Türkiye-Suriye sınırı çizilmiş ve Hatay Fransa’nın mandası altında kalmıştı. Burada yaşayan Türklere hakları verilmişti. Ancak Fransa’nın buradaki mandasını kaldırması üzerine Hatay yeniden gündeme getirilmiştir. Konu Milletler Cemiyeti’ne götürülmüş ve Türkiye-Fransa arasında görüşmeler başlamıştı(1936). Sonunda 2 Eylül 1938’de bağımsız bir Hatay Devleti kuruldu. Ancak bu durum uzun sürmemiş ve Hatay meclisinin aldığı bir kararla Hatay ülkemize katıldı(1939).

Hatay’ın ülkemize katılmasında Atatürk’ün üstün çabası etkili olmuştur. Barış yoluyla kazanılmış siyasi bir başarıdır.

Jeopolitik: Bir devletin ekonomik coğrafi siyasal ve stratejik özelliklerinin dış politikayı etkilemesidir.



Türkiye sahip olduğu coğrafi konum uluslar arası politikaları etkileyen özelliklere sahiptir. Bunların başlıcaları:

Türkiye’nin Asya Avrupa ve Afrika’yı birleştiren stratejik bir konumda olması

Boğazlar sayesinde deniz ticaret yollarına hakim olması

Batı ile Orta Doğu arasında bir köprü durumunda olması

Bir dünya savaşı ihtimalinde çok önemli bir coğrafi konumda olması

Zengin eski uygarlıkların mirasına sahip olmasıdır.



Türkiye’nin bu önemi güçlenmemizi istemeyen bazı devletleri aleyhimizdeki bazı faaliyetleri desteklemekte ve gelişmemizi engellemeye çalışmaktadırlar. Bu amaçla iç ve dış tehdit unsurlarını desteklemektedirler. Özellikle terörizm faaliyetlerini destekleyerek hem Türkiye’yi içten çökertmeye çalışmakta hem de kendilerine silah pazarı yaratmaktadırlar. Bu şekilde davranan devletler terörizmin yayılmasına en büyük katkıyı yapmış olmaktadırlar. Bunun yanı sıra bazı devletler geçmişte yaşanan bazı olayları günümüzde gerçek dışı bir durumda ortaya çıkarmakta ve uluslar arası ilişkilerimizi bozarak bizi zor durumda bozmaya çalışmaktadırlar. Ermeni soykırımı iddiası bu amaçla kullanılmaktadır.

Bütün bu tehditlerin önüne geçmek ve sahip olduğumuz stratejik avantajları korumak toplum olarak birlik olmamız ve her alanda güçlenme çalışmaları yapmamızla mümkündür.



ATATÜRKÇÜLÜK - TÜRK İNKILABININ DAYANDIĞI İLKELER VE TÜRK İNKILABININ NİTELİKLERİ

A) Temel İlkeler:

1. Cumhuriyetçilik.

2. Milliyetçilik.

3. Halkçılık.

4. Laiklik.

5. Devletçilik.

6. İnkılapçılık.

7. Bütünleyici İlkeleri

8. Milli Egemenlik

2. Milli Birlik ve Beraberlik Ülkü Bütünlüğü

3. Özgürlük ve Bağımsızlık

4. Yurtta Barış Cihanda Barış.

5. Bilimsellik ve Akılcılık.

6. Çağdaşçılık ve Batılaşma.

7. İnsan ve İnsanlık Sevgisi.



Türk İnkılabının Nitelikleri :

Atatürkçülük: Atatürk’ün devlet fikir ekonomik hayat ve devlet kurumlarını ilgilendiren görüş ve ilkelerinin bütünündür.

Atatürkçülüğün Oluşmasına neden olan başlıca etkenler:

Osmanlı Devleti’nin yönetim şeklinin(Mutlakıyet) günün şartlarına uymaması

Fransız İhtilali’nin etkisi ile ülkenin dağılışının gittikçe hızlanması

Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki bilimsel ve teknolojik gelişmeleri izleyememesi

I.Dünya Savaşı sonunda vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığının tehlikeye düşmesi

Osmanlı padişah ve hükümetlerinin olaylar karşısında çözüm üretememeleri.



Atatürkçülüğün başlıca amaçları:

Tam bağımsızlık

Toplum refahını sağlama

Millet egemenliğini sağlama

Akıl ve bilimi rehber kılma

Türk milletini çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma.





Atatürkçülüğün Nitelikleri:

Milletin ihtiyaçlarından kaynaklanmış olması

Hayalci olmaması

Bir bütün olarak Atatürk ilklerine dayanması

Akıl ve bilimi rehber kabul etmesi

Düşünce ve vicdan hürriyetine saygılıdır

Milli birlik ve bütünlüğe önem vermesi

Barışçı olması.



Atatürkçü Düşüncede Özellik Taşıyan Önemli Yaklaşımlar:

Atatürkçü düşünce kişinin hak ve hürriyetlerini koruyucu bir anlayışa sahiptir

Uluslar arası düzeyde kabul edilen tüm hak ve özgürlükler Atatürkçü düşüncede yer alır

Atatürkçü düşünce hürriyeti her ilerlemenin anası kabul eder

Atatürkçü düşünce devleti kişinin hak ve hürriyetlerinin korunmasından sorumlu tutar

Kişi hak ve hürriyetlerine karşı kişi vatandaşlık ödevleriyle yükümlü olur.



Atatürk İlkeleri:

Atatürk’ün inkılaplarını gerçekleştirirken uyguladığı yöntemlerin dayandığı esasların sistemidir.

Atatürk İlkelerinin Amaçları:

Türk toplumunu aklın ve bilimin rehberliğinde uygarlık düzeyine çıkarmak

Türk toplumuna mutlu bir yaşam sağlama

Bağımsız ve güçlü bir Türkiye yaratmak şeklinde özetlenebilir.



Atatürk İlkelerinin Ortak Özellikleri:

Sorunları akıl ve bilimin kurallarına göre çözmeyi öngörür

Kişinin hak ve özgürlüklerini korur

Demokratik kurallara uymayı esas alır

Başkasına özenerek veya taklit ederek belirlenmemiş toplumun ihtiyaçlarından doğdu

Atatürk ilkleri bir bütün olarak değerlendirilir birbirini tamamlayıcıdır.



Atatürk İlke ve İnkılaplarının Dayandığı Esaslar:

Vatan ve millet sevgisi

Milli egemenlik

Bağımsız ve özgür düşünce

Milli birlik

Ülkenin bölünmezliği

Türk toplumuna inanma ve güvenme.



Atatürk İlkeleri:

a)Cumhuriyetçilik:

Egemenliğin sahibinin millet olduğu bir yönetimdir

Temsili demokrasiyi esas alan bir yönetimdir

Milletin seçtiği temsilcilerden oluşan TBMM son söz yetkisine sahiptir

Millet temsilcilerini değiştirebilir

Atatürk Gençliğe Hitabesinde cumhuriyetin korumalığını Türk gençliğine vermiştir.



b)Milliyetçilik:

Milleti sevmek ve milli çıkarları her şeyden üstün tutmayı öngörür

Vatandaşlar arasında hiçbir ayrım yapmaz birlik ve beraberliğe dayanır

Vatanın bütünlüğünü ve bağımsızlığını esas alır

Tüm vatandaşları Türk olarak kabul eder

Irkçılığı reddeder.



c)Halkçılık:

Türkiye vatandaşı olan herkesi kanun önünde eşit sayar

Halkın devlet yönetimine eşit katılımını sağlar

Siyaset ve yöneticilerin halk için çalışmasını öngörür

Halkı bir bütün kabul ettiği için sınıf ayırımını reddeder.





d)Devletçilik:

Atatürk’ün ekonomik görüşlerini ifade eder

Ekonomik kalkınmada özel teşebbüsün yanı sıra devletin de yatırımları yapmasını öngören karma sistemi esas alır.

Sosyal güvenliğin sağlanmasını devletin görevi olarak görür.



e)Laiklik:

Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını ön görür

Din ve vicdan özgürlüğünü sağlar

Dini inançları kullanarak halkın sömürülmesinin önüne geçer

Devlet yönetiminde aklın hakim olmasını ister

Dinde de serbest düşüncenin ve araştırmanın önünü açar

Toplumun inancında hoşgörünün hakim olmasını sağlar

Dinin gerekleri için hizmet edilmesini de sağlar



f)İnkılapçılık:

Yeniliği esas alır

Sürekli yeniliklere açık olmayı ister

Yeniliklerle toplumun ihtiyaçlarının karşılanmasını amaçlar



Atatürk ilkelerine sahip çıkarak devamlılığını sağlamak bizim temel görevimizdir.

Çünkü;

Türkiye Cumhuriyeti’nin devamının garantisidir

Hak ve özgürlüklerimizin sağlayıcısıdır

Millet egemenliğini sağlarlar

Kalkınmamız için gerekli bilimsel programın sağlayıcısıdır

Milli birlik ve beraberliğimizi sağlarlar

Bu ilkelerin devamını sağlamak için onların anlamını bilmek yeterli değildir. Bu anlamı yaşamamız gerekir. Ayrıca bunları gelecek nesillere aktararak sonsuz kılmalıyız.



1919-1938 yılları arasında verilen mücadele ile bağımsızlığımız milli egemenliğimiz cumhuriyetimiz ve demokrasimiz sağlandı. Bu mücadele Atatürk ilkeleri doğrultusunda yapılmış ve başarılmıştır. O halde Atatürk ilkeleri bizim varlığımız kadar önemlidir. Çünkü varlığımız bu sayede sağlanmıştır.

Hedefimizi ve hedefimizin gerçekleştirilmesi yolunu bize Atatürk ilkeleri göstermektedir. Bu ilkeler doğrultusunda gelişmişliğimizi daha da ileriye götürmeliyiz.


ATATÜRK'ÜN ÖLÜMÜ VE İSMET İNÖNÜ'NÜN CUMHURBAŞKANI SEÇİLMESİ

1. Atatürk'ün Ölümü.

2. İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanı Seçilmesi.

3. İsmet İnönü'nün Keşiliği ve Devlet Adamlığı.

Atatürk ölünce 11 Kasım 1938 tarihinde toplanan TBMM Atatürk’ün en yakın silah ve fikir arkadaşlarından olan İsmet İnönü’yü Türkiye’nin 2. cumhurbaşkanı seçti.

İnönü Atatürk’ün yolunda memleket ve milletine 1950 yılına kadar cumhurbaşkanı olarak hizmet etmiştir.

I.Dünya Savaşı’nın ardından yapılan barış anlaşmaları kalıcı bir barış getirmedi. Aksine yenilenlere çok ağır anlaşmalar imzalatıldığından yeni bir savaşın tohumlarını ekti. Nitekim Almanya’da Hitler İtalya’da ise Mussolini iktidara gelince ırkçı bir politika izlemiş kısa sürede silahlanmaya başladılar. Bu ise yeni bir savaşın belirtileriydi.

Atatürk Hitler’in ve Mussolini’nin politikalarını değerlendirirken yakında bir savaşın olacağını önceden görüyordu. Bu da Atatürk’ün ileri görüşlülüğünü gösterir.


II. DÜNYA SAVAŞI VE SONRASI

A) II. Dünya Savaşı :

1. Savaş Öncesi Devre ve Üçlü Paktı.

2. II. Dünya Savaşıın Nedenleri.

3. Savaşın Gelişimi ve Sonuçları.

4. II: Dünya Savaşında Türkiye'nin Tutumu.

(Kahire ve Adana görüşmeleri üzerinde durulması)

B) II. Dünya Savaşından Sonra Türkiye'nin İç ve Dış Siyaseti:

1. Birleşmiş Milletler ve Türkiye'nin Üye Olması.

2. Çok Partili Döneme Geçiş.

3. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi.

4. Kore Savaşı.

5. Kuzey Atlantik Paktı.

II.DÜNYA SAVAŞI

II.Dünya Savaşı’nın Sebepleri:

1. I.Dünya Savaşı’nın ardından imzalanan anlaşmalar Avrupa’nın dengesini bozmuştu

2. Almanya yeni sömürgeler elde etmek bir yana kendi topraklarını bile kaybetmişti

3. İtalya I.Dünya Savaşı’ndan galip çıkmasına rağmen ağır bir ekonomik sıkıntısı vardı

4. Japonya Uzakdoğu’da bir imparatorluk kurmak istiyordu

Aynı politikayı izleyen Almanya ve İtalya Mihver Devletler Grubu’nu kurdu. Daha sonra bunlara Japonya da katılacaktır.

Bir süre sonra Almanya ve İtalya önceki anlaşmaları tanımadılar. İtalya Habeşistan’a; Almanya da Ren bölgesine saldırıp Avusturya’yı ve Çekoslavakya’yı da işgal etti.

Fransa ve İngiltere kendi ekonomik sorunlarıyla uğraştığı için ilk başta bu işgallere ses çıkarmadılar. Ancak Almanya Polonya’yı Sovyet Rusya ile bölüşünce daha önceden Polonya’ya güvence veren Fransa ve İngiltere Almanya’ya savaş ilan etti.(1 Eylül 1939).

Kısa sürede savaş yayılacaktır. İtalya Japonya Bulgaristan Macaristan ve Romanya Almanya’nın yanında savaşa katılacaktır.

Almanya Fransa’nın Paris kentinin yanı sıra Norveç Danimarka Belçika Lüksemburg’u işgal edip İtalya ile beraber Yunanistan ve Afrika’da Mısır’a kadar ilerlediler.

ABD 1941’de Japonya’ya savaş ilan edince Almanya ve İtalya da ABD’ye savaş ilan ettiler. Savaş 1945 yılının ortalarına kadar devam etti. Savaşın çok uzaması ve geniş bir alana yayılması nedeniyle zayıflayan Almanya ve taraftarları yenilerek teslim oldular. Japonya bir süre daha savaşı sürdürmesi üzerine ABD iki atom bombasını Hiroşima ve Nagazaki kentlerine attı. İki şehir yok olup yüz binlerce insan öldü.Japonya teslim olmak zorunda kaldı.

Son düzenleyen fadedliver; 4 Ocak 2009 21:27
tHeBruTaLiTyOfHeLL - avatarı
tHeBruTaLiTyOfHeLL
Ziyaretçi
4 Ocak 2009       Mesaj #2
tHeBruTaLiTyOfHeLL - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Kapitülâsyonlar nedeniyle Osmanlı Devleti sanayileşmeye geçememişti. Ufak atölye ve imalâthaneler, birkaç da fabrika dışında, tamamen tarıma dayalı bir ekonomiye sahip, ana gelir kaynaklarını Düyunu Umumiyeye teslim etmiş, iflâs etmiş, borç içinde idi. Art arda gelen savaşlar ve nihayet Kurtuluş Savaşımız, yorgun halkımızı çok yoksul duruma düşürmüştü. Ülke harap olmuştu. Köylerin genç nüfusu savaşlarda erimiş olduğundan tarım yapılamaz olmuştu. Meyve ve sebzecilik çok azdı. Turunçgiller, çay üretimi hiç yapılmıyordu. Buğdaydan şekere her şey yurt dışından getiriliyordu. Madenlerimiz işletilemiyor ve bir kısmı da bilinmiyordu. Ülkenin her türlü gelir ve geçim kaynağı kurumuştu.
Modern tarım teknikleri bilinmiyordu. Ekonomik kalkınmayı gerçekleştirecek az sayıdaki aydınımız ve uzmanımız savaşlarda yitip gitmişti. Yatırım yapacak servet sahibi kişi yoktu. Kapitülâsyonlar ve azınlık imtiyazları nedeniyle Türkler ticaret hayatı dışında kalmışlardı. Ulusal bir tüccar sınıfı yoktu. Ülkede işsizlik çok büyük boyuttaydı. Kişi başına düşen millî gelir çok azdı. Üstelik Osmanlı Devletinin borçlarını da devralmıştık.
Sponsorlu Bağlantılar
Kurtuluş Savaşı sırasında halk varını yoğunu ordumuza vermişti. 2 Mayıs 1920de kurulan hükûmette İktisat Bakanlığına yer verilerek millî bütçe oluşturulmuş, tasarrufa çok önem verilerek ilk bütçemiz denk tutulmaya çalışılmıştı.
Zaferden sonra, ATATÜRK bağımsızlığın korunması için ekonomik savaşa devam edileceğini açıkladı: ... Siyasî ve askerî zaferler, ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ekonomik zaferlerle süslenmez, beslenmezse ömürlü olamaz... Ekonomik kalkınma, hür, bağımsız, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin bel kemiğidir.
17 Şubat 1923te İzmirde bir İktisat Kongresi toplandı. Kongreye sanayi, ticaret, ziraat ve işçi grupları temsilcileri katıldı. ATATÜRK, kongrede çöküşün temelinde ekonomik sorunların yattığını, ulusun yoksulluğunun nedenlerini ve çarelerini anlatan uzun bir konuşma yaptı. Kongrede dönemin şartlarına uygun olarak, devlet desteğinde ekonomik liberalizm benimsendi. Yani özel sektöre kalkınmada öncelik tanınacak, devlet müdahaleci değil millî sanayii, ihracatı, tarımı destekleyici, koruyucu ve özendirici olacaktı. Kredi imkânları sağlayacak bankalar kurulacaktı. Yerli malların kara ve denizde ucuz tarifeyle taşınması, ulaştırmanın geliştirilmesi, teknik eğitimin sağlanması, millî ekonominin oluşturulması kararlaştırıldı. Çiftçinin belini büken ama ülkenin ana gelir kaynağı olan aşar vergisi büyük bir fedakârlıkla kaldırılarak (1925) köylü rahatlatıldı.
1924 yılında İş Bankası, 1925te Sanayi ve Maadin Bankası, 1926da Emlâk ve Eytam Bankası kuruldu. Ziraat Bankası geliştirildi. 1926 yılında çıkartılan Kabotaj Kanunu ile Türk limanları arasında yolcu ve yük taşıma hakkı Türk gemilerine devredilerek yabancı gemilerin bu imtiyazları kaldırıldı. Yatırım, üretim ve yerli malı kullanılması teşvik edildi. Böylece döviz tasarrufu sağlanacak, dışa bağımlılık tehlikesi olmayacaktı.
Bu bankalar yeni kurulacak sanayi işletmelerine sermaye ve kredi konularında yardımcı olacak, eski işletmelerin modernleştirilmesini sağlayacaktı. İş Bankası çeşitli madenlere, kereste sanayiine, şişe ve cam fabrikalarına yatırım yaptı. Madenler işletilmeye başlandı.
1927de çıkartılan Teşviki Sanayi Kanunu, özel teşebbüsü sanayi alanına çekmek için devlet desteği getiriyordu. Sanayi kuruluşlarına ucuz devlet arsa ve binası tahsis edilecek, çeşitli vergi ve resimlerden indirim veya muafiyet tanınacaktı. Bu kanun özellikle şeker, dokuma, çimento sektörlerinde üretim artışı sağladı.
Yine 1927 yılında ziraî eğitimini düzeltmek üzere bir kanun çıkartıldı. Yurt dışına ziraat alanında eğitim yapmak üzere eleman gönderildi. Tarım alanında çiftçiyi eğitmek ve uzman yetiştirmek üzere çeşitli illerde ziraat mektepleri ve Ankarada Yüksek Ziraat Mektebi açıldı. Çiftçilere kooperatifler kurarak mallarını iyi şartlarda, kolay satmaları sağlandı. Ziraat Bankası kanalıyla tohumluklar ucuza getirtildi. Pulluk Kanunu ile pulluk üreten iş yerlerine prim ve faizsiz kredi verildi.
Ormanlar çıkartılan kanunlarla koruma altına alındı ve işletilmeleri düzenlendi. Yurt dışından ithâl edilen damızlık büyük ve küçük baş hayvanlarla hayvan cinsleri ıslah edildi, hayvancılık geliştirildi. Tavukçuluk çok ilerleme kaydetti. Hayvan hastalıklarıyla mücadele için aşı ve serum üretildi. Karadenizde çay, güneyde turunçgil tarımı başlatılarak bu alandaki büyük açık kapatıldı.
Ulaştırmaya büyük önem verilerek kısıtlı bütçemizle 1923-1940 yılları arasında ülkedeki demir yolu uzunluğu iki katına çıkartıldı. Osmanlı Devletinde mevcut 3350 kmlik demir yoluna 1939a kadar 3000 km daha eklendi. İç-Doğu-Batı Anadolu demir yolları ile birbirine bağlandı. Köprüler, sulama kanalları, hastahane, okul binaları yapıldı. Kapitülâsyonlarla işletmeleri yabancı devletlere verilmiş su, elektrik, hava gazı, liman işletmelerimiz büyük paralar ödenerek geri alındı.
1930da ulusal para işlerimizi ve siyasetimizi yürütecek Merkez Bankası kuruldu.
Tüm bu inanılmaz hizmetlere rağmen, çeşitli iç ve dış nedenlerle (yeterli sermaye, müteşebbis, iş gücü, uzman olmaması, 1928e kadar Lozan Antlaşması gereği gümrük vergilerinin sabit tutulması zorunluluğu, tarımda çok kurak dönemler yaşanması, Osmanlı Devletindeki imtiyazlara alışmış yabancı sermayenin Türkiyeye gelmemesi gibi) ekonomide beklenen hıza ulaşılmaması ve 1929da bütün dünyayı etkileyen büyük ekonomik kriz üzerine devlet ekonomik hayata müdahale etti. 1931de devletçilik ilkesi böylece hayata geçti.
1933 yılında ilk Beş Yıllık Sanayi Plânı hazırlandı. İthalât kısılarak ülkedeki üretim arttırıldı. Dışardan hiçbir yardım almadan özellikle dokuma, kâğıt, maden, kimya sanayilerine yatırım yapıldı.
1929-1939 döneminde dünya sanayii üretim artışı oranı %19, Türkiyede %96 oldu. Türkiyede kişi başına düşen gelir ve millî gelir arttı. Paramız değer kazandı. Merkez Bankasında döviz ve altın birikimimiz oldu. Enflâsyon hep çok düşük tutuldu, bütçemiz denk kalabildi.
Yıkılmış bir ülkeyi yeniden canlandırırken sermaye, imkân, yeterli iş gücü ve uzman alanlarında çekilen büyük sıkıntılara, ödenen dış borçlara rağmen Türkiye ATATÜRK döneminde her alanda ve tüm bölgelerde gerçek bir ekonomik inkılâp gerçekleştirdi ve en başarılı ekonomik dönemini yaşadı. Devletin, ülkemizin ve halkımızın içinde bulunduğu zor koşullardan ötürü, kamu yararı gereği olarak, ekonomik alanda hizmetlerin bir kısmını üstlenmesi, devletçilik ilkesinin de kaynağını ve anayasaya girme nedenini oluşturmaktadır.


EKONOMİK ALANDA GELİŞMELER :

Ekonomi: İnsanların üretim pazarlama ve tüketim alanında yaptıkları etkinliklerin tümüdür.

Osmanlı ekonomisi 1750’lerden itibaren çöküşe geçmiştir. Başlıca sebepleri ise kapitülasyonlar sanayinin gelişmemesi sürekli savaşlar tarımın bozulması ve dış borçlar idi.

Cumhuriyet döneminde ekonominin düzeltilmesi askeri zafer kadar önemliydi. Çünkü Atatürk’ün belirttiği gibi siyasi bağımsızlık ekonomik bağımsızlıkla tamamlanması gerekir.



Yeni Türk Devleti’nin ekonomi politikası İzmir İktisat Kongresi’nde belirlenmiştir:

Öncelikle milli kaynaklardan yararlanılacaktır

Üretici korunacaktır

Sanayi ve ihracat geliştirilecektir

Özel girişimciler desteklenecektir

Çiftçilerin desteklenmesi için bankacılık geliştirilecektir.



Tarım alanında yapılan başlıca etkinlikler:

Köylüyü rahatlatmak için “aşar” vergisi kaldırıldı

Ziraat Bankası aracılığı ile çiftçilere kredi sağlandı

Kooperatifçilik geliştirildi

Tarımda makineleşmeye önem verildi

Verimi arttırmak için tohum ıslahı ve çiftçinin eğitilmesine önem verilmiştir.

Ticaret alanında yapılan etkinlikler:

Cumhuriyet öncesi ticaret azınlıkların elindeydi. Türk milletini ticarette etkin kılmak için:

1-Bankacılığa önem verilerek ilk özel banka olan İş Bankası kuruldu

2-Tüccarlara kredi sağlandı

3-Türk limanları arasında yolcu ve yük taşıma hakkı(Kabotaj hakkı) Türk denizcilerine verildi.



Sanayi alanında yapılan etkinlikler:

Devlet sanayi kuruluşlarını kurarken özel girişimciler de desteklendi

1933 yılında “devletçilik” ilkesi uygulanarak girişimcilerin yapamadığı yatırımlar yapıldı

1939’da Karabük demir-çelik fabrikası kuruldu

Madencilik faaliyetleri için MTA Enstitüsü kuruldu.



Bayındırlık alanında : özellikle ulaşıma önem verilerek demir ve kara yolları geliştirildi. Liman ve hava alanları yapılıp hizmete sokuldu. Şehirlerin modernleştirilmesi için çalışıldı.


TÜRK ORDUSU VE MİLLİ SAVUNMA

Türk Ordusu ve Milli Savunma



Türk devletlerinin kuruluş ve yıkılışlarında ordu genellikle birinci derecede rol oynamıştır.

Türk ordusu gerektiğinde milletle bir bütün oluşturmuştur. Bunu en iyi örneği de Kurtuluş Savaşı’nda verilmiştir. Türk ordusunun temeli disiplin cesaret ve vatan sevgisine dayanır.

Bugün TSK dört ana bölümden oluşur:

Kara Kuvvetleri Komutanlığı

Hava Kuvvetleri Komutanlığı

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı

Jandarma Genel Komutanlığı.

Türk ordusunun görevi anayasada belirtildiği gibi “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni iç ve dış tehlikelere karşı korumak ve kollamaktır”. Ayrıca gerektiğinde doğal felaketlerde de halka yardım eder.

Milli savunma Milli Savunma Bakanlığı’nca yürütülmektedir. Ordunun beslenme barınma silah araç-gereç ihtiyacının giderilmesi ve askerlik işleri bu bakanlığın görevidir. Ordunun savaşa hazırlanması ise genel Kurmay Başkanlığı’nca yürütülür.


TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN DIŞ SİYASETİ

1. Nüfus Mübadelesi.

2. Yabancı Okullar Sorunu.

3. Irak Sınırı ve Musul Sorunu.

4. Milletler Cemiyeti ve Milletler Cemiyetine Girişimiz.

5. Balkan Antantı.

6. Montrö Sözleşmesi.

7. Sadabat Paktı.

8. Hatay Sorunu ve Sonucu.



Milli dış politikamız: Atatürkçü düşünce sisteminin esasları doğrultusunda barışçı bir yönde oluşturulur.



Milli dış politikamızın dayandığı başlıca esaslar:

Öncelikle milli gücümüze dayanmak ve bağımsızlığımızı üstün tutmak

Milli sınırlar içinde kalmak

Gerçekçi ve barışçı olmak

Uluslar arası ilişkilerde eşitliğe dayanan ilişkiler kurmak

Milli politikayı yürütürken iç teşkilatı dikkate almak

Başka devletlerin politika ve yönetim sistemlerinden etkilenmemek

Bilim ve teknolojiyi rehber kabul etmek.

Atatürk dış ilişkilerde özellikle bağımsızlığımızın zedelenmemesine dikkat edilmesini istemiştir. Çünkü Atatürk’e göre bağımsız olmayan devlet gerçekte devlet değildir. Atatürk’ün önem verdiği ikinci ilke de ilişkilerin mutlaka barışçı yoldan sürdürülmesi olmuştur. Bunu da “ Yurtta barış dünyada barış” ilkesiyle açıklamıştır.



Musul Sorunu ve Sonucu:

Musul sorunu Lozan Anlaşması’nda çözülememişti. Daha sonra İngiltere ile yapılacak görüşmelerde çözülmesi kararlaştırılmıştı.

1924’te başlayan görüşmelerde İngiltere Musul’un Irak’a ait olduğunu belirtiyordu. Gerçekte amacı Irak’ın kendi sömürgesi olduğundan buradaki petrol yataklarına sahip olmaktı. Hatta Musul’un yanı sıra Hakkari’nin de Irak’a katılması gerektiğini belirtiyordu.

İlk başta görüşmelerden sonuç alınamamış ve sorun İngiltere tarafından Milletler Cemiyeti’ne götürülmüştür.

Bu arada İngilizler Türkiye’yi iç işlerinde uğraştırmak için ortaya çıkan Şeyh Sait Ayaklanması’nı desteklemiştir.

Türkiye Milletler Cemiyeti ve Lahey Adalet Divanı kararlarını reddetmiştir. İkinci defa İngiltere-Türkiye arasında görüşmeler başlamış ve sonuçta 5 Haziran 1926’da varılan anlaşmaya göre bugünkü sınırımız çizilmiştir. Musul Irak’a bırakıldı. Ancak Irak elde ettiği petrolün %10’luk bölümünü 25 yıl süre ile Türkiye’ye verecekti.



Montrö Boğazlar Sözleşmesi :

Lozan Anlaşması ile Boğazların her iki yakası askersiz bırakılıyor ve yönetim uluslar arası bir komisyon tarafından sağlanıyordu. Türkiye bu şartları devletlerin silahsızlanmaya gitmesi şartıyla kabul etmişti. Ancak devletlerin 1933’ten sonra hızla bir silahlanma yarışına girmesi Almanya’nın Ren bölgesine girmesi Japonya’nın Mançurya ve İtalya’nın Habeşistan’a saldırması Türkiye’yi de kendi güvenliği açısından Boğazlar konusunda harekete geçirdi.

Lozan Anlaşmasını imzalayan ülkelere bir nota gönderen Türkiye İsviçre’nin Montrö kentinde bir konferansın toplanmasını sağladı. Burada imzalanan sözleşmeye göre;

1. Boğazlar Komisyonu kaldırılıp görevleri Türkiye’ye verildi

2. Boğazları her iki yakasında Türkiye asker bulundurabilecekti

3. Ticaret gemileri Boğazlardan geçebilecektir

4. Savaş gemilerinin geçişi için bazı sınırlamalar getirildi

5. Türkiye savaş durumunda savaş gemilerinin Boğazlardan geçişi konusunda serbesttir.



Balkan Antantı

I.Dünya Savaşı’ndan sonra dünya barışının sağlanamaması ülkelerin 1933’ten sonra silahlanmaya gitmesi Almanya’nın Balkanları hedefleyen politikaları Türkiye ve Yunanistan’ı telaşlandırmış ve bunlara Yugoslavya ve Romanya’nın da katılması ile dört ülke arasında Balkan Antantı imzalanmıştır. Amaç sınırları güvence altına almak ve tehlikeleri önlemektir. Ayrıca ekonomik alanda da işbirliği sağlanacaktı.



Sadabat Paktı

1935 yılında İtalya’nın Habeşistan’a saldırması Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’yu tehlikeye düşürmüştü. Bu yüzden Türkiye İran Irak ve Afganistan bir araya gelerek birbirlerinin güvenliklerini sağlayıcı işbirliği gidip aralarında Sadabat Paktı’nı imzaladılar.



Hatay Sorunu ve Sonucu:

20 Ekim 1920’de Fransa ile imzalanan Ankara anlaşması ile Türkiye-Suriye sınırı çizilmiş ve Hatay Fransa’nın mandası altında kalmıştı. Burada yaşayan Türklere hakları verilmişti. Ancak Fransa’nın buradaki mandasını kaldırması üzerine Hatay yeniden gündeme getirilmiştir. Konu Milletler Cemiyeti’ne götürülmüş ve Türkiye-Fransa arasında görüşmeler başlamıştı(1936). Sonunda 2 Eylül 1938’de bağımsız bir Hatay Devleti kuruldu. Ancak bu durum uzun sürmemiş ve Hatay meclisinin aldığı bir kararla Hatay ülkemize katıldı(1939).

Hatay’ın ülkemize katılmasında Atatürk’ün üstün çabası etkili olmuştur. Barış yoluyla kazanılmış siyasi bir başarıdır.

Jeopolitik: Bir devletin ekonomik coğrafi siyasal ve stratejik özelliklerinin dış politikayı etkilemesidir.



Türkiye sahip olduğu coğrafi konum uluslar arası politikaları etkileyen özelliklere sahiptir. Bunların başlıcaları:

Türkiye’nin Asya Avrupa ve Afrika’yı birleştiren stratejik bir konumda olması

Boğazlar sayesinde deniz ticaret yollarına hakim olması

Batı ile Orta Doğu arasında bir köprü durumunda olması

Bir dünya savaşı ihtimalinde çok önemli bir coğrafi konumda olması

Zengin eski uygarlıkların mirasına sahip olmasıdır.



Türkiye’nin bu önemi güçlenmemizi istemeyen bazı devletleri aleyhimizdeki bazı faaliyetleri desteklemekte ve gelişmemizi engellemeye çalışmaktadırlar. Bu amaçla iç ve dış tehdit unsurlarını desteklemektedirler. Özellikle terörizm faaliyetlerini destekleyerek hem Türkiye’yi içten çökertmeye çalışmakta hem de kendilerine silah pazarı yaratmaktadırlar. Bu şekilde davranan devletler terörizmin yayılmasına en büyük katkıyı yapmış olmaktadırlar. Bunun yanı sıra bazı devletler geçmişte yaşanan bazı olayları günümüzde gerçek dışı bir durumda ortaya çıkarmakta ve uluslar arası ilişkilerimizi bozarak bizi zor durumda bozmaya çalışmaktadırlar. Ermeni soykırımı iddiası bu amaçla kullanılmaktadır.

Bütün bu tehditlerin önüne geçmek ve sahip olduğumuz stratejik avantajları korumak toplum olarak birlik olmamız ve her alanda güçlenme çalışmaları yapmamızla mümkündür.



ATATÜRKÇÜLÜK - TÜRK İNKILABININ DAYANDIĞI İLKELER VE TÜRK İNKILABININ NİTELİKLERİ

A) Temel İlkeler:

1. Cumhuriyetçilik.

2. Milliyetçilik.

3. Halkçılık.

4. Laiklik.

5. Devletçilik.

6. İnkılapçılık.

7. Bütünleyici İlkeleri

8. Milli Egemenlik

2. Milli Birlik ve Beraberlik Ülkü Bütünlüğü

3. Özgürlük ve Bağımsızlık

4. Yurtta Barış Cihanda Barış.

5. Bilimsellik ve Akılcılık.

6. Çağdaşçılık ve Batılaşma.

7. İnsan ve İnsanlık Sevgisi.



Türk İnkılabının Nitelikleri :

Atatürkçülük: Atatürk’ün devlet fikir ekonomik hayat ve devlet kurumlarını ilgilendiren görüş ve ilkelerinin bütünündür.

Atatürkçülüğün Oluşmasına neden olan başlıca etkenler:

Osmanlı Devleti’nin yönetim şeklinin(Mutlakıyet) günün şartlarına uymaması

Fransız İhtilali’nin etkisi ile ülkenin dağılışının gittikçe hızlanması

Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki bilimsel ve teknolojik gelişmeleri izleyememesi

I.Dünya Savaşı sonunda vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığının tehlikeye düşmesi

Osmanlı padişah ve hükümetlerinin olaylar karşısında çözüm üretememeleri.



Atatürkçülüğün başlıca amaçları:

Tam bağımsızlık

Toplum refahını sağlama

Millet egemenliğini sağlama

Akıl ve bilimi rehber kılma

Türk milletini çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma.





Atatürkçülüğün Nitelikleri:

Milletin ihtiyaçlarından kaynaklanmış olması

Hayalci olmaması

Bir bütün olarak Atatürk ilklerine dayanması

Akıl ve bilimi rehber kabul etmesi

Düşünce ve vicdan hürriyetine saygılıdır

Milli birlik ve bütünlüğe önem vermesi

Barışçı olması.



Atatürkçü Düşüncede Özellik Taşıyan Önemli Yaklaşımlar:

Atatürkçü düşünce kişinin hak ve hürriyetlerini koruyucu bir anlayışa sahiptir

Uluslar arası düzeyde kabul edilen tüm hak ve özgürlükler Atatürkçü düşüncede yer alır

Atatürkçü düşünce hürriyeti her ilerlemenin anası kabul eder

Atatürkçü düşünce devleti kişinin hak ve hürriyetlerinin korunmasından sorumlu tutar

Kişi hak ve hürriyetlerine karşı kişi vatandaşlık ödevleriyle yükümlü olur.



Atatürk İlkeleri:

Atatürk’ün inkılaplarını gerçekleştirirken uyguladığı yöntemlerin dayandığı esasların sistemidir.

Atatürk İlkelerinin Amaçları:

Türk toplumunu aklın ve bilimin rehberliğinde uygarlık düzeyine çıkarmak

Türk toplumuna mutlu bir yaşam sağlama

Bağımsız ve güçlü bir Türkiye yaratmak şeklinde özetlenebilir.



Atatürk İlkelerinin Ortak Özellikleri:

Sorunları akıl ve bilimin kurallarına göre çözmeyi öngörür

Kişinin hak ve özgürlüklerini korur

Demokratik kurallara uymayı esas alır

Başkasına özenerek veya taklit ederek belirlenmemiş toplumun ihtiyaçlarından doğdu

Atatürk ilkleri bir bütün olarak değerlendirilir birbirini tamamlayıcıdır.



Atatürk İlke ve İnkılaplarının Dayandığı Esaslar:

Vatan ve millet sevgisi

Milli egemenlik

Bağımsız ve özgür düşünce

Milli birlik

Ülkenin bölünmezliği

Türk toplumuna inanma ve güvenme.



Atatürk İlkeleri:

a)Cumhuriyetçilik:

Egemenliğin sahibinin millet olduğu bir yönetimdir

Temsili demokrasiyi esas alan bir yönetimdir

Milletin seçtiği temsilcilerden oluşan TBMM son söz yetkisine sahiptir

Millet temsilcilerini değiştirebilir

Atatürk Gençliğe Hitabesinde cumhuriyetin korumalığını Türk gençliğine vermiştir.



b)Milliyetçilik:

Milleti sevmek ve milli çıkarları her şeyden üstün tutmayı öngörür

Vatandaşlar arasında hiçbir ayrım yapmaz birlik ve beraberliğe dayanır

Vatanın bütünlüğünü ve bağımsızlığını esas alır

Tüm vatandaşları Türk olarak kabul eder

Irkçılığı reddeder.



c)Halkçılık:

Türkiye vatandaşı olan herkesi kanun önünde eşit sayar

Halkın devlet yönetimine eşit katılımını sağlar

Siyaset ve yöneticilerin halk için çalışmasını öngörür

Halkı bir bütün kabul ettiği için sınıf ayırımını reddeder.





d)Devletçilik:

Atatürk’ün ekonomik görüşlerini ifade eder

Ekonomik kalkınmada özel teşebbüsün yanı sıra devletin de yatırımları yapmasını öngören karma sistemi esas alır.

Sosyal güvenliğin sağlanmasını devletin görevi olarak görür.



e)Laiklik:

Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını ön görür

Din ve vicdan özgürlüğünü sağlar

Dini inançları kullanarak halkın sömürülmesinin önüne geçer

Devlet yönetiminde aklın hakim olmasını ister

Dinde de serbest düşüncenin ve araştırmanın önünü açar

Toplumun inancında hoşgörünün hakim olmasını sağlar

Dinin gerekleri için hizmet edilmesini de sağlar



f)İnkılapçılık:

Yeniliği esas alır

Sürekli yeniliklere açık olmayı ister

Yeniliklerle toplumun ihtiyaçlarının karşılanmasını amaçlar



Atatürk ilkelerine sahip çıkarak devamlılığını sağlamak bizim temel görevimizdir.

Çünkü;

Türkiye Cumhuriyeti’nin devamının garantisidir

Hak ve özgürlüklerimizin sağlayıcısıdır

Millet egemenliğini sağlarlar

Kalkınmamız için gerekli bilimsel programın sağlayıcısıdır

Milli birlik ve beraberliğimizi sağlarlar

Bu ilkelerin devamını sağlamak için onların anlamını bilmek yeterli değildir. Bu anlamı yaşamamız gerekir. Ayrıca bunları gelecek nesillere aktararak sonsuz kılmalıyız.



1919-1938 yılları arasında verilen mücadele ile bağımsızlığımız milli egemenliğimiz cumhuriyetimiz ve demokrasimiz sağlandı. Bu mücadele Atatürk ilkeleri doğrultusunda yapılmış ve başarılmıştır. O halde Atatürk ilkeleri bizim varlığımız kadar önemlidir. Çünkü varlığımız bu sayede sağlanmıştır.

Hedefimizi ve hedefimizin gerçekleştirilmesi yolunu bize Atatürk ilkeleri göstermektedir. Bu ilkeler doğrultusunda gelişmişliğimizi daha da ileriye götürmeliyiz.


ATATÜRK'ÜN ÖLÜMÜ VE İSMET İNÖNÜ'NÜN CUMHURBAŞKANI SEÇİLMESİ

1. Atatürk'ün Ölümü.

2. İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanı Seçilmesi.

3. İsmet İnönü'nün Keşiliği ve Devlet Adamlığı.

Atatürk ölünce 11 Kasım 1938 tarihinde toplanan TBMM Atatürk’ün en yakın silah ve fikir arkadaşlarından olan İsmet İnönü’yü Türkiye’nin 2. cumhurbaşkanı seçti.

İnönü Atatürk’ün yolunda memleket ve milletine 1950 yılına kadar cumhurbaşkanı olarak hizmet etmiştir.

I.Dünya Savaşı’nın ardından yapılan barış anlaşmaları kalıcı bir barış getirmedi. Aksine yenilenlere çok ağır anlaşmalar imzalatıldığından yeni bir savaşın tohumlarını ekti. Nitekim Almanya’da Hitler İtalya’da ise Mussolini iktidara gelince ırkçı bir politika izlemiş kısa sürede silahlanmaya başladılar. Bu ise yeni bir savaşın belirtileriydi.

Atatürk Hitler’in ve Mussolini’nin politikalarını değerlendirirken yakında bir savaşın olacağını önceden görüyordu. Bu da Atatürk’ün ileri görüşlülüğünü gösterir.


II. DÜNYA SAVAŞI VE SONRASI

A) II. Dünya Savaşı :

1. Savaş Öncesi Devre ve Üçlü Paktı.

2. II. Dünya Savaşıın Nedenleri.

3. Savaşın Gelişimi ve Sonuçları.

4. II: Dünya Savaşında Türkiye'nin Tutumu.

(Kahire ve Adana görüşmeleri üzerinde durulması)

B) II. Dünya Savaşından Sonra Türkiye'nin İç ve Dış Siyaseti:

1. Birleşmiş Milletler ve Türkiye'nin Üye Olması.

2. Çok Partili Döneme Geçiş.

3. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi.

4. Kore Savaşı.

5. Kuzey Atlantik Paktı.

II.DÜNYA SAVAŞI

II.Dünya Savaşı’nın Sebepleri:

1. I.Dünya Savaşı’nın ardından imzalanan anlaşmalar Avrupa’nın dengesini bozmuştu

2. Almanya yeni sömürgeler elde etmek bir yana kendi topraklarını bile kaybetmişti

3. İtalya I.Dünya Savaşı’ndan galip çıkmasına rağmen ağır bir ekonomik sıkıntısı vardı

4. Japonya Uzakdoğu’da bir imparatorluk kurmak istiyordu

Aynı politikayı izleyen Almanya ve İtalya Mihver Devletler Grubu’nu kurdu. Daha sonra bunlara Japonya da katılacaktır.

Bir süre sonra Almanya ve İtalya önceki anlaşmaları tanımadılar. İtalya Habeşistan’a; Almanya da Ren bölgesine saldırıp Avusturya’yı ve Çekoslavakya’yı da işgal etti.

Fransa ve İngiltere kendi ekonomik sorunlarıyla uğraştığı için ilk başta bu işgallere ses çıkarmadılar. Ancak Almanya Polonya’yı Sovyet Rusya ile bölüşünce daha önceden Polonya’ya güvence veren Fransa ve İngiltere Almanya’ya savaş ilan etti.(1 Eylül 1939).

Kısa sürede savaş yayılacaktır. İtalya Japonya Bulgaristan Macaristan ve Romanya Almanya’nın yanında savaşa katılacaktır.

Almanya Fransa’nın Paris kentinin yanı sıra Norveç Danimarka Belçika Lüksemburg’u işgal edip İtalya ile beraber Yunanistan ve Afrika’da Mısır’a kadar ilerlediler.

ABD 1941’de Japonya’ya savaş ilan edince Almanya ve İtalya da ABD’ye savaş ilan ettiler. Savaş 1945 yılının ortalarına kadar devam etti. Savaşın çok uzaması ve geniş bir alana yayılması nedeniyle zayıflayan Almanya ve taraftarları yenilerek teslim oldular. Japonya bir süre daha savaşı sürdürmesi üzerine ABD iki atom bombasını Hiroşima ve Nagazaki kentlerine attı. İki şehir yok olup yüz binlerce insan öldü.Japonya teslim olmak zorunda kaldı.

Son düzenleyen tHeBruTaLiTyOfHeLL; 4 Ocak 2009 21:26 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
esqi - avatarı
esqi
Ziyaretçi
5 Ocak 2009       Mesaj #3
esqi - avatarı
Ziyaretçi
araştırmam şu 1923-1940 yılları arasında gerçekleştirilen ekonomik olaylar(sanayi,tarım,ticaret,bankacılık)gibi nolur yardımcı olunn
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
18 Ocak 2009       Mesaj #4
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
meraba ben sizden ödevimi istiyorum ne olur????????
CELİL - avatarı
CELİL
Ziyaretçi
9 Şubat 2009       Mesaj #5
CELİL - avatarı
Ziyaretçi
1923 yılında gerçkleştirilen türkiye iktisat kongresinde ülkenin kalkındırılması amacıyla ekonominin hemen her alanda kararlar alınmış ve uygulamaya çalıştırılmıştır.1923-1940 yılları arasında ekonomi alanında gerçekleştirilen çalışmalar nelerdir
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
9 Şubat 2009       Mesaj #6
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
1923-1980 Türkiye Ekonomisi

1920'lerden günümüze kadar Türkiye ekonomisi tarihini incelerken üç iktisat kongresinin de ekonomi politikalarında önemli değişimlerin yaşandığı dönemlerin başlarına rastladığı gözlenmektedir. Bu açıdan iktisat kongrelerinin ekonomik hayata yön verme işlevleri olmuştur.

Birinci İktisat Kongresi'nin düzenlendiği 17 Şubat 1923 tarihinde Kurtuluş Savaşı'ndan galip olarak çıkan Türkiye iktisadi açıdan Osmanlı İmparatorluğu'ndan devraldığı "Duyunu Umumiye" ile karşı karşıya kalan halkın büyük çoğunluğu fakir ve eğitimsiz sanayi kuruluşları yok denecek kadar az ve sermaye birikiminden yoksun geri kalmış bir ülke konumundaydı. Bu kongrenin ortaya konulan fikirler açısından o dönemin Türkiye ekonomisini yeniden inşa etmede büyük katkıları olmuştur.

1981 yılında düzenlenen İkinci İzmir İktisat Kongresi ise iktisadi ve siyasi bunalımların gözlendiği iktisadi olarak içe dönük sanayileşmenin yarattığı bunalımların biriktiği ve hemen ardından bu alanlarda büyük değişimlerin gözlendiği bir dönemde düzenlenmiştir.

21. yüzyıla girmekte olan dünyada gözlenen siyasi ve teknolojik değişim rüzgarları içerisinde 1992 yılında düzenlenen Üçüncü İzmir İktisat Kongresi bu değişim ortasında olan ve coğrafi açıdan etrafında siyasi çalkalanmaların gözlendiği Türkiye için iktisadi açıdan gelecek yüzyıla hazırlanmada hedefleri belirlemede kamu ve özel kesimin fikirlerini ortaya koymada önemli bir yere önemli sahiptir.

Birinci Dünya Savaşı'ndan 5 yıl sonra dünyanın kendine bir düzen vermeye çalıştığı uluslararası konjonktürde toplanan Birinci İktisat Kongresi daha çok içerdeki dengeleri tesis etmeye ve iktisadi yapıyı oluşturmaya yönelikti. Kongrede sanayici tüccar çiftçi işçi "murahhaslarının" oldukça çekişmeli ve kulisli bir çalışma ortamından sonra ana sektörler itibariyle belirlenen "Misak-ı İktisadi Esasları" başlığı altında bütünleşmeleri bir ittifak arayışının kanıtı olarak sayılabilir.

Bu çerçevede Kongre kapsamı içinde siyasi bağımsızlığın iktisadi bağımsızlıkla birleştirilmesi ve Türk girişimcisinin güçlendirilmesi en temel hedeflerdi.

Kongre'de milliyetçi ve liberal politikaların temelleri benimsenmişti. Gerçekten 1923-29 dönemi tüm dünyada görüldüğü gibi liberal politikaların uygulandığı bir dönem olmuştur. Bunun nedeni uygulanan politikaların özel girişim öncülüğünde ve dışa açık bir ekonomik yapı içinde gelişmesiydi.

Dışa açık politikaların benimsenmesinin bir diğer nedeni ise Lozan Antlaşması'nın iktisadi hükümleriydi. Antlaşmanın eki olan ticaret sözleşmesi 1916 yılında Osmanlı gümrük tarifelerinin 5 yıl daha yürürlükte kalmasını ve yeni yasaklar getirilmemesini öngörüyordu. Bu nedenle 1929 yılına kadar gümrük tarifelerinde artışlar gerçekleştirilememiştir.

1923-29 yılları arasında devlet özel girişimi teşvik etmek için yoğun çaba harcamıştır. Bu amaçla yapılanların başında devlet tekelleri kurularak daha sonra bunların işletmesini özel sektöre devretmek gelmektedir. Ayrıca bu dönemde milli sanayii geliştirmek için Teşvik-i Sanayi Kanunu ile birlikte çeşitli hammaddelerin ithalatını kolaylaştıran gümrük tedbirleri alınmıştır.

Milli bankalar kurularak (İş Bankası Tütüncüler Bankası. Sanayi ve Maadin Bankası) İstanbul Ticaret ve Tahıl Borsası açılmıştır. Bu dönemde anonim şirketlerin kurulmaları da kolaylaştırılmıştır.

Madenler ve sigara üretimi devletleştirilerek milli üretime dönük bir biçimde işletilmeye başlanmış şeker fabrikaları için teşvik kanunu çıkartılmıştır. Ancak bu dönemde devletin en az düzeydeki müdahaleci tutumuna rağmen özel sektör istenilen gelişmeyi sağlayamamıştır.

Tüm dünyayı iktisadi açıdan büyük bir çıkmaza sokan 1929 dünya ekonomik bunalımı ise liberal iktisat politikalarını izleyen ülkemizi de etkilemiştir. Bu dönemde Türk parasının değerinin düşmesi sonucu tarım ürünlerimizin dünya piyasalarında fiyatları düşmüştür.

1924-1929 döneminde GSMH yılda ortalama %109 sınai üretim ise %85 oranında artış kaydetmiştir. Bu sonuç üretim kapasitesine yapılan ilavelerden çok geçmişte meydana gelen kapasite boşluklarının kullanılmasının bir sonucudur. Bu dönemde tarımsal üretimde görülen hızlı artış ise aktif nüfusun savaş sonrasında toprağına geri dönmesinden kaynaklanmıştır.

1930 yılından sonra tüm dünyada devletçi müdahaleci ve korumacı politikalara yönelinmeye başlanmıştır. Türkiye de bu doğrultuda hareket ederek bunalımdan çıkmak ve iktisadi genişlemeyi sağlamak amacıyla çeşitli tedbirler almıştır. Öncelikle 1930 yılında Merkez Bankası kurulmuş ve Türk Parasını Koruma Kanunu TBMM'de kabul edilmiştir. 1931 yılında ise ithalata kota konulması ve ihracatın denetlenmesi hakkında çıkan kanunla korumacılığın ilk adımları atılmıştır. Yine aynı yıl Sanayi Kongresi düzenlenmiş bunu takiben 1932 yılında iktisadi hayatta devletin denetimini artıran bir dizi kanun çıkarılmıştır.

1933 yılında ise Sümerbank'ın kurulması ve Mevduatı Koruma Kanunu ile Ödünç Para Verme İşleri Kanunlarının kabul edilmeleri başlıca iktisadi olaylardır. Devlet. bu tarihte ilk defa faiz oranlarını belirlemeye başlamıştır.

Devletin iktisadi hayata girişi doğrudan doğruya devlet işletmeciliğine başlaması 1934-1938 yılları arasında uygulanan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı ile başlamaktadır. Bu plan döneminde öncelikle büyük kısmı yabancıların elinde bulunan demiryolları Tramvay Tünel Şirketi Zonguldak Kömür Şirketi İzmir Telefon Şirketi millileştirilmiş ve kamulaştırılmıştır.

Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı döneminde toprak reformu yapılarak tarıma teşvik sağlanmış ayrıca hammaddesi yurtiçinde bulunan malları işleyecek sanayi kuruluşları ile devletçe finanse edilmesi mümkün olan kuruluşların kurulmasına öncelik verilmiştir.

Birinci Beş Yıllık Sanayi Planının başarılı uygulaması ve hedeflere ulaşılması üzerine 1938 yılında İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlanmıştır. Bu planın uygulanacağı yıllarda II. Dünya Savaşı'nın başlamış olması devletin savaş ekonomisine uygun bazı tedbirler almasına yol açmıştır. II. Dünya Savaşı dönemine olası bir tehliaaae karşı savaş ekonomisi uygulanmıştır. Bu çerçevede hükümete olağanüstü koşullarda fiyat saptama özel işletmelere el koyma zorunlu çalıştırma gibi araçlarla ekonomiye doğrudan müdahale yetkisi veren 1940 Milli Koruma Kanunu ile devlet gelirlerini artırmak için Varlık Vergisi Kanunu çıkarılmıştır. Varlık Vergisi Kanunu 1942 yılında gördüğü yoğun tepkiler nedeniyle yürürlükten kaldırılmıştır.

Savaşın bitmesi ve tüm dünyada liberal politikaların etkin olmaya başlamasıyla birlikte Türkiye'de de bazı değişiklikler olmaya başlamıştır. Çok partili sisteme geçişle birlikte başlayan liberal akım 1945-1950 yılları arasında Türk ekonomisinde devlet müdahaleciliğinin belirli sınırlar içinde tutulması ve daha liberal bir ekonomi uygulanması yolundaki girişimleri ön plana çıkarmıştır.

1946 yılında yapılan devalüasyon ile TL'nin değeri %536 oranında düşürülerek 1 Amerikan Doları karşılığı 280 TL olarak kur sabitlenmiştir. Bu dönemde yapılan devalüasyonun nedeni savaş sonrası uluslararası fiyat düzeylerine ve yeni ekonomi politikalarına uyum sağlayarak ihracatı artırmaktır. Ancak bu devalüasyon. istenilen sonuçları vermemiş ithalattaki aşırı artışlar birikmiş olan döviz rezervleri ve daha sonra dış yardımlarla finanse edilerek 1953 yılına kadar sürmüştür.

Türk ekonomisini dar kalıplardan ve kısır kaynaklardan kurtarmak için 1947 yılında liberal karakterde bir Kalkınma Planı (1948-1952) hazırlanmıştır. Bu planda özel kesime büyük önem verilmiştir. Planın 1948-1952 dönemi için öngördüğü toplam harcama miktarında en büyük payı %44 ile ulaştırma almıştır. Bu dönemde ulaştırma sektöründe ağırlık verilen kesim demiryollarından ziyade karayolları olmuştur.

Tarım ve tüketim malları sanayine önem veren özel girişimin öncülüğünü savunan ve dış ticaret ile kambiyo rejimlerinde serbestleşmeyi öngören bu stratejiler 1947 yılında üye olunan IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların görüşleriyle de uyumlu idi. Yine de 1947 yılından itibaren askeri ve 1948 yılından itibaren ekonomik yardımlar alan Türkiye'nin 1945-1950 yılları arasında reel GSMH'sinde istenilen büyüme sağlanamamıştır.

1950-1953 döneminde gerek tarımda gerekse sanayileşmede önemli gelişmeler sağlanmıştır. Tarımın makineleşmesi kredi imkânları ve tarım için belirlenen yüksek fiyat politikası ile birlikte iklimin elverişli olması bu dönemde tarım üretimini artırmıştır. Aynı zamanda yabancı sermaye girişini kolaylaştırıcı uygulamalar para arzının artırılması ithalatın sınırlandırılması ve dış krediler ile yardımlar sayesinde de hızlı bir gelişme gözlenmiştir. Bu dönemde büyük kamu yatırımlarına ağırlık verilmiştir.

1954'den sonra plansız yatırımların yapılması nedeniyle artan ithalatın finansmanında dış yardımlara paralel olarak döviz rezervlerinin kullanılması sonucu zorluklarla karşılaşılmıştır. Dış ticaret hadleri aleyhimize gelişirken fiyatların hızla artması ile birlikte ekonomik büyüme geçen 4 yıla göre aynı oranda olmamıştır.

Bankaların tarım ve sanayi sektörüne açtığı kredilerin yükseltilmesi yanında plansız yatırımların yapılması ve 1956 yılında Milli Koruma Kanunu'nun yeniden yürürlüğe konulması sonucunda fiyatlar üzerinde suni bir baskı yaratılmış enflasyon körüklenmiştir.

1958 yılında tekrar ekonomik istikrarı sağlamak için sıkı para ve maliye politikaları ve ihracatı teşvik tedbirleri gibi bir takım ekonomik tedbirler alındıysa da enflasyonist gidiş önlenememiştir. Bu ekonomik koşullarda siyasi bunalımla birlikte 1960 yılında yeni bir Anayasa hazırlanarak uzun vadeli bir ekonomik planın yapılması çalışmalarına yeniden başlanmıştır. Bunun için ilk önce 1960 yılında Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuştur. Ayrıca 1958 yılında alınan istikrar önlemleri 27 Mayıs 1960'dan sonra eskisinden daha sıkı bir biçimde uygulanmaya devam etmiştir. 1962 yılında ise bir yıl süreli bir plan hazırlanmış ve planın başarılı olması üzerine bundan sonra beş yıllık planlar hazırlanmaya başlanmıştır.

1963-1967 yılları arasındaki Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı ile 1968-1972 yıllarını kapsayan İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı ekonomik ve siyasi bunalımların sonunda istikrarlı bir büyüme hızı ve kalkınma sağlanması amacıyla 15 yıllık bir perspektif içinde hazırlanmıştır. Bu iki dönem içinde 10 adet yıllık program da uygulanmıştır. Bu 15 yıllık perspektif içinde başlıca hedefler şöyle sıralanabilir:

Yılda %7'lik bir büyüme sağlanması.
İstihdam sorunun çözümlenmesi.
Dış ödemeler dengesinin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması.
Her alanda yeterli sayıda ve üstün nitelikli bilim adamı ve teknik eleman yetiştirilmesi.
Bu hedeflerin sosyal adalet ilkesiyle uyumlu bir biçimde sağlanması.
Bu hedefler çerçevesinde ele alınan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nın yürürlüğe konulmasıyla ithal ikameci sanayileşme de yeni bir evreye girmiştir. Sıkı maliye ve para politikaları kaynakların tam olarak kullanılmasına ve en iyi biçimde tahsisine engel olan enflasyonist ve deflasyonist eğilimlerin gelişmesini önleyecek biçimde tespit edilmiştir.

Kamu yatırımlarının vergiler kamu teşebbüslerinin yaratacağı fonlar ve dış alemden sağlanacak kaynaklar gibi gerçek tasarruflarla finanse edilmesi öngörülmüştür. Ayrıca para ve kredi politikaları özel sektör yatırımlarının gerçek kişi ve kurum tasarrufları ile finansmanını mümkün kılacak biçimde tespit edilmiştir. Bu planın öngördüğü dönem sonunda Türk ekonomisinde şu gelişmeler olmuştur:

Sanayi için yıllık %123 gelişme hızı öngörülmüş bu oran %106 olarak gerçekleşmiştir.

Dış finansman kaynaklarının hedeflenen ölçüde sağlanamamış olması ve tarım kesiminin gelişiminin büyük ölçüde hava şartlarına bağlı bulunması nedeniyle %7'lik büyüme hızına ulaşılamamış yılda ortalama %65 oranında büyüme gerçekleştirilmiştir.

Toplam yatırımların GSMH içindeki payı başlangıç yılı olan 1963'te %18'e yükselmiştir.

Kamu gelirleri artmış olmakla birlikte öngörülen seviyeye ulaşılamamış; bu da kamu harcamalarının kısılması sonucunu doğurmuştur. Ödemeler dengesi açığı ise ihracatın düşünülen seviyenin üstünde gerçekleşmesi nedeniyle plan hedefinin altında kalmıştır.

Bu plan döneminde yatırımları ve ihracatı teşvik amacıyla bazı kanunlar çıkarılmıştır. Yatırımları teşvik amacıyla Gelir Vergisi Kanunu'na eklenen bazı maddelerle kalkınmada öncelikli yörelerde daha yüksek oranlarda yatırım indirimi uygulamasına başlanmış ve Vergi Usul Kanunu'na eklenen bir madde ile hızlandırılmış amortisman yöntemine geçilmiştir.

Yatırımlarda kullanılacak hammaddelerin ithalatını kolaylaştırıcı gümrük indirimleri gibi kolaylıklar sağlanmıştır. İhracatı teşvik için ise ihracatta vergi iadesi uygulaması başlatılmıştır.

1968-1972 yılları arasında uygulaması gerçekleştirilen İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planını birinci plandan farkı çok kesimli olmasıdır. Tarım madencilik imalat sanayi inşaat hizmetler ve kamu kesimi tek tek ele alınırken plan ulusal ve uluslararası kesim olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Bu planın amacı Türk ekonomisinde hızlı bir gelişme sağlamak ve bu gelişmeyi sürekli hale getirmektir. Ayrıca bu planın birinci plandan farklı olarak sanayi sektörüne özel bir önem verdiği görülmektedir.

İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda sanayi sektörü ekonomik büyüme için "sürükleyici sektör" konumuna geçmektedir. Bu plan döneminde bir taraftan "ithalat" yerine "yerli üretim" ikame edilirken diğer taraftan "ara mallar" üretimi önem kazanmıştır. Ayrıca vergi iadesi döviz tahsislerine öncelik tanınması gibi ihracat teşviklerine önem verilmiş ihracatçı birlikleri kurulmuştur.

Birinci ve ikinci planda öngörülen kalkınma hızları eşit olmakla birlikte Birinci Plan'da hizmetler kesimi için öngörülen kalkınma hızı %72'den %68'e indirilmiştir. Her iki planda temel sektörlerin payları öngörülen yönde gelişmekle birlikte beklenenden daha düşük seviyede olmuştur.

Yatırımların sektörlere dağılımına baktığımızda ikinci planın imalat sanayi ulaştırma ve turizm yatırımlarına ağırlık verdiği görülmektedir. Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı 1973-1977 yıllarını kapsamakta ve 15 yıllık uzun dönemli bir perspektifin üçüncü kısmını oluşturmaktadır.

Türkiye ile AT arasında 1963 yılında imzalanan Ortaklık Anlaşması'nın 1 Ocak 1973 yılında kanuni olarak yürürlüğe girmesi ile birlikte gümrük indirimlerinin gerçekleşmesi ve geçen on yıllık dönem içinde ulaşılan sonuçlar ve karşılaşılan sorunlar özellikle sanayide hedeflenen artış hızının gerçekleştirilememesi belirli bir yapısal değişikliği zorunlu kılmıştır. Bu yüzden plan 15 yıllık bir perspektif içerisinde değil yeniden hazırlanan ve 22 yılı kapsayan yeni bir stratejinin ilk dilimi olarak hazırlanmıştır. 1973-1995 yıllarını kapsayan bu yeni stratejiyle ulaşılmak istenen başlıca hedefler şunlardır:

GSMH'nin yılda ortalama %9 dolayında artması.

Sanayinin milli gelir içindeki payının %23'ten %40'a çıkarılması buna karşılık tarım kesiminin payının %28'den %10'a indirilmesi.

Toplam çalışanlar içinde sanayi kesiminin payının %11'den %22'ye yükseltilmesi tarım kesiminin payının ise %60'tan %20'ye düşürülmesi.

Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Plan döneminin belirgin niteliklerinden birisi başta altyapı olmak üzere ekonominin darboğazlara girmesidir. Bunun temelinde 1960-1973 döneminde kesintisiz büyümeyi sağlayan ithal ikameci stratejilerin bulunduğu görülmektedir. İthal ikameci politikalar. dayanıksız tüketim mallarına (işlenmiş gıda ürünleri tekstil gibi) yönelik olduğu sürece büyüme devam etmiş fakat 1960'ların ortalarından itibaren ithal ikameci politikalar dayanıklı tüketim malları (taşıtlar beyaz eşya gibi) ve ara mallar (çelik rafine edilmiş ürünler petrokimya ürünleri gibi) hedef alındığında elde edilen sonuçlar tatmin edici olmaktan uzak kalmıştır.

Sınırlı iç piyasa ve ihracata yönelmedeki yetersizlik sermaye yoğunluğu daha yüksek yatırımlardaki artış ve sınırlı kapasite kullanımları büyüme hızının sürdürülmesini gittikçe daha yüksek maliyetli hale getirmiştir.

1973-1974 yılları arasında dört katına çıkan petrol fiyatları Türkiye'yi derinden etkilemiştir. Ardarda gelen hükümetler birinci petrol şokundan önce yavaşlama eğilimine giren ekonomik büyüme hızını artırmak için en azından başlangıçta genişletici politikalar izlemişlerdir. Kamu sektörü yatırımları hızla büyümüştür. Ancak aynı dönemde tüketim sınırlanamadığından bu politika reel olarak %8 gibi bir büyüme sağlanmasına rağmen istikrarsızlığa sebep olmuştur.

1970'lerin sonuna doğru ulusal tasarruflar ve yatırımlar arasındaki uçurum genişlemiştir. İthalat durgun ihracat karşısında hızla büyümüştür. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin dengesi çarpıcı bir şekilde bozulmuştur. Bunun sonucunda bütçe açığı büyümüş ve enflasyonda hızlı bir artış olmuştur. Cari işlemler dengesi önemli ölçüde açık vermiştir. Bu açık 1977'de GSMH'nin %8'ine ve döviz gelirlerinin %92'sine ulaşmıştır. Bu açıklar özel yabancı sermaye ve rezervlerle finanse edilmiştir. Fakat bu finansman şekli dış borçların artması borçlanma yapısının bozulması ve konvertibl döviz rezervlerinin azalması şeklinde üç alandakötüleşmeye neden olmuştur. Bu ekonomik dengesizlikler sonucunda 24 Ocak 1980 Ekonomik İstikrar Kararları alınmıştır.

kaynak
Quo vadis?
brk46 - avatarı
brk46
Ziyaretçi
16 Şubat 2009       Mesaj #7
brk46 - avatarı
Ziyaretçi
1923-1940 YILLARI ARASI KALKINMA PLANLARI NELERDİR HANGİLERİ GERÇEKLEŞTİ?
btl - avatarı
btl
Ziyaretçi
28 Nisan 2009       Mesaj #8
btl - avatarı
Ziyaretçi
atatürkçülğünün oluşmasında dünyada ve ülkemizde etkili olan olaylar nelerdir
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Aralık 2009       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
atatürk ün 19 mayıs 1919 ve 23 ekim 1923 e kadar yaptığı çalışmalar
yardımmm - avatarı
yardımmm
Ziyaretçi
9 Şubat 2010       Mesaj #10
yardımmm - avatarı
Ziyaretçi
1923-1940 yılları arasında ekonomi alanında gerçekleştirilen çalışmaları yazmışsınız ya onların tarihlerini yazarmısınız lütfen çok ihtiyacım var performans ödevim!!!!

Benzer Konular

16 Ekim 2012 / Ziyaretçi Soru-Cevap
14 Şubat 2010 / Misafir Soru-Cevap
11 Nisan 2015 / Misafir Soru-Cevap
9 Ocak 2012 / Misafir Soru-Cevap