Arama

Seyyid Onbaşı ve Kınalı Hasan hakkında bilgi verir misiniz? - Sayfa 2

En İyi Cevap Var Güncelleme: 26 Şubat 2012 Gösterim: 29.921 Cevap: 20
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Mart 2010       Mesaj #11
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
lütfen kahramanlıklarını yazarmısınız???
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Aralık 2010       Mesaj #12
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
seyyid onbaşı hakkında bilgi verir misiniz?
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Ocak 2011       Mesaj #13
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
lütfen kınalı hasan cok kısa bi bilgi lütfen
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Ocak 2011       Mesaj #14
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Düşman zırhlılarından bir tanesi (Ocean) sağa sola alev kusarak hızla ilerliyordu. Seyit Onbaşı, hemen istihkamdaki toplara bir göz attı. Bir tanesi dışında hepsi kullanılamaz derecede hasara uğramıştı. Çalışır vaziyette olan topa ait mermileri kaldırıp namluya sürülmesine yardımcı olan vinç tertibatının parçalanmış olduğunu fark etti. Ama birşeyler yapmalıydı…

Çanakkale savaşlarında komutanından erine kadar herkes, çok büyük bir gayretle savaşmıştı. Dost düşman herkes bilir ve ifade eder ki, yaptıkları savaşın bir ‘cihad’ olduğunun şuuru içinde olan Türk Askerleri, ellerinden gelen ve insan olarak yapmaları gereken tüm gayretleri gösteriyorlardı. Bir İngiliz yazarı 18 Mart 1915 günü yapılan büyük deniz savaşında Türk topçusunun gayretlerini şöyle anlatır:

“Türk askerlerinin yedi saatlik uzun bombardıman sırasındaki tutumları hayranlık uyandırıcıdır. Gelibolu kıyısında, Kilitbahir’deki Türk topçusunu izleyenler, onların önüne geçilmez bir inançla savaştığını, askerler top başına koşarken imamların dua okuduklarını anlatır. Burada görülen, savaşın alışılmış heyecanının da ötesindedir. Türk askerleri bir dini heyacan, kafire karşı savaşmanın getirdiği bir duygunun etkisindedir. Bu nedenle uçuşan şarapnellere ve patlıyan mermilere aldırmaksızın kendilerini ileri atarlar.” (Gelibolu, Alan Moorehead, şubat 2002, Doğan Kitapçılık- sahife 66)

İşte bu cihad etme şuuruyladır ki, askerlerimiz arasında eşi ve benzeri duyulmamış olaylar yaşanmıştır.

Çanakkale cihadının bu enteresan olaylarından birisi de Seyit Onbaşı’nın başına gelenlerdir. Aslında Seyit’in yaptığı kahramanlığın, bilinen tabiat kanunları ile izahı yoktur. Elbette bir izahı vardır, ama bu izah ancak Nusretullah, (Allah’ın yardımı) kavramıyla anlamını bulur.

Şimdi olayı nakledelim:

Büyük patlama…

18 Mart günü saat 17.00 olmuştur. Deniz savaşı bütün hızı ve şiddeti ile devam etmektedir. O ana kadar Türk topçusunun maharetli atışları ve Nusret’in gizlice döktüğü mayınlarının yardımı ile düşmanın, Bouvet zırhlısı batırılmış, Inflexible ve Irresistible ise ağır yaralanarak yan yatmış, düşmanda bir panik havası görülmeye başlanmıştı. Yan yatmış olan Irresistible’in hemen yanından, Ocean isimli zırhlı, bağından boşanmış azgın bir at gibi, tekme savururcasına, sağa sola ateş kusarak pervasız bir şekilde ileri gitmeye başlamıştı. Bilhassa Rumeli Hamidiye ve Rumeli Mecidiye tabyaları bu zırhlının açtığı ateşlerle toz duman içinde kalmıştı.

Tam o sırada Rumeli Mecidiye tabyasının ağır toplarının bulunduğu kısma Ocean’ın fırlattığı büyük bir düşman mermisi düşmüş, tabyanın cephaneliği isabet aldığından büyük bir infilak meydana gelmişti. Taş toprak ve insan parçaları havaya savrulmuş, tabya toz bulutları içinde kalmıştı.

Tabyada topçu yardımcılığı yapan, Balıkesir’in Havran-Çamlık (bügünkü ismiyle Kocaseyit) Köyü’nden Mehmet oğlu Seyit Onbaşı, patlamanın tesiriyle üzerine örtülmüş olan taş toprak parçalarını silkeleyip, başını kaldırdı, sağa sola bakındı. Hâlâ yaşıyordu. Şükür yaralanmamıştı da. Yanıbaşında takım arkadaşı Ali’yi gördü:

-Arkadaşlar nerdeler?

-Arkadaşlar mertebelerini buldular. Hepsi şehit oldular. Sadece sen ve ben kaldık.

Seyit doğrulup boğaz sularına bir göz attığında çok heyacanlandı. Düşman zırhlılarından bir tanesi (Ocean) sağa sola alev kusarak hızla ilerliyordu. Hemen istihkamdaki toplara bir göz attı. Bir tanesi dışında hepsi kullanılamaz derecede hasara uğramıştı. Çalışır vaziyette olan topa ait mermileri kaldırıp namluya sürülmesine yardımcı olan vinç tertibatının parçalanmış olduğunu fark etti. Ama birşeyler yapmalıydı.

İşte o an

Yerde, çalışabilir vaziyetteki topa ait dört adet mermi vardı. Sağına soluna bakındı başka mermi de kalmamıştı. Topun atış yapabilmesi için yerde duran mermilerin, birkaç basamaktan oluşan topun merdiveninden yukarı çıkarılıp namlu haznesine sürülmesi gerekiyordu. Ani bir kararla mermilerin yanına gitti. Arkadaşına:

-Gel Ali! Yardım et de şu mermiyi sırtıma alayım. Dedi. Arkadaşı şaşkın şaşkın bakarak:

-Bu mermilerin her biri 215 okka(275 Kg.) çeker. Kaldıramazsın Seyit! dedi.

-Bir deneyelim! diye cevap verdi.

Ellerini toprağa bulayıp tuttukları mermiyi Seyit’in sırtına koymaya muvaffak oldular. Seyit kemiklerinin çatırdadığını duyar gibi oldu. Gözlerinin önünden şimşekler geçtiğini zannetti. Boyun damarları parmak gibi dışarı çıkmıştı. Hafif sendeledikten sonra topun merdivenlerini teker teker, yavaş yavaş çıktı. Arkadaşının yardımiyle mermiyi topa sürmeye muvaffak oldu. Nişan tertibatını yeniden ayarlayarak besmeleyle ateşledi. Bu üçüncü mermi, gemiye kıç tarafından su hizasından isabet edip patladı. Geminin dümen tertibatı parçalandı. Dümensiz kalan gemi geniş yaylar çizerek başıboş sürüklenmeye başladı.

Koşar adım yanlarına gelen batarya komutanı Hilmi Bey, yanlarında iki Alman subayı olduğu halde takdir dolu gözlerle bakarak:

-Sen miydin Seyit? Vurdun gemiyi, dedi.

Ocean sulara gömülüyor

Az sonra kulakları sağır eden bir patlama oldu. Denize baktıklarında az önce Seyit’in dümenini tahrip ettiği, başı boş dolaşmaya başlayan geminin, siyah dumanların içinde kaldığını, dumanlar biraz dağıldığında da yan tarafa doğru yatmakta olduğunu gördüler.

Evet Ocean başıboş ve dümensiz kaldığı için Nusret’in mayınlarından birine çarpmış ve hızla batıyordu. Siperlerin arkasından ve gözetleme yerlerinden tekbir sesleri yükseliyor, alkışlarla ortalık çınlıyor, birbirlerine sarılan komutan ve askerler sevinç gözyaşlarına boğuluyordu… Seyit Onbaşı’nın attığı mermi, bir tek mermi, çılgın Ocean’ı durdurmakla kalmamış savaşın kaderini de değiştirmiştir.

Ertesi günü istihkamları tek tek dolaşmaya başlayan Müstahkem Mevki Komutanı Cevad Bey, Seyit’in kahramanlığını öğrenir:

-Evladım bu mermileri nasıl kaldırıp, topun namlusuna sürdüğünü bize gösterebilir misin?

Seyit biraz mahcup bir eda ile, aynı türden bir merminin yanına gider, ellerini toprağa sürer, besmele çekerek mermiye sarılır, fakat mermiyi yerinden bile kımıldatamaz. Bu tarihi olayın belgelenmesi için, merminin ağaçtan bir modelini yaparlar, Seyit Onbaşı’ya bunu kaldırtarak fotoğrafını çekerler. Gerçekten de bu fotoğraf dünya basınında yer almış ve bugün de arşivlerde mevcuttur.

Çanakkale Savaşları’nın kaderini değiştirenler unutulur mu?

Hangi mülahaza ile yapıldığı bilinmez ama, Seyit Onbaşı’nın tarihi fotoğrafında mermiyi sırtında taşıdığı görülmektedir. Fakat olay yerinde bulunan heykelde kucağında taşıttırılmıştır. Madem bir heykel yapılacaktı, aslına uygun yapılsa idi daha isabetli olmaz mıydı?

Seyit Onbaşı’nın hikayesi çok basit bir hikaye değildir. Cihadı, şartlarına uygun olarak gerektiği gibi yapan, sonra da içten bir besmele ile gereğini yerine getirmeye çalışan bir mücahid’in, nasıl Allah’ın yardımına mazhar olduğunun, bu yardım dolayısiyle, savaşın büyüklüğü karşısında, çok küçük gibi kalan bir merminin, o büyük savaşın kaderini nasıl değiştirdiğinin, canlı belgesini bizlere sunmaktadır.

Balıkesir’in Havran, Çamlık köyünden olan Seyit Onbaşı, savaştan sonra köyüne dönmüş, mesleği olan çiftçilikle uğraşırken, yoksul bir vaziyete düşmüş ve öyle yaşamış olduğunu okuyoruz.

Sonradan, Atatürk’ün, savaşın geçtiği yerlere yapmış olduğu bir ziyaret sırasında, Seyit Onbaşı’yı hatırladığı, kendisinin savaşın kazanılmasında çok önemli bir görev yaptığını ifade ettiği, kendisi ile ilgilenilmesi direktiflerini verdiği bilinmektedir.

1939 yılında köyünde vefat eden Seyit Onbaşı, Çanakkale Cihad’ının ve zaferinin adeta bir sembolü haline gelmiştir. Bugün şehitlikleri ziyaret edenler, Seyit’in ve şehit arkadaşlarının ruhuna bir fatiha okumadan geçemezler.

Acı ama gerçek…

Bazı “kitap” yazarları ve “belgesel” ciler, gerek yazdıkları kitaplarda, gerekse çektikleri belgesellerde Seyit Onbaşı olayını hiç olmamış gibi es geçerler. Çanakkale savaşlarını bir dostluk savaşı gibi takdim eden ve o günkü düşmanlarımızın ne kadar kahraman (!) olduklarını bize anlatmaya çalışan bu “Çanakkaleciler” le birebir görüştüğünüz zaman da, Seyit olayının çok abartıldığını, halbuki kaldırdığı merminin 150 kg. bile gelmediğini, ifade ederek, size cevap verirler…

Onlara göre, köyünde odun kütükleri ile uğraşan Seyit’in iri ve antrenmanlı vücuduyla bu mermiyi kolaylıkla kaldırmış olması mümkündür. Olağanüstü bir durum yoktur…

Düşmanlara bile kahraman derken, asıl kahramanlarımızdan merhum Seyit’i görmezden gelenlere şöyle seslenmek istiyorum:

Efendiler!

Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?

Madem iri vücutlu seyit bu 100-150 kg lık mermiyi kolaylıkla sırtlayıp götürmüştü de, o günkü komutanları niçin fotoğrafını çekip dünya basınına servis etmişlerdi? Yoksa bu fotoğraf fotomontaj mı? Seyit gibi iri yapılı bir sürü er varken size göre hiçbir olağanüstülük taşımayan bu mermi olayını niçin anlatmışlardır? Diyebilirsiniz ki, o savaş ortamında bir propaganda olarak böyle bir şey uydurulmuş olabilir?

O zaman şunu da izah edebilir misiniz? Mustafa Kemal Atatürk savaştan çok sonra cepheyi gezerken, Seyit Onbaşı’yı niçin buldurmuştur.

Niçin kendisinden takdir dolu sözlerle bahsetmiştir? Niçin Balıkesir Valisine Seyit’le ilgilenmesi talimatını vermiştir?

Size göre Atatürk de mi olayı abartmıştır? İyi de Atatürk o savaşın içindeydi. O mu olayı yakınen biliyor yoksa siz mi?

Seyit 276 kg lık bu mermiyi cihad şuuru ve Allah’ın yardımıyla kaldırmıştı. Bu kavramlara “hurafe” diyebilen sizler! Yoksa siz Atatürk’ü de hurafeci mi ilan edeceksiniz?

Utanın, utanın!

Gidin bugünkü Kırıkkale mühimmat fabrikasına da, sizin için hoş olmasa bile, o günkü orada bulunan topların mermilerinin kaç okka çektiği gerçeğini öğrenin. Çanakkale gerçeğini ve kahramanlarımızı milletimize unutturamazsınız!!! Kendi kahramanlarımızı ve Allah’ın yardımlarını görmezden geldiğiniz, böyle belgeselleri ve kitapları da alın başınıza çalın!

Seyit Onbaşı’nın ve tüm şehit ve gazilerimizin ruhları şad olsun!

Olayın geçtiği Rumeli Mecidiye Tabyasının bu günkü hali de içler acısıdır… Orasını da manzum olarak anlatmaya çalışalım ki, birilerinin belki yüzü utançtan kızarır da dikkatini çekmiş oluruz…
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Ocak 2011       Mesaj #15
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
seyid onbasi ve kinali hasan hakinda cok kisa bilgiler verebilirmisiniz ?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Ocak 2011       Mesaj #16
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
kısa ve öz bir bilgi verirmisiniz
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Ocak 2011       Mesaj #17
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
off yaa cevap verin şu onuyaa
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Şubat 2011       Mesaj #18
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
15 dkya msj gndrmsnz ltfn acil kınalı hasannn
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Şubat 2011       Mesaj #19
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ne olur kısa bilgiler verirmisiniz............
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Şubat 2011       Mesaj #20
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
SEYİT ONBAŞI

seyit onbaşı, 1889 yılının eylül ayında havran ilçesi çamlık (manastır) köyünde dünyaya geldi. babasının adı abdurrahman, annesinin ki emine idi.

seyit, 1909 yılının nisan ayı başlarında askere alındı. 1912'de balkan savaşları'na katıldı. savaş bitiğinde terhis edilmedi ve topçu eri olarak çanakkale cephesi'nde görev aldı. çanakkale savaşları'nda gösterdiği kahramanlıkla adını türk tarihine yazdırdı.
18 mart deniz savaşı sırasında, rumeli mecidiye tabyası'nda ayakta kalabilen tek top vardı onun da mermi kaldıran vinci bozulmuştu. seyit onbaşı büyük bir güçle 215 okkalık mermiyi üç kez kaldırarak namlunun ucuna sürmüş ve bu kahramanlığı ile ocean gemisi büyük bir yara almıştı.
seyit onbaşı 1918 sonbaharında köyüne döndü. sanatı olan ormancılık ve kömürcülüğe devam etti.

1934 tarihinde yürürlüğe konan soyadı yasasıyla "çabuk" soyadını aldı. 1939 yılında akciğerlerindeki rahatsızlık nedeniyle vefat etti.

KINALI HASAN


Kahramanlar / Kınalı Hasan

Çanakkale, bir ölüm kalım savaşıydı.
Çanakkale, bir saldırıya karşı, etten ve kemikten bir savunmaydı.
Ülkenin her köşesinden, dağ başlarından, köylerden kopup gelen çocuk yaşta gençlerin, ana kuzuların arslana dönüştüğü yerin adıydı Çanakkale.

Ana kuzuları, Kınalı Kuzular...
Anneler, kuzularını kınalayarak gönderiyorlardı Çanakkaleye.
Her kınalı kuzu, bir kahramandı, bir destandı.

Yozgatlı Hasan’da bunlardan biriydi.
Anresi, saçlarını kınalayıp göndermişti cepheye.
“Haydi yavrum, köyüne, nişanlına veda et; Sabanını, tarlanı, herşeyini feda et; O silâha sarıl ki, böyle günde bir erkek bir dualı demirden başka bir şey kullanmaz.
Bunu tutan bir bilek, Köleliğin uğursuz zincirine uzanmaz.
Git evladım, yıllarca ben oğulsuz kalayım, Şu yaralı bağrıma kara taşlar salayım.
Haydi oğlum, haydi git! Ya gazi ol, ye şehit!”

Kumandanı Hasan’ın saçlarını kınalı görünce yanına çağırır ve sorar:
“Oğlum bir erkek saçlarını kınalar mı?”
Hasan bir cevap veremez, çünkü sebebini kendisi de bilmez.
Hemen bir arkadaşına, annesine göndermek üzere bir mektup yazdırır.

“Anacığım, kardeşlerimi askere gönderirken başına kına koyma...
Zabit efendi bana sordu cevap veremedim. Kardeşlerimde cevap veremeyip mahcup olmasınlar.”

Mektubu alan annesi, anne yüreğinin sıcaklığını yansıtan cevabî bir mektup yollar oğluna.
“Ey oğlum, gözümün nuru Hasan’ım!
Köyümüzde rahat rahat oturalım mı?
Vatan sevgisi içimizde alev alev yanıyor.
Sen ecdadından, babandan aşağı kalamazsın.
Ben senin anan isem, beni ve seni Allah yarattı, vatan büyüttü.
Allah, bu vatan için seni yaşattı.
Bu vatanın ekmeği iliklerinde duruyor.
Zabit efendiye söyle...
Biz kurbanlık koçları kınalar, öyle kurban ederiz.
Sen dört kardeşin arasında kurbansın.
Sen İsmail’sin.
Sen orada şehit olacaksın inşaallah.
Kurbanlık koçlar nasıl kınalanırsa, bende senin saçını öyle kınaladım.”

Allah seni Peygamberin yolundan ayırmasın.
Seni melekler şimdiden rahmetle anıyor.

Gözlerinden öperim.

Anan Hatice...”

Hasan şehadet şerbetini içer.
Arkadaşları cebinde mektubu bulurlar.
Komutanına kınanın sebebini söyleyememiştir ama yine arkadaşına not düşürmüştür mektubun sonuna.

“Anam yakmış kınayı aday diye
Ben de vatan için kurban doğmuşum.
Anamdan Allah’a son bir hediye,
Kumandanım! Ben İsmail doğmuşum.”

Benzer Konular

2 Mart 2014 / ...Kadir... Soru-Cevap
16 Mart 2011 / ...Kadir... Soru-Cevap
23 Kasım 2008 / Ziyaretçi Cevaplanmış
6 Mayıs 2013 / myrize Soru-Cevap