Arama

Akıl yürütme nedir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 3 Aralık 2011 Gösterim: 9.321 Cevap: 7
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
15 Ocak 2009       Mesaj #1
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
'yetişme tarzı gelenek görenek doğru temeller mi?'
EN İYİ CEVABI fadedliver verdi
Amaçlar ve hedefler üzerinde akıl yürütmek, her şeyden önce kişinin ne istediğini, neyi amaçladığını belirlemesidir. Amacın ve hedefin tespit edilmesi, düşünme eyleminin yürütülmesi için şarttır. İnsanın neyi istediğini belirlemesi o kadar da kolay değildir. Geri kalmış toplumlar, ne istediğini bilmeyen toplumlardır. Bu toplumların içinde amaç ve hedeflerini tayin edebilenler nadirdir. Aynı şekilde "düşük-düşünce"li bütün bireyler ve "yüksek-düşünce"li birçok insan, ne istediklerini tayin edememektedirler. Hatta bunların içinde ne istediklerini tayin etmekten aciz kimseler de vardır. Halklar ve ümmetler ise bariz bir şekilde toplumsal faktörü meydana getiren kitle görüntüsüne veya onların deyimiyle kitle içgüdüsüne sahip olduklarından onlara gelenekler egemendir ve genellikle düşüncelerin içine derinlemesine girmezler. Bu sebepten dolayı yanlış fikirler edinirler ve sonuç olarak doğru olmayan bilgilere sahip olurlar. Bir amaçları olmaksızın veya kendileri için bir amaç tayin etmeksizin hareket ederler ve kendi amacını belirleyememe hastalığına mahkum olurlar. Öte yandan tıpkı toplumlar gibi fertler de bir amaca yönelmedikleri için, amaçlarla, hedeflerle ilgilenme zahmetine katlanmazlar. Düşüncelerini belli olmayan bir yöne yönelttikleri için de verimli olamazlar. Düşüncenin verimli hale getirilmesi için amaçların ve hedeflerin belirlenmesi şarttır. Zaten düşünme ve eylem belli bir amaç için vardır. Bu nedenle her insan düşünür, fakat her insan hedeflerini gerçekleştiremez.

Sponsorlu Bağlantılar
Amaçlar ve hedefler, insanların farklı durumlarına göre değişiklik arz ederler. Sözgelimi toplumun amacı, tatminin her çeşidini gerçekleştirmektir. İlkel bir halkın amacı, durumunu olduğu gibi muhafaza etmektir. Gelişmiş halkın amacı ise durumunu iyileştirmek ve bu yolda gerekli olan değişimi sağlamaktır. Aynı şekilde "düşük düşünce"li bireyin amacı, dinamik enerjisini tatmin etmektir. "Yüksek düşünce"li halkın amacı ise, gereksinim duyduğu bütün tatmin türlerini iyileştirmektir. Görüldüğü gibi insanların düşünme düzeyleri farklılık gösterdikçe amaçlar ve hedefler de değişmektedir. Fakat fertlerde ve toplumlarda amaç ve hedefler ne olursa olsun, bu hedef ve amaçları gerçekleştirme yolunda sabretmek ve ciddi bir şekilde onların izini sürmek, ancak kısa vadeli amaçlar ve kolay hedefler için geçerlidir. Mesela; sadece açlığı gidermek, çok kısa bir zaman diliminde olmasa da kolay bir amaçtır. Bu nedenle açlığa dayanma gücü insandan insana değişiklik gösterse de, hemen hemen her insanda vardır. Siz de bütün insanlar gibi karnınızı doyurma, ailenizin geçimini sağlama, mülk edinme, huzur vs. peşindesiniz. Çünkü bunlar, insanlar için birer amaçtır ve onları gerçekleştirme arzusu herkeste mevcuttur. Fakat kalkınmaya veya halkınızı kalkındırmaya çalışmanız, kendi konumunuzu veya halkınızın, ümmetinizin konumunu yükseltmeye çaba göstermeniz de birer amaçtır. Ne var ki bu amaçların gerçekleştirilmesi sabır ister, ciddi bir biçimde işin peşini bırakmamayı gerektirir. Her insan, bunu yapabilecek kabiliyette değildir. Belki bu yolda yürümeye başlarsınız, fakat önünüze çıkan engeller ve tahammülsüzlük, amacınızı gerçekleştirmeden sizi pes ettirebilir. Belki çabalayıp çırpınmaya devam edersiniz, fakat işin içinde ciddiyet olmadığı için, önünüze engeller, tahammülsüzlükler çıkmasa bile, amacınıza ulaşamazsınız. Çünkü ciddiyetten yoksun bir seyir halinde olmanız, sizi bu hale getirmiştir. Özellikle büyük hedefler her şeyden önce ciddiyeti, tahammülü ve pes etmeden iz sürmeyi gerektirir.

Fertler topluluklardan, yani halk ve ümmetten daha fazla sabretme gücüne sahiptirler. Çünkü fertlerin görüş açısı, topluluklarınkinden daha açık ve daha güçlüdür. Zira topluluk oluşları düşüncelerini ve görüş açılarını zayıflatır. Bu nedenle bir kişinin görüş açısı iki kişininkinden daha güçlüdür. İnsan sayısı ne kadar çoğalırsa, görüş açısı da o denli azalır. Dolayısıyla halkların önüne uzak hedefler koymak doğru değildir. Çünkü toplum olarak halklar bu hedefleri gerçekleştirmenin peşine düşmezler. Bu yolda bir hareket gösterseler bile, işin içinde ciddiyet olmayacağı için hedeflerine ulaşamazlar. Bütün bunlar gösteriyor ki; halkların önüne konan hedef, gerçekleştirilmesi mümkün, kısa vadeli bir hedef olmalıdır. Kısa vadeli bir hedef, başka kısa vadeli hedefler doğuracaktır. Dolayısıyla gerçekleştirilmiş olan her hedef, başka hedefler için bir alt basamak oluşturacak, böylece yeni hedeflerin gerçekleştirilmesi mümkün olacaktır. Zira topluluk, ferde nazaran mümkün olanı görmeye daha yatkındır. Fakat büyük zorluklara dayanma gücü daha azdır. Halklar, aklen mümkün olanı hedefleyemezler. Halklar, ancak fiilen mümkün olanı algılayıp gerçekleştirmeye çalışabilirler. Fakat fertler öyle değildir. Genellikle fertler, aklen mümkün olanın fiilen de mümkün olabileceğini algılayabilirler ve uzun vadeli düşünebilirler. Bunun yanı sıra fertler, zorluklara ve engellere karşı daha fazla direnebilirler. Zira fertler, uzun vadede mücadele edebilme gücüne sahiptirler.

İster millet ve halklar için, ister fertler için ortaya konmuş olsun, amaçların ve hedeflerin gerçekleştirilmesi nesiller boyu sürmemeli, insan gücünü aşan bir mücadeleyi gerektirmemeli ve var olmayan veya temin edilmesi mümkün olmayan araçları gerektirecek türden olmamalıdır. Aksine bir kuşağın gerçekleştirebileceği türden olmasının yanı sıra, var olan veya temin edilmesi mümkün olan araçlarla her hangi bir insanın çabasıyla gerçekleştirilebilecek bir hedef olmalıdır. Çünkü amaç, kişinin peşine koştuğu bir hedeftir. Kişi bu hedefi gerçekleştirebileceğine inanmazsa, kendinde çaba gösterme gücünü bulamaz. Kişide hedefi gerçekleştirme isteği bulunduğu sürece hedefin gerçekleşmesi için gerekli araçların var olması gerekir. Aksi takdirde çaba gösteriyormuş gibi davransa ve kendini buna inandırsa bile mücadelesi sekteye uğrar. İnsan, gücü nispetinde mücadele eder. İnsanın mücadele edecek kadar gücü yoksa, asla mücadele edemez. Çünkü insan, gücünü aşan yükümlülükleri yerine getirmekle mükellef değildir. Dahası, gücünü aşan yükümlülükleri zaten yerine getiremez. Bu da gösteriyor ki hedefler ne denli uzun vadeli olursa olsun, insanlardan herhangi birinin elindeki mevcut araçlarla gerçekleştirebilecek türden olmalıdır.

O halde her şeyden önce düşünmenin veya eylemin hangi amaçla yapıldığını tespit etmek gerekir. Belirlenen hedef, görme organı veya basiretle algılanabilir, aklen ve fiilen gerçekleştirilebilir olmalıdır. Algılanamayan, gerçekleştirilmesi aklen ve fiilen mümkün olmayan bir hedef, hedef olma özelliğini yitirir. Nasıl ki fertler düşünme eyleminde bulunurken ve çalışırken bir hedefe ihtiyaç duyuyorlarsa, halkların ve ümmetlerin de bir hedefe veya hedeflere ihtiyaçları vardır. Ancak halkların ve milletlerin hedefi uzun vadeli olmamalı, aksine kısa vadeli olmalıdır. Hedefler ne kadar kısa vadeli olursa, o kadar verimli, düşünce ve eyleme o kadar elverişli olur. Halkların ve milletlerin kendileri için hedef çizmeleri tasavvur edilemez, ama halkların ve ümmetlerin sahip olduğu yaygın düşünce ve görüşleri vardır. Bunlar birtakım inançlara sahiptirler. Demek ki halkları ve ümmetlerin sahip olduğu düşünceler, görüşler ve inançlar vardır. Aynı şekilde birtakım düşünce, görüş ve inançlardan veya hayat tecrübelerinden tatmin olamama ve gereksinimlerini doyuramamaktan kaynaklanan hedefler, halklara ve ümmetlere hakim olur. Böylece toplumlarda birtakım hedefler oluşur. Mahrumiyetin üstesinden gelme ve tatmin olma ihtiyacını giderme gibi. Halklar ve ümmetler, toplum olarak birtakım hedeflere karar veremeseler de birtakım hedefleri vardır. Ancak bu hedefler, aklen değil, fiilen gerçekleştirilebilir türdendir.
kaynak
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Ocak 2009       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
mantıkta us kurallarını işletme yoluyla bir düşünme yöntemi, usavurma, çıkarım, °istidlal.
Sponsorlu Bağlantılar
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
15 Ocak 2009       Mesaj #3
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Amaçlar ve hedefler üzerinde akıl yürütmek, her şeyden önce kişinin ne istediğini, neyi amaçladığını belirlemesidir. Amacın ve hedefin tespit edilmesi, düşünme eyleminin yürütülmesi için şarttır. İnsanın neyi istediğini belirlemesi o kadar da kolay değildir. Geri kalmış toplumlar, ne istediğini bilmeyen toplumlardır. Bu toplumların içinde amaç ve hedeflerini tayin edebilenler nadirdir. Aynı şekilde "düşük-düşünce"li bütün bireyler ve "yüksek-düşünce"li birçok insan, ne istediklerini tayin edememektedirler. Hatta bunların içinde ne istediklerini tayin etmekten aciz kimseler de vardır. Halklar ve ümmetler ise bariz bir şekilde toplumsal faktörü meydana getiren kitle görüntüsüne veya onların deyimiyle kitle içgüdüsüne sahip olduklarından onlara gelenekler egemendir ve genellikle düşüncelerin içine derinlemesine girmezler. Bu sebepten dolayı yanlış fikirler edinirler ve sonuç olarak doğru olmayan bilgilere sahip olurlar. Bir amaçları olmaksızın veya kendileri için bir amaç tayin etmeksizin hareket ederler ve kendi amacını belirleyememe hastalığına mahkum olurlar. Öte yandan tıpkı toplumlar gibi fertler de bir amaca yönelmedikleri için, amaçlarla, hedeflerle ilgilenme zahmetine katlanmazlar. Düşüncelerini belli olmayan bir yöne yönelttikleri için de verimli olamazlar. Düşüncenin verimli hale getirilmesi için amaçların ve hedeflerin belirlenmesi şarttır. Zaten düşünme ve eylem belli bir amaç için vardır. Bu nedenle her insan düşünür, fakat her insan hedeflerini gerçekleştiremez.

Amaçlar ve hedefler, insanların farklı durumlarına göre değişiklik arz ederler. Sözgelimi toplumun amacı, tatminin her çeşidini gerçekleştirmektir. İlkel bir halkın amacı, durumunu olduğu gibi muhafaza etmektir. Gelişmiş halkın amacı ise durumunu iyileştirmek ve bu yolda gerekli olan değişimi sağlamaktır. Aynı şekilde "düşük düşünce"li bireyin amacı, dinamik enerjisini tatmin etmektir. "Yüksek düşünce"li halkın amacı ise, gereksinim duyduğu bütün tatmin türlerini iyileştirmektir. Görüldüğü gibi insanların düşünme düzeyleri farklılık gösterdikçe amaçlar ve hedefler de değişmektedir. Fakat fertlerde ve toplumlarda amaç ve hedefler ne olursa olsun, bu hedef ve amaçları gerçekleştirme yolunda sabretmek ve ciddi bir şekilde onların izini sürmek, ancak kısa vadeli amaçlar ve kolay hedefler için geçerlidir. Mesela; sadece açlığı gidermek, çok kısa bir zaman diliminde olmasa da kolay bir amaçtır. Bu nedenle açlığa dayanma gücü insandan insana değişiklik gösterse de, hemen hemen her insanda vardır. Siz de bütün insanlar gibi karnınızı doyurma, ailenizin geçimini sağlama, mülk edinme, huzur vs. peşindesiniz. Çünkü bunlar, insanlar için birer amaçtır ve onları gerçekleştirme arzusu herkeste mevcuttur. Fakat kalkınmaya veya halkınızı kalkındırmaya çalışmanız, kendi konumunuzu veya halkınızın, ümmetinizin konumunu yükseltmeye çaba göstermeniz de birer amaçtır. Ne var ki bu amaçların gerçekleştirilmesi sabır ister, ciddi bir biçimde işin peşini bırakmamayı gerektirir. Her insan, bunu yapabilecek kabiliyette değildir. Belki bu yolda yürümeye başlarsınız, fakat önünüze çıkan engeller ve tahammülsüzlük, amacınızı gerçekleştirmeden sizi pes ettirebilir. Belki çabalayıp çırpınmaya devam edersiniz, fakat işin içinde ciddiyet olmadığı için, önünüze engeller, tahammülsüzlükler çıkmasa bile, amacınıza ulaşamazsınız. Çünkü ciddiyetten yoksun bir seyir halinde olmanız, sizi bu hale getirmiştir. Özellikle büyük hedefler her şeyden önce ciddiyeti, tahammülü ve pes etmeden iz sürmeyi gerektirir.

Fertler topluluklardan, yani halk ve ümmetten daha fazla sabretme gücüne sahiptirler. Çünkü fertlerin görüş açısı, topluluklarınkinden daha açık ve daha güçlüdür. Zira topluluk oluşları düşüncelerini ve görüş açılarını zayıflatır. Bu nedenle bir kişinin görüş açısı iki kişininkinden daha güçlüdür. İnsan sayısı ne kadar çoğalırsa, görüş açısı da o denli azalır. Dolayısıyla halkların önüne uzak hedefler koymak doğru değildir. Çünkü toplum olarak halklar bu hedefleri gerçekleştirmenin peşine düşmezler. Bu yolda bir hareket gösterseler bile, işin içinde ciddiyet olmayacağı için hedeflerine ulaşamazlar. Bütün bunlar gösteriyor ki; halkların önüne konan hedef, gerçekleştirilmesi mümkün, kısa vadeli bir hedef olmalıdır. Kısa vadeli bir hedef, başka kısa vadeli hedefler doğuracaktır. Dolayısıyla gerçekleştirilmiş olan her hedef, başka hedefler için bir alt basamak oluşturacak, böylece yeni hedeflerin gerçekleştirilmesi mümkün olacaktır. Zira topluluk, ferde nazaran mümkün olanı görmeye daha yatkındır. Fakat büyük zorluklara dayanma gücü daha azdır. Halklar, aklen mümkün olanı hedefleyemezler. Halklar, ancak fiilen mümkün olanı algılayıp gerçekleştirmeye çalışabilirler. Fakat fertler öyle değildir. Genellikle fertler, aklen mümkün olanın fiilen de mümkün olabileceğini algılayabilirler ve uzun vadeli düşünebilirler. Bunun yanı sıra fertler, zorluklara ve engellere karşı daha fazla direnebilirler. Zira fertler, uzun vadede mücadele edebilme gücüne sahiptirler.

İster millet ve halklar için, ister fertler için ortaya konmuş olsun, amaçların ve hedeflerin gerçekleştirilmesi nesiller boyu sürmemeli, insan gücünü aşan bir mücadeleyi gerektirmemeli ve var olmayan veya temin edilmesi mümkün olmayan araçları gerektirecek türden olmamalıdır. Aksine bir kuşağın gerçekleştirebileceği türden olmasının yanı sıra, var olan veya temin edilmesi mümkün olan araçlarla her hangi bir insanın çabasıyla gerçekleştirilebilecek bir hedef olmalıdır. Çünkü amaç, kişinin peşine koştuğu bir hedeftir. Kişi bu hedefi gerçekleştirebileceğine inanmazsa, kendinde çaba gösterme gücünü bulamaz. Kişide hedefi gerçekleştirme isteği bulunduğu sürece hedefin gerçekleşmesi için gerekli araçların var olması gerekir. Aksi takdirde çaba gösteriyormuş gibi davransa ve kendini buna inandırsa bile mücadelesi sekteye uğrar. İnsan, gücü nispetinde mücadele eder. İnsanın mücadele edecek kadar gücü yoksa, asla mücadele edemez. Çünkü insan, gücünü aşan yükümlülükleri yerine getirmekle mükellef değildir. Dahası, gücünü aşan yükümlülükleri zaten yerine getiremez. Bu da gösteriyor ki hedefler ne denli uzun vadeli olursa olsun, insanlardan herhangi birinin elindeki mevcut araçlarla gerçekleştirebilecek türden olmalıdır.

O halde her şeyden önce düşünmenin veya eylemin hangi amaçla yapıldığını tespit etmek gerekir. Belirlenen hedef, görme organı veya basiretle algılanabilir, aklen ve fiilen gerçekleştirilebilir olmalıdır. Algılanamayan, gerçekleştirilmesi aklen ve fiilen mümkün olmayan bir hedef, hedef olma özelliğini yitirir. Nasıl ki fertler düşünme eyleminde bulunurken ve çalışırken bir hedefe ihtiyaç duyuyorlarsa, halkların ve ümmetlerin de bir hedefe veya hedeflere ihtiyaçları vardır. Ancak halkların ve milletlerin hedefi uzun vadeli olmamalı, aksine kısa vadeli olmalıdır. Hedefler ne kadar kısa vadeli olursa, o kadar verimli, düşünce ve eyleme o kadar elverişli olur. Halkların ve milletlerin kendileri için hedef çizmeleri tasavvur edilemez, ama halkların ve ümmetlerin sahip olduğu yaygın düşünce ve görüşleri vardır. Bunlar birtakım inançlara sahiptirler. Demek ki halkları ve ümmetlerin sahip olduğu düşünceler, görüşler ve inançlar vardır. Aynı şekilde birtakım düşünce, görüş ve inançlardan veya hayat tecrübelerinden tatmin olamama ve gereksinimlerini doyuramamaktan kaynaklanan hedefler, halklara ve ümmetlere hakim olur. Böylece toplumlarda birtakım hedefler oluşur. Mahrumiyetin üstesinden gelme ve tatmin olma ihtiyacını giderme gibi. Halklar ve ümmetler, toplum olarak birtakım hedeflere karar veremeseler de birtakım hedefleri vardır. Ancak bu hedefler, aklen değil, fiilen gerçekleştirilebilir türdendir.
kaynak
emire - avatarı
emire
Ziyaretçi
5 Mart 2009       Mesaj #4
emire - avatarı
Ziyaretçi
lütfen akıl yürütmenin doğası, kültür ve akıl yürütme ilişkisi hakkında yardımcı olurmusunuz
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
5 Mart 2009       Mesaj #5
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
AKIL YÜRÜTME ÜZERİNE


#fullpost{display:inline;} FEHMİ BAYKAN"

Düşünme, beynin diğer iki kısmınında tesiri altında olmakla beraber daha ziyade neocortex merkezlerinin hâkim olduğu bir zihin faaliyetidir. Aslî veçhelerini tesbit edelim:

1. Beynin bütün kısımlarının birbirlerini karşılıklı etkilediklerini biliyoruz. Fikrimi, günlük hayattan hepimizin bildiği misallerle izah edeyim: Organlarımızın sıhhatli çalışıp çalışmaması, yediğimiz gıdalar , cinsî hayatimiz v.s. (R complex seviye) duygu, emotion, hayatımıza (Limbic seviyeye) tesir eder; sıkıntı,elem, rahatlık, vs. hissederiz. Keza duygu hayatımız da düşünce faaliyetlerimize (neocortex seviyeye) tesir eder. Nikbin (iyimser) veya bedbin (kötümser) ruh hallerimiz (Limbic seviye durumları), sadece fiillerimizi değil, düşüncelerimizin de şekillenmesini belirler. Hayatta, insanlarla, siyasetle ilgili dünya görüşlerimizin felsefi tercihlerimizin, tann telakkimizin altında psişik faktörler müessirdir.

Aynı şekilde, düşünce gücü ile duygularımızın da kontrol altına alınabildiği bilinen bir husus. Rational-Emotive terapi, Reality terapi gibi psiko-terapi usulleri düşünme tarzımızı değiştirerek psişik hayatimizi düzenleyebileceğimiz esasına dayanır.Bu bapta, stoisyenlerin, samimî dindarların, inanç ve düşüncelerinin eseri olan (nisbeten) sükunetli ruh halinde olduklarım da zikredelim.

Keza, bazı yogilerin düşünce gücü ile vücudlannın istemsiz hareketlerini (kalp atışı, v.s.) kontrol edebildiklerini biliyoruz. Bio-feedback denilen tekniğin tıbta kullanılması ile bazı şeker hastalarının şeker seviyesini kontrol edebildikleri de biliniyor. Demek ki, beynin kısımları arasındaki etkileşim iki yönlüdür, alttan yukarıya (R comlex, Limbic, neocortex) olduğu gibi, yukardan aşağıyadır da.

2. Keza, düşüncelerimizi biolojik yapımız, şahsiyetimiz, öğrenim-eğitim şartlanmalarımız, içinde yaşadığımız (ev, toplum, iş) ortamlar da büyük ölçüde belirler.Bu bilinen hususları hatırlatmaktan maksadım, düşünmeyi "pür aklî" bir faaliyet olarak görme hatasına düşülmemesi için. Bu hata, adı filozofa çıkmış yazarlar arasında ortak olan en affedilmez kusurlardandır.

3. Bu umumî tesbitlerden sonra,düşünmenin ana unsurlarına bakalım.Görebildiğim kadar, altı temel düşünme unsuru var. Bunlar, bağlantıların idraki, mukayese, çıkarım, birleştirme, soyutlama ve toplama-çikarma. Bu unsurların hepsi birbirleri ile alâkalıdır, bu nedenle bir bütün halinde mütalaa edilmeli. Ama, anlamayı ve anlatmayı kolaylaştırmak için maddeler halinde inceleyip,şemalaştırarak sunuyorum.Şu benzetmeyi kullanayım: Anatomi dersinde beden,iskelet, kan sistemi, sinir sistemi, hücreler v.s. olarak ayrıştırılarak incelenir.Bunlar bedenin tefrik edilebilir ayn kısımlandır ama müşterek çalışıp bir bütün (geştalt) oluşturur. Aynı şekilde düşünmenin ana unsurlan tefrik edilebilir olgulardır ama, hem bunlar hem de zihnin diğer faaliyetleri birbirleriyle alâkalı bir geştalt (organize bütün) oluşturur. (Konuyu incelemeye geçmeden bir kere daha vurgulayarak hatırlatayım:

Tecrübe (algı) olmadan, dikkat, hatırlama v.s. olamaz. Keza, düşünebilme için, tecrübe aslî olmak üzere bütün diğer zihin faaliyetleri gereklidir)

a. Düşünmenin ana unsurları:

1. Bağlantıların İdraki: Cisimler, şahıslar, olaylar, olgular arasındaki bağlan/bağlantılan kavrama melekesi. Meselâ, anahtar-kilit, ateş-yakma, su-ıslanma v.s. gibi; aile içinde, toplumda v.s., bağlanölan kavrama. (Bu meleke bazı hayvanlarda da var. Bir misâl; Tavanda asılı muzu alabilmek için maymunun sandıkları üst üste koyması, veya deynekleri birleştirmesi ve muza ulaşması)

2. Çıkarım (istidlal, inference): Bağlantıların idrâkinin neticesidir. İki tarzı var: ya yeni birşey öğrenmek şeklinde olur (Ateş elimi yaktı: "ateş elimi yakar"); ya da eski tecrübe birikimi zemini içinde yeni algıyı değerlendirmek şeklinde olur(karda gördüğümüz ayak izlerinin, kediye mi, köpeğe mi, insana mı ait olduğunu çıkarmamız. Bu durumda kardaki iz "eser"dir, eserden, doğrudan algılayamıdığımız muhtemel "neden" çıkanmlanır).

Bilimde, Teorik fizikte, özellikle quantum fiziğinde buluşlar bu tür çıkarıma dayanır. Atom-altı âlemle ilgili fikirler "eser"den, gözlemlenemeyen "nedenlerin" tasavurî çıkarımlar şeklinde ortaya konur.

3. Mukayese: Farkları ve benzerlikleri kavrama, iki tara vardır birleştirme ve soyutlama.

4. Birleştirme (sentez, composition): Bazı bakımlardan birbirine benzeyen tikellerin (cüz, ferd) benzemeyen yanlarını bir yana koyup, benzer nitelikleri itibariyle onları bir araya getirme. Zihnin bu faaliyeti neticesinde tümeller (genel kavramlar, üniverseller) elde edilir. Meselâ, 1. sınıf talebelerini, tek tek ferdî (ya da şahsî) özelliklerinden soyutlayıp, ortak yanlan esas alıp onlara "1 . sınıf dememiz. Ordu, vs. de bu tür kavramlardır.

5. Soyutlama (analiz, resolution, abstraction): Bir tikelin talî (ikinci derece, secondary) niteliklerini bir yana koyup onun aslî özelliğini kavrama. Meselâ, elimdeki kalem plastikten mamuldür, kırmızıdır, v.s. Bütün bu nitelikleri talîdir; başka malzemeden de yapılsa, rengi başka da olsa, onu kalem yapan bu nitelikleri değil.Kalemi kalem yapan "yazma vasıtası" olmasıdır, kalemimin "yazması", onun fonksiyonu itibariyle özüdür, aslî özelliğidir. Bu cismi "bu cisim" yapıp başka varlıklardan (silgiden, gözlükten v.s.) ayırteden yam, özüdür.Soyutlama faaliyetiyle, felsefede, öz (essence, substance, usia) tabir edilene ulaşılır.

Soyutlama ve birleştirme, mukayesenin neticeleri olmaları itibariyle benzeseler de, farkları, birleştirmede düşüncenin objesi gruptur, neticede, grupla ilgili ortak yan tesbit edilir (tümeller); soyutlamada ise düşüncenin objesi teklerdir,neticede onun aslî yani tesbit edilir (öz).

6. Toplama-Çıkarma: Birleştirme ve soyutlamanın mekanik ve ilkel tarzıdır. Tek tek nesneleri biraraya getirme ve ayırma işlemi. Çarpma, toplamanın; bölme de çıkarmanın özel halidir.

Yukarıda da belirttiğim gibi düşünmenin ana unsurları birbirine yakın ve alâkalıdır. Ama uygulamadaki neticeleri itibariyle aralarında nüans gördüğüm için tefrik ederek mütalâa ettim.Bundan sonra da düşünme tarzları üzerinde duracağım, Felsefî, ilmi yazılar yazanlar eserlerinde genellikle iki tür düşünme, ya da akıl yürütme tarzı olduğunu belirtirler; indüksiyon ve dedüksiyon. Bazıları analojiyi de ayn bir akıl yürütme tarzı olarak ilâve eder.

Felsefe eserlerini esas alarak yaptığım inceleme neticesinde bu rakamın beş ya da altıya çıkarılması gerektiği düşüncesine ulaştım: indüksiyon, dedüksiyon ve analojiye ilaveten meditation ile deliberation (calculation) nın da hesaba katılması lâzım. Kayd-ı ihtiyatî ile intuition'ı (sezgi) da katarsak, rakam altı olur.

Şimdi bunları inceleyelim: Görülecektir ki, düşünme tarzları benim yukarıda düşünmenin ana unsurları dediğim faaliyetlerden başka birşey değil.

b. Düşünme (Akıl Yürütme) tarzları:

1. İndüksiyon (induction, tümevarım): Tikellerdeki (veya özellerdeki) benzer ortak yanlan tesbit ederek Tümel, evrensel (veya genel) bir sonuca ulaşmak. "Sıralar tahtadan yapılmıştır", "Metaller ısıtılınca genleşir" gibi önermeler bu tez akıl yürütme neticesine misâl olarak verilir.

İncelenince görülecektir, İndüksiyon önermeleri "bağlantıların idrâki", "mukayese (farkların ve benzerliklerin tefriki)" ve "çıkaran" faaliyetlerinin mahsulüdür. Son tahlilde bu önermeler "çıkannTın formülleştirilmeleridir. Çıkarım olarak formülleştirilen, ya gruba ait (tümel) bir özelliğin birleştirme ile sunulmasıdır ya da teklerin aslî yanının (özünün) soyutlamayla tesbiti.

2. Dedüksiyon (deduction, tümdengelim): Dedüksiyondan anlaşılan iki şekilde ifade edilir, (a) Genel (tümel) bir tesbitin özeli (tikeli) kapsamına alması,(b) ya da özdeşlik ilkesine (a—a) dayanan çıkarım faaliyeti (matematik işlemler).Dedüksiyondan anlaşılan özü budur.

Asırlardır süre gelen felsefe geleneğinde dedüksiyon ayn bir düşünme (akıl yürütme) tarzı olarak kabul edildi. Üstelik rasyonalist gelenek ve bazı mantıkçılar bunu yegâne akıl yürütme tarzı olarak yücelttiler... Ve yanıldılar. Kanaatime, göre dedüksiyon, bırakınız yüceltilmeyi, akıl yürütme bile değildir, sadece retoriktir.

İzah edeyim:

i) Dedüksiyon, düşünme özü itibariyle, endüksiyonla aynıdır. Her ikisinde de bilgi önermesi (bilgi mesajı) tecrübeden gelir.Fikrimi, klasik-Barbara-silogizmini misâl vererek izah edeyim:

İnsanlar ölümlüdür.
Sokrat da insan
Sokrat da ölümlüdür.

Silogizmdeki bilgi önermesi "insanların ölümlü olduğudur", ki bu da tecrübeden gelir. Bu önerme ("insanlar ölümlüdür") indüktifdir.Düşünce özü,yukarıda belirttiğim gibi, "birleştirme" ve "çıkannTdır: İnsan denilen varlıklarla ilgili tümel bir özelliğin "birleştirmeyle" tesbit edilerek "çıkarım" olarak sunulmasıdır:

Şu insan ölümlü, bu insan ölümlü
.'. insanlar ölümlüdür.

Her ikisinde de "merkez önerme" ("eksen önerme"; bilgi önermesi) aynıdır: "İnsanlar ölümlü"

Dikkat edilirse görülecektir ki, dedüksiyon, endüksiyonun, adeta, aynada ters yansısı gibidir. Dedüksiyon endüksiyon tersten ifade etmedir. Her ikisinde de temel bildirim, eksen önerme, tamamen aynıdır, sadece ifade terstendir. İşte, kafaları karıştıran nokta bu.

ii) Dedüksiyon, indüktif önermeyi tersten ifade olduğu için totoloji haline gelir; neticede bu tür silogizmin "zaruri doğru" olduğu intibanı uyandırır. Grup özelliğini (ölümcûlüğü) ihtiva eden önerme başa alınarak konuşulunca, ferdin de "dahil olduğu" gruba "dahil olacağı" (ölümlülüğü) totoloji gereği, zaruri olur. Dedüksiyonda bütün söyleyen şudur:

İnsanlar ölümlüdür
(Bu) insan (sokrat) da ölümlüdür
... (Bu) insan da ölümlüdür.

Yani, bütün söylenilen, "insan ölümlüdür" ün tekrarıdır, başka birşey değil:Totoloji

Totolojinin bilgi vermediği, cümlenin malûmudur. Totoloji sadece bilgiyi pekiştirmeye yarar, ikna faydası vardır, yani psişik tesir icra eder, tamamiyle retoriktir: Hiçbir epistemolojik değeri ve faydası yoktur.

iii) Dedüksiyon, totoloji olduğundan, bu ifadeler insanda, "zaruri doğru" imiş intibaını uyandırır. Buna mukabil endüktif önermelerin doğruluğunun ancak "ihtimali" olduğu kabul edilir. Halbuki, her iki ifade türünde "eksen önerme" ("merkez önerme") aynı olduğundan, her ikisinin de doğruluk değeri aynıdır. Eğer "insanların ölümlü olduğu" ihtimâli bir "doğru" ise, dedüksiyonun doğruluk değeri de budur. Bu mesajı tersten ifade ederek totoloji haline getirmek "gerçek doğruluk değerinin" statüsünü değiştirmez, sadece bunu kullananlarda ve işitenlerde böyle bir (zaruri doğru) intiba uyanır. Bu psişik bir yanılmadır. Dedüksiyon, pseudo (sahte)-akıl yürütmedir, akıl yürüttüğünü sanmadır:daha direkt bir ifadeyle, düpedüz illüzyondur.

iiii). Bu. bağlamda şöyle bir itiraz ileri sürülebilir. Dedüktif ifadeler özdeşlik ilkesine dayanan çıkarımlardır. Pekiyi, özdeşlik ilkesi aklın bir prensibi değilmi? Neden özdeşlik ilkesine uygun düşünüyoruz?Bu durum empirik olarak izah edilebilir mi? Başka bir ifadeyle, özdeşlik ilkesi a priori mi, aposteriori mi? Eğer aposteriori değil de a priori ise, ya "doğuştandır" (innate) ya da-bu tezin bir tarzı olan "aklın kategorisidir" (Kant). Eğer özdeşlik ilkesi tecrübî (empirik) olarak izah edilemez ise, gerek rasyonalistler, gerekse mantığı sadece dedüksiyondan ibaret gören mantıkçılar davalarında haklı olurlar.

Gerek dedüksiyonla alâkası itibariyle gerekse umumi bilgi teorisi açısından özdeşlik ilkesinin analizi çok önemlidir. Meseleye Descartes gibi ("innate idea"), Kant gibi ("aklın apriori kategorisi") esrarengizleştinneye hiç lüzum yok. Özdeşlik ilkesi tecrübî zeminde çok kolay izah edilebilir.


Alıntı
emire adlı kullanıcıdan alıntı

lütfen akıl yürütmenin doğası, kültür ve akıl yürütme ilişkisi hakkında yardımcı olurmusunuz

Quo vadis?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
8 Ekim 2011       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
akıl yürütme kusurlar na 5 tane örnek
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Kasım 2011       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
akıl yürütme kusurları nelerdir
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Aralık 2011       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
akıl yürütme lütfen çok acil hemen olursa sevinirm

Benzer Konular

30 Ekim 2016 / Misafir 6666 Tıp Bilimleri
30 Ekim 2016 / angels Cevaplanmış
10 Ekim 2009 / Misafir Soru-Cevap
9 Mayıs 2010 / Misafir Soru-Cevap
11 Nisan 2016 / Safi X-Sözlük