Arama

Biruni ve Ali Kuşçu arasındaki farklar nelerdir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 27 Şubat 2010 Gösterim: 9.764 Cevap: 6
servet_741 - avatarı
servet_741
Ziyaretçi
15 Ocak 2009       Mesaj #1
servet_741 - avatarı
Ziyaretçi
arasındaki fark
EN İYİ CEVABI Keten Prenses verdi

El-Bruni

Sponsorlu Bağlantılar
İslam Dünyası'nın en büyük bilim adamı ve bütün çağlar gözönüne alındığında ise, en büyük bilim adamlarından biri." Ünlü bilim tarihçisi George Sarton El-Bîrunî'yi böyle değerlendirir. Harezm'de doğan El-Bîrunî, küçük yaşta, Harezmşahların sarayıyla ilişki kurdu. El-Hakim ve İbn-i Sina gibi dönemin en ünlü İslam bilim ve düşün adamlarından ders alan, prens ve hükümdarlardan itibar gören El-Bîrunî, Gazneli Mahmud'un Hindistan'ı zaptından sonra Hindistan'a giderek Hint Uygarlığı'nı inceledi.

Felsefe, matematik, astronomi, fizik, coğrafya ve tıp gibi birçok alanda bilime katkılarda bulunmuş olan bilim adamı; gerçekliğini, düşünsel cesareti, hoşgörüsü ve eleştirel bakış açısı ile Ortaçağ'daki bilim anlayışını çok geride bırakmıştı. Ona göre "Her şeyi Allah bilir" düşüncesi bilgisizlik için bir özür olamazdı. Arapça, Farsça ve Sanskritçe'yi çok iyi bilen El-Bîrunî'nin anadili saptanamamıştır.

Geometri ve trigonometride büyük başarılar gösteren, çeşitli astronomi aletleri yapan, kendi metodu ve aletleriyle madenlerin özgül ağırlıklarını yaklaşık olarak saptayan El-Bîrunî, bilimsel çapı ve önemi itibarıyla, gerçekleşemeyen Doğu Rönesansı'nın olası temel dayanaklarından biri olabilme niteliğine sahipti.

Matematik alanında sinüs, kosinüs gibi trigonometrik fonksiyonların birer oran, yani sayı olduğunu vurgulayan El-Bîrunî, bu fonksiyonlarda çember yarıçapının birim olarak kabul edilmesini önermiş, bugün Hint-Arap rakamları olarak bilinen rakamları çok açık bir biçimde aktarmış, düzgün polinomların çizimi ve bir açının üç eşit parçaya bölünmesi sorunlarıyla uğraşmıştır.

Çeviri ve siyasetle de uğraşmış olan El-Bîrunî, 1048'de Gazne'de öldüğünde, geride birçok önemli eser bıraktı. Bunlardan bazıları şunlardır: "Hareketsiz Yüzyıllardan Kalan Eserler", "Hint Tarihi", "Meskenlerin Arasındaki Mesafeyi Düzeltmek İçin Mekanların Sonunu Sınırlama", "Cevherlerin Tanımasında Topluluk Kitabı", "Eczacılık Kitabı", "Dairedeki Kirişlerin Dairenin Çember Parçasının Kavsi Hesabıyla Çıkarma Kitabı" Yaşadığı çağın 'Bîrunî Çağı' olarak anılması kadar bilime ve insanlığa katkıda bulunan El-Bîrunî, Ortaçağ'ın en büyük bilginlerindendir.

ALİ KUŞÇU
ali kuscu Türk-İslam dünyasının büyük astronomi ve kelam alimi olan Ali Kuşçu, XV. yüzyıl başlarında Semerkant’ta doğdu. Babası Muhammed, ünlü Türk Sultanı ve astronomu Uluğ Bey’in kuşçusu olduğu için, ailesi ‘Kuşçu’ lakabıyla meşhur oldu. Küçük yaştan itibaren matematik ve astronomiye ilgi duyan Ali Kuşçu, devrin en büyük alimleri olan Bursalı Kadızâde Rumî, Gıyâseddin Cemşîd ve Muînuddîn Kâşî’den matematik ve astronomi dersi aldı.

Daha sonra bilgisini artırmak için Kirman’a gitti. Burada Hall-ü Eşkâl-i Kamer (Ay Safhalarının Açıklanması) adlı risale ile Şerh-i Tecrîd adlı eserini yazdı.Ali Kuşçu, Semerkant ve Kirman'da eğitimini tamamladıktan sonra Uluğ Bey'e yardımcı ve rasathanesine müdür olmuştu. 1449'da hacca gitmek istedi. Tebriz'de Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan kendisine büyük saygı gösterdi ve Fatih'le barış görüşmelerinde yardımını istedi. Ali Kuşçu, Uzun Hasan'ın sözcülüğünü yaptıktan sonra Fatih'in davetiyle İstanbul'a geldi. XV. yüzyılın ilk yarısında, Semerkant, dünyanın en önemli bilim merkeziydi. Uluğ Bey Rasathanesi, gök bilgisi araştırmaları için en doğru sonuçları alıyordu. Rasathanenin genç müdürü Ali Kuşçu, gece gündüz demeden çalışıyor, bilimsel gerçeklere yenilerini katmak için uğraşıp didiniyordu.

Gökyüzü bilgisi (astronomi), hem değişmez kuralların, kanunların tespit edilmesine yarıyor, hem de gözlemlerle kontrol edilebiliyordu. Otuz yıla yakın bu işte çalışan Ali Kuşçu, bir gün ansızın her şeyi yüzüstü bırakarak hacca gitmeye karar vermişti. Buna da sebep, en olmayacak bir zamanda, sevgili hükümdarı Uluğ Bey'in 1449 yılında öldürülmesiydi. Gürgân tahtının bu bilgin ve kudretli hûkümdarı, kendi öz oğlu Abdüllâtif'in ihânetine uğramıştı.

Uluğ Bey, Ali Kuşçu için bambaşka bir mânâ taşıyordu. Her şeyden önce hocasıydı. Ondan matematik ve astronomi dersleri almış, eserlerini uzun uzun incelemiş, sohbetlerinde bulunmuş, hâttâ Doğancıbaşısı olduğu için, adının ucundaki “Kuşçu” lâkabı bile böylece yadigâr kalmıştı.Uluğ Bey, kendi kurduğu rasathaneye de müdür olarak Ali Kuşçu'yu lâyık görmüş, henüz tecrübesiz bir çağdayken bu dev rasathanenin başındaki çalışmalarda, ona bizzat yardımcı olmuştu. İşte Uluğ Bey'in bir ihanete kurban giderek öldürülmesi Ali Kuşçu'yu can evinden vuran bir olaydı.

Ali Kuşçu bu olayla çok kırıldı. Çoluk çocuğunu toparlayıp Tebriz'e geldi. Uzun Hasan kendisine o kadar saygı gösterdi ki, Konstantiniye Fâtih'i, bir devri kapayıp yenisini açan genç cihangirle ihtilâfında aracılık etmesini istedi. Genç Fâtih'in de bilgin olduğunu, bilginlere büyük saygı gösterdiğini biliyordu. İstanbul'da olup bitenler, kuş kanadıyla Tebriz'e ulaşıyordu. Şiîlerin casusları ve habercileri yalnız padişahın savaş niyetlerine ve hazırlıklarına dair haberler ulaştırmakla kalmıyorlardı.

Bunun üzerine Ali Kuşçu, kendisine bunca itibar eden Uzun Hasan'ın dileğini kırmayarak yol hazırlıklarını tamamladı. Semerkant'ta Kızıl Elma olarak bilinen eski Bizantium'a ulaştı. Haberciler; onun geleceğini daha önceden saraya uçurmuşlardı. Huzura kabul edildiği zaman Osmanlı hükümdarından beklemediği kadar iltifat gördü. Çünkü, kendisinden önce, eserleri İstanbul'ca biliniyordu. Uluğ Bey Rasathanesi'ndeki çalışmalarından, Semerkant'a aylarca uzak bulunan İstanbul'daki hükümdarın haberi vardı.

Osmanlı tahtında oturan II. Mehmet (Fatih), gayet dikkatli, bilgili, uyanık bir padişahtı. Âdet olan merasimle Uzun Hasan'ın elçisini kabul etmiş, dileklerini dinlemiş, ama hemen geri dönmesine izin vermemişti. Ondan, gelip artık batıya kaymış olan ilim merkezlerini aydınlatmasını, bilgisiyle İstanbul medreselerinde ilim heveslisi gençleri yetiştirmesini rica etti.

Bu teklif, Ali Kuşçu için beklenmedik bir iltifattı. Cefâlı olduğu kadar şefkatli olduğunu da bildiği Fatih'in isteği, onun için emir demekti. Ama, ahlâkı dürüst bir ilim adamı olduğunu şu sözlerle ispat etti: “Hünkârım izin verirlerse önce Tebriz'e döneyim. Çünkü burada bulunuşumun gerçek sebebi, Akkoyunlu Hükümdarı'nın elçisi olmaktır. Elçiye zeval yoktur. Gerektir ki, hünkârımın lütûfkâr davetini kabul etmeden önce vazifemi iyi bir sonuca ulaştırdığımı, beni gönderen, bana güvenmiş olan insana bildireyim...”

Ali Kuşçu'nun bu mazereti, Fatih'e son derece akla yakın göründü. Padişah; iki şeye birden sevinmişti: Kuşçu, davetini kabul etmişti, gelip buradaki ilim öğrencilerini yetiştirecekti. İkincisi ise, son derece mert ve ahlâklı bir insandı. Her haliyle, medreselerde yetiştireceği gençlere örnek olacaktı. Bu sebeple, bir müddet daha misafir ettikten sonra kendisine izin verdi.

Değerli matematik ve astronomi bilgini Ali Kuşçu, sözünü tuttu. İki yıl sonra, ailesini de alarak Tebriz'den hareket etti. Osmanlı İmparatorluğunun sınırlarından karşılanarak ihtişam içinde İstanbul'a getirildi. Ölümüne kadar da gençleri yetiştirmekle uğraştı. Kuşçu’nun ders vermeye başlamasıyla, İstanbul medreselerinde astronomi ve matematik alanında büyük gelişme oldu.

Ali Kuşçu’nun İstanbul’a gelişi önemlidir; çünkü o zamana kadar İstanbul’da astronomi ile uğraşan güçlü bir bilgin yoktu. Ali Kuşçu, Osmanlılar arasında astronomi bilimini yaydı.


Ali Kuşçu 1474’te İstanbul’da vefat etti.
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
16 Ocak 2009       Mesaj #2
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.

El-Bruni

Sponsorlu Bağlantılar
İslam Dünyası'nın en büyük bilim adamı ve bütün çağlar gözönüne alındığında ise, en büyük bilim adamlarından biri." Ünlü bilim tarihçisi George Sarton El-Bîrunî'yi böyle değerlendirir. Harezm'de doğan El-Bîrunî, küçük yaşta, Harezmşahların sarayıyla ilişki kurdu. El-Hakim ve İbn-i Sina gibi dönemin en ünlü İslam bilim ve düşün adamlarından ders alan, prens ve hükümdarlardan itibar gören El-Bîrunî, Gazneli Mahmud'un Hindistan'ı zaptından sonra Hindistan'a giderek Hint Uygarlığı'nı inceledi.

Felsefe, matematik, astronomi, fizik, coğrafya ve tıp gibi birçok alanda bilime katkılarda bulunmuş olan bilim adamı; gerçekliğini, düşünsel cesareti, hoşgörüsü ve eleştirel bakış açısı ile Ortaçağ'daki bilim anlayışını çok geride bırakmıştı. Ona göre "Her şeyi Allah bilir" düşüncesi bilgisizlik için bir özür olamazdı. Arapça, Farsça ve Sanskritçe'yi çok iyi bilen El-Bîrunî'nin anadili saptanamamıştır.

Geometri ve trigonometride büyük başarılar gösteren, çeşitli astronomi aletleri yapan, kendi metodu ve aletleriyle madenlerin özgül ağırlıklarını yaklaşık olarak saptayan El-Bîrunî, bilimsel çapı ve önemi itibarıyla, gerçekleşemeyen Doğu Rönesansı'nın olası temel dayanaklarından biri olabilme niteliğine sahipti.

Matematik alanında sinüs, kosinüs gibi trigonometrik fonksiyonların birer oran, yani sayı olduğunu vurgulayan El-Bîrunî, bu fonksiyonlarda çember yarıçapının birim olarak kabul edilmesini önermiş, bugün Hint-Arap rakamları olarak bilinen rakamları çok açık bir biçimde aktarmış, düzgün polinomların çizimi ve bir açının üç eşit parçaya bölünmesi sorunlarıyla uğraşmıştır.

Çeviri ve siyasetle de uğraşmış olan El-Bîrunî, 1048'de Gazne'de öldüğünde, geride birçok önemli eser bıraktı. Bunlardan bazıları şunlardır: "Hareketsiz Yüzyıllardan Kalan Eserler", "Hint Tarihi", "Meskenlerin Arasındaki Mesafeyi Düzeltmek İçin Mekanların Sonunu Sınırlama", "Cevherlerin Tanımasında Topluluk Kitabı", "Eczacılık Kitabı", "Dairedeki Kirişlerin Dairenin Çember Parçasının Kavsi Hesabıyla Çıkarma Kitabı" Yaşadığı çağın 'Bîrunî Çağı' olarak anılması kadar bilime ve insanlığa katkıda bulunan El-Bîrunî, Ortaçağ'ın en büyük bilginlerindendir.

ALİ KUŞÇU
ali kuscu Türk-İslam dünyasının büyük astronomi ve kelam alimi olan Ali Kuşçu, XV. yüzyıl başlarında Semerkant’ta doğdu. Babası Muhammed, ünlü Türk Sultanı ve astronomu Uluğ Bey’in kuşçusu olduğu için, ailesi ‘Kuşçu’ lakabıyla meşhur oldu. Küçük yaştan itibaren matematik ve astronomiye ilgi duyan Ali Kuşçu, devrin en büyük alimleri olan Bursalı Kadızâde Rumî, Gıyâseddin Cemşîd ve Muînuddîn Kâşî’den matematik ve astronomi dersi aldı.

Daha sonra bilgisini artırmak için Kirman’a gitti. Burada Hall-ü Eşkâl-i Kamer (Ay Safhalarının Açıklanması) adlı risale ile Şerh-i Tecrîd adlı eserini yazdı.Ali Kuşçu, Semerkant ve Kirman'da eğitimini tamamladıktan sonra Uluğ Bey'e yardımcı ve rasathanesine müdür olmuştu. 1449'da hacca gitmek istedi. Tebriz'de Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan kendisine büyük saygı gösterdi ve Fatih'le barış görüşmelerinde yardımını istedi. Ali Kuşçu, Uzun Hasan'ın sözcülüğünü yaptıktan sonra Fatih'in davetiyle İstanbul'a geldi. XV. yüzyılın ilk yarısında, Semerkant, dünyanın en önemli bilim merkeziydi. Uluğ Bey Rasathanesi, gök bilgisi araştırmaları için en doğru sonuçları alıyordu. Rasathanenin genç müdürü Ali Kuşçu, gece gündüz demeden çalışıyor, bilimsel gerçeklere yenilerini katmak için uğraşıp didiniyordu.

Gökyüzü bilgisi (astronomi), hem değişmez kuralların, kanunların tespit edilmesine yarıyor, hem de gözlemlerle kontrol edilebiliyordu. Otuz yıla yakın bu işte çalışan Ali Kuşçu, bir gün ansızın her şeyi yüzüstü bırakarak hacca gitmeye karar vermişti. Buna da sebep, en olmayacak bir zamanda, sevgili hükümdarı Uluğ Bey'in 1449 yılında öldürülmesiydi. Gürgân tahtının bu bilgin ve kudretli hûkümdarı, kendi öz oğlu Abdüllâtif'in ihânetine uğramıştı.

Uluğ Bey, Ali Kuşçu için bambaşka bir mânâ taşıyordu. Her şeyden önce hocasıydı. Ondan matematik ve astronomi dersleri almış, eserlerini uzun uzun incelemiş, sohbetlerinde bulunmuş, hâttâ Doğancıbaşısı olduğu için, adının ucundaki “Kuşçu” lâkabı bile böylece yadigâr kalmıştı.Uluğ Bey, kendi kurduğu rasathaneye de müdür olarak Ali Kuşçu'yu lâyık görmüş, henüz tecrübesiz bir çağdayken bu dev rasathanenin başındaki çalışmalarda, ona bizzat yardımcı olmuştu. İşte Uluğ Bey'in bir ihanete kurban giderek öldürülmesi Ali Kuşçu'yu can evinden vuran bir olaydı.

Ali Kuşçu bu olayla çok kırıldı. Çoluk çocuğunu toparlayıp Tebriz'e geldi. Uzun Hasan kendisine o kadar saygı gösterdi ki, Konstantiniye Fâtih'i, bir devri kapayıp yenisini açan genç cihangirle ihtilâfında aracılık etmesini istedi. Genç Fâtih'in de bilgin olduğunu, bilginlere büyük saygı gösterdiğini biliyordu. İstanbul'da olup bitenler, kuş kanadıyla Tebriz'e ulaşıyordu. Şiîlerin casusları ve habercileri yalnız padişahın savaş niyetlerine ve hazırlıklarına dair haberler ulaştırmakla kalmıyorlardı.

Bunun üzerine Ali Kuşçu, kendisine bunca itibar eden Uzun Hasan'ın dileğini kırmayarak yol hazırlıklarını tamamladı. Semerkant'ta Kızıl Elma olarak bilinen eski Bizantium'a ulaştı. Haberciler; onun geleceğini daha önceden saraya uçurmuşlardı. Huzura kabul edildiği zaman Osmanlı hükümdarından beklemediği kadar iltifat gördü. Çünkü, kendisinden önce, eserleri İstanbul'ca biliniyordu. Uluğ Bey Rasathanesi'ndeki çalışmalarından, Semerkant'a aylarca uzak bulunan İstanbul'daki hükümdarın haberi vardı.

Osmanlı tahtında oturan II. Mehmet (Fatih), gayet dikkatli, bilgili, uyanık bir padişahtı. Âdet olan merasimle Uzun Hasan'ın elçisini kabul etmiş, dileklerini dinlemiş, ama hemen geri dönmesine izin vermemişti. Ondan, gelip artık batıya kaymış olan ilim merkezlerini aydınlatmasını, bilgisiyle İstanbul medreselerinde ilim heveslisi gençleri yetiştirmesini rica etti.

Bu teklif, Ali Kuşçu için beklenmedik bir iltifattı. Cefâlı olduğu kadar şefkatli olduğunu da bildiği Fatih'in isteği, onun için emir demekti. Ama, ahlâkı dürüst bir ilim adamı olduğunu şu sözlerle ispat etti: “Hünkârım izin verirlerse önce Tebriz'e döneyim. Çünkü burada bulunuşumun gerçek sebebi, Akkoyunlu Hükümdarı'nın elçisi olmaktır. Elçiye zeval yoktur. Gerektir ki, hünkârımın lütûfkâr davetini kabul etmeden önce vazifemi iyi bir sonuca ulaştırdığımı, beni gönderen, bana güvenmiş olan insana bildireyim...”

Ali Kuşçu'nun bu mazereti, Fatih'e son derece akla yakın göründü. Padişah; iki şeye birden sevinmişti: Kuşçu, davetini kabul etmişti, gelip buradaki ilim öğrencilerini yetiştirecekti. İkincisi ise, son derece mert ve ahlâklı bir insandı. Her haliyle, medreselerde yetiştireceği gençlere örnek olacaktı. Bu sebeple, bir müddet daha misafir ettikten sonra kendisine izin verdi.

Değerli matematik ve astronomi bilgini Ali Kuşçu, sözünü tuttu. İki yıl sonra, ailesini de alarak Tebriz'den hareket etti. Osmanlı İmparatorluğunun sınırlarından karşılanarak ihtişam içinde İstanbul'a getirildi. Ölümüne kadar da gençleri yetiştirmekle uğraştı. Kuşçu’nun ders vermeye başlamasıyla, İstanbul medreselerinde astronomi ve matematik alanında büyük gelişme oldu.

Ali Kuşçu’nun İstanbul’a gelişi önemlidir; çünkü o zamana kadar İstanbul’da astronomi ile uğraşan güçlü bir bilgin yoktu. Ali Kuşçu, Osmanlılar arasında astronomi bilimini yaydı.


Ali Kuşçu 1474’te İstanbul’da vefat etti.
Quo vadis?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Ocak 2010       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
birunin insanlığa hizmeti
_KleopatrA_ - avatarı
_KleopatrA_
Ziyaretçi
13 Ocak 2010       Mesaj #4
_KleopatrA_ - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

birunin insanlığa hizmeti

El-Birûni

Vikipedi, özgür ansiklopedi

Biruni (4 Eylül 973 - 13 Aralık 1048[kaynak belirtilmeli], 1061?[1], Fars[2][3][4] kökenli İslam bilgini. Türk kökenli olduğunu iddia edenler de olmuştur.[5][6] Tam adı Ebu Reyhan Muhammed bin Ahmed el-Birûnî (Arapça: ابو الريحان محمد بن احمد البيروني) dir. Batı dillerinde adı Alberuni veya Aliboron olarak geçer. Gökbilim, matematik, doğa bilimleri, coğrafya ve tarih alanındaki çalışmalarıyla tanınır.
Hayatı

4 Eylül 973'te Harezm'de doğdu. Harezm Afriğî hükümdarları sülalesinden olan matematikçi ve astronom Ebu Nasr Mansur’un korumasında küçük yaşta Kas'taki (Ket) Harezm sarayına girdi. Birûni, Harezm sarayında astronomi ve matematik öğrendi. Başkenti Gürgenç olan Memunîlerin hükümdarı Ebu Abbas Memun'un 995 yılında Kas kenti üzerine yürüyerek Sultan Ebu Abdullah Muhammed'i öldürüp Harzemşah ünvanını alması üzerine Birûni, Tahran yakınlarındaki Rey kentine sığındı. Bir süre sonra da Hazar Denizi'nin güneyindeki Cürcan kentine yerleşti.
Bu dönemde Birûni, Ziyarî hükümdarı Kâbus bin Vaşmgîr’in sarayına girdi. Bir tür tarih yapıtı olan El-Asaru'l-Bakiye ani'l-Kuruni'l-Haliye'yi (Telaffuz: Ketāb al-āṯār al-bāqīa ‘an al-qorūn al-ḵālīa; Türkçe: Geride Kalan Yüzyıllar) orada yazarak sultana sundu. Memun'dan sonra Harezm sultanı olan oğlu Ali bin Memun tarafından 1009 yılında Gürgenç'e çağrılan Birûni, sarayda İbn Sina, İbn Miskeveyh, Ebu Nasr Mansur gibi bilginlerle birlikte çalıştı. Ali bin Memun'un ölümü üzerine başa geçen kardeşi II. Memun, bilginlere önem veriyordu.
1017 yılında Türk hükümdar Gazneli Mahmut'un Gürgenç'i alarak Memunî Hanedanlığı'na son vermesiyle beraber Birûni, Gazne'ye götürülerek Gazneli Mahmut ile çalışmaya başladı. Bunu izleyen on yıl içinde astronomi ve matematik çalışmalarının doruğuna erişti. Bu tutsaklığı sırasında, anayurtlarından sürülmüş ve tutsak olan Hintli bilginlerle tanıştı. Birçok dilde ilmi çeviriler yaptı.
Gazneli sarayında büyük saygı gören Birûni, hayatının sonuna kadar Gazne sarayında kaldı. Yine Gazneli Mahmut'un oğlu Sultan Mesut ve torunu Sultan Mevdud döneminde değer gördü. Son yıllarını Gazne'de geçirdi ve burada 1048 yılında öldü.

Hakkındaki çalışmalar

Birûni hakkında yakın zamanlarda birçok çalışma yapılarak, yeni bilgiler edinilmiştir. Birûni’nin Tahdidu Nihayâti'l-Emâkin adını taşıyan ve Zeki Velidi Togan tarafından bilim dünyasına tanıtılan eserine göre, adının Beyrûnî olarak okunması gerektiği anlaşılmıştır. Yine bu araştırmalarda Birûni'nin anadili, kökeni ve ölüm tarihi hakkında daha kesin bilgiler elde edilmiştir.
250px Laleh park jonub magnify clip
Tahran, Lale Parkı'ndaki Biruni heykeli.

Sıklıkla Arapça ve bazen de Farsça eser veren Birûni, Kitabu's-Saydane adlı eserinin önsözünde anadilinin bilimsel çalışmalar için yetersiz kaldığını, Arapça ve Farsça'yı sonradan öğrendiğini ve bu iki dili kullanmakta güçlük çektiğini belirtmektedir. O dönemde Birûni'nin yaşadığı yörede hakim olan Harezmce'nin de Farsça'nın bir lehçesi olduğu ve Birûni'nin kullandığı Türkçe sözcüklerdeki düzen göz önünde bulundurulduğunda Birûni'nin anadilinin Türkçe olabileceği sonucu ortaya çıkmaktadır. Aynı şekilde Birûni'nin Arap veya Fars kökenli olduğunu savunanların karşısında, onun Türk olabileceğini düşünen çalışmacıların sayısı çok fazladır.
Yine Kitabu's Saydane'de yaşının ay takvimine göre seksenden fazla olduğunu söyleyen Birûni'nin buradan sanıldığı gibi 1048'de ölmemiş olduğu sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Çeşitli tahminler birleştirildiğinde Birûni’nin ölüm yılının yaklaşık 1051 olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.

Kişiliği

El Birûni, astronomi üzerine yaptığı en iyi çalışmayı Gazneli Mahmut'un oğlu Mesut'a sundu. Sultan Mesut da bunun üzerine kendisine bir fil yükü gümüşü hediye edince, "Bu armağan beni baştan çıkarır, bilimden uzaklaştırır." diyerek bu hediyeyi geri çevirdi. Aslında Birûni eczacılıkta uygulamalı eğitime, kitaplardan çok daha fazla önem vermiştir. Birûni, elle tutarak ve gözlemleyerek veri toplamanın insana, kitaptan okumaktan çok daha fazla yarar sağladığına inanmış ve bunu uygulamıştır. Gerçek bir bilim anlayışına sahip olan Birûni, ırk kavramına da önem vermezdi. Başka bir halkın ileri kültüründen derin bir saygıyla söz ederdi. Aynı şekilde dinler ve düşünceler konusundaki anlatımı sırasında o dinler hakkında itiraz veya eleştiride bulunmadığı gibi, o dindeki deyimleri aynen kullanmasıyla da dikkat çekmektedir. Sanskrit dilinden Arapça'ya çevirdiği Potancali adlı kitabının önsözünde "İnsanların düşünceleri türlü türlüdür, dünyadaki gelişmişlik ve esenlik de bu farklılığa dayanır." şeklinde yazmıştır.

Eserleri

Çok yönlü bir bilim adamı olan El Birûni, ilk öğrenimini Yunan bir bilginden aldı. Tanınmış ve seçkin bir aileden gelen Harezmli matematikçi ve gökbilimci Ebu Nasr Mansur tarafından kollanan El Birûni, ilk çalışmalarını bu alimin yanında yaptı. İlk eseri, "Asar-ül-Bakiye"dir.
El-Birûni’nin eserlerinin sayısı yüz seksen civarındadır. Yetmiş adet astronomi ve yirmi adet de matematik kitabı bulunmaktadır. Tıp, biyoloji, bitkiler, madenler, hayvanlar ve yararlı otlar üzerinde bir dizin oluşturmuştur. Ancak bu eserlerden sadece yirmi yedisi günümüze kadar gelebilmiştir. Özellikle Birûni'nin eserlerinin Ortaçağ'da Latince'ye çevrilmemiş olması, kitaplarının ağır bir dille yazılmış olmasının bir sonucudur. Ancak Birûni kendisinin de dediği gibi, yapıtlarını sıradan insanlar için değil bilginler için yazmaktaydı.
180px Lunar eclipse al Biruni magnify clip
El-Birûni'nin Ay'ın farklı durumlarını gösteren modellemesi.
Yine Harezmi "Zîci'nin Temelleri" adlı yapıtının 12. yüzyılda Abraham ben Ezra tarafından İbranice'ye çevrildiği bilinmektedir. Batı'nın Birûni ilgisi ise 1870'lerde başladı. O günden bugüne Birûni eserlerinin bazılarının tamamı veya bir kısmı Almanca ve İngilizce'ye çevrildi.
Mektuplarından, Birûni'nin Aristo'yu bildiği anlaşılır. İbn Sina gibi önemli bilginlerle beraber çalışan Birûni, Hindistan'a birçok kez gitti. Bu nedenle Hindistan'ı konu alan bir kitap yazdı. Onun bu kitabı birkaç dile çevrildi. Birûni’nin bir tane de romanı vardır.

Matematik

Birûni'nin matematikçi yönü, en çok bilinen yönüdür. Yaşadığı yüzyılın en büyük matematikçisi olan Birûni, trigonometrik fonksiyonlarda yarıçapın bir birim olarak kabul edilmesini öneren ilk matematikçidir. Sinüs, kosinüs gibi fonksiyonların bir oran, yani sayı olduğunu savunan Birûni'nin, trigonometriye en büyük katkısı ise kendinden önce kullanılan sinüs ve kosinüs gibi fonksiyonlara sekant, kosekant ve kotanjant fonksiyonlarını ilave etmesidir. Birûni’nin bu yönü batı dünyası tarafından ancak iki asır sonra keşfedilip kullanılabilmiştir. Öte yandan Birûni’nin, yeryüzünde yükseltisi bilinen bir noktadan ufuk alçalması açısının ölçülmesi yoluyla merdiven yayı uzunluğunu hesaplaması da geometri açısından önemli bir çalışmasıdır. Merdiven yayı uzunluğunun ilk kez Birûni tarafından bu yöntemle bulunması yaygın bir kanıdır. Ancak Birûni bu yöntemi başka bir bilginden aldığını belirtmiştir.

Astronomi

Birûni'nin astronomi alanında yaptığı çalışmaların başında Sultan Mesut'a 1030'da sunduğu "Mesudî fi'l Heyeti ve'n-Nücum" adlı yapıtı gelmektedir. Bu yapıt günümüze gelmiş olup bu konuda yaptığı çalışmalarının bir kısmı kayıptır. Kanun adlı eserinde Aristo ve Batlamyus'un görüşlerini tartışma konusu yaparak Dünya'nın kendi ekseninde dönüyor olma olasılığı üzerinde durması bilim tarihi açısından önemlidir. Ancak bu konuda kesin bir sonuca varamadığı varsayılan Birûni'nin günümüze değin bu konuda bir eseri ulaşmamıştır.
"Nihâyâtü'l-Emâkin" (Türkçe: Mekânların Sonları) adlı yapıtı, coğrafyadan, jeoloji ve jeodeziye (yeryüzü düzlemini ölçme bilgisi) kadar bir dizi konudaki yazılarını içerir. Sultan Mesut'a sunduğu "el-Kanunü'l-Mesudi", Birûni’nin astronomi alanındaki en önemli yapıtıdır. Bilim tarihçilerine göre Birûni, Kopernik'le başlayan çağdaş astronominin temellerini atmıştır.

Coğrafya

Coğrafya alanında ise tutulum düzleminin gök ekvatoruna göre eğikliğini de (tutulum eğikliği) Kas, Gürgenç ve Gazne'de yaptığı çeşitli hesaplamalarla aslına çok yakın değerlerde bulmuştur. Ayrıca birçok enlemi ve boylamı hesaplayabilmiştir. Boylamın belirlenmesi enleminkine nazaran daha zor olduğundan Birûni, iki nokta arasındaki boylam farkını enleme ve aradaki toplam uzaklığa dayanan bir formülle hesaplama yoluna gitmiştir. Ölçme ve gözlemlerinde hata payını en aza indirgemek için uğraşmıştır. Bunun yanında gözlem aletlerinin boyutunu büyütmek yerine onları çapraz çizgilere bölmeleyerek duyarlılığı arttıracağını keşfederek verniye ilkesinin temellerini atmıştır.

Diğer bilimler

Birûni, "Kitâbü’l-Camahir fi Marifeti'l-Cevahir" (Türkçe: Cevherlerin Özellikleri Üstüne) adlı yapıtında, yirmi üç katı maddenin ve altı sıvının özgül ağırlıklarını bugünkü değerlerine çok yakın olarak saptamıştır. Aynı şekilde Hint tarihi hakkında da kitap yazan Birûni, Hintlilerin inandığı boş inançları, inanışlarını, yaşam biçimlerini ve gelenek-görenekleri çok ayrıntılı olarak anlatmıştır. Bunu yaparken tamamen tarafsız ve önyargılardan uzak davranmıştır.
180px BirC3BBni heykeli   C4B0ran magnify clip
Birûni'nin İran'da yer alan bir heykeli.
Tıp alanında da birçok eser veren Birûni, döneminde bir kadını sezaryenle doğum yaptırmayı başarmıştır. Şifalı otlar ve birtakım ilaçlar üzerine yazdığı "Kitabu's Saydane", Birûni’nin son yapıtı olmakla beraber 1050'de yazılmıştır. Bu kitapta üç bin kadar bitkinin neye yaradığını ve nasıl kullanıldığı yazmaktadır. İlaçların yanında o bitkinin Arapça, Farsça, Yunanca, Sanskritçe ve Türkçe gibi başka dillerdeki adının yer alması etimolojik açısından çok önemli bir gelişmedir.
Bilimsel bakış açısı olarak İbn Sina'nın Aristo tarzı düşüncesine karşı çıkan Birûni, tek tanrı inancını benimseyerek evrenin bir başlangıcının olduğunu ve öncesiz bir evrenin tanrının gereksiz sayılması demek olduğunu savunmuştur. İbn Sina'nın bu tarz yaklaşımına sürekli karşı çıkan Birûni'nin İbn Sina ile yazışırken yaptığı tartışmalardan bir kısmı günümüze kadar ulaşmıştır. Öte yandan Birûni, astroloji gibi bilim sayılmayan bir konuyla da ilgilenmiş ve "Kitabu't Tefhim fî Evaili Sanaati’t-Tencim" adında bir astroloji eseri yazmıştır. Ancak simya, efsun, büyü gibi diğer akıl dışı alanlar üzerinde çalışmadığı gibi bunlara karşı çıkmıştır. Bunun yanında Birûni, devletlerin tarihlerini incelerken ekonomik nedenleri araştırarak, devletlerin ilişkilerinin altında dinî nedenler aranmasının yanlış olduğunu öne sürmüştür.
Batı'da "Aliboron" adıyla bilinen Birûni'nin yapıtları birçok Batı diline çevrilmiştir. Birûni, hiçbir eserinde tek bir bilime veya konuya bağlı kalmadan, bilimi tek bir bütün olarak gören bir bilim adamıdır. Birûni'nin onlarca yapıtı arasında en çok bilinenleri aşağıdaki gibidir:

  1. EI-Asâr'il-Bâkiye an'il-Kurûni'I-Hâli-ye
  2. EI-Kanûn'ül-Mes'ûdî
  3. Kitab'üt-Tahkîk Mâ li'I-Hind
  4. Tahdîd'ü Nihâyeti'l-Emâkin li Tas-hîh-i Mesâfet'il-Mesâkin
  5. Kitabü'I-Cemâhir fî Ma'rifet-i Cevâ-hir
  6. Kitabü't-Tefhim fî Evâili Sıbaâti't-Tencim
  7. Kitâbü's-Saydele fî Tıp
Kalıt

180px Issued by Turkey in 1973
magnify clip
Türkiye'de 1973 yılında basılan El-Birûni posta pulu.


Birûni, günümüzde en bilinen İslam bilginlerinden biridir. Tüm dünyadaki çeşitli ülkelerde Birûni'yi anmak için sempozyumlar, kongreler düzenlendi, pullar bastırıldı. Türk Tarih Kurumu 68. sayısını "Birûni'ye Armağan" adıyla Birûni‘ye tahsis etti. 1973 yılında Türkiye'de basılan pullar arasında Birûni'ye de yer verildi. UNESCO'nun 25 dilde çıkardığı Conrier Dergisi 1974 Haziran sayısını Birûni'ye ayırdı. Kapak fotoğrafının altına, "1000 yıl önce Orta Asya'da yaşayan evrensel dahi Birûni; Astronom, Tarihçi, Botanikçi, Eczacılık uzmanı Jeolog, Şair, Mütefekkir, Matematikçi, Coğrafyacı ve Hümanist" diye yazılarak tanıtıldı. Birûni’ye ait bir minyatür, İstanbul'daki Topkapı Müzesi'nde bulunmaktadır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Şubat 2010       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ali kuscunun insanliga hizmetleri
_KleopatrA_ - avatarı
_KleopatrA_
Ziyaretçi
17 Şubat 2010       Mesaj #6
_KleopatrA_ - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

ali kuscunun insanliga hizmetleri

ALİ KUŞÇU
ali kuscu Türk-İslam dünyasının büyük astronomi ve kelam alimi olan Ali Kuşçu, XV. yüzyıl başlarında Semerkant’ta doğdu. Babası Muhammed, ünlü Türk Sultanı ve astronomu Uluğ Bey’in kuşçusu olduğu için, ailesi ‘Kuşçu’ lakabıyla meşhur oldu. Küçük yaştan itibaren matematik ve astronomiye ilgi duyan Ali Kuşçu, devrin en büyük alimleri olan Bursalı Kadızâde Rumî, Gıyâseddin Cemşîd ve Muînuddîn Kâşî’den matematik ve astronomi dersi aldı.

Daha sonra bilgisini artırmak için Kirman’a gitti. Burada Hall-ü Eşkâl-i Kamer (Ay Safhalarının Açıklanması) adlı risale ile Şerh-i Tecrîd adlı eserini yazdı.Ali Kuşçu, Semerkant ve Kirman'da eğitimini tamamladıktan sonra Uluğ Bey'e yardımcı ve rasathanesine müdür olmuştu. 1449'da hacca gitmek istedi. Tebriz'de Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan kendisine büyük saygı gösterdi ve Fatih'le barış görüşmelerinde yardımını istedi. Ali Kuşçu, Uzun Hasan'ın sözcülüğünü yaptıktan sonra Fatih'in davetiyle İstanbul'a geldi. XV. yüzyılın ilk yarısında, Semerkant, dünyanın en önemli bilim merkeziydi. Uluğ Bey Rasathanesi, gök bilgisi araştırmaları için en doğru sonuçları alıyordu. Rasathanenin genç müdürü Ali Kuşçu, gece gündüz demeden çalışıyor, bilimsel gerçeklere yenilerini katmak için uğraşıp didiniyordu.

Gökyüzü bilgisi (astronomi), hem değişmez kuralların, kanunların tespit edilmesine yarıyor, hem de gözlemlerle kontrol edilebiliyordu. Otuz yıla yakın bu işte çalışan Ali Kuşçu, bir gün ansızın her şeyi yüzüstü bırakarak hacca gitmeye karar vermişti. Buna da sebep, en olmayacak bir zamanda, sevgili hükümdarı Uluğ Bey'in 1449 yılında öldürülmesiydi. Gürgân tahtının bu bilgin ve kudretli hûkümdarı, kendi öz oğlu Abdüllâtif'in ihânetine uğramıştı.

Uluğ Bey, Ali Kuşçu için bambaşka bir mânâ taşıyordu. Her şeyden önce hocasıydı. Ondan matematik ve astronomi dersleri almış, eserlerini uzun uzun incelemiş, sohbetlerinde bulunmuş, hâttâ Doğancıbaşısı olduğu için, adının ucundaki “Kuşçu” lâkabı bile böylece yadigâr kalmıştı.Uluğ Bey, kendi kurduğu rasathaneye de müdür olarak Ali Kuşçu'yu lâyık görmüş, henüz tecrübesiz bir çağdayken bu dev rasathanenin başındaki çalışmalarda, ona bizzat yardımcı olmuştu. İşte Uluğ Bey'in bir ihanete kurban giderek öldürülmesi Ali Kuşçu'yu can evinden vuran bir olaydı.

Ali Kuşçu bu olayla çok kırıldı. Çoluk çocuğunu toparlayıp Tebriz'e geldi. Uzun Hasan kendisine o kadar saygı gösterdi ki, Konstantiniye Fâtih'i, bir devri kapayıp yenisini açan genç cihangirle ihtilâfında aracılık etmesini istedi. Genç Fâtih'in de bilgin olduğunu, bilginlere büyük saygı gösterdiğini biliyordu. İstanbul'da olup bitenler, kuş kanadıyla Tebriz'e ulaşıyordu. Şiîlerin casusları ve habercileri yalnız padişahın savaş niyetlerine ve hazırlıklarına dair haberler ulaştırmakla kalmıyorlardı.

Bunun üzerine Ali Kuşçu, kendisine bunca itibar eden Uzun Hasan'ın dileğini kırmayarak yol hazırlıklarını tamamladı. Semerkant'ta Kızıl Elma olarak bilinen eski Bizantium'a ulaştı. Haberciler; onun geleceğini daha önceden saraya uçurmuşlardı. Huzura kabul edildiği zaman Osmanlı hükümdarından beklemediği kadar iltifat gördü. Çünkü, kendisinden önce, eserleri İstanbul'ca biliniyordu. Uluğ Bey Rasathanesi'ndeki çalışmalarından, Semerkant'a aylarca uzak bulunan İstanbul'daki hükümdarın haberi vardı.

Osmanlı tahtında oturan II. Mehmet (Fatih), gayet dikkatli, bilgili, uyanık bir padişahtı. Âdet olan merasimle Uzun Hasan'ın elçisini kabul etmiş, dileklerini dinlemiş, ama hemen geri dönmesine izin vermemişti. Ondan, gelip artık batıya kaymış olan ilim merkezlerini aydınlatmasını, bilgisiyle İstanbul medreselerinde ilim heveslisi gençleri yetiştirmesini rica etti.

Bu teklif, Ali Kuşçu için beklenmedik bir iltifattı. Cefâlı olduğu kadar şefkatli olduğunu da bildiği Fatih'in isteği, onun için emir demekti. Ama, ahlâkı dürüst bir ilim adamı olduğunu şu sözlerle ispat etti: “Hünkârım izin verirlerse önce Tebriz'e döneyim. Çünkü burada bulunuşumun gerçek sebebi, Akkoyunlu Hükümdarı'nın elçisi olmaktır. Elçiye zeval yoktur. Gerektir ki, hünkârımın lütûfkâr davetini kabul etmeden önce vazifemi iyi bir sonuca ulaştırdığımı, beni gönderen, bana güvenmiş olan insana bildireyim...”

Ali Kuşçu'nun bu mazereti, Fatih'e son derece akla yakın göründü. Padişah; iki şeye birden sevinmişti: Kuşçu, davetini kabul etmişti, gelip buradaki ilim öğrencilerini yetiştirecekti. İkincisi ise, son derece mert ve ahlâklı bir insandı. Her haliyle, medreselerde yetiştireceği gençlere örnek olacaktı. Bu sebeple, bir müddet daha misafir ettikten sonra kendisine izin verdi.

Değerli matematik ve astronomi bilgini Ali Kuşçu, sözünü tuttu. İki yıl sonra, ailesini de alarak Tebriz'den hareket etti. Osmanlı İmparatorluğunun sınırlarından karşılanarak ihtişam içinde İstanbul'a getirildi. Ölümüne kadar da gençleri yetiştirmekle uğraştı. Kuşçu’nun ders vermeye başlamasıyla, İstanbul medreselerinde astronomi ve matematik alanında büyük gelişme oldu.

Ali Kuşçu’nun İstanbul’a gelişi önemlidir; çünkü o zamana kadar İstanbul’da astronomi ile uğraşan güçlü bir bilgin yoktu. Ali Kuşçu, Osmanlılar arasında astronomi bilimini yaydı.


Ali Kuşçu 1474’te İstanbul’da vefat etti.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Şubat 2010       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
biruninin zamanında aynı işi yapan insanlarla arasındaki farkı

Benzer Konular

10 Kasım 2016 / virtuecat Bilim tr
11 Aralık 2014 / Misafir Soru-Cevap
13 Mart 2016 / ggs Cevaplanmış
3 Mayıs 2015 / Misafir Cevaplanmış