Arama

Eskiden kabul gören gözde meslekler nelerdir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 28 Mayıs 2016 Gösterim: 232.930 Cevap: 5
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
19 Aralık 2008       Mesaj #1
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Eskiden kabul gören gözde meslekler nelerdir?
EN İYİ CEVABI Keten Prenses verdi
  • Keçecilik
  • Kosumculuk
  • Hasircilik
  • Nalbantlik
  • Esanscilik
  • Semercilik
  • Kasikcilik
  • Sedefkarlik
  • Zembilcilik
  • Urgancilik
  • Tas Isciligi
  • Çömlekcilik

Keçe


yün, kil ya da pamugun islak ortamda çignenip dövülerek liflerinin birbirine kaynasmasiyla elde edilen ve örtü, yaygi, çadir, giysi yapiminda kullanilan kaba kumastir. Keçe Orta Asya’dan beri Türkler tarafindan bilinmektedir. Osmanlilarda Konya, Diyarbakir, Afyon, Isparta, Usak, Urfa, Bursa keçe üretim merkezleri olarak tanindi. Ahilik örgütleri içinde yer alan esnaf loncalarinda keçecilik, önemli bir yer tutuyordu. Kalfa ve ustalar 6-7 yil süren hairlik dönemlerinde yün ditme, yün atma, ayakla yün tepme, kaliba yün hazirlama, hamamda keçe pisirme gibi yöntemleri ögreniyorlardi.
Sponsorlu Bağlantılar

Kosum


bir kosum hayvaninin araba, kagni gibi araçlara ya da saban, pulluk gibi aletlere kosulmasini saglayan kayis takimidir. Kosumcu, cesitli kosum parçalarini yapan kimsedir. Ilk kosum takimlarina M.O. 4 yy’da Mezopotamya’da rastlanmaktadir. Günlük hayatinda ve meydana getirdigi uygarliklarda atin büyük yeri olan Türkler kosum takimlarini Orta Asya’dan beri kullanmaktaydilar. Bugün kosumculuk, kosum hayvanlarinin önemini kaybetmesiyle birlikte kaybolmaya yüz tutan bir meslek haline gelmistir.


Hasir


kurumus bitki saplari ve saz gövdelerinin birbirine geçirilmesiyle örülen, genellikle taban dösemesi bazen duvar ve tavan kaplamasi olarak kullanilan bir cins yaygidir. Hasirlar, yapildigi sazin incelik, kalinlik ve türüne göre Trablus hasiri, Misir hasiri, Kaba hasir vb.adlar alirdi. Boyanmis sazlarla hasirlara desenler yapilirdi.Osmanlilarda hasircilik, XVII.yy’dan baslayarak önemli zanaat kollarindan biri durumuna geldi. Istanbul’da Hasircilar Çarsisi adiyla çarsisi bile vardi.Günümüzde hasircilik sadece kirsal kesimde belli oranda devam etmektedir.


Nalbantlik,


At, essek, katir gibi binek ve hizmet hayvanlarinin toynaklarina koruma amaciyla nal çakma zanaatina nalbantlik denir. Nallar hayvanin toynagina “nal tokmagi”denen tahta tokmaklar ya da nallama adi verilen özel çekiçle çakilir.Geçmiste ulasim, tasimacilik ve çesitli hizmetlerde hayvanlarin yaygin olarak kullanilmasi nedeniyle, nalbantlik 20.yüzyilin ilk yarisina kadar önemini korudu.Osmanli ordusunda nalbant ihtiyacini karsilamak üzere,bir Askeri Baytar Mektebi’nin kuruldugu biliniyor.

Esanscilik


iki kapakli dört tarafi cam bir kutu içine yerlestirilmis küçük siselerde esans satma isidir.Esancilar genellikle köy, kasaba ve sehirlerin pazar yerlerinde, kahvehane, lokanta gibi toplu yasama mekanlarinda dolasir; belli ücret karsiliginda bir miktar esansi bir enjektör araciliyla müsterilerin üzerine püskürtürlerdi. Esansciligin dev bir sektöre dönüstügü günümüzde, eski tip esanslara ve esanscilara çok çok az rastlanmaktadir.

Semer = Beygir


katir,esek gibi hayvanlarin sirtina yük baglamak bazende binmek için kullanilan, agaç bir iskeletin sazla doldurulmus “yatak”tan olusan üstlügüdür. Semer genellikle agaç, çuval ve sazdan yapilir.Yük baglamak ve binek hayvanina rahat binmek için kullanilir. Semerler boyunlu ve çatal semer olarak ikiye ayrilir. Ilk kez Araplar ve Iranlilar tarafindan kullanildigi söylenir. Türklere de onlardan geçmistir.

,

Kasikcilik


Anadolu’da, ilk kasiga, Çatalhöyük ve Hacilar’da rastlanmistir.(M.Ö. 7-6 binyil). Kasiklar Anadolu’da yapildiklari malzemeye göre adlandirilir. Önce topraktan yapilan kasiklar daha sonra tahtadan ve madenden yapilmaya baslandi. Tahta kasiklar daha çok simsir, ardiç, gürgen, mese, armut, karaagaç, gibi agaçlardan, metal kasiklar ,demir, bakir, pirinç, gümüs ve altindan yapilir. Anadolu’da kasiklari ile ünlü merkezler arasinda Konya, Akseki, Kas, Gedi, Gevye tarakli, Bolu, Kastamonu, Bergama, Bursa, Eskisehir, Anamur, Silifke özellikle anilabilir.


Sedefkarlik


sedef üzerinde çalisma, sedef kakma esya yapimidir. Bu isi yapan ustalara da sedefkar denirdi. Sedefkarlik Osmanlilar’da önemli bir meslekti. Özellikle 16.yy’da kendine özgü bir üslup kazanmisti. Osmanli Sarayinda sedefkarlarin çalistigi özel atölyeler vardi. Bunlar, tahtlardan saltanat kayiklarina kadar, padisahlarin pek çok esyasi üzerinde bu ince sanati uygulama imkani buluyorlardi. Bugün önemini büyük ölçüde kaybeden sedefkarlik konusunda Topkapi Sarayi’nda sedef kakmali esyalarin restorasyonuyla ilgilenen bir bölüm bulunmaktadir.


Hasirdan ya da sazdan örülerek yapilmis kulplu torbaya zembil denir. Selçuklular’in ve Osmanlilar’in günlük hayatinda zembil esyalarinin büyük önemi vardi. Sanayilesmenin gelismesiyle birlikte zembil esyalarin günlük hayat içindeki önemi büyük ölçüde kaybolmustur. Bugün zembil esyalari, daha çok kentlerin varoslarinda ve kirsal kesimde üretilmekte ve kullanilmaktadir.

,Urgancilik


urgan yapim ve satis isidir.Urgan kenevir, keten, jut, pamuk gibi dogal liften yada poliamid, polyester gibi sentetik liften yapilr. Insanlik tarihinde önemli bir yere sahip olan urgancilik mesleginin geçmisi Antikçaga kadar uzanmaktadir. Sanayilesmenin gelismesi, sicim ve urganlarin mekanik olarak üretilmesiyle birlikte günümüzde urgancilik meslegi, kaybolan meslekler arasina katilmistir.


,TAS ISÇILIGI


Yerlesik hayata geçmeleriyle birlikte Türklerin hayatinda tasin önemli bir yeri olmustur. Selçuklular’dan baslayarak Türkler, tasi sanatkarane bir sekilde islemeye, kemer ve nakis süslemeye büyük önem vermislerdir. Han, hamam ve kervansaraylarda, bugün bile hayranlikla izlenen benzersiz örnekler ortaya koymuslardir. Günümüzde hem tasin öneminin azalmasi hem de “sanatkar” bakisin kaybolmasiyla birlikte tas isçiligi de giderek azalmaktadir.


Cömlekcilik


Çömlek,topraktan yapilan ve pisirilerek saglamlastirilan kap, tenceredir.Çömlekcilik, Anadolu’da cilalitas devrinden beri bilinmektedir. Özellikle Mersin, Çatalhöyük, Hacilar, kültepe ve Bogazköy çömlekleriyle ünlüdür. Günümüzde bilinen en eski çanak çömlek örnekleri, Anadolu’da çatalhöyük’te ele geçen ve yaklasik 9000 yil önceye ait seramiklerdir. 12.yy’da Ortadogu’da islam çanak çömlekçileri sir maddesini kil hamuruyla karistirip saydam yumusak porselen yapimini denemislerdir.

Son düzenleyen Safi; 28 Mayıs 2016 23:33
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Aralık 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

günümüzdeki meslekler Osmanlı İmparatorluğu dönemindede mevcuttu.


  • Vezir-i Azam:Padişahtan sonraki en yetkili devlet adamıdır. Padişahın mührünü taşırdı.Bugünkü başbakandır.
  • Vezir:Sadrazamdan sonraki en yetkili kişidir. Sadrazamın verdiği görevleri yapardı.
  • Kazasker: Anadolu ve Rumeli'de olmak üzere iki ayrı kazasker bulunurdu. Adalet işlerine bakardı. Ayrıca kadı ve müderrislerin atamasını ya da görevden alma işini yapardı. Bugünkü yargı görevini yaparlardı.
  • Defterdar:Anadolu ve Rumeli'de iki ayrı defterdar vardı. Rumeli'deki baş defterdardı. Maliye işlerini yapardı. Bugünkü Maliye bakanlığı görevini yürütürdü.
  • Nişancı:Tapu,kadastro,fethedilen yerleri gelirlerine göre deftere kaydetmek işlerini yürütürdü.
  • Şeyhülislam:Devlet'te iken verilen kararların İslam'a uygun olup olmadığına karar verir, bu karara fetva denirdi. Sadrazamla eşit rütbedeydi.
  • Kaptan-ı Derya:Donanma ve denizcilikle ilgili işlerden sorumludur. İstanbul'dayken Divan toplantılarına katılırdı.
Divan-ı Hümayun 2.Mahmut dönemi'de kaldırılarak yerine nazırlıklar(bakanlıklar)kuruldu.
Sponsorlu Bağlantılar
  • MUSAVVİR: tasvir edenler
  • NAKKAŞLAR: süsleme yapanlar
  • ZERGERAN: kuyumcular
  • SİMKEŞHAN: gümüş işlemeciliginin yapıldıgı yer
  • ZERGUDAN: altın işleyen
  • PİSTUNDUZAN: kürkçüler
  • ZERNİŞANİ: altınla süsleme yapanlar
  • KUFTEGERAN: maden üzerine süsleme yapanlar
  • ŞİMŞİRGERAN: kılıçcılar
  • KARTGERAN: bıçakcılar
  • SİPERDUZAN: kalkancılar
  • ÇİLİNGERAN: anahtar ve kilitci
  • KAZGANYAN: kazancılar
  • ABA-I BAFAN: yün dokumacıları
  • KAŞ-İGERAN: çiniciler
  • CAMGER: camcılar
  • HAKKAK: oymacılar
  • KAZZAZLAR: ipekçiler
  • DÜZ: terziler
  • MİŞGER: bakırcılar
  • KALIÇECİ: halıcı
  • ZİHGİRCİ: okun arkasında parmagını taktıgın yüzük
  • HALLAÇ: pamuk yün didici
  • MÜCELLİT: ciltci
  • MIKRIPHAN: sazcı

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 28 Mayıs 2016 23:26
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
19 Aralık 2008       Mesaj #3
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
  • Keçecilik
  • Kosumculuk
  • Hasircilik
  • Nalbantlik
  • Esanscilik
  • Semercilik
  • Kasikcilik
  • Sedefkarlik
  • Zembilcilik
  • Urgancilik
  • Tas Isciligi
  • Çömlekcilik

Keçe


yün, kil ya da pamugun islak ortamda çignenip dövülerek liflerinin birbirine kaynasmasiyla elde edilen ve örtü, yaygi, çadir, giysi yapiminda kullanilan kaba kumastir. Keçe Orta Asya’dan beri Türkler tarafindan bilinmektedir. Osmanlilarda Konya, Diyarbakir, Afyon, Isparta, Usak, Urfa, Bursa keçe üretim merkezleri olarak tanindi. Ahilik örgütleri içinde yer alan esnaf loncalarinda keçecilik, önemli bir yer tutuyordu. Kalfa ve ustalar 6-7 yil süren hairlik dönemlerinde yün ditme, yün atma, ayakla yün tepme, kaliba yün hazirlama, hamamda keçe pisirme gibi yöntemleri ögreniyorlardi.

Kosum


bir kosum hayvaninin araba, kagni gibi araçlara ya da saban, pulluk gibi aletlere kosulmasini saglayan kayis takimidir. Kosumcu, cesitli kosum parçalarini yapan kimsedir. Ilk kosum takimlarina M.O. 4 yy’da Mezopotamya’da rastlanmaktadir. Günlük hayatinda ve meydana getirdigi uygarliklarda atin büyük yeri olan Türkler kosum takimlarini Orta Asya’dan beri kullanmaktaydilar. Bugün kosumculuk, kosum hayvanlarinin önemini kaybetmesiyle birlikte kaybolmaya yüz tutan bir meslek haline gelmistir.


Hasir


kurumus bitki saplari ve saz gövdelerinin birbirine geçirilmesiyle örülen, genellikle taban dösemesi bazen duvar ve tavan kaplamasi olarak kullanilan bir cins yaygidir. Hasirlar, yapildigi sazin incelik, kalinlik ve türüne göre Trablus hasiri, Misir hasiri, Kaba hasir vb.adlar alirdi. Boyanmis sazlarla hasirlara desenler yapilirdi.Osmanlilarda hasircilik, XVII.yy’dan baslayarak önemli zanaat kollarindan biri durumuna geldi. Istanbul’da Hasircilar Çarsisi adiyla çarsisi bile vardi.Günümüzde hasircilik sadece kirsal kesimde belli oranda devam etmektedir.


Nalbantlik,


At, essek, katir gibi binek ve hizmet hayvanlarinin toynaklarina koruma amaciyla nal çakma zanaatina nalbantlik denir. Nallar hayvanin toynagina “nal tokmagi”denen tahta tokmaklar ya da nallama adi verilen özel çekiçle çakilir.Geçmiste ulasim, tasimacilik ve çesitli hizmetlerde hayvanlarin yaygin olarak kullanilmasi nedeniyle, nalbantlik 20.yüzyilin ilk yarisina kadar önemini korudu.Osmanli ordusunda nalbant ihtiyacini karsilamak üzere,bir Askeri Baytar Mektebi’nin kuruldugu biliniyor.

Esanscilik


iki kapakli dört tarafi cam bir kutu içine yerlestirilmis küçük siselerde esans satma isidir.Esancilar genellikle köy, kasaba ve sehirlerin pazar yerlerinde, kahvehane, lokanta gibi toplu yasama mekanlarinda dolasir; belli ücret karsiliginda bir miktar esansi bir enjektör araciliyla müsterilerin üzerine püskürtürlerdi. Esansciligin dev bir sektöre dönüstügü günümüzde, eski tip esanslara ve esanscilara çok çok az rastlanmaktadir.

Semer = Beygir


katir,esek gibi hayvanlarin sirtina yük baglamak bazende binmek için kullanilan, agaç bir iskeletin sazla doldurulmus “yatak”tan olusan üstlügüdür. Semer genellikle agaç, çuval ve sazdan yapilir.Yük baglamak ve binek hayvanina rahat binmek için kullanilir. Semerler boyunlu ve çatal semer olarak ikiye ayrilir. Ilk kez Araplar ve Iranlilar tarafindan kullanildigi söylenir. Türklere de onlardan geçmistir.

,

Kasikcilik


Anadolu’da, ilk kasiga, Çatalhöyük ve Hacilar’da rastlanmistir.(M.Ö. 7-6 binyil). Kasiklar Anadolu’da yapildiklari malzemeye göre adlandirilir. Önce topraktan yapilan kasiklar daha sonra tahtadan ve madenden yapilmaya baslandi. Tahta kasiklar daha çok simsir, ardiç, gürgen, mese, armut, karaagaç, gibi agaçlardan, metal kasiklar ,demir, bakir, pirinç, gümüs ve altindan yapilir. Anadolu’da kasiklari ile ünlü merkezler arasinda Konya, Akseki, Kas, Gedi, Gevye tarakli, Bolu, Kastamonu, Bergama, Bursa, Eskisehir, Anamur, Silifke özellikle anilabilir.


Sedefkarlik


sedef üzerinde çalisma, sedef kakma esya yapimidir. Bu isi yapan ustalara da sedefkar denirdi. Sedefkarlik Osmanlilar’da önemli bir meslekti. Özellikle 16.yy’da kendine özgü bir üslup kazanmisti. Osmanli Sarayinda sedefkarlarin çalistigi özel atölyeler vardi. Bunlar, tahtlardan saltanat kayiklarina kadar, padisahlarin pek çok esyasi üzerinde bu ince sanati uygulama imkani buluyorlardi. Bugün önemini büyük ölçüde kaybeden sedefkarlik konusunda Topkapi Sarayi’nda sedef kakmali esyalarin restorasyonuyla ilgilenen bir bölüm bulunmaktadir.


Hasirdan ya da sazdan örülerek yapilmis kulplu torbaya zembil denir. Selçuklular’in ve Osmanlilar’in günlük hayatinda zembil esyalarinin büyük önemi vardi. Sanayilesmenin gelismesiyle birlikte zembil esyalarin günlük hayat içindeki önemi büyük ölçüde kaybolmustur. Bugün zembil esyalari, daha çok kentlerin varoslarinda ve kirsal kesimde üretilmekte ve kullanilmaktadir.

,Urgancilik


urgan yapim ve satis isidir.Urgan kenevir, keten, jut, pamuk gibi dogal liften yada poliamid, polyester gibi sentetik liften yapilr. Insanlik tarihinde önemli bir yere sahip olan urgancilik mesleginin geçmisi Antikçaga kadar uzanmaktadir. Sanayilesmenin gelismesi, sicim ve urganlarin mekanik olarak üretilmesiyle birlikte günümüzde urgancilik meslegi, kaybolan meslekler arasina katilmistir.


,TAS ISÇILIGI


Yerlesik hayata geçmeleriyle birlikte Türklerin hayatinda tasin önemli bir yeri olmustur. Selçuklular’dan baslayarak Türkler, tasi sanatkarane bir sekilde islemeye, kemer ve nakis süslemeye büyük önem vermislerdir. Han, hamam ve kervansaraylarda, bugün bile hayranlikla izlenen benzersiz örnekler ortaya koymuslardir. Günümüzde hem tasin öneminin azalmasi hem de “sanatkar” bakisin kaybolmasiyla birlikte tas isçiligi de giderek azalmaktadir.


Cömlekcilik


Çömlek,topraktan yapilan ve pisirilerek saglamlastirilan kap, tenceredir.Çömlekcilik, Anadolu’da cilalitas devrinden beri bilinmektedir. Özellikle Mersin, Çatalhöyük, Hacilar, kültepe ve Bogazköy çömlekleriyle ünlüdür. Günümüzde bilinen en eski çanak çömlek örnekleri, Anadolu’da çatalhöyük’te ele geçen ve yaklasik 9000 yil önceye ait seramiklerdir. 12.yy’da Ortadogu’da islam çanak çömlekçileri sir maddesini kil hamuruyla karistirip saydam yumusak porselen yapimini denemislerdir.
Son düzenleyen Safi; 28 Mayıs 2016 23:25
Quo vadis?
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
24 Ocak 2009       Mesaj #4
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye

ESKİ MESLEKLER


Attarlar (Eczanelerden önce onlar vardı)


Osmanlı döneminde, usta-çırak usulüyle yetişen attarlar, ilaç yapımında kullanılan hammaddeleri satan ve ilaç hazırlayan esnaf topluluğuydu.
Bu meslek erbabı, dış ülkelerden getirilen nebati, hayvani ve cemadi hammaddeleri â??kökçüâ?' denilen esnaftan aldıkları maddeleri ve kendilerince hazırlanan ilaç tertiplerini satıyorlardı. Bunların arasında amel, basur, öksürük hapları, pehlivan yakısı, çocuk macunu ve yara merhemini saymak mümkün.
Kimi İstanbul attarları ise kaliteli hammadde elde etmek için bahçelerinde adaçayı, biberiye, boruçiçeği, hatmi, kekik, kudret narı, oğulotu, reyhan ve zater gibi tıbbi bitkiler yetiştirip yaprak ve köklerini zamanında toplayıp kurutarak tezgaha koyarlardı.
İstanbulda 17. yüzyılda ilgili maddeler satan 300 macuncu, 41 gülsucu, sekiz ilaç yağı satıcısı, 70 dekçi attar, iki bin hoca attar, 35 amberci, 25 buhurcu, üç bademyağcı dükkanı vardı. Ancak 1850lerde bu sayılarda düşüş başladı. Bunda bugünkü eczanelerin çoğalması ve hazır ilaçların ülkeye girmesi etkili oldu.

Ayvazlar (Her biri emre amade)

Avrupa malikanelerindeki servantların bir benzeri olan ayvazlar, XVIII. Yüzyılda Osmanlı yaşantısına katıldı.
İşe koyulmuş, hazır bekleyen anlamına gelen bu kelime, çoğu Van yöresinden gelen ve konaklarda çalışma imkanı bulan Ermeni gençlerine deniyordu. Kimi zaman Kürtlerden de ayvazlık yapan oluyordu. Tercih sebepleri ise beden gücüne sahip işlerde becerikli olmalarıydı. Ayvaz istihdamı, Osmanlının batıya açılışıyla birlikte yazın sayfiyelere kışın konakları arası ilişkilerin artmasıyla yaygınlaştı.
Konaklardaki ayvazlar bekçilik yapar, geleni karşılar, oda kapılarında emir için bekler, yemek servisi yapar, odun kırar, su taşır, çarşı Pazar işlerine bakar ve gerektiğinde kayıkçılık bile yapardı. Ayvazların ahır ya da ambara bitişik olan kaldıkları yere ise ayvaz evi denirdi. Ayvazlar kalıpsız fes, hem Ermeni hem de ayvaz olduklarını gösteren mor veya mavi bir puşi, sırtlarında sarta yada omuzdan iliklenen kapalı yelek, siyah şalvar, kaba kundura, renkli çorap ve siyah kuşak giyerlerdi. II. Meşrutiyet döneminde yaşanan kıtlıkla birlikte varlıkları sona erdi.

Cezzarlar (Seyyar kasaplar)

Şehirlere yerleşimin artmasıyla birlikte pek çok esnaf gibi cezzarlar da yerleşik düzene geçti.
Esnafın henüz yerleşik hayata geçmediği eski dönemlerde cezzarlar, tıpkı ciğerciler gibi omuzlarında üzerine etler dizilmiş bir sırık, ellerinde etleri kesecek büyük bir bıçak ve bellerine bağlı bir peştemalla sokaklarda dolaşırlardı.
Mallarını satabilmek için desemizya da semiz etlerim var?' diye bağırırlardı. En çok satışı pazarlarda yaparlardı. Şehirlere yerleşimin artmasıyla birlikte pek çok esnaf gibi cezzarlar da yerleşik düzene geçti.

Çığırtkanlar (Olmazsa olmazlar)

Herhangi bir şey üzerine ilgi toplamak, müşteri çekmek için yüksek sesle bağırtılan adamlardı.
Herhangi bir şey üzerine ilgi toplamak, müşteri çekmek için yüksek sesle bağırtılan adamlardı. İstanbulâ??da çarşı Pazar boylarında kendilerine mahsus edebiyatı olan bir tabakaydı.
Sokaklarda seyyar dolaşan satıcıların her birinde bir çığırtan çalışması zorunlu gibiydi. Bunların başında da Mahmutpaşa çarşısı ve Büyük Kapalıçarşı dükkanlarının çığırtkanları geliyordu.

Kassarlar (Havuzda kuru temizleme)

Eski kayıtlarda kassar şeklinde tesadüf edilen çırpıcı kelimesi Türk diline çırpmak?' kökünden geldi.
Eski kayıtlarda kassar şeklinde tesadüf edilen çırpıcı kelimesi Türk diline çırpmak?' kökünden geldi. Boyalı şeyleri çırpıp suya vuran anlamına gelir.
Kassarlar ise özel bir şekilde inşa edilmiş taş havuzlarda halı, kilim, tülbend, keçe ve benzeri şeyleri yıkama yani suda çırparak temizleyen kişilere denirdi.

Kemankeşler (Geçmişin okçuları)

Ok, Türklerin savaşta en büyük silahları, okçuluk da barışta en büyük sporlarıydı.
Türk boyları dünyanın dört bir yanına dağılırken ok ve yayı da beraberlerinde götürürdü. Osmanoğulları da fethettikleri her diyarda bir okmeydanı inşa ederlerdi. Fetihten sonra İstanbulda da bir okmeydanı kuruldu. II. Bayezid döneminde buraya bir de okçular tekkesi yapıldı.
Tekkede toplantı ve idman salonlarının yanı sıra hocalar için özel daireler, kemankeş denilen okçulara ücretsiz yemek dağıtan bir aşevi vardı. Ancak okmeydanında ok savurmak için okçu lisansı sayılan kabze?' alınması şarttı. Bunun için 900 gez (596 m) mesafeye ok düşürmek gerekiyordu.

Mahyacılar (Sadece Ramazan ve bayramlarda çalışırlardı)

Kurulmadan önce kareli bir kağıt üzerine kalıbı hazırlanıp kandillerin yeri belirlenirdi.
Ramazan ve bayram gecelerinde çift minareli camilerde iki minare arasında gerili iplere kandiller asarak yazı yazma ya da şekil yapma geleneği, İslam dünyasında sadece Türklere özel olup özellikle İstanbulda gelişmiş bir sanattı.
Mahyacılar, çifte minareli camilerin minarelerinin arasında dış mahya?'; Ayasofya, Sultanahmed, Süleymaniye ve Nuruosmaniye camilerine de iç mahya?' kurarlardı. Bir mahya için yaklaşık 8 kg yağ harcanırdı. Kurulmadan önce kareli bir kağıt üzerine kalıbı hazırlanıp kandillerin yeri belirlenirdi

Sakalar (Günümüzün sucuların yaya hali)

Eski İstanbul evlerinde su ihtiyacı çeşitli şekillerde karşılanırdı.
En basit çözüm tabii ki her evin yakınındaki çeşmelerdi. Fakat onlarda çok kalabalık olurdu. Böylece saka loncası, evlere para karşılığında su taşıyan kişileri bir araya getirdi. Bu 19. yüzyılın sonuna kadar devam etti. Saka, her gün bıraktığı kırba sayısı kadar evin kapısının kenarına tebeşirle işaret koyardı.
Ay sonunda da paralarını toplardı. Fakat hemen hemen her ay müşteriyle saka arasında para toplama zamanı gelince kavga çıkardı. Bazı kesimlerse sakalardan şikayetçiydi çünkü sakalar bazı çeşmeleri kendi mülkleriymiş gibi kullanır buradan su aldıktan sonra çeşmenin suyunu da kesip giderlerdi.

Savatçılar (Modası 150 yıl geçmedi)

Arapça kara' anlamına gelen sevad sözcüğünden gelen savar, gümüş üzerine kara nakışlar yapılan bir sanat dalıydı.
Savat yapılmadan önce önce bu işin tatbik edileceği eşyaların; tokaların, kemerlerin, hançer kabzalarının, tütün tabakalarının, muskaların ve dua taslarının yüzeylerine kalemkarlar tarafından çeşitli şekillerin işlenmesi gerekirdi. Bundan sonra savatçılar belirli oranlarda gümüş, bakır, kurşun ve kükürt karışımından elde ettikleri bir alaşımı dövüp tülbentten geçirerek ince siyah bir toz hazırlarlardı.
Bunu söz konusu motif, yazı ve resimlerin üzerine kuru olarak sıvayarak ekme savat', toza boraksla karıştırıp macun haline getirdikten sonra sürmek suretiyle de sürme savat' yaparlardı. I. Dünya savaşı öncesinde Vanda 120 dükkanda 400 dolayında savatçı ustası ve kalfası vardı. Ayrıca Sivas, Erzincan, Trabzon ve Samsunda da bu sanat çok gelişmişti. Öyle ki savatlı Türk tabakaları tim Avrupada özellikle de Paris kuyumcularında kendine yer edinmişti. Anayurdu Dağıstan olan savatçılık, Osmanlıda 150 yıl kadar altın devrini yaşadı.


Seleciler (Ruhsatlı dilenciler)

Yünden hırkaları, ellerinde alemleri, başlarında hasırdan destarları olan dilenciler 16. ve 17. yüzyıl Osmanlısında yedi bin taneydi.

Tanzifatçılar (Zamanın çöpçüleri)

Pirleri Verrad Berberi olan tanzifatçılar, 17. yüzyılda 500 nefer kadardı. Üzerilerinde kırmızı ve siyah meşin kaftanlar vardı. Başlarında teke ve hamid külahları, omuzlarında uzun sırıklar üzerinde çapa demir, arkalarında müdevver ağaç tenekeler, ellerinde kazmalar, süpürge, kürek, omuzlarında zembil, harar ve har ü haşak sepetleri bulunur, ta ki kasıklarına kadar battal siyah çizmeler giyerlerdi.
Çöp çıkaramadiye bağırarak sokaklarda dolaşır, evlerin kapılarını çalarak aldıkları çöpleri sırtlarındaki küfelere yükleyerek götürürlerdi. Bu kişiler çoğunlukla ermeniydi. O zamanlar şehrin meydanları gayrımüslimlere temizlettirilir, caddeleri yeniçeriler süpürür, sokakları mahalle halkı süpürürdü. Ama yine de İstanbulun çok temiz bir şehir olduğu söylenemezdi.
Son düzenleyen Safi; 28 Mayıs 2016 23:20
Quo vadis?
SEDEPH - avatarı
SEDEPH
Ziyaretçi
4 Mart 2009       Mesaj #5
SEDEPH - avatarı
Ziyaretçi

Eski Mesleklere Ne Oldu?


Eski Meslekler Otomasyon teknolojileri, modern hayat, talebin ortadan kalkması, bazı durumlarda da mesleğin inceliklerini öğretecek insanların yok olması nedeniyle artık bazı meslekler Eski Meslekler olarak anılmaktadır. Eski Meslekler her ne kadar eski olarak anılsa bile ihtiyaçların tekrar hasıl olması nedeniyle zaman zaman birden ortaya çıkabiliyor. Hipodromda görev alacaklara yonelik Nalbantlık ve Koşumculuk gibi.Aşağıda çeşitli Eski Mesleklerin listesi verilmektedir. Ayrıntıya ilgili bağlantıdan erişebilirsiniz. Burada asıl konumuz eski mesleklerin tanıtılmasından ziyade Kaybolan eski Meslekler hakkında bir değerlendirme yazısıdır.
  • Bakırcı
  • Bıçakçılık
  • Çarıkçılık
  • Çömlekçi
  • Esansçılık
  • Nalbantlık
  • Hasırcılık
  • Kaşıkçılık
  • Keçecilik
  • Kesecilik
  • Koşumculuk
  • Saraçlık
  • Sedefkarlık veya Sedefçilik
  • Semercilik
  • Tabaklık
  • Taş İşçiliği
  • Urgancılık
  • Zembilcilik

Eski Mesleklere Ne oldu?


Meslekler vardı eskiden aile boyu çoluk çocuğun bile çalıştığı işleri yetiştirebilmek için. Yedi nesline geçim temin edeceği düşünülürdü meslek erbabının. Çuvalla para kazanırlardı. Çok zaman konu komşusu takılırdı “nereye koyacaksın bu kadar parayı” diye. Sonra zaman geldi işleri azalmaya başladı. Çoluk çocukla birlikte bütün ailenin çalıştığı halde müşterilerinden işleri bitiremediği için şikâyetler alan emektar sanatkârlar, müşteri beklemeye başladılar. Gözleri yollara bakar oldu. Her sabah hevesle duayla açtılar ekmek kapılarını, sağı solu süpürdüler ama gözleri yollarda kaldı hep… Akşamları boynu bükük döndüler evlerine günlerce haftalarca. Önce çocuklar terk etti güzide meslekleri. İnatla direndiler ayakta kalabilmek için. Bu yaştan sonra da ne iş değişirdi, ne de ömre bedel meslek. Çoğu yerde dünya ile birlikte terk edildi meslekler, bir bir kapandı ekmek kapıları.
Hepsi gözünüzün önüne gelmiştir. Nalbantlar, Tabakçılar, Semerciler, Kalaycılar, Bakırcılar, Sepetçiler, Değirmenciler, Kispetçiler, daha pek çok meslek dalı en önemli geçim kaynakları iken, birer birer gösterilir hale geldi. Teknolojiye, değişen ihtiyaçlara yenildiler çaresiz…
Köylerimizde her kapıda bir çift öküz, manda, at ya da eşek bulunurdu çeki gücünden yararlanılan. Her çift sezonunda hayvanların nalları yenilenir, çift sürerken düşen nalların yerine yenileri takılırdı. Çift sezonunda, hasat harman dönemlerinde nalbantlar gece gündüz çalışır işlerini bitiremezlerdi. Daha önceleri nakliye işleri de çeki hayvanlarıyla yapılırken, yol boylarında da şimdiki lastikçiler gibi nalbantlar bulunurdu. Köylerimizde ne öküz kaldı ne manda gücünden yararlanılan. Yerini traktörler aldı kısa zamanda. Hızla makineleştik. Nalbantların yapacakları pek bir şey kalmadı ve bir bir kapandı dükkanların kapıları.
Nalbantlık, günümüzde gereksiz gibi görünse de, aslında geçmişteki kadar ihtiyaç var bu mesleğe ve meslek erbaplarına. Kapalı sistem süt sığırcılığında, hayvanlar gezdirilmediği için sürekli tırnak sorunları ortaya çıkmaktadır. Hayvanların tırnak bakımlarının yapılması, hatta nallanması önemli yararlar sağlamakta, ancak bu işleri yapacak nalbant bulunamamaktadır.
Deri işleme tabakhanelerde yapılırdı. Hemen her ilçede onlarca tabakhane bulunurdu. Ailece çalışılır, herkes bir işin ucundan tutardı. Neredeyse hiç masrafsız deriler temizlenir, debağlanır, kösele haline getirilirdi. Her bir tabakhanede usta, kalfa, çırak 5-6 kişi çalışır, bu meslekten geçim temin eder, aynı zamanda bu mesleği öğrenirdi. Sırayla kapanmaya başladı bu emeğe, alın terine dayalı ekmek kapıları. Kapanmalarında en önemli etken petrol ürünleri oldu. Suni deri ve köseleler yırtıksız, çiziksiz olduğu gibi ucuz olmasıyla deri işlemeyi tüketti yavaşça. Önceleri ekonomik olmadığı, sürdürülebilir bir geçim kaynağı olmadığı iddia edildi. Aslında ikinci önemli sebebi de çalışacak eleman bulamadı bu sektörümüz, işsizliğin diz boyu olduğu ülkemizde. Kolay hayat rahat yaşam felsefesi içinde maalesef birçok mesleğimizin geleceğini sanki kendimiz daraltıyoruz.
İki hafta önce ortaokulda okurken Debağlama işinde çalışmaya başlayan Sayın Necdet KURT beyefendiyle kaybolan mesleklerle ilgili kısa bir sohbetimiz olmuştu. Bize sağ olsun mesleğin inceliklerini, zamanında altın bir bilezik olduğunu anlattı deri işlemenin. İyi de gelir getirdiğini ancak, suni deriye yenildiklerini ifade etti. Gerçekten bundan 4-5 yıl öncesi deri çok pahalıydı. Hatta Kurban Bayramlarında deri toplamayla ilgili THK, vakıflar, dernekler, camiler, bazı köy okulları ciddi faaliyetlerde bulunurlardı. Geçtiğimiz hafta Kurban Bayramını kutladık. Şahit olduğum bir ifadeyi paylaşmak istiyorum. Deriler toplama masrafını bile karşılamıyor diyordu bir dernek yöneticisi. Koyun derisi 3-5 YTL’yi geçmiyor. Dört sene önce 16-17 YTL olan koyun derisinin yüzüne bile bakılmıyor artık. O halde şimdi sorgulamak gerekiyor. Deriler bu kadar ucuzlamış iken, tabakhanelerin çalıştırılması, eski ekonomik güçlerine ulaştırılması mümkün değil midir acaba?
Aslında hedeflenen, eskiye iyisiyle kötüsüyle sorgulamadan sahip çıkmak değil, yeniliği yakalayabilmek adına, yenileşebilmek için, gözden çıkardığımız gerekli değerlerimizi korumak. Maddi olsun, manevi olsun, ne değerlerimiz var yitirdiğimiz, yitirirken gözümüzü kırpmaya bile zaman bulamadığımız. İyi düşünmek gerekiyor, değişmeyen tek şey değişimdir diye bakarken, bu değişimin getirdikleri, götürdüklerinin yerine daha güzelini bırakabiliyor mu? Bunların hesabını doğru yapıp, yaşanılanları hazmederek çıkılmadıktan sonra bir yola, yoldaki engellerden daha çok şikayet ederiz.
Prof. Dr. Harun Baytekin


Son düzenleyen Safi; 28 Mayıs 2016 23:27
SEDEPH - avatarı
SEDEPH
Ziyaretçi
4 Mart 2009       Mesaj #6
SEDEPH - avatarı
Ziyaretçi

Basmacı


Basma en yaygın kullanılan kumaştı; dar gelirli, hatta orta halli ailelerin kadın ve kızları basma giyerlerdi. Ayrıca amele, ırgat, yanaşma ve uşak boyundan erkeklerin mintanları da basmadandı. Seyyar basmacılar yelken bezinden büyükçe bir bohça, elde demir arşın sokak sokak dolaşırlardı. Basma satan bohçacı kadınlar günümüze kadar ulaştı.

Celep


Kentlere koyun ve sığır getirip satan esnafa celep denirdi. Celeplik büyük sermaye işiydi. Sürüler çobanlar tarafından uzak mesafelerden kente yaya getirilir; sürü yolda kısmen telef olurdu. İstanbul’un et ihtiyacı önceleri Balkanlardan, sonraları Erzurum yaylasından karşılanmıştı. Sürüler İstanbul’a büyük ölçüde Trabzon üzerinden sevk edilirdi.

Nalbur


Dünün hırdavatçıları nalburlardı. Çivi, kilit, menteşe vb. inşaat işlerinde kullanılan temel girdilerin satışı, pazar ekonomisinin gelişimiyle daha da önem kazandı. Nalburlar, kent ve kasaba ekonomilerinin ayrılmaz parçasıydı. Çoğu nalbur eşyası yurtdışından gelirdi.

Nalbant


Taşıma ve ulaşım sektöründe kullanılan hayvanların nallanması, hayvan tırnakları altına demir parçası yani nal ya da nalça çakılması, nalbantlığı yaygın bir hale getirmişti. Günümüzde otomobil lastiği ne ise nal da dünün Osmanlısında aynı işlevi görüyordu. Nalbantlar genellikle ulaşım güzergahlarında yer edinirdi.

Mestçi


Kundura ya da pabucun içine giyilen yumuşak ayakkabıya mest denirdi. Değişik türleri vardı. Devenin ayak derisinden yapılanına deve mesti, yandan kopçalısına serhatlı mest denirdi. İç mekanların temiz tutulması, mest giymeyi gerektiriyordu. Mestçi esnafı ayak ölçüsüne göre çalışırdı.

Sayacı


Saya, ayakkabının yumuşak olan üst bölümü yani yüzüydü. Eskiden halk dilinde, evlerin giriş kısmında ayakkabıların çıkarıldığı veya konduğu ufak bölüme de saya denirdi. Zamanla ayakkabı anlamında kullanılmaya başlandı. Sayacı, dünün ayakkabıcısıydı. Yaygın bir zanaattı. Geniş bir müşteri kitlesine hitap ederdi.

Rençber


Rençber, ilk evrelerde çiftçi anlamına geliyordu. Ancak kentleşmeyle birlikte bugün ırgat diye nitelenebilecek birçok işi üstlendi. Tarla, bahçe, yapı vb. yerlerde kazma, taş ve toprak taşıma gibi işleri yapan gündelikçi, amele ve ırgat, o günlerin rençberleriydi.

Sepetçi


Plastikten önce su geçirmez kaplar topraktan ya da bakırdan yapılır, diğerleri saz, kamış ya da ince dallardan örülürdü. Genellikle sapı olan, yiyecek ve eşya taşımak için kullanılan bu tür kapları sepetçi örerdi. Sepet hamalı, genellikle pazar yapanların sebze-mevyesini sırtındaki sepetle eve taşırdı. Sepet kimi zaman bavul yerine de kullanılırdı.

Urgancı


Keten, kenevir, pamuk gibi dokuma maddelerinden yapılan ince halatlara urgan denirdi. Gerek ev ekonomisinde gerekse zanaatta urgan yaygın olarak kullanılırdı. Urgancı örme işini bizzat yapar ve malını tüketiciye ulaştırırdı. Genellikle sabit dükkanları bulunurdu. Seyyar urgancı nadir görülürdü.

Bacacı


İstanbul’da yangınların büyük çoğunluğu, temizlenmesi ihmal edilmiş bacalardaki kurumların tutuşmasıyla çıkıyordu. Özellikle ahşap binaların yoğun olduğu kent dokularında, baca temizliği büyük önem taşıyordu. Kış öncesi bacacılara büyük iş düşüyordu. Fırın bacalarının da her ay temizlenmesi öngörülmüştü.

Bileyci


Bıçak ve emsali şeyleri çarka tutup bileyen esnaf genellikle seyyardı. Demirden yapılmış ev aletleri görece değerli eşyalardı. İstanbul’daki bileyci esnafının büyük çoğunluğu, Karadenizli bekar uşağı ya da Buharalı idi. Bileycinin mahalleye gelişi kısa sürede duyulur, ev sekenesi, her türlü kesici ya da yarıcı aleti sık aralıklarla bileyletirdi.


Erikçi


Osmanlı çoğu kez kendi bağ, bahçe ve bostanındaki meyveyi tüketiyordu. Ancak kentleşme kimi meyvelerin pazara çıkmasına neden oldu. Meyve genellikle mahallelerde haftanın belirli günlerinde kurulan pazarlarda müşteri bulurdu. Sokak satıcıları özellikle turfanda meyve satarlardı. Seyyar erikçinin pazarladığı turfanda erik, yazın yaklaştığını müjdelerdi.

Sarımsakçı


Osmanlı mutfak kültüründe sarımsağın ayrı bir yeri vardı. Keskin kokusuna rağmen besin değerinin yüksek oluşu ve kimi kokuları bastırması nedeniyle birçok yemek sarımsaklanmadan yenmezdi. Seyyar satıcıların bu konuda ihtisaslaşmaları, talebin yüksekliğini kanıtlıyordu.


Limonatacı


Limonata, dünün gazozu ya da “kola”sıydı. Özellikle yaz aylarının sıcak günlerinde limonatacıya büyük rağbet olurdu. Seyyar limonatacılar genellikle kente mevsimlik göçen Anadolu insanlarıydı. Üç-beş kuruşu bir araya getirir, hasat mevsiminde köyüne dönerdi. Limonata evlerde ikram kültürünün de bir parçasıydı.

Hallaç


Hallaç bugünkü döşemecilerin bir anlamda dününü simgeliyordu. Osmanlı hanesinde kullanılan yatak, yorgan, döşek gibi ev eşyasında dolgu malzemesi olarak pamuk ya da yün kullanılırdı. Zamanla sertleşen bu dolguyu hallaç, kiriş ve tokmağıyla kabartırdı. Hallaçların hemen hepsi Karadeniz yalısı uşaklarıydı.


Bezzaz


Bugünkü manifaturacıların karşılığı olarak, bez ve kumaş satan esnafa bezzaz, çarşılarına Bezzazistan denirdi. Halk ağzında zamanla “bedestan” ya da “bedesten”e dönüşmüştü. Kıymetli kumaş satanlara “üstüfeci”, “dibacı”, “kadifeci”, “atlasçı” denirdi. Bez ticareti, 19. yüzyılda büyük ölçüde İngiliz üreticilerin eline geçti.


Zerzevatçı


Zerzevat sebze anlamına geliyordu. Zerzevatçı ise bugünün maydanoz, dereotu, salata, hıyar, turp ve marul gibi sebzelerde uzmanlaşmış manavıydı. Kent dokularının bir parçası olan bostanlar, Osmanlı insanının sebze ihtiyacını karşılardı. Zamanla halden, civar ve semt bahçe ya da bostanlarından, pazar yerlerinden tedarik edilir oldu.


Çömlekçi


Topraktan yapılmış çanak, çömlek, testi, sürahi, bardak, kase, küp ve saksı gibi eşyalar satan esnafa çömlekçi denirdi. Orta ve üst gelir grupları, kalaylanmış bakır kap kullanırdı. Eskiden Bayezid Meydanı’nda bir sıra çömlekçi dükkanı vardı. Toprak kapların yerini zamanla bakır ve benzeri maden kaplar aldı. Ama çömlek özellikle kırsal yörelerde günümüzde de hâlâ kullanılıyor.

Değirmenci


Değirmenci aslında un öğüten esnafa denirdi. Görece büyük girişimci sayılırdı. Kahve değirmeni, günlük hayatın ayrılmaz bir parçasıydı. Keyif maddesi olarak kahve, çaydan çok daha önce Osmanlı’nın yaşamına girmişti. Kahve değirmeni satan esnaf da değirmenci addolunuyordu.

Kolancı


Hayvanın semerini ya da eyerini bağlamak için kullanılan örme ya da kayış bağa kolan deniyordu. Osmanlı taşımacılıkta büyük ölçüde hayvan kullanıyordu ve kolancılık ulaşım sektörünün “yan sanayi”lerinden biriydi. Özellikle yol güzergahlarında dükkan açarlardı.


Fesçi


Fes, II. Mahmud devrinde resmi serpuş olarak kabul edilmiş, Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar Osmanlı erkeğinin kimliğini oluşturmuştu. Her ne kadar Feshane’de yerli fes üretilmişse de çoğu Avusturya’dan ithal ediliyordu. Osmanlı’nın son döneminde Avusturya mallarına karşı yapılan fes boykotu ünlüdür.

Kavuncu


Kavun ve karpuz, mevye olarak tüketildiği gibi, Osmanlı’nın tatlı ve su ihtiyacını da gideriyordu. Çevre bostanlarda yetiştirilen kavunlar, seyyar satıcılar aracılığıyla tüketiciye ulaştırılıyordu. Sepet içinde mahalle aralarında dolaşan kavuncu, genellikle Anadolu’dan mevsimlik göç etmiş insanlardandı.

İncirci


Dünün insanı şeker ihtiyacını büyük ölçüde meyveyle gideriyordu. Ülkede yaygın olan meyvelerden biri de incirdi. Hemen her Osmanlı’nın bahçesinde bir incir ağacı vardı. Yaş yenir, kurutulur, her mevsim tüketilirdi. Yaş inciri, seyyar incirci satardı. Kurutulduktan sonra şekerci dükkanına düşerdi.

Leblebici


Dünün kuruyemişlerinin başında leblebi gelirdi. Nohudu, dış kabuğunu çıkardıktan sonra fırında kavurup seyyar satan kişiye leblebici denirdi. Bir tür ihtisaslaşmış kuruyemişçiydi. İçinde leblebi olan şeker, leblebi şekeri de revaç bulan bir eğlencelikti.

Pilavcı


Günümüz lokantasında tüketilen birçok besin maddesi, dün seyyar satıcılarca da pazarlanırdı. Çarşı-pazaryerlerinde, meydanlarda hâlâ gözlenen ve düşük gelir grubuna yönelik seyyar pilavcı, lokantaların ya da aş evlerinin yaygınlaşmadığı bir dönemde evinden uzak, sokaktaki insanın öğle yemeği ihtiyacını gideriyordu. Pilavcılar genellikle Karamanlı olurdu.

Salepçi


Salepçi dünün seyyar muhallebicisiydi. Ancak muhallebi pazarlayan seyyar satıcılar da vardı. Salep yumru köklü bir otun dövülmesiyle elde edilen beyaz tozun, şekerli süt ya da su ile kaynatılmasından elde edilirdi. Özellikle kış aylarında bozacılar ve salepçiler müşterinin ayağına hizmet götüren seyyar satıcılardı.

Kozacı


İpekli kumaş üst gelir gruplarınca tüketilirdi. Osmanlı ipeklisi yurtdışında da büyük beğeni kazanmıştı. İpekli üretiminin ham maddesi ipek böceği kozası, dokuma sektörünün temel girdilerinden biriydi. Bursa ve çevresinde yaygındı. Kozacı, koza ticaretiyle uğraşırdı. Koza üreticisiyle ipek imalathaneleri arasındaki ticareti yürütürdü.

Üzümcü


Bağ, bahçe, bostan eski kentlerin dokularının bir parçasıydı. Üzüm, incir gibi geniş tüketim alanı olan meyvelerdendi. Ayrıca şıra yapılır, kurutulur ve gayrı müslimlerce şarap yapımında kullanılırdı. Seyyar üzümcü, günlük taze üzüm pazarlardı.


Şerbetçi


Meşrubat sektörünün gözdesi şerbetti. Meyve özü, su ve şeker karışımı bu içecek ya da şurup, yaz aylarında kent insanının serinlemesine vesile olurdu. Ayrıca misafirlere şerbet ikram etmek de adettendi. Şerbetçi dükkanları olduğu gibi, seyyar şerbetçiler de müşteriye hizmet götürürlerdi. Özellikle seyyar demirhindiciler, İstanbul’a İzmir’den gelirlerdi.

Darıcı


Darı tohumları, buğday gibi besin maddesi olarak kullanılırdı. Bazı bölgelerde mısıra da darı adı verilirdi. Cin darısı, ateşte patlatılan ufak taneli mısırdı. Buğday ve buğday unundan yapılmış ekmek tüketmeye kesesi yetmeyen fakir insanlar, darı tüketirdi. Ayrıca hayvan yemi olarak kullanılırdı.

Çıracı


Osmanlı uzun yıllar enerji kaynağı olarak odun kullanmıştı. Kömür ancak 19. yüzyılda gündeme gelmişti. Odun, çam gibi reçineli ağaçların yağı ve çabuk yanmaya elverişli kesimleri kullanılarak ateşlenirdi. Genellikle Ürgüplü olan çıracı, tartıyla aldığı çırayı kalem kalem desteler, deste hesabıyla satardı. Özellikle kış aylarında sokakta sık görülen bir esnaftı.

Deveci


Demiryolu öncesi kara ulaşımında en yaygın kullanılan hayvan deveydi. Ayrıca sarayın hassa develeri vardı. Sefer-i hümâyunlarda padişahın ağırlığını taşır, sürre* alaylarında kullanılırdı. Deveciler genellikle konar-göçer yörüklerdi. Başlarına kırmızı sivri külah giyerlerdi.


Sucu


Eski zamanlarda hemen her evin bir kuyusu vardı. Ancak içecek su uzaktan getirilirdi. Sucu ya da saka, şehir ya da kasabada su taşımacılığıyla uğraşırdı. Pınar ya da çeşmeden aldığı suyu hanelere sevk ederdi. Limonatacı ve şerbetçi gibi, özellikle yaz aylarında sokakta bardakla su satan seyyar satıcılara da sucu denirdi.

Lehimci


Plastik öncesinde yaygın kullanılan maden kaplar, ev ekonomilerinde toprak kapların yerini aldı. Lehimci ya da tenekeci, küçük ev aletlerini tamir eden gezici esnaftı. Teneke maşrapa kulpunu, kademhane ibriği emziğini, gusülhane çinkosunu lehimlerlerdi. Lehimci genellikle demircinin yan sanayiini oluşturuyordu.

Ciğerci


Batılı seyyahların en gözde seyyar satıcısı, omuzda sırıkla dolaşan ciğerci ve paçacıydı. Mahalleye ciğercinin geldiği, evin kedisinden belli olurdu. Sokakta et satışı ender olmasına karşın, ciğer ve paça en çok rağbet gören sakatatlardı. Tavası, yahnisi yapılırdı. Sabit ciğercide yürek, böbrek gibi diğer sakatat türleri de pazarlanırdı.

Sepet Hamalı


Motorlu araçlar öncesi kent içi yükleme, boşaltma ve taşıma işleri hamal esnafının gediğiydi. Mevsimlik olarak İstanbul gibi büyük kentlere gelen hamalların güçlü loncaları vardı. Meslek çoğu kez babadan oğula geçerdi. Pazarlarda sebze-mevye taşıyanlarına küfeci denirdi. Her iş kolunun ayrı bir hamal kolu olurdu. Bunların en ünlüleri, iç ve dış bedesten hamallarıydı.

Sırık


Hamalı Fıçı gibi hacimli, yekpare ve ağır yük, sırık hamallarınca taşınırdı. Bunlar genellikle dört kişi olur, dişbudak ağacından yapılmış uzun sırıkları omuzlarına alarak, iki önde, iki arkada yükü paylaşırlardı. Taşıma büyük bir uyum gerektirirdi. Aksi takdirde yük diğer hamallara kayar ve kazalara neden olurdu. Beyoğlu’nda tahtırevanları taşıyanlara da hamal denirdi.

Demirci


Fabrika üretimi öncesi pek çok eşya ve alet, insan eliyle demirden yapılırdı. Demirci, demiri dükkanında döğer, biçim verirdi. Yorucu, ağır bir meslekti. Daima ateş karşısında, kömür ve demir tozlarına bulanarak çalışılırdı. Örs üzerinde demirin ağır balyozla dövülmesi pazı kuvveti, beden takatı ve sağlam vücut gerektirirdi.


Son düzenleyen Safi; 28 Mayıs 2016 23:29

Benzer Konular

19 Nisan 2013 / nazile şan Soru-Cevap
3 Ocak 2017 / Misafir Tıp Bilimleri
23 Şubat 2011 / Misafir Cevaplanmış