Arama

Peygamber Efendimiz (S.A.V.) hakkında bilgi verir misiniz?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 3 Haziran 2014 Gösterim: 7.458 Cevap: 11
Ziyaretç - avatarı
Ziyaretç
Ziyaretçi
17 Şubat 2009       Mesaj #1
Ziyaretç - avatarı
Ziyaretçi
VE BÖYLE BÖLE VE
EN İYİ CEVABI DERF_YORK verdi
En yüce ahlâka sahip olduğunda; yüzyıllar boyunca, dost ve düşman, herkesin üzerinde birleştiği tek bir insan vardır:
Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselam.
Sponsorlu Bağlantılar
Zaten o, yeryüzünde bulunuş maksadını, "güzel ahlâkı tamamlamak" olarak ifade ediyordu.
Onu en son elçisi olarak insanlığa gönderen Yüce Allah da, Peygamberimizde bizim için "en güzel" örneğin bulunduğunu haber veriyor.
Eğitimde güzel örneklerin ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Büyükler kendi yaşayışlarında ne kadar iyi örnek olurlarsa, küçüklerin iyiye ve güzele yönelmesi o kadar kolay ve rahat olur.
Güzel örnek olmak ve güzel örnekleri tanıtmak, gençliğe yapılabilecek en büyük hizmetlerden biridir.
Çocuklarımızın ve gençlerimizin örnek alabilecekleri en mükemmel insan Peygamberimizdir.
Peygamberimizin ahlâkını rahatlıkla kendimize örnek alabiliriz, taklit edebilir, ahlâkımızı güzelleştirebiliriz.
Peygamberimizin ahlâkını ne kadar öğrenirsek hayatta o kadar başanlı olur ve mükemmele ulaşabiliriz

Peygamberimizin ahlâkının en önemli özelliği, Allah vergisi oluşudur. O bütün güzel vasıfları, çalışıp, emek verip, bir çaba sonucu kazanmış değildir. Onun ahlâkı Allah tarafından ihsan edilmiş, ikram edilmiştir. Yüce Allah onu insanların örnek alacağı kusursuz, eksiksiz ve seçkin bir şekilde yaratmıştır.
O dünyaya gözünü açıp kapayıncaya kadar hep aynı huy ve ahlâk üzerinde yaşamıştır. Ondaki güzel vasıflar yaratılışında mevcuttu. Onu eğiten, edep ve ahlâkın en üstün özellikleriyle süsleyen Yüce Rabbidir.
İşte bundan dolayı, onu kendisine örnek kabul eden insan, onu ne kadar taklit edebilirse, o kadar istifadesi fazla olur, o nurdan aldığı feyiz, o nisbette çoğalır.
Peygamberimizin ahlâkının en belirgin özelliklerinden birisi de, insan yaratılışında var olan birbirine zıt ve ters huyları en mükemmel şekilde bağdaştırıp, bütün duyguların ideal noktasını bulmasıdır. Hiçbir şekilde aşırılığa kaçmadan, orta yola, doğruya ulaşmasıdır.
Peygamberimiz, herkesin arzu edip de bir türlü ulaşamadığı en üstün değerleri ve olgunluğu mükemmel bir şekilde hayâtı boyunca ümmetine göstermiş, bütün insanlığın gözleri önüne sermiştir.
Bazı anlar olmuş, en cesur bir fedai olarak, düşmanın kat kat üstünlüğüne hiç aldırmadan, binlerce düşmana tek başına meydan okumuştur. Ama bu halinde bile yumuşak kalpliliğini, merhametini geri bırakmamıştır.
Meselâ bir savaş sonrası, öldürülmüş olarak gördüğü düşman çocuklarına o kadar acımıştı ki, düşman da olsa çocukların öldürülmemesi gerektiğini, çünkü onların suçsuz ve Cennetlik olduklarını haber vermişti.
O, bütün insanlığın kurtuluşu ve İslâmın dünyaya yayılması gibi yüce bir gaye için zihnini yorarken; bu arada binleri bulan ve Arabistan'ın her tarafına dal budak salan ümmetinin halini ve işlerini düşünürken; çevresinde bulunan yoksul ve fakir Müslümanları hiçbir zaman unutmamış; kendi çoluk çocuğunu, onların eğitim ve ihtiyaçlarını da ihmal etmemiştir. Birincisini büyük görürken, öbürünü küçümsememiştir.
Bu kadar ağır ve sorumluluk isteyen bir görev üzerinde bulunduğu halde, o yine kendisini Rabbine vermiş, günün büyük bir kısmını ibadet ve zikirle geçirmiştir.
Kalbi her an Allah'a bağlıdır. Bu haliyle dünya ile ilişkisini kesmiş gibi görünse de, yine o dünyanın içindedir. Bütün işlerinde Allah'ın rızasını gözetmiştir.
Peygamber Efendimiz, dâva arkadaşlarını gözü gibi korumuş, onlara ana-babalarından görmedikleri şefkat ve yakınlığı göstermiş, kendi şahsına yapılan kötülüğü affetmiş, intikam almayı düşünmemiştir. Kendisini öldürmek için tuzak kuranları yakaladığında serbest
bı-
rakmış, ama Allah düşmanlarını asla bağışlamamış, onların yakasını bırakmamıştır.
İçi bozuk, dıştan Müslüman gibi görünen münafıkların kalbine devamlı Cehennem korkusunu vermiş, âhiretteki acı hallerini hatırlatmıştır.
İslâm toprakları, güneyde Yemen'e kuzeyde İran ve Suriye sınırına dayandığı sırada Peygamberimiz, Arapların sultanı, Arabistan'ın hakimi idi. Savaş sonrası düşmanın bırakıp gittiği mallar ve ganimetler mescidin içini doldururken, en kıymetli mallar Müslümanların eline geçtiği halde, yine o kuru bir hasır üzerinde yatacak kadar engin ruhlu; içi ot dolu bir yastığa yaslanacak kadar mütevazı; her türlü imkân mevcutken, açlık sıkıntısı çekecek kadar kanaatkar ve tok gönüllü idi.
Hz. Ömer'in "Bizans kralı ve İran şahı dünya nimetleri içinde yüzerken, Resulullah kuru hasır üstünde yaşıyor" diyerek ağlaması üzerine, Sahabîsinin gönlünü hoş tutan yüce Peygamberimiz:
"Yâ Ömer, varsın, Kisra ve Kayser dünya nimetlerinden zevklerini alsınlar, keyif sürsünler. Âhiret nimeti bize yeter" diyerek tevekkül ve rızasını dile getiriyordu.
Peygamberimizin ahlâkı bir meleke halindeydi, öz olarak mevcuttu. Güneş nasıl ışık saçar, çiçekler nasıl rengi ve kokusuyla ortalığı Cennete çevirip burcu burcu kokular saçarsa; ağaçlar nasıl türlü türlü meyveler verir, yaratılışlarında var olanları ortaya çıkarırsa; Resul-i Ekrem Efendimizin ahlâkî hayâtı da o şekilde normal bir seyir içinde cereyan ediyordu.
Öyle ki, her gören, Peygamberimizin o faziletle birlikte yaratıldığı kanaatine varırdı. Hiç kimse ondan o fazilete aykırı bir şeyin görüleceğine inanmazdı. O her zaman muhtaçlara yardım eder; zayıfları korur; tatlı sözlü, güler yüzlü bulunur; izzet ve vakarını muhafaza eder; tevazu ve hoşgörüsünü hiç kimseden esirgemezdi. Güneş nasıl ki, Allah'a inananın da, inanmayanın da üzerine doğarsa, Peygamberimizin dünyayı kaplayan şefkati de küçük-büyük, gençihtiyar, müslim-gayr-i müslim herkese aynı şekilde yayılırdı.

Peygamberimizin çocukluğu ve gençliği temiz ve iffetli bir şekilde geçmişti. Peygamberlikten sonra nasıl bir ahlâka sahipse, kırk yaşından önceki hayâtı da öyle temiz ve nezihti. Halbuki gençlik yıllarını geçirdiği Mekke şehri, o zamanlar o kadar karışıktı ki, Mekkeliler arasında yaşayıp da cahiliye çirkinliklerine bulaşmamak âdeta mümkün değildi.
İslâm öncesi Cahiliye döneminde dolandırıcılık, hile, aldatma, hak yeme, verdiği sözde durmama, hıyanet eksik olmuyor, çok basit bir iş gibi görülüyordu.
Peygamberimiz bu dikenli ve tehlikeli yollardan hiç yara almadan alnı ak, yüzü pak olarak kurtuldu. Başkalarına bulaşan kötü hallerden bütünüyle uzak kaldı. Çünkü Cenab-ı Hak onu Cahiliye devrinin her türlü mundarlıklarından, çirkinliklerinden nefret duyacak bir kabiliyette yaratmıştı.
Peygamberimizin gençliği, amcası Ebû Talib'in yanında ve onun himayesi altında geçti. Ebû Talib yeğeni için o zaman pek revaçta olan ticareti, meslek olarak seçmişti. Zaten kendisi de meşhur bir tüccardı.
Peygamberimiz amcası ile birlikte ticarî seyahatler yaparak tecrübesini arttırdı. Doğruluğu, alış verişindeki adaleti ve hakkaniyeti kısa zamanda çevresinde duyuldu ve meşhur oldu. O zamanlar Arabistan'da doğru ve güvenilir kimselere sermaye verilir, ticaret yapılarak kârı paylaştırılırdı. Peygamberimize de buna benzer işler verilmiş, o da en doğru bir şekilde işini başarmıştı.
Verdiği sözde durmak ticarî hayâtta en çok aranan bir vasıftı. Peygamberimiz, peygamberlikten önce de ahde vefalı ve güven duyulan, itimat edilen bir insan olarak tanınmıştı. Kendisi bu alanda örnek bir şahsiyet olarak biliniyordu.
Abdullah bin Ebi'l-Hamsa, Peygamberimizle olan ticarî bir hatırasını şöyle anlatmaktadır:
"Peygamberliğinden önce Resulullah Aleyhisselâmla birlikte bir alış verişte bulunmuştuk. Bu alış verişten kendisine biraz vereceğim kalmıştı. Onu, 'Bulunacağın falan yere getireceğim' diye söz vermiştim. Fakat verdiğim bu sözü iki gün unuttum. Üçüncü gün hatırlayıp sabahleyin gittiğim zaman onu yerinde buldum. Bana, 'Delikanlı, sen beni sıkıntıda bıraktın. Ben şuracıkta üç gündür seni bekliyorum' buyurdu."
Peygamberimiz ticarî işlerinde hesabını doğru tutar, haksızlık etmezdi. Peygamberliğinden önce kendisiyle alış veriş yapmaktan çok memnun kalırlardı.
Bir gün Saîb adında bir zât Peygamberimizin huzuruna gelerek Müslüman oldu. Saîb, Araplar arasında tanınmış birisiydi. Sahabîler, Resul-i Ekremin yanında onu övmeye başladılar.
Bunun üzerine Peygamberimiz, "Saîb'i methetmeyin, onu ben hepinizden iyi tanırım" buyurunca, Saîb de, "Sana canım feda, seninle ticarî arkadaşlık etmiştik. Hak hususunda hatır gönül tanımaz, zerre kadar riyakârlık göstermezdin" diye Peygamberimize olan hayranlığını ifade etti.
Peygamberimize peygamberlik vazifesi verilince Mekkeliler ona karşı tavırlarını değiştirdiler. Ona inanmaya yanaşmadılar. Aleyhinde konuşmaya, insanlara kötü göstermeye başladılar. Daha önce çirkin bir halini görmedikleri için sadece "şair, büyülenmiş" gibi ifadeler kullanarak çamur atmaya çalıştılar.
Zaten ona kötü bir şey isnad edemezlerdi ki... Çünkü sönük şahsiyetli, tanınmayan, bilinmeyen bir insan değildi. Araplar onu çok iyi tanıyorlardı. Mekke'de doğmuş, aralarında büyümüş, gözlerinin önünde yetişmişti. Bunun için onu yakından tanıyorlar, çocukluğunu, gençliğini çok iyi biliyorlardı. Kırk senelik hayâtı, aralarında geçmişti.
Bu arada Peygamberimiz iman etmeleri için onlara davette bulunurken, Kur'ân diliyle onlara peygamberlikten önceki hayâtını hatırlatıyor, imana gelmeleri için ikaz ediyor, şöyle diyordu:
"Bundan önce aranızda yıllarca bulundum, bunu düşünmez misiniz?" (Yunus Sûresi, 16.)
Peygamberimizin gençlik yıllarını siyer yazarları İbni Sa'd ile İbni İshak şöyle anlatıyorlar:
"Resulullah Aleyhisselâm gençlik dönemine girinceye kadar mertlik ve insanlık bakımından içinde bulunduğu toplumun en üstünü, ahlâkça en güzeli, soy sopça en şereflisi, komşuluk haklarını en iyi gözeteni, yumuşak huylu oluşuyla en büyüğü, doğru sözlülükte en yücesi, kötülükten ve insanları alçaltan huylardan uzak duruşta en önde olanıydı. Yüce Allah onda bütün iyi haslet ve meziyetleri toplamıştı. Bunun için o, kavmi arasında 'el-Emin (güvenilir insan)' unvanıyla anılırdı."
Ne gariptir ki, Mekke müşrikleri Peygamberimize inanmadıkları, onu öldürmek için plânlar kurdukları sırada bile mallarını emanet olarak onun yanında bırakıyorlardı. Nitekim, hicretinden bir gün önce topladıkları gençlere, Peygamberimizi öldürmek için görev verdiklerinde, Peygamberimiz evine Hz. Ali'yi bırakarak yola çıkmıştı. O sırada müşriklerin bazılarının malı Peygamberimizin yanında emanet olarak bulunuyordu. Peygamberimiz yola çıkmadan önce Hz. Ali'ye, sabahleyin emanetleri sahiplerine vermesini tenbih ediyordu.
Dostun da, düşmanın da güvendiği, emniyet ettiği, takdir ettiği tek insan; hiç şüphesiz, Resul-i Ekrem Efendimizdi.

YAKINLARININ DİLİNDEN PEYGAMBERİMİZİN AHLÂKI
Peygamberimiz hiçbir halini insanlardan gizlememiş ve saklamamıştır. Çünkü, onun her hali Sahabîler için bir örnek oluşturuyordu. Bunun için Sahabîler, Peygamberimizin her halini, her hareketini ve sözünü takip ediyor, öğrenerek zaptetmeye çalışıyorlardı. Bilemedikleri veya tereddüt ettikleri hususları da bizzat sorarak öğreniyorlardı. Bundan dolayı, Peygamberimizin bütün hayât safhaları Sahabîlerce bilinmekteydi.Günümüz Müslümanı her hususta, en mahrem konulardan, toplumu, devleti ve bütün dünyayı ilgilendiren meselelere kadar Peygamberimizden bir örnek bulabilir, yol gösteren bir numune, aydınlatıcı bir ışık görebilir.Peygamberimizin güzel ahlâkını, insanlarla olan ilişkilerini, onun en yakınlarından ve kendisini bir gölge gibi takip eden Sahabîlerinden öğrenmekteyiz.Peygamberimizi en iyi tanıyan ve bilenler; hanımları, hizmetinde bulunan kimseler ve yakın arkadaşlarıdır. Meselâ, on beş yılı peygamberlikten önce olmak üzere yirmi beş yılı Peygamberimizle birlikte geçen onun vefakâr ve fedakâr hanımı Hz. Hatice'den, özet olarak
Peygamberimizin şahsiyet ve karakterini öğrenmekteyiz.

Hazret-i Hatice, Peygamberimize ilk olarak vahiy gelir gelmez hiç tereddüt etmeden inanmış, Peygamberimizin üzerindeki telaşı görünce de teskin etmiş, merak ve endişesini gidermişti.

Hz. Hatice, Peygamberimizi şöyle teselli ediyordu: "Allah, seni kat'iyyen utandırmaz. Çünkü sen akrabalarına iyi davranır, çaresizlerin yardımına koşar, yoksulu himaye eder, mazlumun elinden tutar, misafirlere ikram eder, hak yolunda musibete uğrayanları gözetir bir insansın."


Dokuz sene Peygamberimizle birlikte hayât geçiren Hz. Âişe, Hz. Hatice'den sonra Peygamberimizin en çok sevdiği hanımıydı. Peygamberimizin aile hayâtını ve şahsi özelliklerinin pek çoğunu Hz. Âişe'den öğreniyoruz. Hz. Âişe ise, Peygamberimizin ahlâkını şöyle anlatıyor:

"Resulullahın (a.s.m) ahlâkı Kur'ân'dı. Resulullah, şahsı için hiçbir zaman kin tutmaz ve intikam almazdı. Bir şeye kızarsa, ona, Kur'ân kızdığı için kızardı. Bir şeyi beğenirse, Kur'ân onu beğendiği için beğenirdi.

"Resulullah iki şeyden birisini tercih edecek olsa, muhakkak onların en kolay olanını seçerdi. Şayet o kolay olan şey günah bir şey ise, Resulullah ondan da insanların en uzak duranı olurdu.

"Ne kötü söz söyler, ne de kimseye kötülük etmek isterdi. Resulullah konuşurken sözleri birbirine ulamaz, uzatmazdı. Sözü ayıra ayıra söyler, dinleyenlerin gönüllerine sindirirdi. Bir şey anlatırken de kelimeleri
tane tane söylerdi. O kadar ki, isteyen onları sayabilir, ezberleyebilirdi."
Küçük yaştan itibaren Peygamberimizin terbiyesi altında bulunan, peygamberliğinden sonra da her zaman ve her an onunla birlikte bulunan ve mübarek neslinin devamına vesile olan Hz. Ali ise Sevgili Peygamberimizin ahlâkî güzelliklerini şöyle sıralıyor:

"Peygamber Efendimiz her zaman güler yüzlü, yumuşak huylu ve engin gönüllü idi. Asla asık suratlı, katı kalpli, kavgacı, şarlatan, kusur bulucu, dalkavuk ve kıskanç değildi.

"Hoşlanmadığı şeyleri görmezlikten gelir, kendisinden beklentisi olan kimseleri hayâl kırıklığına uğratmaz ve onları isteklerinden bütünüyle mahrum etmezdi.

"Üç şeyden titizlikle uzak dururlardı: Ağız kavgası, boşboğazlık ve faydasız şeyler. Şu üç husustan da titizlikle sakınırlardı: Hiç kimseyi kötülemezler, kınamazlar ve hiç kimsenin aybı ve gizli yanlarını öğrenmeye çalışmazlardı.

"Sadece faydalı olacaklarını ümit ettikleri konularda konuşurlardı. Peygamberimiz konuşurken meclisinde bulunan dinleyiciler, başlarının üzerine kuş konmuşçasına hiç kımıldamadan kulak kesilirlerdi. Kendileri susunca da, konuşma ihtiyacı duyanlar söz alırlardı.

"Sahabîler Peygamberimizin huzurunda konuşurlarken asla ağız dalaşında bulunmazlardı. İçlerinden birisi Peygamberimizin huzurunda konuşurken o sözünü bitirinceye kadar hepsi de can kulağıyla konuşulanı dinlerlerdi. Peygamber Efendimizin katında onların hepsinin sözü, ilk önce konuşanın sözü gibi ilgi görürdü.
"Sahabîlerinin güldüklerine kendileri de güler, onların hayret ettikleri şeylere kendileri de hayretlerini ifade ederlerdi.

"Huzurlarına gelen gariplerin kaba saba konuşmaları ile yerli yersiz sorularının yol açtığı tatsızlıklara sabrederlerdi. Sahabîler ise onların gelip soru sormalarını çok isterlerdi.

"Peygamber Efendimiz, 'İhtiyacının giderilmesini isteyen birisiyle karşılaştığınız zaman ona yardımcı olunuz' buyururlardı.

"Peygamberimiz ancak yapılan iyiliğe denk düşen ve fazla dalkavukluğa kaçmayan övgüleri kabul eder, haddi aşmadığı sürece hiç kimsenin sözünü kesmezdi. Şayet huzurlarında haddi aşacak şekilde konuşulursa o zaman ya konuşanı susturmak, ya da meclisten kalkıp gitmekle ona engel olurlardı."

Hz. Hatice'nin ilk kocasından olan oğlu Hind bin Ebi Hale-ki bu zat aynı zamanda Peygamberimizin üvey oğludur—Hz. Hasan'ın isteği üzerine Peygamberimizin üstün vasıflarım şöylece dile getirmektedir:

"Resulullah daima düşünceli idi. Onun susması konuşmasından uzun sürerdi. Lüzumsuz yere hiç konuşmazdı. Konuşmaya başlarken de, sözü bitirirken de, Allah'ın adını anardı. Sözleri hak ve doğru olup, birçok manaları veciz bir şekilde az sözle ifade ederdi. Konuşurken ne fazla, ne de eksik söz kullanırdı. Hiç kimsenin gönlünü kırmaz, kimseyi hor görmezdi. En ufak bir nimete bile saygı gösterir, hiçbir nimeti basit görmezdi. Bir nimeti ne hoşuna gittiği için över, ne de hoşlanmadığı için yererdi.

"Dünya işleri için kızmazdı. Fakat bir hak çiğnendiği zaman öyle bir kızardı ki, o hak yerini buluncaya kadar öfke ve gazabını hiçbir şey, hiçbir kimse önleyemezdi. Buna karşılık, Resulullah, kendi şahıslarına ait bir mesele hakkında kimseye kızmaz ve intikam almayı düşünmez, aksine hilim ve kerem sahibi olarak, kötülük edene iyilikle mukabele ederdi.

"Kızdığı zaman hemen kızgınlıktan vazgeçer ve kızdığım belli etmezdi. Neşelendiği, ferahlandığı zaman gözlerini yumardı. En fazla gülmesi tebessümdü. Gülümserken de mübarek dişleri parlak inci taneleri gibi görünürdü."

Yine dokuz yıl kadar hizmetinde bulunan Hz. Enes bin Malik de Peygamberimizin bir güzelliğini şöyle açıklamaktadır:

"Resulullah, insanların en lütuflu olanı idi. Soğuk bir günün sabahında bile bir kölenin, bir cariyenin, bir çocuğun getirdiği su ile abdest alır, onları geri çevirmezdi. Kendisinden bir şey soranı can kulağıyla dinler, soru soran ayrılıp gitmedikçe Resulullah onu terk etmezdi.

"Birisi Resulullahın elini musafaha etmek için tutsa, tutan kimse Peygamberimizin elini bırakmadıkça Resulullah onun elini bırakmazdı."

Peygamberimizin vahiy katibi Zeyd bin Sabit'in yanına birkaç zat gelerek, "Ey Zeyd, Peygamberin (a.s.m) hal, hareket ve sözlerinden bize haber verir misiniz?" diye sordular.

Zeyd bin Sabit de şöyle anlatmaya başladı:

"O Yüce Resulden size ne haber vereyim? Siz eğer onun bütün hal, tavır ve sözlerinden sual ederseniz, o öyle bir denizdir ki, sahili yoktur. Fakat bazı hallerinden size bahsedeyim:
"Ben Resul-i Ekremin komşusu idim. Kendisine bir vahiy geldiği zaman bana birisini gönderirdi. Ben de huzuruna gider, indirilen vahyi yazardım. Biz huzurlarında dünya işlerinden bahsetsek, kendisi de bizimle beraber dünya işlerinden bahsederdi. Biz âhiret işlerinden bahsetsek, bizimle beraber âhiretle alâkalı meselelerden konuşurdu. Biz yemeğe dair konuşmaya başlasak, bizimle beraber yemek hususundaki bu sözlere katılırdı."

İşte bütün bunlar, Peygamberimizin (a.s.m) en yakınları olan şahsiyetlerin onun hakkındaki düşünceleri, müşahedeleridir. Peygamberimizin her hareketine ve davranışına dikkat ederek onu rehber almaya çalışan mümtaz zatların kalp ve gönüllerinden doğan şehadetleridir.



Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Şubat 2009       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Detaylı bilgi için;
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında
Sponsorlu Bağlantılar
DERF_YORK - avatarı
DERF_YORK
Kayıtlı Üye
17 Şubat 2009       Mesaj #3
DERF_YORK - avatarı
Kayıtlı Üye
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
En yüce ahlâka sahip olduğunda; yüzyıllar boyunca, dost ve düşman, herkesin üzerinde birleştiği tek bir insan vardır:
Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselam.
Zaten o, yeryüzünde bulunuş maksadını, "güzel ahlâkı tamamlamak" olarak ifade ediyordu.
Onu en son elçisi olarak insanlığa gönderen Yüce Allah da, Peygamberimizde bizim için "en güzel" örneğin bulunduğunu haber veriyor.
Eğitimde güzel örneklerin ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Büyükler kendi yaşayışlarında ne kadar iyi örnek olurlarsa, küçüklerin iyiye ve güzele yönelmesi o kadar kolay ve rahat olur.
Güzel örnek olmak ve güzel örnekleri tanıtmak, gençliğe yapılabilecek en büyük hizmetlerden biridir.
Çocuklarımızın ve gençlerimizin örnek alabilecekleri en mükemmel insan Peygamberimizdir.
Peygamberimizin ahlâkını rahatlıkla kendimize örnek alabiliriz, taklit edebilir, ahlâkımızı güzelleştirebiliriz.
Peygamberimizin ahlâkını ne kadar öğrenirsek hayatta o kadar başanlı olur ve mükemmele ulaşabiliriz

Peygamberimizin ahlâkının en önemli özelliği, Allah vergisi oluşudur. O bütün güzel vasıfları, çalışıp, emek verip, bir çaba sonucu kazanmış değildir. Onun ahlâkı Allah tarafından ihsan edilmiş, ikram edilmiştir. Yüce Allah onu insanların örnek alacağı kusursuz, eksiksiz ve seçkin bir şekilde yaratmıştır.
O dünyaya gözünü açıp kapayıncaya kadar hep aynı huy ve ahlâk üzerinde yaşamıştır. Ondaki güzel vasıflar yaratılışında mevcuttu. Onu eğiten, edep ve ahlâkın en üstün özellikleriyle süsleyen Yüce Rabbidir.
İşte bundan dolayı, onu kendisine örnek kabul eden insan, onu ne kadar taklit edebilirse, o kadar istifadesi fazla olur, o nurdan aldığı feyiz, o nisbette çoğalır.
Peygamberimizin ahlâkının en belirgin özelliklerinden birisi de, insan yaratılışında var olan birbirine zıt ve ters huyları en mükemmel şekilde bağdaştırıp, bütün duyguların ideal noktasını bulmasıdır. Hiçbir şekilde aşırılığa kaçmadan, orta yola, doğruya ulaşmasıdır.
Peygamberimiz, herkesin arzu edip de bir türlü ulaşamadığı en üstün değerleri ve olgunluğu mükemmel bir şekilde hayâtı boyunca ümmetine göstermiş, bütün insanlığın gözleri önüne sermiştir.
Bazı anlar olmuş, en cesur bir fedai olarak, düşmanın kat kat üstünlüğüne hiç aldırmadan, binlerce düşmana tek başına meydan okumuştur. Ama bu halinde bile yumuşak kalpliliğini, merhametini geri bırakmamıştır.
Meselâ bir savaş sonrası, öldürülmüş olarak gördüğü düşman çocuklarına o kadar acımıştı ki, düşman da olsa çocukların öldürülmemesi gerektiğini, çünkü onların suçsuz ve Cennetlik olduklarını haber vermişti.
O, bütün insanlığın kurtuluşu ve İslâmın dünyaya yayılması gibi yüce bir gaye için zihnini yorarken; bu arada binleri bulan ve Arabistan'ın her tarafına dal budak salan ümmetinin halini ve işlerini düşünürken; çevresinde bulunan yoksul ve fakir Müslümanları hiçbir zaman unutmamış; kendi çoluk çocuğunu, onların eğitim ve ihtiyaçlarını da ihmal etmemiştir. Birincisini büyük görürken, öbürünü küçümsememiştir.
Bu kadar ağır ve sorumluluk isteyen bir görev üzerinde bulunduğu halde, o yine kendisini Rabbine vermiş, günün büyük bir kısmını ibadet ve zikirle geçirmiştir.
Kalbi her an Allah'a bağlıdır. Bu haliyle dünya ile ilişkisini kesmiş gibi görünse de, yine o dünyanın içindedir. Bütün işlerinde Allah'ın rızasını gözetmiştir.
Peygamber Efendimiz, dâva arkadaşlarını gözü gibi korumuş, onlara ana-babalarından görmedikleri şefkat ve yakınlığı göstermiş, kendi şahsına yapılan kötülüğü affetmiş, intikam almayı düşünmemiştir. Kendisini öldürmek için tuzak kuranları yakaladığında serbest
bı-
rakmış, ama Allah düşmanlarını asla bağışlamamış, onların yakasını bırakmamıştır.
İçi bozuk, dıştan Müslüman gibi görünen münafıkların kalbine devamlı Cehennem korkusunu vermiş, âhiretteki acı hallerini hatırlatmıştır.
İslâm toprakları, güneyde Yemen'e kuzeyde İran ve Suriye sınırına dayandığı sırada Peygamberimiz, Arapların sultanı, Arabistan'ın hakimi idi. Savaş sonrası düşmanın bırakıp gittiği mallar ve ganimetler mescidin içini doldururken, en kıymetli mallar Müslümanların eline geçtiği halde, yine o kuru bir hasır üzerinde yatacak kadar engin ruhlu; içi ot dolu bir yastığa yaslanacak kadar mütevazı; her türlü imkân mevcutken, açlık sıkıntısı çekecek kadar kanaatkar ve tok gönüllü idi.
Hz. Ömer'in "Bizans kralı ve İran şahı dünya nimetleri içinde yüzerken, Resulullah kuru hasır üstünde yaşıyor" diyerek ağlaması üzerine, Sahabîsinin gönlünü hoş tutan yüce Peygamberimiz:
"Yâ Ömer, varsın, Kisra ve Kayser dünya nimetlerinden zevklerini alsınlar, keyif sürsünler. Âhiret nimeti bize yeter" diyerek tevekkül ve rızasını dile getiriyordu.
Peygamberimizin ahlâkı bir meleke halindeydi, öz olarak mevcuttu. Güneş nasıl ışık saçar, çiçekler nasıl rengi ve kokusuyla ortalığı Cennete çevirip burcu burcu kokular saçarsa; ağaçlar nasıl türlü türlü meyveler verir, yaratılışlarında var olanları ortaya çıkarırsa; Resul-i Ekrem Efendimizin ahlâkî hayâtı da o şekilde normal bir seyir içinde cereyan ediyordu.
Öyle ki, her gören, Peygamberimizin o faziletle birlikte yaratıldığı kanaatine varırdı. Hiç kimse ondan o fazilete aykırı bir şeyin görüleceğine inanmazdı. O her zaman muhtaçlara yardım eder; zayıfları korur; tatlı sözlü, güler yüzlü bulunur; izzet ve vakarını muhafaza eder; tevazu ve hoşgörüsünü hiç kimseden esirgemezdi. Güneş nasıl ki, Allah'a inananın da, inanmayanın da üzerine doğarsa, Peygamberimizin dünyayı kaplayan şefkati de küçük-büyük, gençihtiyar, müslim-gayr-i müslim herkese aynı şekilde yayılırdı.

Peygamberimizin çocukluğu ve gençliği temiz ve iffetli bir şekilde geçmişti. Peygamberlikten sonra nasıl bir ahlâka sahipse, kırk yaşından önceki hayâtı da öyle temiz ve nezihti. Halbuki gençlik yıllarını geçirdiği Mekke şehri, o zamanlar o kadar karışıktı ki, Mekkeliler arasında yaşayıp da cahiliye çirkinliklerine bulaşmamak âdeta mümkün değildi.
İslâm öncesi Cahiliye döneminde dolandırıcılık, hile, aldatma, hak yeme, verdiği sözde durmama, hıyanet eksik olmuyor, çok basit bir iş gibi görülüyordu.
Peygamberimiz bu dikenli ve tehlikeli yollardan hiç yara almadan alnı ak, yüzü pak olarak kurtuldu. Başkalarına bulaşan kötü hallerden bütünüyle uzak kaldı. Çünkü Cenab-ı Hak onu Cahiliye devrinin her türlü mundarlıklarından, çirkinliklerinden nefret duyacak bir kabiliyette yaratmıştı.
Peygamberimizin gençliği, amcası Ebû Talib'in yanında ve onun himayesi altında geçti. Ebû Talib yeğeni için o zaman pek revaçta olan ticareti, meslek olarak seçmişti. Zaten kendisi de meşhur bir tüccardı.
Peygamberimiz amcası ile birlikte ticarî seyahatler yaparak tecrübesini arttırdı. Doğruluğu, alış verişindeki adaleti ve hakkaniyeti kısa zamanda çevresinde duyuldu ve meşhur oldu. O zamanlar Arabistan'da doğru ve güvenilir kimselere sermaye verilir, ticaret yapılarak kârı paylaştırılırdı. Peygamberimize de buna benzer işler verilmiş, o da en doğru bir şekilde işini başarmıştı.
Verdiği sözde durmak ticarî hayâtta en çok aranan bir vasıftı. Peygamberimiz, peygamberlikten önce de ahde vefalı ve güven duyulan, itimat edilen bir insan olarak tanınmıştı. Kendisi bu alanda örnek bir şahsiyet olarak biliniyordu.
Abdullah bin Ebi'l-Hamsa, Peygamberimizle olan ticarî bir hatırasını şöyle anlatmaktadır:
"Peygamberliğinden önce Resulullah Aleyhisselâmla birlikte bir alış verişte bulunmuştuk. Bu alış verişten kendisine biraz vereceğim kalmıştı. Onu, 'Bulunacağın falan yere getireceğim' diye söz vermiştim. Fakat verdiğim bu sözü iki gün unuttum. Üçüncü gün hatırlayıp sabahleyin gittiğim zaman onu yerinde buldum. Bana, 'Delikanlı, sen beni sıkıntıda bıraktın. Ben şuracıkta üç gündür seni bekliyorum' buyurdu."
Peygamberimiz ticarî işlerinde hesabını doğru tutar, haksızlık etmezdi. Peygamberliğinden önce kendisiyle alış veriş yapmaktan çok memnun kalırlardı.
Bir gün Saîb adında bir zât Peygamberimizin huzuruna gelerek Müslüman oldu. Saîb, Araplar arasında tanınmış birisiydi. Sahabîler, Resul-i Ekremin yanında onu övmeye başladılar.
Bunun üzerine Peygamberimiz, "Saîb'i methetmeyin, onu ben hepinizden iyi tanırım" buyurunca, Saîb de, "Sana canım feda, seninle ticarî arkadaşlık etmiştik. Hak hususunda hatır gönül tanımaz, zerre kadar riyakârlık göstermezdin" diye Peygamberimize olan hayranlığını ifade etti.
Peygamberimize peygamberlik vazifesi verilince Mekkeliler ona karşı tavırlarını değiştirdiler. Ona inanmaya yanaşmadılar. Aleyhinde konuşmaya, insanlara kötü göstermeye başladılar. Daha önce çirkin bir halini görmedikleri için sadece "şair, büyülenmiş" gibi ifadeler kullanarak çamur atmaya çalıştılar.
Zaten ona kötü bir şey isnad edemezlerdi ki... Çünkü sönük şahsiyetli, tanınmayan, bilinmeyen bir insan değildi. Araplar onu çok iyi tanıyorlardı. Mekke'de doğmuş, aralarında büyümüş, gözlerinin önünde yetişmişti. Bunun için onu yakından tanıyorlar, çocukluğunu, gençliğini çok iyi biliyorlardı. Kırk senelik hayâtı, aralarında geçmişti.
Bu arada Peygamberimiz iman etmeleri için onlara davette bulunurken, Kur'ân diliyle onlara peygamberlikten önceki hayâtını hatırlatıyor, imana gelmeleri için ikaz ediyor, şöyle diyordu:
"Bundan önce aranızda yıllarca bulundum, bunu düşünmez misiniz?" (Yunus Sûresi, 16.)
Peygamberimizin gençlik yıllarını siyer yazarları İbni Sa'd ile İbni İshak şöyle anlatıyorlar:
"Resulullah Aleyhisselâm gençlik dönemine girinceye kadar mertlik ve insanlık bakımından içinde bulunduğu toplumun en üstünü, ahlâkça en güzeli, soy sopça en şereflisi, komşuluk haklarını en iyi gözeteni, yumuşak huylu oluşuyla en büyüğü, doğru sözlülükte en yücesi, kötülükten ve insanları alçaltan huylardan uzak duruşta en önde olanıydı. Yüce Allah onda bütün iyi haslet ve meziyetleri toplamıştı. Bunun için o, kavmi arasında 'el-Emin (güvenilir insan)' unvanıyla anılırdı."
Ne gariptir ki, Mekke müşrikleri Peygamberimize inanmadıkları, onu öldürmek için plânlar kurdukları sırada bile mallarını emanet olarak onun yanında bırakıyorlardı. Nitekim, hicretinden bir gün önce topladıkları gençlere, Peygamberimizi öldürmek için görev verdiklerinde, Peygamberimiz evine Hz. Ali'yi bırakarak yola çıkmıştı. O sırada müşriklerin bazılarının malı Peygamberimizin yanında emanet olarak bulunuyordu. Peygamberimiz yola çıkmadan önce Hz. Ali'ye, sabahleyin emanetleri sahiplerine vermesini tenbih ediyordu.
Dostun da, düşmanın da güvendiği, emniyet ettiği, takdir ettiği tek insan; hiç şüphesiz, Resul-i Ekrem Efendimizdi.

YAKINLARININ DİLİNDEN PEYGAMBERİMİZİN AHLÂKI
Peygamberimiz hiçbir halini insanlardan gizlememiş ve saklamamıştır. Çünkü, onun her hali Sahabîler için bir örnek oluşturuyordu. Bunun için Sahabîler, Peygamberimizin her halini, her hareketini ve sözünü takip ediyor, öğrenerek zaptetmeye çalışıyorlardı. Bilemedikleri veya tereddüt ettikleri hususları da bizzat sorarak öğreniyorlardı. Bundan dolayı, Peygamberimizin bütün hayât safhaları Sahabîlerce bilinmekteydi.Günümüz Müslümanı her hususta, en mahrem konulardan, toplumu, devleti ve bütün dünyayı ilgilendiren meselelere kadar Peygamberimizden bir örnek bulabilir, yol gösteren bir numune, aydınlatıcı bir ışık görebilir.Peygamberimizin güzel ahlâkını, insanlarla olan ilişkilerini, onun en yakınlarından ve kendisini bir gölge gibi takip eden Sahabîlerinden öğrenmekteyiz.Peygamberimizi en iyi tanıyan ve bilenler; hanımları, hizmetinde bulunan kimseler ve yakın arkadaşlarıdır. Meselâ, on beş yılı peygamberlikten önce olmak üzere yirmi beş yılı Peygamberimizle birlikte geçen onun vefakâr ve fedakâr hanımı Hz. Hatice'den, özet olarak
Peygamberimizin şahsiyet ve karakterini öğrenmekteyiz.

Hazret-i Hatice, Peygamberimize ilk olarak vahiy gelir gelmez hiç tereddüt etmeden inanmış, Peygamberimizin üzerindeki telaşı görünce de teskin etmiş, merak ve endişesini gidermişti.

Hz. Hatice, Peygamberimizi şöyle teselli ediyordu: "Allah, seni kat'iyyen utandırmaz. Çünkü sen akrabalarına iyi davranır, çaresizlerin yardımına koşar, yoksulu himaye eder, mazlumun elinden tutar, misafirlere ikram eder, hak yolunda musibete uğrayanları gözetir bir insansın."


Dokuz sene Peygamberimizle birlikte hayât geçiren Hz. Âişe, Hz. Hatice'den sonra Peygamberimizin en çok sevdiği hanımıydı. Peygamberimizin aile hayâtını ve şahsi özelliklerinin pek çoğunu Hz. Âişe'den öğreniyoruz. Hz. Âişe ise, Peygamberimizin ahlâkını şöyle anlatıyor:

"Resulullahın (a.s.m) ahlâkı Kur'ân'dı. Resulullah, şahsı için hiçbir zaman kin tutmaz ve intikam almazdı. Bir şeye kızarsa, ona, Kur'ân kızdığı için kızardı. Bir şeyi beğenirse, Kur'ân onu beğendiği için beğenirdi.

"Resulullah iki şeyden birisini tercih edecek olsa, muhakkak onların en kolay olanını seçerdi. Şayet o kolay olan şey günah bir şey ise, Resulullah ondan da insanların en uzak duranı olurdu.

"Ne kötü söz söyler, ne de kimseye kötülük etmek isterdi. Resulullah konuşurken sözleri birbirine ulamaz, uzatmazdı. Sözü ayıra ayıra söyler, dinleyenlerin gönüllerine sindirirdi. Bir şey anlatırken de kelimeleri
tane tane söylerdi. O kadar ki, isteyen onları sayabilir, ezberleyebilirdi."
Küçük yaştan itibaren Peygamberimizin terbiyesi altında bulunan, peygamberliğinden sonra da her zaman ve her an onunla birlikte bulunan ve mübarek neslinin devamına vesile olan Hz. Ali ise Sevgili Peygamberimizin ahlâkî güzelliklerini şöyle sıralıyor:

"Peygamber Efendimiz her zaman güler yüzlü, yumuşak huylu ve engin gönüllü idi. Asla asık suratlı, katı kalpli, kavgacı, şarlatan, kusur bulucu, dalkavuk ve kıskanç değildi.

"Hoşlanmadığı şeyleri görmezlikten gelir, kendisinden beklentisi olan kimseleri hayâl kırıklığına uğratmaz ve onları isteklerinden bütünüyle mahrum etmezdi.

"Üç şeyden titizlikle uzak dururlardı: Ağız kavgası, boşboğazlık ve faydasız şeyler. Şu üç husustan da titizlikle sakınırlardı: Hiç kimseyi kötülemezler, kınamazlar ve hiç kimsenin aybı ve gizli yanlarını öğrenmeye çalışmazlardı.

"Sadece faydalı olacaklarını ümit ettikleri konularda konuşurlardı. Peygamberimiz konuşurken meclisinde bulunan dinleyiciler, başlarının üzerine kuş konmuşçasına hiç kımıldamadan kulak kesilirlerdi. Kendileri susunca da, konuşma ihtiyacı duyanlar söz alırlardı.

"Sahabîler Peygamberimizin huzurunda konuşurlarken asla ağız dalaşında bulunmazlardı. İçlerinden birisi Peygamberimizin huzurunda konuşurken o sözünü bitirinceye kadar hepsi de can kulağıyla konuşulanı dinlerlerdi. Peygamber Efendimizin katında onların hepsinin sözü, ilk önce konuşanın sözü gibi ilgi görürdü.
"Sahabîlerinin güldüklerine kendileri de güler, onların hayret ettikleri şeylere kendileri de hayretlerini ifade ederlerdi.

"Huzurlarına gelen gariplerin kaba saba konuşmaları ile yerli yersiz sorularının yol açtığı tatsızlıklara sabrederlerdi. Sahabîler ise onların gelip soru sormalarını çok isterlerdi.

"Peygamber Efendimiz, 'İhtiyacının giderilmesini isteyen birisiyle karşılaştığınız zaman ona yardımcı olunuz' buyururlardı.

"Peygamberimiz ancak yapılan iyiliğe denk düşen ve fazla dalkavukluğa kaçmayan övgüleri kabul eder, haddi aşmadığı sürece hiç kimsenin sözünü kesmezdi. Şayet huzurlarında haddi aşacak şekilde konuşulursa o zaman ya konuşanı susturmak, ya da meclisten kalkıp gitmekle ona engel olurlardı."

Hz. Hatice'nin ilk kocasından olan oğlu Hind bin Ebi Hale-ki bu zat aynı zamanda Peygamberimizin üvey oğludur—Hz. Hasan'ın isteği üzerine Peygamberimizin üstün vasıflarım şöylece dile getirmektedir:

"Resulullah daima düşünceli idi. Onun susması konuşmasından uzun sürerdi. Lüzumsuz yere hiç konuşmazdı. Konuşmaya başlarken de, sözü bitirirken de, Allah'ın adını anardı. Sözleri hak ve doğru olup, birçok manaları veciz bir şekilde az sözle ifade ederdi. Konuşurken ne fazla, ne de eksik söz kullanırdı. Hiç kimsenin gönlünü kırmaz, kimseyi hor görmezdi. En ufak bir nimete bile saygı gösterir, hiçbir nimeti basit görmezdi. Bir nimeti ne hoşuna gittiği için över, ne de hoşlanmadığı için yererdi.

"Dünya işleri için kızmazdı. Fakat bir hak çiğnendiği zaman öyle bir kızardı ki, o hak yerini buluncaya kadar öfke ve gazabını hiçbir şey, hiçbir kimse önleyemezdi. Buna karşılık, Resulullah, kendi şahıslarına ait bir mesele hakkında kimseye kızmaz ve intikam almayı düşünmez, aksine hilim ve kerem sahibi olarak, kötülük edene iyilikle mukabele ederdi.

"Kızdığı zaman hemen kızgınlıktan vazgeçer ve kızdığım belli etmezdi. Neşelendiği, ferahlandığı zaman gözlerini yumardı. En fazla gülmesi tebessümdü. Gülümserken de mübarek dişleri parlak inci taneleri gibi görünürdü."

Yine dokuz yıl kadar hizmetinde bulunan Hz. Enes bin Malik de Peygamberimizin bir güzelliğini şöyle açıklamaktadır:

"Resulullah, insanların en lütuflu olanı idi. Soğuk bir günün sabahında bile bir kölenin, bir cariyenin, bir çocuğun getirdiği su ile abdest alır, onları geri çevirmezdi. Kendisinden bir şey soranı can kulağıyla dinler, soru soran ayrılıp gitmedikçe Resulullah onu terk etmezdi.

"Birisi Resulullahın elini musafaha etmek için tutsa, tutan kimse Peygamberimizin elini bırakmadıkça Resulullah onun elini bırakmazdı."

Peygamberimizin vahiy katibi Zeyd bin Sabit'in yanına birkaç zat gelerek, "Ey Zeyd, Peygamberin (a.s.m) hal, hareket ve sözlerinden bize haber verir misiniz?" diye sordular.

Zeyd bin Sabit de şöyle anlatmaya başladı:

"O Yüce Resulden size ne haber vereyim? Siz eğer onun bütün hal, tavır ve sözlerinden sual ederseniz, o öyle bir denizdir ki, sahili yoktur. Fakat bazı hallerinden size bahsedeyim:
"Ben Resul-i Ekremin komşusu idim. Kendisine bir vahiy geldiği zaman bana birisini gönderirdi. Ben de huzuruna gider, indirilen vahyi yazardım. Biz huzurlarında dünya işlerinden bahsetsek, kendisi de bizimle beraber dünya işlerinden bahsederdi. Biz âhiret işlerinden bahsetsek, bizimle beraber âhiretle alâkalı meselelerden konuşurdu. Biz yemeğe dair konuşmaya başlasak, bizimle beraber yemek hususundaki bu sözlere katılırdı."

İşte bütün bunlar, Peygamberimizin (a.s.m) en yakınları olan şahsiyetlerin onun hakkındaki düşünceleri, müşahedeleridir. Peygamberimizin her hareketine ve davranışına dikkat ederek onu rehber almaya çalışan mümtaz zatların kalp ve gönüllerinden doğan şehadetleridir.


Son düzenleyen DERF_YORK; 17 Şubat 2009 15:34 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Beni Ona sorsanız, 1 ölüyüm. Bana O'nu sorsanız tüm kalemlerim...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Eylül 2009       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Peygamber Efendimiz düşmanlarına karşı nasıl davranırdı?
Son düzenleyen nötrino; 26 Mart 2014 20:16 Sebep: Soru düzeni!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Eylül 2009       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

peygamber efendimiz düşmanlarına kar
şı nasıl davranırdı

linki inceleyiniz

]Detaylı bilgi için;
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
23 Aralık 2009       Mesaj #6
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Pevgamber Efendimizin AİLESİ Kimlerdir? (Anne baba kardeş abi abla dede nine
_KleopatrA_ - avatarı
_KleopatrA_
Ziyaretçi
23 Aralık 2009       Mesaj #7
_KleopatrA_ - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Ziyaretçi adlı kullanıcıdan alıntı

Pevgamber Efendimizin AİLESİ Kimlerdir? (Anne baba kardeş abi abla dede nine

Peygamber Efendimiz, Allah Teâlâ’nın insanlara örnek olmak üzere gönderdiği bir peygamberdi. Diğer bütün peygamberler gibi o da öncelikle insandı; yeme, içme, uyuma, dinlenme, geçimini temin etmek için çalışma gibi mecburiyetlerinin yanı sıra çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık devrelerinden de geçmiş ve nihayet vefat etmiştir.
Hayatın her safhasında, her sahasında taklid edilmesi gereken bir çok mükemmel davranış örnekleri bırakan Allah Rasûlü’nün “evlilik ve âile hayatı” da “ümmet”ine örnektir.
O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, farklı farklı çevrelerde yetişmiş, çeşitli yaş, alışkanlık, ahlâk ve kabiliyetlere sahip hanımlarını en güzel şekilde idare etmiş, onları kırmadan gücendirmeden yetiştirmiş, eksiklerini tamamlamış, ayıp ve kusurlarını örtmüş, onları “câhiliye kadını” olmaktan çıkartıp “müminlerin annesi”(el-Ahzab, 6) hâline getirmiştir. Her biri ayrı ayrı eserler hâlinde tanıtılması ve öğrenilmesi gereken bu annelerimiz, elbette birkaç sayfalık bir yazı çerçevesinde tam olarak anlatılamaz ve anlaşılamaz. Biz, yine de olabildiğince özet şekilde şu bilgileri verebiliriz:
Hanımları
Hazret-i Hatice, ilk hanımıdır. Peygamber Efendimizden önce Ebû Hâle ve Atîk bin Âiz ile evlenmiş ve onlardan iki çocuğu olmuştur. Peygamber Efendimiz 25 yaşındayken, 40 yaşındaki dul ve çocuklu Hatice vâlidemizle evlenmiş ve kendisiyle 25 yıl evli kalmıştır. Hicretten üç yıl önce Hazret-i Hatice vefat ettiğinde, Peygamberimiz 50 yaşındadır. Uzun süren bu evlilik boyunca Peygamber Efendimiz başka hiçbir kadınla evlenmemiştir. Hazret-i Hatice’den ikisi erkek, dördü kız, altı çocuğu dünyaya gelmiştir.
Hazret-i Hatice’nin vefatını müteâkip, ortada kalan çocuklara bakması için 55 yaşında ve altı çocuklu bir dul olan Hazret-i Sevde ile evlenmiştir. (Hicretten üç yıl önce) Hazret-i Sevde, hicretin 22. yılında vefat etmiştir.
Peygamber Efendimiz, Hazret-i Sevde ile evlendikten bir müddet sonra Hazret-i Ebûbekir’in kızı Hazret-i Âişe ile de evlenmiştir. Peygamber Efendimizin hanımları arasında tek bâkire olan, Hazret-i Âişe’dir. Allah Rasûlü ile evlendiğinde (Hicrî 1. Yıl) Hazret-i Âişe’nin yaşının 9-10 veya 18-19 olduğu hususunda ihtilaf vardır. Hazret-i Âişe, hicretin 57. yılında vefat etmiştir.
Yakın dostu Hazret-i Ömer’in 22 yaşındaki dul kızına (Hazret-i Hafsa) tâlip olan Peygamber Efendimiz, hicrî 3. yılda onunla evlenmiş ve 7 yıl birlikte olmuştur.
“Fakirlerin Annesi” lâkabıyla anılan ve iki kocadan dul kalmış bulunan Hazret-i Zeyneb binti Huzeyme ile evlenen Allah Rasûlü, onunla 2-3 ay evlilik hayatı sürmüş, Hazret-i Zeyneb, bir hastalık sonucu 30 yaşında vefât etmiştir. (Hicrî 3. yıl)
Kocası Ebû Seleme’nin vefatından sonra dört çocuğuyla ortada kalan Hazret-i Ümmü Seleme’ye tâlip olan Peygamber Efendimiz, kendisiyle hicretin 4. senesinde dünya evine girmiştir. Ümmü Seleme annemiz, hicrî 61 yılında, 84 yaşında vefat etmiştir.
İlâhî vahiy ile öz halasının kızı ve dul olan Zeyneb binti Cahş annemiz ile evlenen Allah Rasûlü, bu evliliği esnasında 56 yaşındadır. Zeyneb binti Cahş ise, 36… Peygamber Efendimizin “Refîk-i Âlâ”ya yolculuğunu müteâkip kendisini ilk tâkip eden hanımıdır, hicrî 20. yılda (641) vefât etmiştir.
Benî Mustalik kabilesinin reisinin kızı olan Cuveyriye binti Hâris, savaş esiri (câriye)dir. Kocasının harp esnasında kaybetmiş bir duldur. Peygamber Efendimiz kendisini âzâd edip evlenme teklif etmiştir. (Hicrî 5. yıl) Cuveyriye annemiz, hicretin 56. yılında vefat etmiştir.
Ümmü Habîbe, annemiz, Mekke’nin lideri Ebû Süfyan’ın kızıdır. Kocası Ubeydullah bin Cahş, Habeşistan’da Hıristiyan olmuş ve ölmüştür. O bütün zorluklara rağmen dinini muhafaza etmiştir. Peygamber Efendimiz, Habeşistan kralı Necâşî vasıtasıyla kendisine tâlip olmuş ve orada gıyâbî nikâhı kıyılmıştır. (Hicrî 6. yıl) Ümmü Habîbe annemiz, Hicretin 44 (veya 59.) yılında vefat etmiştir.
Hazret-i Safiyye binti Huyey, Hayber’deki Benî Nâdir yahudilerinin reisi Huyey’in kızıdır. Harp esiri (câriye)dir. Kocası ve babası harpte ölmüş; Allah Rasûlü, kendisini İslâm’a dâvet etmiş, Safiyye’nin Müslüman olması üzerine de onunla hicretin 7. yılında evlenmiştir. Bu esnada Peygamber Efendimiz, 60 yaşındadır. Hazret-i Safiyye hicrî 50’de vefat etmiştir.
Hazret-i Meymûne binti Hâris, Peygamber Efendimizin kısa süre evli kaldığı Zeyneb binti Huzeyme ile aynı kabiledendir. Hazret-i Meymûne de 36 yaşında iki kocasından dul bir kadındır. Peygamber Efendimiz ile evlilikleri hicretin 7. yılı “Kaza Umresi” sonuna tesadüf eder. Peygamber Efendimizle en son evlenen hanım olan Hazret-i Meymûne, hicretin 51. Yılında vefat etmiştir.
Allah onlardan râzı olsun.
Câriyeleri
Bu nikâhlı eşlerinin yanı sıra “Mariye” ve “Reyhâne” isimli iki câriyesi daha vardır.
Mariye, Mısır Mukavkısı’nın Peygamber Efendimizin şahsına gönderdiği bir hediyedir.
Reyhâne ise Hendek Muhasarası’nın ardından Benî Kureyza yurduna yapılan seferde esir (câriye) edilmiştir.
Allah onlardan râzı olsun.
Çocukları
Hazret-i Hatice’den dünyaya gelen çocukları: Zeyneb, Kasım, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma, Abdullah.
Hazret-i Hatice dışında hiçbir hanımından çocuğu olmayan Peygamberimizin, Mariye’den “İbrahim” adında bir çocuğu doğmuştur. Bu oğlu da -diğerleri gibi- iki yaşına gelmeden vefat etmiştir.
Kızlarından Hazret-i Zeyneb, teyzesinin oğlu Ebu’l-Âs bin Rabîa ile; Rukiyye ve onun vefatının ardından Ümmü Gülsüm de Hazret-i Osman’la evlenmişlerdir. Peygamberimizin bu iki kızıyla evlenmesi sebebiyle Hazret-i Osman’a “zinnûreyn: iki nur sahibi” adı verilmiştir. Hazret-i Fâtıma ile Hazret-i Ali’nin nikâhı meşhurdur. Peygamber Efendimizin soyu, Hazret-i Fâtıma’nın bu evliliğinden ve onların çocukları Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin vasıtasıyla (Seyyid ve Şerif’lerle) devam etmiştir.
Peygamber Efendimiz, Hazret-i Fâtıma dışındaki bütün çocuklarının vefâtını bizzat görmüş, cenâzelerinde hazır bulunmuştur. Hazret-i Fâtıma da Peygamber Efendimiz’in vefatından 6 ay sonra kendisine kavuşmuştur.
Allah onlardan râzı olsun.
Peygamber Efendimizin Evliliklerindeki Sebepler
Örneklik: Allah Teâlâ, Rasûlü’nü ümmetine örnek olarak göndermiş, onun yaşadığı hayat da bu ilâhî muradı gerçekleştirmek üzere tanzim edilmiştir. Onun farklı yaş, kültür ve karakterdeki hanımlarına karşı muâmelesi, yüzyıllar boyunca çeşit çeşit kadınla evlenmekte olan mü’min erkekler için örneklerle doludur.
Tâlim ve Terbiye: Yaş, kültür, anlayış ve hayat tarzları farklı olan hanımların gözüyle Peygamber Efendimizin kısmen mahrem olan âile hayatı ile ilgili detaylar ve Allah Rasûlü’nün husûsî hayatı bu hanımları vasıtasıyla günümüze kadar intikal etmiştir. Bu hususta Hazret-i Âişe’den rivâyet edilen 2.210 hadis ile diğer hanımlarının rivâyetlerine toplu bir bakış yeterlidir. Ayrıca ashâbın en az yarısı kadındı; onlara dînî emir ve yasakları öğretecek hanımlara ihtiyaç vardı.
Düşmanlık ve Nefretleri Azaltma: Peygamber Efendimiz, mecburiyet îcâbı farklı kabile ve ülkelerle harpler yapmak zorunda kalmıştır. Arada savaş yapıp birbirini öldürecek kadar kin ve düşmanlık olan topluluklar, bu evlilikler sayesinde akraba statüsüne dâhil olmuşlardır. Böylece Allah Rasûlü, gerçek maksadını gerçekleştirmiş ve pek çok insanın İslâmiyet’e girmesine vesile olmuştur. Hazret-i Safiyye, Hazret-i Cüveyriye, Zeyneb binti Huzeyme, Hazret-i Meymûne, Hazret-i Ümmü Habibe ile yapılan evlilikler, bu tür evliliklerdendir.
Dostlukları Tazeleme: En yakın dostu ve “mağara arkadaşı” olan Hazret-i Ebûbekir’in kızı Hazret-i Âişe ile ikinci büyük dostu Hazret-i Ömer’in kızı Hazret-i Hafsa ile evliliği bu hikmete mebnîdir. Hatta Mısır Mukavkıs’ının hediye kabîlinden göndermiş olduğu câriye (Mariye annemiz) de bu hükümdarın Peygamber Efendimizle kurmak istediği dostluğun nişânesiydi.
Allah’ın Emrine İtaat: Öz halasının kızı Zeyneb binti Cahş ile evliliği ve Hazret-i Hafsa’yı ric’î talakla boşadıktan sonra tekrar evlenmesi ilâhî emri icabıdır. Buna Hazret-i Âişe ile evliliğine sebep olan sâdık rüyayı da ekleyebiliriz.
Dînî Hükümlerin Uygulanması: İslâm’ın prensipleri yeni yeni indiriliyordu. Bazı hükümlerin hayata geçmesi için, bizzat Peygamber Efendimizin uygulaması ve öncülük yapması gerekiyordu. Meselâ tebennî, yani evlat edinmenin kaldırılması için kendi evlatlığı olan Zeyd bin Hârise’nin hanımı Hazret-i Zeyneb binti Cahş ile evlenmesi gibi…
Mükâfâtlandırmak: İslâm için pek çok çileler çeken, buna rağmen dine bağlılıkta sebat gösteren müslüman hanımları mükâfâtlandırmak da evlilik sebeplerinden bir tanesidir. Sevde, Ümmü Habîbe, Ümmü Seleme, Zeyneb binti Huzeyme, Meymûne annelerimiz -radıyallâhu anhünne- bunlardan bazılarıdır.
Evlatlarının Bakım ve Himayesi için: Hazret-i Hatice’nin vefatını müteâkib Hazret-i Sevde ile evliliği bu maksatladır.
Esâretten Kurtarmak: Çeşitli sebeplerle esir (câriye) durumuna düşen hanımları, bu esâret hayatından hürriyete, dalâletten hidâyete kavuşturmak için yaptığı evliliklere de Hazret-i Safiyye, Hazret-i Mariye, Hazret-i Reyhâne, Hazret-i Cüveyriye ile yaptığı evlilikleri örnek verebiliriz.
Allah onlardan râzı olsun.
Sayısı
Peygamber Efendimiz, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, ilk hanımı Hazret-i Hatice’nin vefatına kadar 25 yıl boyunca başka bir kadınla evlenmemiştir. Ondan sonra yukarıda bazılarını sıraladığımız sebeplerle toplam 10 evlilik gerçekleştirmiştir. Bunlardan bir tanesi (Hazret-i Zeyneb binti Huzeyme) 2-3 aylık evli kaldıktan sonra vefat etmiş, böylece birkaç yıl boyunca toplam dokuz hanımıyla beraber olmuştur.
Peygamber Efendimiz, bu evlilikleri yaptığında, evlilikleri, 4 hanımla sınırlayan âyet (en-Nisa, 3) henüz nâzil olmamıştır. Zira Peygamber Efendimizin son evliliği Hazret-i Meymûne ile ve hicrî 7. yılda gerçekleşmiştir. Zikredilen âyet ise, hicrî 8 veya 9. yılda nâzil olmuştur.
Diğer taraftan Allah Rasûlü, bu âyet nâzil olduktan sonra hanımlarını bir araya toplamış, içlerinden dört tanesi dışında diğerlerini boşamayı düşündüğünü, bu dört kişiyi kendilerinin belirlemesini istemiştir. Fakat hanımlarının hiçbiri Peygamber Efendimizden ayrılmak istememişlerdir. Bunun üzerine Allah Rasûlü, nikâhları devam ettiği hâlde, zevcî münâsebetlerini içlerinden dört tanesi ile tahdit etmiştir. (Bkz: el-Ahzâb, 51)
Fiîlen değilse de, hukûken evlilikleri devam eden hanımları arasında en genç zevcelerinden Hazret-i Safiyye ve Hazret-i Cüveyriye annemiz de bulunmaktadır. Bu da Peygamber Efendimizin evliliklerinin, nefsânî bir sâikle olmadığını gösteren delillerden bir tanesidir.
Allah onlardan râzı olsun.

Fatma Nur Cihan
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Aralık 2009       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Peygamber Efendimiz nasıl birisi idi?
Son düzenleyen nötrino; 26 Mart 2014 20:15 Sebep: Soru düzeni!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Mayıs 2011       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Peygamber Efendimiz kaç evlilik yapmıştır?
Son düzenleyen nötrino; 26 Mart 2014 20:14 Sebep: Soru düzeni!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Kasım 2011       Mesaj #10
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hz. Muhammed (s.a.v.) hakkında çok az bilgi var. Daha fazla bilgi verebilir misiniz?
Son düzenleyen nötrino; 26 Mart 2014 20:12 Sebep: Soru düzeni!

Benzer Konular

25 Eylül 2013 / Misafir Hz. Muhammed
17 Aralık 2011 / Ziyaretçi Soru-Cevap
5 Şubat 2014 / msxlabs5 Soru-Cevap