Arama

Özbek Türkleri ve Türkçesi ile ilgili bilgi verir misiniz?

Güncelleme: 16 Mart 2009 Gösterim: 4.089 Cevap: 2
ZÜLFİYE SOYMAN - avatarı
ZÜLFİYE SOYMAN
Ziyaretçi
16 Mart 2009       Mesaj #1
ZÜLFİYE SOYMAN - avatarı
Ziyaretçi
Özbek Türkçesi ile ilgili bilgiler...
Sponsorlu Bağlantılar
MeLL - avatarı
MeLL
Ziyaretçi
16 Mart 2009       Mesaj #2
MeLL - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
GÜLGECELER adlı kullanıcıdan alıntı


Özbek Türklerinin Tarihi : Özbek kavminin adı hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Örneğin Ebugazi Bahadır Han (1603-1669)'ın belirttiğine göre Özbek adı, 1313-1340 yılları arasında hüküm süren Altınordu Hanı Özbek'in kendi halkına verdiği bir addır. Önceleri Çağatay ulusundan ayırmak için Cuci ulusunun doğu koluna verilen Özbek adı, bölge Türklerine İslamlığı benimseten Özbek Han'dan sonra, özellikle Ebul Hayr'a bağlı kurulan boyların adı oldu. Böylece Özbek Han'ın adı, oymağı niteleyen bir süreklilik kazandı. 1920'de Buhara Emirliği'nden sonra Kızıl Ordu'nun yardımı ile Buhara Halk Cumhuriyeti'nin kurulduğu görülmektedir. Buhara Halkları Komiserleri Konseyi'nin başkanı Feyzullah Hocayev, 1920-1924 yılları arasında yürütülen "sınırlandırma" işleminde önemli rol oynamış ve Moskova'nın ilk yerli müttefiklerinden olmuştur. Ulusal sınırlandırma ile Buhara SSC ortadan kalkmış, bu cumhuriyetin toprakları Özbekistan'a katılmıştır. 1935-1938 yılları Feyzullah Hocayev ile Akmal İkramov'un siyasi rekabetine sahne olmuştur. 1937'de önce Hocayev, sonra Akramov tutuklanmış ve 1938'de idam edilmişlerdir. Özbekistan'da girişilen Stalin’in “temizleme harekatı” ile oluşmakta olan Özbek aydın kesiminin önde gelen isimleri ortadan kaldırılarak Cedit reformcuların siyasi egemenliğine son verildi.

Sponsorlu Bağlantılar

Coğrafi özellikleri: Türk Cumhuriyetleri'nden biri olan Özbekistan, 447.600 kilometre karelik yüzölçümü ve 22 milyona varan nüfusu ile bölgenin en kalabalık ülkesidir. Özbekistan toprakları idari olarak 12 eyalete ayrılmıştır: Buhara, Nevai, Andican, Harezim, Surhanderya, Cizzak, Kaşkaderya, Namangan, Semerkand, Siriderya, Taşkent ve Fergana.Özbekistan, güneybatıdaki Amuderya ve kuzeydoğudaki Siriderya Nehirleri arasında uzanan topraklarda yer almakta; kuzey ve kuzeybatıdaki Kazakistan, doğu ve güneydoğuda Kırgızistan ve Tacikistan, güneybatıda Türkmenistan, güneyde Afganistan’ın küçük bir bölümüyle çevrilidir. 1936'da kurulan Karakalpak Özerk Bölgesi de Özbekistan sınırları içindedir. Cumhuriyet içerisinde Kongrat, Nayman, Kineges, Mangıt, Toyak, Saray, Barın, Üç Uruğ, Bugut, Arlat, Kanglı, Kırk, Bataş ve Karakalpak gibi boylara rastlamak mümkündür. Özbekistan'ın son belirlemelere göre 21.6 milyon olan nüfusunun %69'unu Özbekler, %9'unu Ruslar, %4.7'sini Tacikler, %4.1'ini Kazaklar, %2.4'ünü Tatarlar, %2.1'ini Karakalpaklar ve %7'sini diğer etnik gruplar oluşturmaktadır. Rus azınlık nüfusu, diğer Türk Cumhuriyeti'ne oranla Özbekistan'da daha azdır.

Başkenti : Taşkent
Din: Müslüman %88, Doğu Ortodoks %9, diğer %3
Diller: Özbekistan Anayasası’nın 4. maddesinde yer alan “Özbekistan Cumhuriyeti devlet dili Özbek dilidir. Özbekistan Cumhuriyeti Özbekistan’da mukim olan halkların örfleri, gelenekleri ve dillerine karşı saygı gösterir” ibaresinin Özbekçe %74.3, Rusça 14.2%, Tacikçe %4.4, diğer %7.1.
Ekonomi:1991'den sonra bağımsız Özbekistan Merkez Bankası kurulmuştur. Özbekistan çok zengin yeraltı kaynaklarına sahiptir. Altın, doğalgaz, alimünyum, tungsten, kömür, mermer, yatakları ön sıradadır. 1991 verilerine göre yılda 41. milyar metre küp doğalgaz üretilmektedir. Dünyanın kaliteli altını burada üretilmekte olup yıllık 80 ton altın üretimiyle yerini almaktadır. Özbekistan sanayisi daha çok petrokimya ağırlıklıdır ve yılda 1.5 milyon ton gübre üretmektedir. Ayrıca pamuk üretimine dayalı olarak kimya sanayii de gelişmiştir. Hafif sanayi ürünleri ise ipekli ve pamuklu kumaşlardır.Özbekistan karasal iklime sahip olduğundan ülkenin % 9'u tarıma elverişlidir. Buna rağmen pamuk üretiminde dünya dördüncüsüdür. Buğday, meyve, sebze ve pirinç yetiştirilmektedir. ÜIke ekonomisinde hayvancılık da önemli yer tutmaktadır. Sığır, koyun, keçi ve kümes hayvanları vardır. Yıllık yün üretimi 1994 verilerine göre 20.000 ton civarındadır. Özellikle astragan kürk koyunculuğu büyük önem kazanmıştır.

Ulaştırma: Özbekistan Cumhuriyeti gelişmiş bir ulaşım ağına sahiptir. Sistemin temeli karayoluna dayanır. Karayolu uzunluğu: 69.300 km'dir. Demir yoluyla Çin'e bağlıdır. Türkmenistan, İran üzerinden Orta Doğu’ya yeni bir demir yolu yapılmaktadır. Taşkent, Türkistan'ın havayolu merkezidir ve sekiz hava alanı bulunmaktadır.
Milli Bayramları:
Kadınlar Günü: 8 Mart
Zafer Bayramı 9 Mayıs
Anayasa Bayramı 8 Aralık
Bağımsızlık Bayramı 1 Eylül
Tarihi ve Turistik merkezleri: Semerkant, Buhara ve Hive şehirleri Özbekistan turizmi açısından çok önemli merkezlerdir.Özbek Türkleri ,Timur'un türbesine 'Gur-ı Emir' diyorlar. Mavi çini kubbenin çevresini saran geniş kuşak üzerinde Allah kelamı yazılı türbeyi Timur sağlığında Türk mimar Mehmetoğlu Mahmut'a on dört yılda yaptırmıştır. Türbenin taç kapısından içeri girildiğinde karşınıza altı mezar çıkar. Türbenin kıble tarafında bir mihrap, tam orta yerde koyu yeşil mermerden yapılmış mezarda ,"Biz ki, milletlerin en eskisi ve en büyüğü olan Türkün başbuğuyuz !" diyen Timur yatmaktadır. Baş ucundaki diğer büyük mezar ise hocası Seyyit Bereke'ye ait. Sağında, solunda ve ayak ucunda diğer kabirler var.

Özbekistan Eğitim Sistemi: Okul öncesi eğitim ve öğretim; “Balalar Bahçesinde” (kreş ve ana okulu) 2 aylık-7 yaş arasındadır. İlk ve orta eğitim ise; başlangıç sınıfları 1-4. sınıflar ikinci basamak, 5-9. sınıflar, 10. ve 11. sınıflar olmak üzere üç basamaktan oluşmaktadır. Bu okullar “Özbekistan Halk Talim Vezirliği”ne (Özbekistan Eğitim Bakanlığı) bağlı olarak görev yapmaktadırlar. Eğitim basamaklarını başarıyla tamamlayan her öğrenciye yeterlilik belgesi yani diploma verilir. Bu diplomayla öğrenci bütün meslek okulları ve yüksek öğretim kurumları sınavına girme hakkını kazanır.

Özbek Türkçesi ve Edebiyatı : XIX. asırda Özbekistan’ın Kokan, Hive, Semerkand, Buhara ve Taşkent şehirlerinde edebî bir muhit mevcuttu. XVIII. asrın sonlarıyla XIX. asrın ilk yarısında Kokan’da, Muhammed Şerif Gülhanî, Nadire, Medalihan Umarhan, Mahzune, Üveysî, Mahmur; Harezm’de, Şermuhammmed Munis; Buhara’da, Molla Kurban, Şevkî; Hive’de Muhammed Rıza Erniyazoğlu Agehî dönemin tanınmış şairleridir.XIX. asrın ortası ve XX. asrın başlarında Kokanlı Muhammed Emin Mirza Hocaoğlu Mukimi (1850-1903), Zakircan Furkat (1859-1909), Ubeydulla Salihoğlu Zevkî (1853-1921), Osman Hoca Zarî (1839-1916); Fergana Vadisinden Muhayyir (1842-1918), Namanganlı Nedim (1844-1909), İbret (1862-1937), Sufizade (1869-1937); Andicanlı Abdurezzak Bimî (1847-1918); Hocandlı Taşhoca Asrî (1864-1916); Sayramlı Yusuf Sayramî (1840-1912); Taşkentli Kerimbek Kamî (1865-1922), Siraciddin Şevket (1882-1934) gibi şair ve yazarlarla karşılaşmaktayız. Bu şairlerin bir kısmının Kokan’da edebî sohbetler için sık sık bir araya geldikleri bilinmektedir. O dönemde Semerkant’ta Abdulazim Sipandî(1829-1909), Sıddıkî Aczî (1864-1927), Seidahmed Vaslî (1870-1925) gibi edipler mevcuttu. Çolpan yeni Özbek şiirinin, Kadirî Özbek romancılığının temelini oluşturdu. Fıtrat’ın, tiyatro eserleriyle drama türünün en güzel örneklerini verdiğini ve Özbek edebiyatşinaslığının temelini attı.Avlanî’nin “Edebiyat yahut Millî Şiirler” (1909), Seid Ahmet Vaslî’nin “Millî Şiirler” (1912), Sıddıkî Handeylikî’nin “Tuhfe-i Şevket” (1913), “Sevgat-i Şevket” (1914) ve “Bezm-i İşret (1914), Hacı Muin’in “Gülistan-ı Edebiyat” (1914) kitapları yeni Özbek Edebiyatı’nın ilk örnekleridir.Behbudî’nin 1911 yılında yazdığı ve 1913 yılında yayınlanan “Pederkuş” draması ise Özbek dramasının ilk örneğidir. Sonraları Abdurrauf Şehidî’nin “Felaketzade” (1911), Mirmuhsin Şermuhammedov’un “Beferzend Açildibay” adlı realist dramaları gibi tiyatro eserleri yazılmıştır.1905-1917 yılları kısa, ama çok önemli sosyal ve siyasî olayları içine alan bir dönemdir. 1905-1907 Birinci Rus Revolyutsiyası, 1917 Şubat Burjuva Devrimi ve Ekim İhtilali vücuda gelmiştir. Edebiyatı o güne kadar tanımadığı roman, makale, eleştiri vb. türleri işlenir. Günlük yaşamla ilgili olaylara, toplumcu görüşlere yer verilir. Gazeteler, halka okuma sevgisi ve alışkanlığı vermeye çalışır. Halkı aydınlatmaya yönelir. Tiyatro, bu akımı pekiştirir.Cedit edebiyatında görülen şekil değişiklikleri, “öz”ün değişmesinden doğar. Nesir ve nazımda konu alanı genişler. Halka halk diliyle hitap etmek düşüncesi uyanır. Vatan, millet sevgisi işlenir. Çeviri edebiyatı bu dönemde görülür. Cedit edebiyatı yerli kaynaklardan beslenmekle kalmaz, batıdan ve Türk edebiyatından yararlanır. Yirminci yıllarda “proletar” edebiyatı oluşturma yolunda atılan adımlar sosyalist edebiyatı yaratma şekline dönüşmüş ve 1934 yılında Moskova’da toplanan Şura Yazarlarının I. Kurultayı ile sonuçlanmıştır. Kurultayda alınan kararlar doğrultusunda diğer cumhuriyetlerde olduğu gibi Özbek edebiyatında da yeni bir dönem başlamıştır. Sosyalist realizm esasına dayanan bu edebiyatın iki farklı yönde geliştiğini görmekteyiz. İlki yirminci yıllarda ortaya çıkan çeşitli edebî akımlardır ki, bunlar otuzlu yıllarda varlığını devam ettirmişlerdir. Otuzuncu yılların ortalarında edebiyatta çok seslilik yavaş yavaş yerini tek sesliliğe bırakmaya başladı.Edebiyattaki ikinci küçük dönem savaş yıllarını kapsamaktadır. Gerçi bu dönemde de yukarıda belirtilen yöneliş devam etse de, savaş edebiyatın tüm alanlarına mührünü vurmuştur. Yalnızca konu ve gaye değil, belki kahraman tipini de değiştirdi. Bu bir taraftan, Özbek edebiyatını zamanevi konulara yaklaştırması, yaşanılan anın problemleri ile ilgilenme imkanı vermiş; diğer taraftan, seferberlik edebiyatı ile bedii yönden ilerlemeye zemin hazırladı.İkinci Dünya Savaşı yıllarında, edebiyat politikasında değişiklikler meydana geldi. Türkistanlıları, Rusya’yı işgal eden Almanlara karşı savaşa seferber edebilmek için millî konuların, tarihî şahsiyetlerin edebî eserlerde konu olarak işlenmesine izin verildi. Hamid Alimcan, Aybek ve Maksud Şeyhzade tarihî roman ve piyeslerini bu yıllarda kaleme aldı. Savaştan sonra sanat eserlerinde Sovyet hayatını ve Sovyet insan tipini yüceltme politikasına yeniden dönüldü. Bu doğrultuda eserler vermek istemeyen şair ve yazarlar siyasî suçlu sayıldı ve hapsedildiler. Tarihî hayatı ve gelenekleri terennüm eden “Alpamış” destanı, zararlı adetleri ve feodal burjuva ahlakını aşılayan bir eser olarak değerlendirildi. Bu yıllarda Gafur Gulam, Uygun, Zülfiye, Mirtemir, Aybek, Askad Muhtar, Abdulla kahhar gibi şair ve yazarlar eserler verdi.Ellili yılların ortalarında; uzun bir süre devam eden totaliter düzenin edebî alandaki siyaseti, sanatçıları izleme ve hapsetme politikaları tenkit edilmeye, ülkede özgürlük rüzgarları esmeye başladı. Stalin’in ölümünden sonra demokratik hareketler başladı, kanunları yürürlüğe geçirme yolunda adımlar atıldı. Bu arada Komünist partinin 1956 yılında toplanan yirminci kurultayı tarihî bir rol oynadı. İç ve dış siyasette eski ölçütler dikkate alınmaya başlandı. Otuzlu, kırklı yıllarda ortaya çıkan ve kullanılan memurî buyrukbazlık usulleri ortadan kaldırılmaya, insanperverlik idealleri esas alınmaya çalışıldı. Manevî yönden zorbalık, acımasızlık siyaseti yumuşatılıp, çok saf, temiz iklim hakimmiş gibi bir hava estirildi. Özgürce eserler verme, gerçekleri söyleme ve kendini ifade etme imkânına kavuşuldu. İlmî gelişmeler, uzayın keşfiyle ilgili ciddi başarılar elde edildi. Halkın maddî durumu düzelmeye başladı.Özbekistan’da manevî-edebî hayatın düzelmesi için ciddi tedbirler alındı. Abdulla Kadiri, Osman Nasır, Sufizade, A. Süleyman Çolpan, Abdurauf Fıtrat gibi “temizlik harekatı” kurbanı olan sanatçılara atılan iftiralar ve suçlar kaldırıldı, isimleri aklandı. Abdulla Kadiri, Osman Nasır ve Sufizade’nin eserleri yeniden okuyucuların hizmetine sunuldu. Kırklı yılların sonu, ellili yılların başlarında hapsedilen M. Şeyhzade, Şuhret, Şükrulla, Said Ahmed gibi edipler suçsuz bulunup, yeniden eserler vermeye başladılar. Abdulla Kahhar, Mirtemir gibi büyük şair ve yazarlara karşı düzenlenen komplolar, atılan iftiralar kısmen de olsa engellendi. Kültürel mirasa yaklaşımdaki bazı hatalar -Alpamış Destanı’nın asılsız karalanması gibi- düzeltildi. Edebiyat nazariyesinde geleneksel bakış açısı, sosyalist realizmin tek taraflı, dar değerlendirmeleri eleştirilmeye başlandı.Yayıncılık bir hayli gelişti. “Gafur Gulam Namındaki Edebiyat ve Sanat Neşriyatı”, takiben “Yazuvçı”, çocuk ve gençlere yönelik eserlerin oluşturulmasında önemli bir rol oynadı. “Özbekistan Medeniyeti”, günümüzdeki adı ile “Özbekistan Edebiyatı ve Sanatı” gazetesi yayımlanmaya başlandı. “Gülistan” dergisi yeniden düzenlendi; “Şark Yılduzı” dergisinin hacmi genişletildi, tirajı arttı. Seksenli yıllara gelindiğinde “Yaşlık”, “Yaş Güç” dergileri bunlara ilaveten çıkmaya başladı. XX. asır yeni Özbek Edebiyatının en büyük, en güzel örneklerinin, çok ciltlik seçme eserlerinin, antolojilerinin birçok baskısının yapıldığı görüldü. Hamza, Aybek, Gafur Gulam ve Hamid Alimcan’ın en güzel eserlerinin bir araya getirildiği kitaplar Özbekistan’ın kültürel hayatındaki önemli olaylardan biri oldu.Bu ve benzeri güzel unsurların, Özbek edebiyatına nispeten rağbet ve itibar sağlaması sebebiyle; söz sanatında, edebî düşüncede canlanış, yeni bir uyanış, yükseliş başladı. Orta yaş grubuna mensup Aybek, Gafur Gulam, A. Kahhar, Uygun, K. Yaşin, Zulfiye, Mirtemir, M. Şeyhzade değişen şartlar münasebetiyle büyük bir gayretle yazmaya devam ettiler. Aybek hastalığı ağırlaşmasına rağmen kısa zamanda “Kuyaş Karaymas”(Güneş Kararmaz), “Uluğ Yol”(Ulu Yol), “Balalık” (Çocukluk) gibi manzumeler, “Devrim Cerahatı” (Devrim Yarası) gibi keskin ve sivri bir dille günlük siyasî sosyal meseleleri ele alan eserler, destanî onlarca felsefî-lirik şiirler ilmî, edebî, tenkidî makaleler yazdı. Abdulla Kahhar “Sinçalak” (Serçe), “Toyda Aza” (Düğünde Matem), “Dehşet”, “Tabuttan Tavuş”(Tabuttan Ses) gibi halkı derinden etkileyen Özbek edebiyatının önemli eserlerini kaleme aldı. Ş. Reşidov, Şuhret, Said Ahmed, Şükrulla, A. Muhtar ve Mirmuhsin gibi edebiyat dünyasına otuzlu yılların başlarında giren sanatçılar eserler vermeye başladılar. İşte bu güzel, ümit verici değişim rüzgârlarının tesiriyle yetişen S. Zünnunova, A. Yakubov, P. Kadirov ve onlarla aynı dönemde edebiyat dünyasına giren E. Vahidov, A. Aripov, Ö. Umarbekov, Ş. Halmirzaev, Ö. Haşimov, H. Tohtabaev, A. Matcan gibi yetenekli isimler Özbek edebiyatının gelişimine yeni bir soluk getirmişlerdir.Edebî alanda çok sayıda tercüme yapıldı. Dünya edebiyatının önemli eserlerinden J. W. Göthe’nin “Faust”unu şair E. Vahidov; S. Esen’in “İran Teraneleri”ni A. Aripov; Dante’nin “İlahi Komedi”sini başarıyla tercüme etti. Yeni Türk edebiyatından da tercümeler yapıldı. R. N. Güntekin’in “Çalıkuşu” romanı M. İsmail tarafından Özbekçeye aktarıldı. R. Parpi, Nazım Hikmet’in “İnsan Manzaraları”nı; M. Kahimov ise Aziz Nesin’in hicvi hikayelerini Özbekçeye aktardı. Özbek okurları arasında büyük bir üne sahip W. Sheakespir’in dramaları da orijinalinden Özbekçeye çevrildi.Edebiyat ilminde, özellikle sosyalist realizm nazariyesini değerlendirme ve öğrenmede belirli değişiklikler ortaya çıktı. Metotlar konusunda şiddetli tartışmalar yaşandı. Sosyalist realizmin açık bir sistem olduğu şeklinde yapılan değerlendirmelerin hakim olduğu dönemlerden sonra, altmışlı yıllarda bu bakış açısı eleştirilmeye başlanmıştır. Bu eleştiriler sosyalist realizmin dar, dogmatik yönünün vurgulanmasıyla değerlidir. Bu nazariye o dönem edebiyatındaki cesur arayışları, en güzel edebî eserleri korumayı hedeflemesiyle önemlidir.Bu devir edebiyatında şekil yönüyle bazı değişiklikler oldu. Öncelikle kırklı yıllarda hayattan kopan, hayatı süsleyip püsleyerek tezatlardan uzak gösteren, övgülere boğulmuş edebiyat gerçek hayata yöneldi. Olayları olduğu gibi, tüm karmaşasıyla gösterme eğilimi arttı. Edebiyat konu bakımından epey genişletildi. Sovyet hükümetinin geçtiği yolları tenkit; inkılap devri, otuzlu yıllar, faşizme karşı verilen savaş, II. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönem ve gerçekleri, önemli şahsiyetlerin arkasına saklanma, tutuklamalar sebebiyle Özbek insanının başına gelen külfetler gibi konularda eserler verildi. Zamanevî konulardaki eserlerde hayatın muammaları ortaya konulmaya başlandı. Edebiyatta insanın iç dünyasına merak, onun dertlerine ortak olma duygusu güçlendi. Bu sebeple eserlerde ruhî-psikolojik tahliller arttı, yapıtlar dramatik bir şekil kazandı. Kısacası, edebiyatta realistik prensipler yeniden gündeme getirilip, edebî sanatlar tüm canlılığıyla eserlerde yer almaya başladı, şekil ve üslup çeşitliliği için imkanlar doğdu. A. Kahhar’ın “Sinçelek”(Serçe); Mirtemir’in “Suret”; M. Şeyhzade’nin “Mirza Uluğbek”; Pirimkul Kadirov’un “Üç Yılduz”, “Kara Közler”; Seyid Ahmed’in “Ufk”; Şühret’in “Altın Zenglemes”; A. Muhtar’ın “Togulış”(Doğuş), “Çınar”; A. Yakubov’un “Mukaddes”, “Bir Feleton Kıssası”; Mirmuhsin’in “İskenderiye Körfezi”, “Ümid” adlı eserlerinde ve Aybek, M. Şeyhzade, Zulfiye, Mirtemir, Şuhret, S. Zunnunova’nın şiirlerinde bu tür yenilikler açıkça görülmeye başladı. Zülfiye, Özbek edebiyatının dünya çapında tanınan ilk kadın şairidir. “Nehru” ve “Nilifer” ödülleri sahibi olan şairin eserlerinde bir taraftan kabiliyetli bir özgürlük arayışçısı diğer taraftan pencere kenarına oturup eşini, çocuklarını bekleyen saf bir kadın görülmekte. !934 yılından başlayarak Kamil Yaşen, ders veren piyesler yazmaya başladı. Onun Muzaffer Muhammedov ile yazdığı “Gülsara”, “Namus ve Muhabbet”, “Nurhan” ve “Aftabhan” gibi eserleri devrin çelişkilerini açıp gösterirdi. Kırklı yılların şair ve yazarları Komünist Partisi’nin ortaya koyduğu; “Partiye bağlılık, Mefkure saflığı, halkçılık, realizm, Sanatkarlık ve Mücadelede vatanperverlik” ilkeleri etrafında cephelere gönderildiler. Bu sanatçılar arasında İbrahim Rahim, Edhem Rahmet, Gafur Gulam, Behram Rehmanov, Hasan Seyidov, İlyas Müslüm yer almaktadır.Savaş, Özbek-Sovyet yazarlarını birleştirdi. Onlar kısa sürede partinin istekleri doğrultusunda birçok eser yazıldı. Hamit Alimcan’ın “Ana ve Oğul”, “Silah Götür Eline”, “Yeginlik” eserleri okuyucunun ilgisini arttırdı. Uygun’un cepheye yardım çağrısı amacıyla yazdığı “Güleyşe Nar” şiiri dönemin özelliklerini göstermesi bakımından dikkat çekicidir.Edebiyat dünyasındaki bu estetik değişiklikler altmışlı yılların ortalarından itibaren özellikle yetmişli yıllara gelindiğinde ciddi problemler, engellemelerle karşılaştı. Öncelikle yukarıdan başlayan pek çok iyi teşebbüs ve kabul edilen kararlar kâğıt üzerinde kaldı. İktisadî, manevî düzensizlik, dağınıklık güçlenmeye başladı. Ülkede ağır bir durum ortaya çıktı. Sovyetlerin bağımsız Afganistan’a çeşitli bahanelerle girmesi ve Afganistan savaşında başarısızlığa uğraması komünist rejimin çöküşünü hızlandırdı. Sovyetlerin dünyadaki itibarını azalttı. Bu yıllarda debdebeli bir hayat, halkı aldatma, göz boyama, yetkiyi kötüye kullanma, hırsızlık, alkolizm gibi hastalıklar arttı. Millî meseleleri halletmede gösterilen başarılar olumsuz bir şekilde değerlendirildi. Millî münasebetler ufak tefek, küçük işler, debdebelik olarak değerlendirildi. Milletlerin, millî dillerin kullanımı hakkındaki fikirler, Rusçanın rolü meselesi geniş ölçüde kitlelere yayıldı, benimsetildi. Sonuçta millî dillerin konumu ve istikbali önceki durumuna göre geriledi. Halkın millî, medenî değerleri, ümitleri hor görülmeye, aşağılanmaya başlandı. Bu durum halk arasında belirgin bir hoşnutsuzluk yarattı. Bu tür olumsuz durumlar, olaylar Özbekistan’da da hayli çoğaldı ve bazı alanlarda felakete sebep oldu. En kötüsü, pamuk üretimi o kadar arttırıldı ki, iktisadî, ekolojik ve manevî alanlarda çeşitli zararlara yol açtı. Meyve ve sebze üretimi durdu. Aral gölü kurudu, toprağın verimi düştü. Zararlı ot ve böceklere karşı kullanılan tarım ilaçları yüzünden kanser ve benzeri hastalıklar arttı. Tarımda çalışan Özbek kadınları arasında düşük doğum oranı ve bebek ölümleri çoğaldı. Öğrencilerin zamanının büyük bir kısmı pamuk tarlalarında geçti.Seksenli yılların ortalarından itibaren Sovyetler Birliği’nde hayat şartlarında köklü değişimler meydana geldi. “Kayta Kuruş”(Yeniden Düzenleme), “Paklanış”(Temizlenme), “Aşkarelik”(Açıklık), “Demokratikleştiriş” (Demokratikleşme) denilen akımlar esnasında ülkedeki reel durum, sosyalist toplumun yaşadıkları olaylar, geçen yıllar boyunca olanlar ciddi bir şekilde eleştirilmeye başlandı. Ekim Devrimi’ne, Sovyet Devleti’ne, Bolşevik liderlerin kişiliklerine, atılan her adıma ve harekete ait yeni tarihî belgeler yayınlandı. Sonuç olarak Şuralar tarihine ait açılan yeni kanlı sayfalar, binlerce günahsız, suçsuz insanın cesetleri üzerinde zorbalıkla kurulmuş ve halka ağır yıllar geçirtmiş sosyalist düşüncenin çöküşe doğru gittiği artık sır olmaktan çıktı. Komünist parti, Sovyetler Birliği yönetiminin girişimi ile toplumu yeniden düzenlemeye, durumu iyileştirmeye çalışsa ve çeşitli tedbirler alsa da tarihî süreci durduramadı. Toplumdaki çöküş günden güne arttı. Ortaya atılan “Hayırlı tedbirler” daha fazla istenmeyen sonuç doğurdu. Mesela Özbekistan’da suçlara karşı alınan tedbirler “Özbek işi” diye adlandırılmış, eşi benzeri görülmemiş kanunsuzluklar, toplu tutuklamalarla sonuçlanmıştır.Günümüz şiirinde belli başlı eğilimleri belirleyen Abdulla Aripov, Erkin Vahidov, Rauf Parfi, Hurşid Devran, Halime Hudayberdiyeva, Aman Matcan, Şevket Rahman, Osman Azim, Abduveli Kütbiddin, Eşkabil Şükürov, İkbal Mirza, Zeba Mirzaeva gibi şairlerin son yıllarda yazdıkları şiirleri de Goethe’nin fikirlerini tam olarak destekleyici niteliktedir. Bugünkü şiir hayatın kendisi kadar renkli, karmaşık, ananevî ve beklenmeyendir. Hurşid Devran, Mirza Kencabek gibi sanatçılar yüz yıllardan sonra bağımsızlığa kavuşan fakat hür düşünmeyi unutmaya yüz tutmuş halkı bilinçlendirmek için atalarının ruhundan medet ummuş; Şevket Rahman, Halime Hudayberdieva komünist emperyalizmin kurbanlarından ibret almaya ve dertleri paylaşmaya davet etmiş; Erkin Vahidov, Azam Öktemler de “yukarıdakiler mutlak hakim, aşağıdakiler baş eğici” düsturunun hakim olduğu bir zamanda sersefil dolaşan kayserliği eleştirdi. Milletin derdine ortak olan, halkı anlayıp, onların çözemediği sorunlar üzerinde düşünen şairlerin eserlerinde evlatlık duygusu, cömertlik hissi açıkça ortaya çıkmakta. Bu yönden Osman Azim, Hurşid Devran, Mirza Kencebek gibi ediplerin eserleri dikkat çekicidir:Yetmişli yılların sonunda edebiyat dünyasına katılan bir grup nasır çeşitli ve renkli tecrübelerini eserlerine yansıttı, özellikle yeni nasirler, nesir türünde ciddi başarılar elde edilmeye başlandı.Hikayecilikte esas alınan içerik ve şekil tekdüzeliğinden kaçış, psikolojik tahlillerin çeşitli usullerine müracaat, bu türün imkanlarına yeni bir ümit doğurdu. Onlarca hikaye arasında Askar Muhtar’ın “Çadır Hayal”, Şükür Halmirzaev’in “Gök Deniz”, “Üstaz”; Hayreddin Sultanov’un “Gulamgardış” (İçeriden dışarıyı ayıran engel); Erkin Azamov’un “Bağbalalık Kökaldaş”, “Hu”; Hurid Dostmuhammed’in “Cecmen” (genellikle beş altı yaşlarındaki kızlar için kullanılan küçük ve güzel), Nurilla Atahanov’un “Ak bina akşamları” gibi eserleri özellikle dikkat çekicidir. Onlarda millî şuursuzluktan başlayıp divane aşıklığa kadar, atadan evladına geçen kulluk psikolojisinden, kendini arayan adamın haleti ruhiyesine kadar çeşitli ruh tahlilleri yapılmaya başlandı. A. Muhtar’ın “Çadır Hayal” hikayesinde millî, manevî mankurtluk durumu aydınlatılmaya çalışılırken, H. Dostmuhammed esaret, iktisadî ve manevî talan tarihini “Cecmen” adlı eserinde ortaya koydu.Seksen ve doksanlı yıllarda onlarca kıssa yazıldı ki, onların baş kahramanları genellikle toplum tarafından itilmiş, kıyıda köşede kalmış kişilerden seçildi. Fakat bu adamların kalbinde coşan duyguların, fırtınaların tasvir ve tahlili şunu tekrar gösterdi ki; baş kahraman seçiminde asıl ölçü onun toplumdaki yeri değil, belki sanatçı olarak niyetini tam ve inanılır bir şekilde vermeye uygun olup olmadığıdır. Bu hikayelerde kahramanlara verilen isimlerle de müellifler onların kaderleri hakkında okuyucuya ip uçları verdiler. Mesela; Elçiev (E. Azamov, “Cevap”); Elamanov (Murat Muhammed Dost, “İstifa”); Ziyadulla Kal, Kaplanbek, Aymama (Toğay Murad, “At Kişnegen Akşam”, “Aydında Yürüyen Adamlar”), Gulam (Hayriddin Sultanov “Gönül Azadedir”) vb. Bu kahramanların ekseriyeti öyle ya da böyle toplum tarafından horlanmış, haksızlığa uğramış ve bu duruma karşı mücadele edip, mağlup olmuştur. Ziyadulla (“At Kişnegen Akşam” hikayesinde) güpegündüz, herkesin gözü önünde gerçekleşen zorbalığa dayanamayıp, bir insana yardım ettiği için oğlu yaşındaki gençler tarafından tekmelenmiş, hiç kimseden hatta atından bile yardım isteyemeyecek duruma düşmüştür. “Cevap” romanında da kahraman Elçiev düzenin adamları tarafından mahvedildiği gibi etrafındakilere yalnızca iyilik dileyen bu adamın adı ve itibarı da yok edilmiştir.Seyid Ahmet, Özbek edebiyatında hiciv türünün nadir ustalarından biridir. Onun hikayelerinde, romanlarında ve tiyatrolarında, Özbek halkına has iyimser bakış açısı bazen kara mizah türüne dönüşen bir hiciv, insan ruhunun okşayan bir lirizm dikkati çekmektedir. “Leylek keldi” hikayesi, savaş yıllarını anlatan bir hikayedir. Bu Seyit Ahmet’in hikaye türündeki başarısını göstermesi bakımından önemlidir.Tarihî konularda da bir çok eserler yazıldı. Abdulla Aripov’un “Sahipkıran” manzum draması, Töre Mirza’nın “Sahipkıran Timur”; Salahiddin Sirajiddinov’un “Tomaris” ve “Figan”; Şuhret Rızaev, Nevai’nin “Sed-i İskender” destanından etkilenerek yazdığı “İskender” oyunları bunlardan birkaçıdır.Toplum hayatının temizlenmesinde açık olarak yapılan tenkit ne kadar önemli bir yere sahipse, söz sanatının gelişiminde de edebî tenkit o kadar önemlidir. Seksenli doksanlı yıllarda edebî tenkit saf edebiyatşinaslık dairesinden çıkıp ciddi tarihşinaslık, toplumculuk ilmine dönüştü. Genel, sosyal, siyasî dünya görüşünün gelişiminde önemli bir unsur oldu. M. Behbudi, A. Avlani, Mustafa Çokay, A. Çolpan, A. Fıtrat, Hamza, Abdulla Kadiri, Abdulla Kahhar, Osman Nasır gibi sanatçıların takdiri ve eserlerini yeni bir bakış açısıyla değerlendiren ciddi çalışmalar son dönemlerde yazıldı ve yazılmaya devam etmekte. Azat Şerafettinov’un “İstiklal Fidaileri: Mustafa Çokay, Çolpan, Atacan Haşim”; Naim Kerimov’un “İstiklal Fidaileri: Osman Nasır”; Ömerali Narmatov’un “Kadiri Bağı”; Begali Kasımov’un “İstiklal Fidaileri: Meslekdaşlar”; Uluğbek Dalimov’un “İstiklal Fidaileri: İshakhan İbret”; İslam Osmanov’un “Kanat ve Kanaat” eserleri bunlar arasındadır. Ayrıca Hamidulla Baltabaev’in, “Fıtrat’ın hayatı ve eserleri hakkındaki çalışması, Dilmurad Kurban’ın Çolpan’ın şiiri ve şiir anlayışına yönelik çeşitli makale ve kitapları, Narbay Hudayberganov, İbrahim Gafurov, İbrahim Hakkul, Sultan Murad Alimov, Rahimcan Rahmet gibi edebiyatşinasların Millî Uyanış Devri Özbek Edebiyatına ait çeşitli konulardaki makaleleri ile Özbek edebiyatşinaslığı ve edebî tenkidin bugünkü şeklini almasında önemli bir rol oynamaktadır.
Özbekistan Haritası
Ozbek Harita


Özbek Alfabesi
alfabe

...
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
16 Mart 2009       Mesaj #3
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Özbekistan Türkçesi ve Edebiyatı

XIX. asırda Özbekistan’ın Kokan, Hive, Semerkand, Buhara ve Taşkent şehirlerinde edebî bir muhit mevcuttu. XVIII. asrın sonlarıyla XIX. asrın ilk yarısında Kokan’da, Muhammed Şerif Gülhanî, Nadire, Medalihan Umarhan, Mahzune, Üveysî, Mahmur; Harezm’de, Şermuhammmed Munis; Buhara’da, Molla Kurban, Şevkî; Hive’de Muhammed Rıza Erniyazoğlu Agehî dönemin tanınmış şairleridir.

XIX. asrın ortası ve XX. asrın başlarında Kokanlı Muhammed Emin Mirza Hocaoğlu Mukimi (1850-1903), Zakircan Furkat (1859-1909), Ubeydulla Salihoğlu Zevkî (1853-1921), Osman Hoca Zarî (1839-1916); Fergana Vadisinden Muhayyir (1842-1918), Namanganlı Nedim (1844-1909), İbret (1862-1937), Sufizade (1869-1937); Andicanlı Abdurezzak Bimî (1847-1918); Hocandlı Taşhoca Asrî (1864-1916); Sayramlı Yusuf Sayramî (1840-1912); Taşkentli Kerimbek Kamî (1865-1922), Siraciddin Şevket (1882-1934) gibi şair ve yazarlarla karşılaşmaktayız. Bu şairlerin bir kısmının Kokan’da edebî sohbetler için sık sık bir araya geldikleri bilinmektedir. O dönemde Semerkant’ta Abdulazim Sipandî(1829-1909), Sıddıkî Aczî (1864-1927), Seidahmed Vaslî (1870-1925) gibi edipler mevcuttu.

Çolpan yeni Özbek şiirinin, Kadirî Özbek romancılığının temelini oluşturdu. Fıtrat’ın, tiyatro eserleriyle drama türünün en güzel örneklerini verdiğini ve Özbek edebiyatşinaslığının temelini attı.

Avlanî’nin “Edebiyat yahut Millî Şiirler” (1909), Seid Ahmet Vaslî’nin “Millî Şiirler” (1912), Sıddıkî Handeylikî’nin “Tuhfe-i Şevket” (1913), “Sevgat-i Şevket” (1914) ve “Bezm-i İşret (1914), Hacı Muin’in “Gülistan-ı Edebiyat” (1914) kitapları yeni Özbek Edebiyatı’nın ilk örnekleridir.

Behbudî’nin 1911 yılında yazdığı ve 1913 yılında yayınlanan “Pederkuş” draması ise Özbek dramasının ilk örneğidir. Sonraları Abdurrauf Şehidî’nin “Felaketzade” (1911), Mirmuhsin Şermuhammedov’un “Beferzend Açildibay” adlı realist dramaları gibi tiyatro eserleri yazılmıştır.

1905-1917 yılları kısa, ama çok önemli sosyal ve siyasî olayları içine alan bir dönemdir. 1905-1907 Birinci Rus Revolyutsiyası, 1917 Şubat Burjuva Devrimi ve Ekim İhtilali vücuda gelmiştir. Edebiyatı o güne kadar tanımadığı roman, makale, eleştiri vb. türleri işlenir. Günlük yaşamla ilgili olaylara, toplumcu görüşlere yer verilir. Gazeteler, halka okuma sevgisi ve alışkanlığı vermeye çalışır. Halkı aydınlatmaya yönelir. Tiyatro, bu akımı pekiştirir.

Cedit edebiyatında görülen şekil değişiklikleri, “öz”ün değişmesinden doğar. Nesir ve nazımda konu alanı genişler. Halka halk diliyle hitap etmek düşüncesi uyanır. Vatan, millet sevgisi işlenir. Çeviri edebiyatı bu dönemde görülür. Cedit edebiyatı yerli kaynaklardan beslenmekle kalmaz, batıdan ve Türk edebiyatından yararlanır.

Yirminci yıllarda “proletar” edebiyatı oluşturma yolunda atılan adımlar sosyalist edebiyatı yaratma şekline dönüşmüş ve 1934 yılında Moskova’da toplanan Şura Yazarlarının I. Kurultayı ile sonuçlanmıştır. Kurultayda alınan kararlar doğrultusunda diğer cumhuriyetlerde olduğu gibi Özbek edebiyatında da yeni bir dönem başlamıştır. Sosyalist realizm esasına dayanan bu edebiyatın iki farklı yönde geliştiğini görmekteyiz. İlki yirminci yıllarda ortaya çıkan çeşitli edebî akımlardır ki, bunlar otuzlu yıllarda varlığını devam ettirmişlerdir. Otuzuncu yılların ortalarında edebiyatta çok seslilik yavaş yavaş yerini tek sesliliğe bırakmaya başladı.

Edebiyattaki ikinci küçük dönem savaş yıllarını kapsamaktadır. Gerçi bu dönemde de yukarıda belirtilen yöneliş devam etse de, savaş edebiyatın tüm alanlarına mührünü vurmuştur. Yalnızca konu ve gaye değil, belki kahraman tipini de değiştirdi. Bu bir taraftan, Özbek edebiyatını zamanevi konulara yaklaştırması, yaşanılan anın problemleri ile ilgilenme imkanı vermiş; diğer taraftan, seferberlik edebiyatı ile bedii yönden ilerlemeye zemin hazırladı.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında, edebiyat politikasında değişiklikler meydana geldi. Türkistanlıları, Rusya’yı işgal eden Almanlara karşı savaşa seferber edebilmek için millî konuların, tarihî şahsiyetlerin edebî eserlerde konu olarak işlenmesine izin verildi. Hamid Alimcan, Aybek ve Maksud Şeyhzade tarihî roman ve piyeslerini bu yıllarda kaleme aldı. Savaştan sonra sanat eserlerinde Sovyet hayatını ve Sovyet insan tipini yüceltme politikasına yeniden dönüldü. Bu doğrultuda eserler vermek istemeyen şair ve yazarlar siyasî suçlu sayıldı ve hapsedildiler. Tarihî hayatı ve gelenekleri terennüm eden “Alpamış” destanı, zararlı adetleri ve feodal burjuva ahlakını aşılayan bir eser olarak değerlendirildi. Bu yıllarda Gafur Gulam, Uygun, Zülfiye, Mirtemir, Aybek, Askad Muhtar, Abdulla kahhar gibi şair ve yazarlar eserler verdi.

Ellili yılların ortalarında; uzun bir süre devam eden totaliter düzenin edebî alandaki siyaseti, sanatçıları izleme ve hapsetme politikaları tenkit edilmeye, ülkede özgürlük rüzgarları esmeye başladı. Stalin’in ölümünden sonra demokratik hareketler başladı, kanunları yürürlüğe geçirme yolunda adımlar atıldı. Bu arada Komünist partinin 1956 yılında toplanan yirminci kurultayı tarihî bir rol oynadı. İç ve dış siyasette eski ölçütler dikkate alınmaya başlandı. Otuzlu, kırklı yıllarda ortaya çıkan ve kullanılan memurî buyrukbazlık usulleri ortadan kaldırılmaya, insanperverlik idealleri esas alınmaya çalışıldı. Manevî yönden zorbalık, acımasızlık siyaseti yumuşatılıp, çok saf, temiz iklim hakimmiş gibi bir hava estirildi. Özgürce eserler verme, gerçekleri söyleme ve kendini ifade etme imkânına kavuşuldu. İlmî gelişmeler, uzayın keşfiyle ilgili ciddi başarılar elde edildi. Halkın maddî durumu düzelmeye başladı.

Özbekistan’da manevî-edebî hayatın düzelmesi için ciddi tedbirler alındı. Abdulla Kadiri, Osman Nasır, Sufizade, A. Süleyman Çolpan, Abdurauf Fıtrat gibi “temizlik harekatı” kurbanı olan sanatçılara atılan iftiralar ve suçlar kaldırıldı, isimleri aklandı. Abdulla Kadiri, Osman Nasır ve Sufizade’nin eserleri yeniden okuyucuların hizmetine sunuldu. Kırklı yılların sonu, ellili yılların başlarında hapsedilen M. Şeyhzade, Şuhret, Şükrulla, Said Ahmed gibi edipler suçsuz bulunup, yeniden eserler vermeye başladılar. Abdulla Kahhar, Mirtemir gibi büyük şair ve yazarlara karşı düzenlenen komplolar, atılan iftiralar kısmen de olsa engellendi. Kültürel mirasa yaklaşımdaki bazı hatalar -Alpamış Destanı’nın asılsız karalanması gibi- düzeltildi. Edebiyat nazariyesinde geleneksel bakış açısı, sosyalist realizmin tek taraflı, dar değerlendirmeleri eleştirilmeye başlandı.

Yayıncılık bir hayli gelişti. “Gafur Gulam Namındaki Edebiyat ve Sanat Neşriyatı”, takiben “Yazuvçı”, çocuk ve gençlere yönelik eserlerin oluşturulmasında önemli bir rol oynadı. “Özbekistan Medeniyeti”, günümüzdeki adı ile “Özbekistan Edebiyatı ve Sanatı” gazetesi yayımlanmaya başlandı. “Gülistan” dergisi yeniden düzenlendi; “Şark Yılduzı” dergisinin hacmi genişletildi, tirajı arttı. Seksenli yıllara gelindiğinde “Yaşlık”, “Yaş Güç” dergileri bunlara ilaveten çıkmaya başladı. XX. asır yeni Özbek Edebiyatının en büyük, en güzel örneklerinin, çok ciltlik seçme eserlerinin, antolojilerinin birçok baskısının yapıldığı görüldü. Hamza, Aybek, Gafur Gulam ve Hamid Alimcan’ın en güzel eserlerinin bir araya getirildiği kitaplar Özbekistan’ın kültürel hayatındaki önemli olaylardan biri oldu.

Bu ve benzeri güzel unsurların, Özbek edebiyatına nispeten rağbet ve itibar sağlaması sebebiyle; söz sanatında, edebî düşüncede canlanış, yeni bir uyanış, yükseliş başladı. Orta yaş grubuna mensup Aybek, Gafur Gulam, A. Kahhar, Uygun, K. Yaşin, Zulfiye, Mirtemir, M. Şeyhzade değişen şartlar münasebetiyle büyük bir gayretle yazmaya devam ettiler. Aybek hastalığı ağırlaşmasına rağmen kısa zamanda “Kuyaş Karaymas”(Güneş Kararmaz), “Uluğ Yol”(Ulu Yol), “Balalık” (Çocukluk) gibi manzumeler, “Devrim Cerahatı” (Devrim Yarası) gibi keskin ve sivri bir dille günlük siyasî sosyal meseleleri ele alan eserler, destanî onlarca felsefî-lirik şiirler ilmî, edebî, tenkidî makaleler yazdı. Abdulla Kahhar “Sinçalak” (Serçe), “Toyda Aza” (Düğünde Matem), “Dehşet”, “Tabuttan Tavuş”(Tabuttan Ses) gibi halkı derinden etkileyen Özbek edebiyatının önemli eserlerini kaleme aldı. Ş. Reşidov, Şuhret, Said Ahmed, Şükrulla, A. Muhtar ve Mirmuhsin gibi edebiyat dünyasına otuzlu yılların başlarında giren sanatçılar eserler vermeye başladılar. İşte bu güzel, ümit verici değişim rüzgârlarının tesiriyle yetişen S. Zünnunova, A. Yakubov, P. Kadirov ve onlarla aynı dönemde edebiyat dünyasına giren E. Vahidov, A. Aripov, Ö. Umarbekov, Ş. Halmirzaev, Ö. Haşimov, H. Tohtabaev, A. Matcan gibi yetenekli isimler Özbek edebiyatının gelişimine yeni bir soluk getirmişlerdir.

Edebî alanda çok sayıda tercüme yapıldı. Dünya edebiyatının önemli eserlerinden J. W. Göthe’nin “Faust”unu şair E. Vahidov; S. Esen’in “İran Teraneleri”ni A. Aripov; Dante’nin “İlahi Komedi”sini başarıyla tercüme etti. Yeni Türk edebiyatından da tercümeler yapıldı. R. N. Güntekin’in “Çalıkuşu” romanı M. İsmail tarafından Özbekçeye aktarıldı. R. Parpi, Nazım Hikmet’in “İnsan Manzaraları”nı; M. Kahimov ise Aziz Nesin’in hicvi hikayelerini Özbekçeye aktardı. Özbek okurları arasında büyük bir üne sahip W. Sheakespir’in dramaları da orijinalinden Özbekçeye çevrildi.

Edebiyat ilminde, özellikle sosyalist realizm nazariyesini değerlendirme ve öğrenmede belirli değişiklikler ortaya çıktı. Metotlar konusunda şiddetli tartışmalar yaşandı. Sosyalist realizmin açık bir sistem olduğu şeklinde yapılan değerlendirmelerin hakim olduğu dönemlerden sonra, altmışlı yıllarda bu bakış açısı eleştirilmeye başlanmıştır. Bu eleştiriler sosyalist realizmin dar, dogmatik yönünün vurgulanmasıyla değerlidir. Bu nazariye o dönem edebiyatındaki cesur arayışları, en güzel edebî eserleri korumayı hedeflemesiyle önemlidir.

Bu devir edebiyatında şekil yönüyle bazı değişiklikler oldu. Öncelikle kırklı yıllarda hayattan kopan, hayatı süsleyip püsleyerek tezatlardan uzak gösteren, övgülere boğulmuş edebiyat gerçek hayata yöneldi. Olayları olduğu gibi, tüm karmaşasıyla gösterme eğilimi arttı. Edebiyat konu bakımından epey genişletildi. Sovyet hükümetinin geçtiği yolları tenkit; inkılap devri, otuzlu yıllar, faşizme karşı verilen savaş, II. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönem ve gerçekleri, önemli şahsiyetlerin arkasına saklanma, tutuklamalar sebebiyle Özbek insanının başına gelen külfetler gibi konularda eserler verildi. Zamanevî konulardaki eserlerde hayatın muammaları ortaya konulmaya başlandı. Edebiyatta insanın iç dünyasına merak, onun dertlerine ortak olma duygusu güçlendi. Bu sebeple eserlerde ruhî-psikolojik tahliller arttı, yapıtlar dramatik bir şekil kazandı. Kısacası, edebiyatta realistik prensipler yeniden gündeme getirilip, edebî sanatlar tüm canlılığıyla eserlerde yer almaya başladı, şekil ve üslup çeşitliliği için imkanlar doğdu. A. Kahhar’ın “Sinçelek”(Serçe); Mirtemir’in “Suret”; M. Şeyhzade’nin “Mirza Uluğbek”; Pirimkul Kadirov’un “Üç Yılduz”, “Kara Közler”; Seyid Ahmed’in “Ufk”; Şühret’in “Altın Zenglemes”; A. Muhtar’ın “Togulış”(Doğuş), “Çınar”; A. Yakubov’un “Mukaddes”, “Bir Feleton Kıssası”; Mirmuhsin’in “İskenderiye Körfezi”, “Ümid” adlı eserlerinde ve Aybek, M. Şeyhzade, Zulfiye, Mirtemir, Şuhret, S. Zunnunova’nın şiirlerinde bu tür yenilikler açıkça görülmeye başladı.

Zülfiye, Özbek edebiyatının dünya çapında tanınan ilk kadın şairidir. “Nehru” ve “Nilifer” ödülleri sahibi olan şairin eserlerinde bir taraftan kabiliyetli bir özgürlük arayışçısı diğer taraftan pencere kenarına oturup eşini, çocuklarını bekleyen saf bir kadın görülmekte. !934 yılından başlayarak Kamil Yaşen, ders veren piyesler yazmaya başladı. Onun Muzaffer Muhammedov ile yazdığı “Gülsara”, “Namus ve Muhabbet”, “Nurhan” ve “Aftabhan” gibi eserleri devrin çelişkilerini açıp gösterirdi.

Kırklı yılların şair ve yazarları Komünist Partisi’nin ortaya koyduğu; “Partiye bağlılık, Mefkure saflığı, halkçılık, realizm, Sanatkarlık ve Mücadelede vatanperverlik” ilkeleri etrafında cephelere gönderildiler. Bu sanatçılar arasında İbrahim Rahim, Edhem Rahmet, Gafur Gulam, Behram Rehmanov, Hasan Seyidov, İlyas Müslüm yer almaktadır.

Savaş, Özbek-Sovyet yazarlarını birleştirdi. Onlar kısa sürede partinin istekleri doğrultusunda birçok eser yazıldı. Hamit Alimcan’ın “Ana ve Oğul”, “Silah Götür Eline”, “Yeginlik” eserleri okuyucunun ilgisini arttırdı. Uygun’un cepheye yardım çağrısı amacıyla yazdığı “Güleyşe Nar” şiiri dönemin özelliklerini göstermesi bakımından dikkat çekicidir.

Edebiyat dünyasındaki bu estetik değişiklikler altmışlı yılların ortalarından itibaren özellikle yetmişli yıllara gelindiğinde ciddi problemler, engellemelerle karşılaştı. Öncelikle yukarıdan başlayan pek çok iyi teşebbüs ve kabul edilen kararlar kâğıt üzerinde kaldı. İktisadî, manevî düzensizlik, dağınıklık güçlenmeye başladı. Ülkede ağır bir durum ortaya çıktı. Sovyetlerin bağımsız Afganistan’a çeşitli bahanelerle girmesi ve Afganistan savaşında başarısızlığa uğraması komünist rejimin çöküşünü hızlandırdı. Sovyetlerin dünyadaki itibarını azalttı. Bu yıllarda debdebeli bir hayat, halkı aldatma, göz boyama, yetkiyi kötüye kullanma, hırsızlık, alkolizm gibi hastalıklar arttı. Millî meseleleri halletmede gösterilen başarılar olumsuz bir şekilde değerlendirildi. Millî münasebetler ufak tefek, küçük işler, debdebelik olarak değerlendirildi. Milletlerin, millî dillerin kullanımı hakkındaki fikirler, Rusçanın rolü meselesi geniş ölçüde kitlelere yayıldı, benimsetildi. Sonuçta millî dillerin konumu ve istikbali önceki durumuna göre geriledi. Halkın millî, medenî değerleri, ümitleri hor görülmeye, aşağılanmaya başlandı. Bu durum halk arasında belirgin bir hoşnutsuzluk yarattı.

Bu tür olumsuz durumlar, olaylar Özbekistan’da da hayli çoğaldı ve bazı alanlarda felakete sebep oldu. En kötüsü, pamuk üretimi o kadar arttırıldı ki, iktisadî, ekolojik ve manevî alanlarda çeşitli zararlara yol açtı. Meyve ve sebze üretimi durdu. Aral gölü kurudu, toprağın verimi düştü. Zararlı ot ve böceklere karşı kullanılan tarım ilaçları yüzünden kanser ve benzeri hastalıklar arttı. Tarımda çalışan Özbek kadınları arasında düşük doğum oranı ve bebek ölümleri çoğaldı. Öğrencilerin zamanının büyük bir kısmı pamuk tarlalarında geçti.

Seksenli yılların ortalarından itibaren Sovyetler Birliği’nde hayat şartlarında köklü değişimler meydana geldi. “Kayta Kuruş”(Yeniden Düzenleme), “Paklanış”(Temizlenme), “Aşkarelik”(Açıklık), “Demokratikleştiriş” (Demokratikleşme) denilen akımlar esnasında ülkedeki reel durum, sosyalist toplumun yaşadıkları olaylar, geçen yıllar boyunca olanlar ciddi bir şekilde eleştirilmeye başlandı. Ekim Devrimi’ne, Sovyet Devleti’ne, Bolşevik liderlerin kişiliklerine, atılan her adıma ve harekete ait yeni tarihî belgeler yayınlandı. Sonuç olarak Şuralar tarihine ait açılan yeni kanlı sayfalar, binlerce günahsız, suçsuz insanın cesetleri üzerinde zorbalıkla kurulmuş ve halka ağır yıllar geçirtmiş sosyalist düşüncenin çöküşe doğru gittiği artık sır olmaktan çıktı. Komünist parti, Sovyetler Birliği yönetiminin girişimi ile toplumu yeniden düzenlemeye, durumu iyileştirmeye çalışsa ve çeşitli tedbirler alsa da tarihî süreci durduramadı. Toplumdaki çöküş günden güne arttı. Ortaya atılan “Hayırlı tedbirler” daha fazla istenmeyen sonuç doğurdu. Mesela Özbekistan’da suçlara karşı alınan tedbirler “Özbek işi” diye adlandırılmış, eşi benzeri görülmemiş kanunsuzluklar, toplu tutuklamalarla sonuçlanmıştır.

Günümüz şiirinde belli başlı eğilimleri belirleyen Abdulla Aripov, Erkin Vahidov, Rauf Parfi, Hurşid Devran, Halime Hudayberdiyeva, Aman Matcan, Şevket Rahman, Osman Azim, Abduveli Kütbiddin, Eşkabil Şükürov, İkbal Mirza, Zeba Mirzaeva gibi şairlerin son yıllarda yazdıkları şiirleri de Goethe’nin fikirlerini tam olarak destekleyici niteliktedir. Bugünkü şiir hayatın kendisi kadar renkli, karmaşık, ananevî ve beklenmeyendir. Hurşid Devran, Mirza Kencabek gibi sanatçılar yüz yıllardan sonra bağımsızlığa kavuşan fakat hür düşünmeyi unutmaya yüz tutmuş halkı bilinçlendirmek için atalarının ruhundan medet ummuş; Şevket Rahman, Halime Hudayberdieva komünist emperyalizmin kurbanlarından ibret almaya ve dertleri paylaşmaya davet etmiş; Erkin Vahidov, Azam Öktemler de “yukarıdakiler mutlak hakim, aşağıdakiler baş eğici” düsturunun hakim olduğu bir zamanda sersefil dolaşan kayserliği eleştirdi. Milletin derdine ortak olan, halkı anlayıp, onların çözemediği sorunlar üzerinde düşünen şairlerin eserlerinde evlatlık duygusu, cömertlik hissi açıkça ortaya çıkmakta. Bu yönden Osman Azim, Hurşid Devran, Mirza Kencebek gibi ediplerin eserleri dikkat çekicidir:
Yetmişli yılların sonunda edebiyat dünyasına katılan bir grup nasır çeşitli ve renkli tecrübelerini eserlerine yansıttı, özellikle yeni nasirler, nesir türünde ciddi başarılar elde edilmeye başlandı.

Hikayecilikte esas alınan içerik ve şekil tekdüzeliğinden kaçış, psikolojik tahlillerin çeşitli usullerine müracaat, bu türün imkanlarına yeni bir ümit doğurdu. Onlarca hikaye arasında Askar Muhtar’ın “Çadır Hayal”, Şükür Halmirzaev’in “Gök Deniz”, “Üstaz”; Hayreddin Sultanov’un “Gulamgardış” (İçeriden dışarıyı ayıran engel); Erkin Azamov’un “Bağbalalık Kökaldaş”, “Hu”; Hurid Dostmuhammed’in “Cecmen” (genellikle beş altı yaşlarındaki kızlar için kullanılan küçük ve güzel), Nurilla Atahanov’un “Ak bina akşamları” gibi eserleri özellikle dikkat çekicidir. Onlarda millî şuursuzluktan başlayıp divane aşıklığa kadar, atadan evladına geçen kulluk psikolojisinden, kendini arayan adamın haleti ruhiyesine kadar çeşitli ruh tahlilleri yapılmaya başlandı. A. Muhtar’ın “Çadır Hayal” hikayesinde millî, manevî mankurtluk durumu aydınlatılmaya çalışılırken, H. Dostmuhammed esaret, iktisadî ve manevî talan tarihini “Cecmen” adlı eserinde ortaya koydu.

Seksen ve doksanlı yıllarda onlarca kıssa yazıldı ki, onların baş kahramanları genellikle toplum tarafından itilmiş, kıyıda köşede kalmış kişilerden seçildi. Fakat bu adamların kalbinde coşan duyguların, fırtınaların tasvir ve tahlili şunu tekrar gösterdi ki; baş kahraman seçiminde asıl ölçü onun toplumdaki yeri değil, belki sanatçı olarak niyetini tam ve inanılır bir şekilde vermeye uygun olup olmadığıdır. Bu hikayelerde kahramanlara verilen isimlerle de müellifler onların kaderleri hakkında okuyucuya ip uçları verdiler. Mesela; Elçiev (E. Azamov, “Cevap”); Elamanov (Murat Muhammed Dost, “İstifa”); Ziyadulla Kal, Kaplanbek, Aymama (Toğay Murad, “At Kişnegen Akşam”, “Aydında Yürüyen Adamlar”), Gulam (Hayriddin Sultanov “Gönül Azadedir”) vb. Bu kahramanların ekseriyeti öyle ya da böyle toplum tarafından horlanmış, haksızlığa uğramış ve bu duruma karşı mücadele edip, mağlup olmuştur. Ziyadulla (“At Kişnegen Akşam” hikayesinde) güpegündüz, herkesin gözü önünde gerçekleşen zorbalığa dayanamayıp, bir insana yardım ettiği için oğlu yaşındaki gençler tarafından tekmelenmiş, hiç kimseden hatta atından bile yardım isteyemeyecek duruma düşmüştür. “Cevap” romanında da kahraman Elçiev düzenin adamları tarafından mahvedildiği gibi etrafındakilere yalnızca iyilik dileyen bu adamın adı ve itibarı da yok edilmiştir.

Seyid Ahmet, Özbek edebiyatında hiciv türünün nadir ustalarından biridir. Onun hikayelerinde, romanlarında ve tiyatrolarında, Özbek halkına has iyimser bakış açısı bazen kara mizah türüne dönüşen bir hiciv, insan ruhunun okşayan bir lirizm dikkati çekmektedir. “Leylek keldi” hikayesi, savaş yıllarını anlatan bir hikayedir. Bu Seyit Ahmet’in hikaye türündeki başarısını göstermesi bakımından önemlidir.

Tarihî konularda da bir çok eserler yazıldı. Abdulla Aripov’un “Sahipkıran” manzum draması, Töre Mirza’nın “Sahipkıran Timur”; Salahiddin Sirajiddinov’un “Tomaris” ve “Figan”; Şuhret Rızaev, Nevai’nin “Sed-i İskender” destanından etkilenerek yazdığı “İskender” oyunları bunlardan birkaçıdır.

Toplum hayatının temizlenmesinde açık olarak yapılan tenkit ne kadar önemli bir yere sahipse, söz sanatının gelişiminde de edebî tenkit o kadar önemlidir. Seksenli doksanlı yıllarda edebî tenkit saf edebiyatşinaslık dairesinden çıkıp ciddi tarihşinaslık, toplumculuk ilmine dönüştü. Genel, sosyal, siyasî dünya görüşünün gelişiminde önemli bir unsur oldu. M. Behbudi, A. Avlani, Mustafa Çokay, A. Çolpan, A. Fıtrat, Hamza, Abdulla Kadiri, Abdulla Kahhar, Osman Nasır gibi sanatçıların takdiri ve eserlerini yeni bir bakış açısıyla değerlendiren ciddi çalışmalar son dönemlerde yazıldı ve yazılmaya devam etmekte. Azat Şerafettinov’un “İstiklal Fidaileri: Mustafa Çokay, Çolpan, Atacan Haşim”; Naim Kerimov’un “İstiklal Fidaileri: Osman Nasır”; Ömerali Narmatov’un “Kadiri Bağı”; Begali Kasımov’un “İstiklal Fidaileri: Meslekdaşlar”; Uluğbek Dalimov’un “İstiklal Fidaileri: İshakhan İbret”; İslam Osmanov’un “Kanat ve Kanaat” eserleri bunlar arasındadır. Ayrıca Hamidulla Baltabaev’in, “Fıtrat’ın hayatı ve eserleri hakkındaki çalışması, Dilmurad Kurban’ın Çolpan’ın şiiri ve şiir anlayışına yönelik çeşitli makale ve kitapları, Narbay Hudayberganov, İbrahim Gafurov, İbrahim Hakkul, Sultan Murad Alimov, Rahimcan Rahmet gibi edebiyatşinasların Millî Uyanış Devri Özbek Edebiyatına ait çeşitli konulardaki makaleleri ile Özbek edebiyatşinaslığı ve edebî tenkidin bugünkü şeklini almasında önemli bir rol oynamaktadır.

Kaynakça:

1. Munis. İlk Divan. ÖZFAŞİ, Kolyazmalar Fondi, No. 1330
2. Munis. Tanlangan Eserler. T. Bedii Edebiyat, 1957
3. Özbek Edebiyatı Tarihi. IV. Cilt Taşkent. Fen Neşriyat, 1978
4. Nusratulla Ataullaoğlı Cumahoca “XVII-XIX. Asır Hive Edebi Muhiti
5. Agahi. Eserler. 4 cilt Taşkent, 1971-1980 Edebiyat ve Sanat neşriyat
6. Munirov, K. Munis, Agahi ve Beyaninin tarihi eserleri, Taşkent, Fen, 1960
7. Timur Kocaoğlu “Çağdaş Özbek Edebiyatı”, Türk Dünyası El Kitabı 3. Cilt
8. Johannes Benzing “Philologiae Turcicae Fundamenta II.,Wiesbaden. 1964.
Quo vadis?

Benzer Konular

21 Şubat 2017 / Ziyaretçi Cevaplanmış
8 Ekim 2008 / GÜLGECELER Türk ve İslam Dünyası
8 Kasım 2016 / Misafir Cevaplanmış
21 Haziran 2012 / Misafir Soru-Cevap
20 Şubat 2017 / Misafir Cevaplanmış