Arama

Türk - İslam medeniyeti hakkında bilgi verir misiniz?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 12 Mart 2011 Gösterim: 16.321 Cevap: 10
GodWartime - avatarı
GodWartime
Ziyaretçi
18 Mart 2009       Mesaj #1
GodWartime - avatarı
Ziyaretçi
Türk islam kültür medeniyetinin dünya kültür islam medeniyetine etkisi nedir ?
EN İYİ CEVABI Keten Prenses verdi
Türk ve İslam Uygarlığının, Bilim ve Teknolojiye Olan Katkıları

Sponsorlu Bağlantılar
Medeniyet, dünyadaki bütün milletlerin ortak malıdır.Her toplumun bugünkü medeniyet çizgisinde az olsun çok olsun bir payı vardır.Sadece bu pay Avrupalılara ait değildir.Bu medeniyet paydasında Çin,Mısır, Hint, Roma, v.b. Medeniyetlerin de bir payı vardır.Medeniyet yarışı uzun koşulu bir bayrak yarışına bezer.Ortaçağda bu bayrağı İslam Medeniyeti almış olup sonra gerileme dönemine girince bu bayrağı Batılılar almıştır.Batı bugünkü seviyesine sadece kendi kendilerine gelmemiştir.Müslüman bilim adamlarından bir çok sahada etkilenmişlerdir. Bilim alanındaki keşiflerin bir çoğu, 9. yüzyıldan 14. yüzyıla kadar uzanan dünya tarihinde , dönemin en ileri uygarlığı olan "İslam Uygarlığı"nın ürünüdür. Akıla ve bilgiye dayanan bu uygarlık, dünyanın bugün sahip olduğu pek çok değere de kaynaklık etmiştir.
Kur’an'da, evrenin yaratılışı ve kainatın düzeni ile ilgili ayetlerin bildirilmesi, İslam’da akla, bilgiye ve bilgi sahibi olmaya büyük önem verilmesi, doğada Allah'ın varlığının delillerinin görülmesi, evrendeki her nesne ve varlığın birbirine olan uyum ve bağlılığı; Ayrıca toplumsal yaşantının getirdiği ihtiyaçtan kaynaklanan ( Oruç, namaz vakitleri için Astronomi v.b.) sebeplerle söz konusu dönemde bilimsel ilerleme Müslümanlarda görülmüştür.
Teknik ilimler, tıp, astronomi, cebir ve kimya gibi birçok alanda önemli neticeler elde eden Müslüman bilim adamları, medeniyet ve kültür sahasında kısa zamanda kendilerini tüm dünyaya kanıtlamışlardır. Buluşlarıyla uygarlığa vesile olan Müslümanlar, ilerlemenin yolunu açmışlardır.Batı’daki Rönesans ve Reform hareketlerine öncüllük etmişlerdir. ( Prof.J.Risler “Müslüman astronomistler, matematik alimleri derecesinde Rönesans’ımıza tesir ettiler.” -E.F.Gautier “ Yalnız Cebir değil, diğer matematik ilimlerini de, Avrupa kültür dairesi, Müslümanlardan almış olduğu gibi, bugünkü Batı matematiği gerçekten İslam matematiğinden başka bir şey değildir.”)

Müslüman bilim adamları öncelikle, bilim evrensel olduğu için – İlim Çin’de dahi olsa gidip alınız.(Hadis) - Batı'da Roma ve Doğu'da başta Çin olmak üzere, diğer devletlerde geliştirilen bilim ve teknolojiyi rehber almışlar ve önemli kaynakları tercüme etmişlerdir. Bu bilgi birikiminin içinden imanî ve teknik anlamda yanlış ve tutarsız olan noktaları çıkartarak, kendilerine fayda sağlayacak duruma getirmişlerdir. İlk adım niteliğindeki çalışmalarının ardından, elde ettikleri bilgileri değerlendirip yorumlayarak bilim ve teknolojiye özgün olarak katkıda bulunmaya başlamışlardır. Beşinci yüzyılın ikinci yarısında doğup gelişen İslamiyet, deneye ve gözleme dayalı bilimin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.
İslam Tarihi'ne baktığımızda, Kuran'la birlikte Ortadoğu coğrafyasına bilimin de girdiğini görürüz. İslam öncesindeki Araplar, türlü batıl inanışa ve hurafeye inanan, evren ve doğa hakkında hiçbir gözlem yapmayan bir toplumdur. Ancak İslam'la birlikte bu toplum medenileşmiş, bilgiye önem verir hale gelmiş ve Kuran'ın emirlerine uyarak evreni ve doğayı gözlemlemeye başlamıştır. Sadece Araplar değil, Türkler, Kuzey Afrikalılar gibi pek çok toplum, İslamiyet'i kabullerinin ardından aydınlanmıştır. Kur’an'da insanlara öğretilen akılcılık ve gözlemcilik, özellikle 9. ve 10. yüzyıllarda büyük bir medeniyetin doğmasına yol açmıştır. Bu dönemde yetişen çok sayıda Müslüman bilim adamı, astronomi, matematik, geometri, tıp gibi bilim dallarında çok önemli keşifler gerçekleştirmiştir. Tıp ve eczacılıkta İbn-i Sina ve Razi gibi alimler, anatomi ve tedavi alanına pek çok yeni bilgi eklerken ; tarih ve coğrafya bilimlerinde İbn-i Haldun, İdrisi ve Taberi gibi pek çok İslam âlimi, bilimsel teorilerde önemli ilerlemeler kaydetmişlerdir. Özellikle optik alanında, on birinci yüzyılda İbn-i Heysem, bu bilim dalını tek başına yeniden inşa etmiştir.



İslam dünyasında yetişen bilim adamlarından * Cabir Bin Hayyan, “'Kimyasal maddeleri, uçucu maddeler, uçucu olmayan maddeler, yanmayan maddeler ve madenler'” olarak dört grupta toplar. Cabir Bin Hayyan'ın bu çalışması, modern kimyanın kurucusu olarak bilinen Lavoisier'e öncülük eder.



* El-Kindi, Einstein'dan 1100 yıl önce 800 yılında, izafiyet teorisi ile uğraşır. El-Kindi, “'Zaman cismin var olma süresidir, zamanla bilinebilen ve ölçülebilen hız ve yavaşlık da hareketin sonucudur. Zaman, mekan ve hareket birbirinden bağımsız değildir, göğe doğru çıkan bir insan ağacı küçük görür, inen insan ise büyük görür' der.



9. yüzyılda yaşamış olan * Sabit bin Kurra, astronomi alanındaki ilk büyük yeniliği gerçekleştirmiş Diferansiyel hesabı, Newton’dan önce belirlemiş, Geometriyi aritmetiğe ilk uygulayan kişi olmuştur. Bunlar, gerçekten zamanlarının çok ilerisinde çalışmalardır. Söz konusu çalışmaları ile bilim tarihine adlarını yazdıran Müslüman bilim adamları, çoğunlukla devlet tarafından maddi-manevi destek görmüş, teşvik edilmiş, halk arasında itibar kazanmışlardır.



* Ahmet Fergani,fen bilimlerinde, deneyle sabit olmayan bilgilere itibar edilmemesi gerektiğini söylemiş, enlemler arasındaki mesafeyi hesapladığı gibi, Dünya'nın eksenindeki ekliptik eğimi 23° 27' ilk defa en doğru şekilde hesapladı.



* El-Battani, Trigonometrik bağlantıları bugünkü kullanılan şekliyle formülleştirmiş, 877 yılından 929 yılına kadar sürekli astronomik gözlemler yapar; Tanjant ve Kotanjant'ın tanımını yaparak Sinüs, Tanjant ve Kotanjant'ın sıfırdan doksan dereceye kadar tablosunu hazırlar. J.Risler: “Trigonometrinin gerçek manada mucidi Battani’dir.”


* Ebubekir er-Razi, cerrahide dikiş malzemesi olarak ilk kez hayvan bağırsağını kullanır; tıp biliminde deney ve gözlemin çok önemli olduğundan bahseder.


* Ebü'l-Vefa trigonometriye "Sekant –Kosekant- tanjant-cotanjant" kavramlarını kazandırır. Gözün görülebilir cisimler doğrultusunda ışınlar yaydığını söyleyen Öklid ve Batlamyus'a karşı; “'Görülecek cismin şekli, ışık vasıtasıyla gözden girer ve orada mercekler vasıtası ile nakledilir' diyerek, yaptığı sayısız denemelerle 'göze gelen uyarıların görme sinirleri ile beyne iletildiğini' belirtmiştir.

* İbnü-l-Heysem ise optik biliminin öncüsüdür. Roger Bacon ve Kepler onun eserlerinden faydalanmışlar, Galileo onun eserlerinden faydalanarak teleskopu bulmuştur.

* el-Beyruni; Çeşitli maddelerin birbirinden ayırt edilme yollarından birinin, maddelerin özgül ağırlıkları olduğunu söyleyerek, sıcak su ile soğuk su arasındaki özgül ağırlık farkını tespit etmiştir. Galilei'den 600 yıl önce dünyanın döndüğünü kanıtlamış, Newton'dan 700 sene önce dünyanın çapını hesaplamıştır. Bu konuda ortaya attığı kanun, Avrupa’da “Beyruni Kuralı” diye bilinir. El-Beyruni, 973 yılında 'Bilimsel çalışmaların, deneylerle ispat edilmesi gerektiğini ve belgelere dayanmasının zorunlu olduğunu' söylemiştir.



* İbnu'n-Nefis, 1200'lü yıllarda, Avrupalılardan 300 sene önceden küçük kan dolaşımını keşfeder.




Bütün İslam ülkelerinde matematik, tıp, uzay bilimleri ve daha birçok ilimin okutulduğu eğitim kurumları, rasathaneler; dönemin en gelişmiş teçhizatları ile donatılmış hastaneler, herkese açık kütüphaneler bulunmaktaydı. 794 yılında Bağdat’ta ilk kağıt fabrikası kuruldu. Bağdat, Harran,İstanbul ve Endülüs başta olmak üzere Mısır, Kuzey Afrika ve Doğu Fırat çevresindeki birçok İslam şehrinde, eğitim sistemi ve ilim, söz konusu döneme örnek teşkil edecek düzeyde geliştirilmişti. Müslümanlar, yaşadıkları şehirleri uygarlık merkezleri haline getirmişlerdi. Bunlardan biri olan Kurtuba, hastaneleri, kütüphaneleri ve Orta Avrupa'dan öğrencilerin eğitim görmek üzere geldiği okulları ile Avrupa'nın en modern şehri olarak bilinmekteydi.
* El Cezeri XIII. yüzyılın başında, Diyarbakır Artuklu Sarayı'nda 32 yıl başmühendislik görevi yaptı. El Cezeri, su saatleri, otomatik kontrol düzenleri, fıskiyeler, kan toplama kapları, şifreli anahtarlar ve robotlar gibi, pratik birçok düzeni tasarlayan ve bunların nasıl gerçekleştirileceğini anlatan "Kitab-el Hiyal" adlı kitabın yazarıdır.
Cezeri, tarihte sibernetiğin kurucusudur. Sibernetik; haberleşme, denge kurma ve ayarlama bilimidir. İnsanlarda ve makinelerde bilgi alışverişi, kontrolü ve denge durumunu inceler. Bu bilim zamanla gelişerek bilgisayarların ortaya çıkmasına imkan tanımıştır. Sibernetik ve otomatik sistemlerin başlangıcı konusunda Fransızlar Descartes ve Pascal'ı; Almanlar Leibniz'i, İngilizler de R. Bacon'ı öne sürseler de, aslında Cezerî bunu ortaya koyan ve ilim dünyasına sunan ilk bilgindir.


* Hazinî, ölçü ve tartı teorilerine yaptığı katkı ile tanınır. Bilime yaptığı diğer bir önemli katkı da yerçekimi hakkındaki görüşleridir. Hazinî, Newton'dan 500 yıl önce, "her cismi yer kürenin merkezine doğru çeken bir güç" olduğunu söylemiştir. Roger Bacon'dan yüzyıl önce de, dünyanın merkezine doğru yaklaştıkça, suyun yoğunlaştığı fikrini ortaya atmıştır.
Hazinî, kimyasal maddelerin yoğunluk ve özgül ağırlıklarını ölçmek amacıyla icat ettiği hassas terazilerle, kimya bilimine de önemli katkılarda bulundu. Öyle ki, icat ettiği ve "Mizanü'l-Hikme" (Hikmet Terazisi) adını verdiği bu hassas terazi ile yaptığı yoğunluk ve ağırlık ölçümleri, günümüz teknolojisi kullanılarak yapılan ölçümlerden pek farklı değildir. Elementler ** **** Altın 19.05 19.26 Civa 13.56 13.59 Bakır 8.66 8.85 Pirinç 8.57 8.40

Demir 7.74 7.79 Kalay 7.32 7.29 Kurşun 11.32 11.35 Hazini , Zîc-i Sanacarî (Yıldız Kataloğu) adlı eserinde, yıldızlar ve gezegenlerle ilgili bilgilere ve Selçuklu Devleti'nin enlem ve boylamlarına da yer vermiştir. ‘Risale fi'l-Âlât' (Aletler Bilgisi) adlı kitapçığında ise gözlem aletlerini konu almıştır.

* Benu Musa kardeşler, Abbasi Halifesi Memun (M.S. 813-833) ve onu izleyen halifeler zamanında, matematiksel bilimlerin gelişmesi yönünde etkin rol oynamış kişilerdi. Topkapı Sarayı III. Ahmed Kütüphanesi'nde bulunan eserlerinde (A3474), sihirli kaplar, fıskiyeler, kandiller, bir dansimetre, bir körük ve bir kaldırma düzeninden bahsedilmektedir.

* Hârizmi 9. Yüzyıl'da Hârizm'de dünyaya geldiği için Hârizmî adıyla tanınan (Batı’da Al Gharasmus olarak anılan) ve büyük bir olasılıkla Türk olan Muhammed ibn Musa, Memun'un Bağdat'ta kurduğu Bilgelik Evi'nde bulunmuş ve bu kurumun kütüphanesinde matematik ve astronomi alanlarında araştırmalar yapmıştır. Aritmetik ve cebirle ilgili iki yapıtı, matematik tarihinin gelişimini büyük ölçüde etkilemiştir.
Harizmi,(780-850) Hint rakamlarına sıfır’ı bularak bu rakam sayesinde bugün kullandığımız rakamları oluşturuyor; ve bu sayede matematikte önemli bir çığır açılmış oluyordu. Logaritmayı ortaya koyan ilk kişidir. Hârizmî'nin cebirle ilgili yapıtı,(El-Cebir) 12. Yüzyıl'da Chesterlı Robert ve Cremonalı Gerard tarafından Latinceye (Al Gebra) tercüme edilmiştir. Yapıtların en ilginç yönlerinden biri, açıların, trigonometrik fonksiyonlarla ifade edildiğini gösteren bir takım tablolar ihtiva etmesidir. Bunların dışında, Hârizmî'nin yön bulmada kullanılan usturlabın biri yapımını ve diğeri de kullanımını anlatan iki eseri daha mevcuttur. Hârizmî, Batlamyus'un Coğrafya adlı yapıtını, ‘Kitâbu Sureti'l-Ard' (Yer'in Biçimi Hakkında) adıyla Arapça'ya tercüme etmiş ve böylece, Yunanlıların matematiksel coğrafyaya ilişkin bilgilerinin İslâm dünyasına girişinde önemli bir rol oynamıştır..



* Ali Kuşçu Semerkant Rasathanesi'nin Müdürlüğü'nü yaptığı sırada, Akkoyunlular adına Osmanlılarla barış görüşmelerinde bulunmak için İstanbul'a geldi. Fatih Sultan Mehmet'in büyük desteğini gördü ve Ayasofya Medresesi'nde görevlendirildi. Burada, Mirim Çelebi, Sarı Lütfü, Sinan Paşa gibi değerli bilim adamlarını yetiştirdi.
Bilhassa, astronomi ve matematik konularında çağının sınırlarını aşacak kadar önemli eğitim ve öğretim çalışmalarında bulunan Ali Kuşçu; Ayasofya Medresesi'nin çalışma programlarını da yeniden düzenlemiştir.
Semerkant Rasathanesi'nde iken bir Türk hükümdar ve bilim adamı olan Uluğ Bey’in ‘Zic-i Uluğ Bey' (Uluğ Bey'in Yıldız Kataloğu) adlı eserin hazırlanması için gerekli gözlem ve hesaplamaları yaptı. Söz konusu eser, çağının en ileri kurumsal matematik bilgilerini içerir.
‘Risaletü'l-Fethiye' adlı eseri ise 19. yüzyılda, İstanbul Mühendishanesi'nde (İstanbul Teknik Üniversitesi) ders kitabı olarak okutulmuştur. Bu eserde, gök cisimlerinin yere olan uzaklığına yer vermiş; ayrıca dünya haritasını da kitabının sonuna eklemiştir. Burada yer kürenin eksenindeki eğikliği 23°30'17" olarak tespit etmiştir. Bu, günümüz modern astronomi verilerine oldukça yakın bir tespittir. 15. yüzyılda yaşayan Ali Kuşçu Ay'ın ilk haritasını çıkarmıştır ve bugün NASA tarafından Ay'da bir bölgeye onun ismi verilmiştir.

* Şerafeddin Sabuncuoğlu Fatih Sultan Mehmet döneminin ünlü doktoru ve tıp bilginidir. ‘Mücerrebname' adlı eserinde, kendi deney ve gözlemlerine yer vermiştir. Asıl çalışma alanı cerrahlık ve deneysel fizyolojidir. ‘Cerrahiyatü'l-Haniye' eserinde, cerrahlıkla ilgili çalışmalarına yer vermiş ve yaptığı cerrahi müdahaleleri resimlerle tasvir etmiştir.

*Bursalı Ali Münşi Tıp bilimine yaptığı en önemli katkılardan biri ‘Kınakına' hakkındaki çalışmasıdır. Burada bu ağacın kabuklarının humma, sıtma gibi hastalıklara iyi gelmesi ile ilgili gözlemlerine yer vermiştir.

Fatih Sultan Mehmet’in Hocası *Akşemseddin , Pasteur'den yaklaşık 400 sene önce yaşayan ve ilk olarak mikropların varlığını keşfeden kişidir.

*Gıyaseddin Cemşid,(1429)Ondalık kesir sistemini bulan, Virgülü, aritmetik işlemlerde ilk defa kullanan kişidir.

* Ömer Hayyam, (12.y.y.) Newton’a dayandırılan binom formülünü cebire kazandıran kişidir.

* Ali Bin Abbas, 10. yüzyılda yaşamıştır ve ilk kanser ameliyatını gerçekleştirmiştir.

* Mağribi, bugün Paskal üçgeni olarak bilinen denklemi Paskal'dan 600 yıl önce bulmuştur.

* Sabit Bin Kurra , 9. yüzyılda yaşamış ve Newton'dan asırlar önce diferansiyel hesabını keşfetmiştir.

* İbn-i Sina (980-1037), Anatomik çalışmalar yapan Müslüman,Türk bilim adamlarının başında gelir. Daha çok küçük yaşta edebiyat, matematik, geometri,müzik, fizik, doğa bilimleri, felsefe ve mantık öğrenen İbn-i Sina sadece Doğu'da değil Batı'da da ünlenmiştir. En ünlü eseri olan El-Kanun fi't-Tıb, 12. yüzyılda Latince'ye çevrilerek Avrupa üniversitelerinde 19. yüzyıla kadar temel ders kitabı olarak kabul edilmiş,okutulmuş ve Avrupa’da bu kitap “Tıbbın İncil”i olarak ün yapmıştır. Bundan başka felsefe ve doğa bilimleri üzerine yüzden fazla eser vermiştir. El-Kanun'da söz edilen tıbbi bilgilerin büyük bir bölümü bugün dahi geçerliliğini korumaktadır.

*Ali bin İsa (?-1038)'nın üç ciltlik göz hastalıkları üzerine yazdığı “Tezkiretü'l-Kehhalin fi'l-Ayn ve Emraziha” isimli eserinin birinci cildi tamamen göz anatomisine ayrılmış olup çok değerli bilgiler mevcuttur. Bu eser daha sonraları Latince'ye ve Almanca'ya çevrilmiştir.

*el-Kazvini (1281-1350) ve *İbnü'n-Nefis'in anatomi üzerine olan çalışmaları modern tıp biliminin temelini atmıştır. Bu bilim adamları daha 13. ve 14. yüzyılda kalp ve akciğerler arasındaki bağlantıları ve atar
damarların temiz kan, toplar damarların kirli kan taşıdığını, kanın akciğerlerde temizlendiğini, kalbe dönen temiz kanın beyne ve vücudun diğer organlarına aort tarafından taşındığını göstermiştir.

*Piri Reis, O güne kadar çizilen haritalarda yanılma payları çok olmasına rağmen bugün uydudan çekilen dünyanın haritasını %99’u doğru %1 yanılma payı ile Coğrafya alanında bir baş yapıt olan dünya haritasını çizmiştir.

*İbn-i Haldun, Tarih ve sosyal alanda yaptığı çalışmalar ile ve özellikle “Mukaddime “ adlı esri ile Sosyoloji’nin kurucusu olmuştur. Modern Sosyoloji’nin kurucusu olan A.Comte’a öncüllük etmiştir.

M.K. ATATÜRK’ÜN ;“Bizim dinimiz en makul ve en tabii dindir.Ve ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur. Bir dinin tabii olabilmesi için akla, fenne, ilme, mantığa uygun düşmesi gereklidir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygun düşer.” İfadesindeki gibi İslam’da "din-bilim çatışması" yoktur. Özellikle İslam Dini akla ve bilime önem veren bir dindir.Dinin tarih boyunca bilime karşı olduğu, bilimin ancak din terk edildiğinde gelişebileceği gibi iddialar vardır.Oysa bilimin tarihine biraz göz atmak bile, bu iddiaların yanlışlığını görmek için yeterli olacaktır.Orta Çağda Allah’a inanan Müslüman bilim adamları sayesinde İslam medeniyeti bilimsel alanda ileri gitmiştir. Tarihe baktığımızda medeniyet adına eserler ortaya koyanların ister tek Tanrılı olsun ister çok tanrılı olsun, Tanrı’nın (Allah’ın) var olduğuna inanan ,Ateist (Tanrı’ya inanamayan) olmayan ve bir dine inanan toplumlardır.Bütün Arkeolojik kazılarda ve Tarih biliminin ortaya koyduğu sonuçlarda Tanrı’yı inkar eden, bir dine inanmayan topluma rastlanmamıştır.Toplumsal olarak değil sadece bireysel çıkışlarla ateist olanlar mevcuttur. Çin,Hint,Yunan,Mısır,Arap, Türk v.b. Medeniyetlerin hepsi bir dine,Tanrı’ya inanmışlar ve ortaya muhteşem medeniyetler, eserler (Efes,Ayasofya,Selimiye,Piramitler, Katedraller v.b……) bırakmışlardır. Yani özetle din, toplumları geri bırakmaz,medeniyete,bilime katkı sağlar ve sevgi,yardımlaşma,doğruluk,adalet v.b. noktalarda da toplumları bir arada tutar.

Bu konular 11.sınıf Din K.A.B. Ders kitabındaki müfredatta olan ünite konularıdır.

Kaynaklar: 9.10.11. Sınıf Din K.A.B. Ders Kitapları //// Diyanet İşleri Başkanlığı Kaynak Kitapları

Milli Eğitim-Din Öğretimi Genel Müdürlüğü ;Din Öğretimi,Eğitim,Bilim ve Sanat Dergisi,1985

T.C. Dokuz Eylül Üniversitesi. / İlahiyat Fakültesi Dergisi III.

Ayrıca Batı medeniyetine baktığımızda da, çağdaş bilimin doğuşunun yine Allah inancı üzerine kurulu olduğunu görürüz. Allah’ı inkar eden bazı bilim adamları olsa da "Bilimsel devrim çağı" olarak bilinen 17. yüzyıl, Din’de Reform hareketlerinin büyük bir etkisiyle Din dışlanarak değil reform edilerek Allah'ın yarattığı evreni ve doğayı keşfetme niyetiyle araştırma yapan bilim adamları ile doludur. Bu dönemde İngiltere, Fransa gibi ülkelerde kurulan bilim enstitüleri, "Allah'ın kanunlarını keşfederek O'nu tanımak" hedefini benimsemiştir. Aynı eğilim 18. yüzyılda da devam etmiştir. Newton, Kepler, A.Einstein, Kopernik, Bacon, Galilei, Pascal, Boyle, Paley, Cuvier, Mendel gibi isimler, bilim dünyasına önemli katkıları bulunan ve aynı zamanda Allah'a olan imanları ile tanınan bilim adamlarından sadece birkaçıdır.Ayrıca bu bilim adamlarına ışık tutan filozofların % 90’ı da Allah’ı inkar etmeyen,Ateist olmayan inançlı kişilerdir ( Aristoteles, Descartes, J.Locke, v.b.). Bu bilim adamları Allah'a inanan, dahası bu inançtan gelen şevkle bilim yapan kişilerdir. Bu gerçeğin göstergelerinden biri, 19. yüzyılın başlarında İngiltere'de düzenlenen ve "Bridgewater Treatises" olarak anılan bir dizi bilimsel yapıttır. Çok sayıda bilim adamı farklı bilim dallarında araştırma yapmış ve vardıkları sonuçları "Allah'ın evrende ve doğada yarattığı ahenk ve uyumun delilleri" olarak tanımlamışlardır. Bu bilim adamlarının kullandıkları yöntem de, "Allah'ı doğayla tanıma" anlamına gelen "Natural Theology" (Doğal İlahiyat) kavramıyla ifade edilmiştir.

KAYNAK


Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
18 Mart 2009       Mesaj #2
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
İslâm kültür ve uygarlığının batı dünyasına etkisi islam kC3BCltC3BCrAvrupa Haçlı seferlerinde İslâm topraklarını alamadı. Haçlılar bu seferlerde milyonlarca kayıp verdiler, fakat bir buçuk asırdan fazla süren bu sekiz Haçlı muharebesi Avrupa’nın İslâm medeniyetini tanımasına sebep oldu.
Haçlı seferlerinin, Avrupa’da iki büyük neticesi olmuştur: Orta çağda, maddî kuvvetler şövalyelerin, manevî kuvvet de Papalığın elinde idi. Krallar bu iki kuvvete karşı kukla durumunda idiler. Bu sebeple Batıda tam manasıyla devlet yoktu. Avrupa, Şarkta devlet gördü ve Haçlı seferleri, onları devletten mahrum eden o iki kuvveti sarsarak, krallar hâkimiyetine meydan verdi. (1)
Sponsorlu Bağlantılar


Garplılar yel değirmenlerini bu sayede öğrendiler. Kanallarla ziraat yapıldığını da bu seferlerde gördüler. Oyuklu ok, trampet, silâhlık, barut gibi askerî şeyleri de bu sayede elde ettiler. Müslümanların kullandığı rakamlar, ‘Chiffre Arab’ diye Garba bu seferlerden sonra geçti. Saatten ipekli kumaşa kadar her şey Garbın gözünü kamaştırıyordu. Garplılar, giyinmeyi bile Müslümanlardan öğrendiler. Gömlek mânâsına gelen “chemise” kelimesi Arapçanın “ kamis” kelimesinden alınmadır.

Araplar, Semerkant seferlerinde Türklerin kâğıt fabrikalarını gördüler. Abbasîler zamanında muhtelif beldelerde, Türk sistemi fabrikalar kuruldu. Avrupalılar kâğıdı Şam’da gördükleri için onun adına ‘karta Damasana’ dediler. (2)

Endülüs yoluyla Avrupa’nın istifadesi, çok büyük olmuştur. 771 yılında, Kuzey Afrika Müslüman kuvvetlerinin kumandanı Tarık İbni Ziyad, Musa bin Nasr’ın emriyle ve Berberîlerden müteşekkil ordusu ile bu yarım adayı zaptetti. Birkaç ay içinde hâkimiyetlerini tamamlayan Müslümanlar, sekiz asır hükümran oldular. İşte bu devre içinde İslâm kültürü, Avrupa’nın bu memleketinde kesin bir üstünlük elde etti. (3)

İlmî ve felsefî istifadelere gelince: Bunlar Avrupa’ya iki yoldan girdi. Biri Sicilya, diğeri Endülüs. Sicilya, uzun müddet İslâm devletleri elinde kaldığı için Avrupa ve özellikle İtalya ile sıkı temasta idi. Orası Hıristiyanlara geçtikten sonra İslâm’ın tesiri arttı. Hele İtalya ve Sicilya’yı elinde bulunduran Alman İmparatoru 2. Frederik zamanında daha çok arttı. (4)

Müslüman medeniyetine karşı büyük bir temayül duyan İmparator II. Frederik 1240‘da, kâinatın ebedîliği, rûhun mahiyeti, îmanla ilmin münasebetleri gibi felsefî meseleleri İslâm âlimlerinden soruyordu. Frederik, hem medreselere talebeler gönderdi, hem İslâm eserlerini tercüme ettirdi, hem de medreseler tarzında üniversiteler açtırdı. (5)

Avrupa’nın yanı başındaki Endülüs, zengin bir kültür kaynağıydı. Daha onuncu asır başında Kurtuba’da, yalnız kataloğu 44 cilt tutan altı yüz bin el yazması eserle dolu kütüphaneler vardı. Böyle bir irfan hazinesi, garp âlimlerinin ve münevver kilise adamlarının Endülüs’e koşmalarına sebep oluyordu. 1085’te Tuleytule, Müslümanlardan alınıp da Papaz I. Bernard, Piskopos olunca etrafında bir tercüme heyeti toplandı. Bu, İslâm ilminden Hıristiyan Avrupa’yı faydalandırmak içindi. Msn Demon

İslâm medeniyeti çiçek açma çağı olan onuncu asırda, Himalayalar’dan Pireneler’e, Karadeniz’den Aden Körfezi’ne kadar uzanan bütün İslâm dünyasına nüfuz etmişti. Suriye ve Irak toprakları üzerinde, eski şark ananelerini, Bağdat tecessüm ettiriyordu. Ön Asya’nın bütün ticaret yollarının düğüm noktası olan bu şehir, milletler arasındaki hareketlerin merkezi haline gelmişti.

Bu devrin çalışma neticeleri muazzamdır. Kültürün hiçbir sahası, bu hususta, nasipsiz kalmamıştır. Tamamen gözle görülemeyen bir edebiyat, bütün ilim ve sanatı içine almıştır. Kurtuba, Sevilla ve Toledo’ daki meşhur Arap yüksek okulları birçok batılı milletlerin talebelerini kendine çekmişti. Arap ilminin merkezi ve aynı zamanda içinde Avrupa’nın en büyük kütüphanesi bulunan Toledo’da 1130 yılında bir tercüme okulu kurulmuştu. Orada Başpiskopos Raymond’un himayesinde en meşhur Müslüman yazarların eserleri ile bunların evvelce Yunanca’dan Arapça’ya yaptıkları tercümelerin, Arapça’dan Latince’ye tercüme edilmelerine başlandı. (7)

Endülüslü Müslümanların şöhretleri, İspanya sınırlarını aşmış ve batının dikkatini üzerine çekmişti. Bundan dolayı Endülüs dışarıdan tahsil için gelen Hıristiyan talebelerin akınına uğramıştı.
Fransız Başpapazlarından olan Sylvestre II onuncu asrın en parlak Hıristiyan şahsiyetlerinden biriydi. Tahsilini Toledo’da tamamlamıştı. Orada kaldığı üç sene içerisinde Müslüman ilim adamlarından matematik, astronomi, coğrafya ve sair ilimleri tahsil etmişti.

İspanya’nın çok yakın olması ve iki memleket arasındaki gidip gelme kolaylığı sebebiyle Fransa’da, İslâm kültürünün tesiri, gayet kolay olmuştur. Arapların güney Fransa’nın bir bölümü ve İspanya’nın kuzeyinde bulunan Pirene Dağları’na yarım asırdan fazla süren hâkimiyetleri sırasında, birçok sanayi kolları, ziraat usulleri, herkesin kullandığı ve hepsi Arapların îcadı olan makineler, bostan kuyularında kullanılan su dolapları, güney Fransa’ya girmiştir.

İspanya’ya giren Müslümanların hem fikrî hem de teknoloji ve ilim sahalarında üstün olmaları, Hıristiyanlara dînî özgürlük tanımaları, açtıkları okullara aldıkları öğrencilere dînî ayrım yapmamaları, İslâmiyet’in bir kısım İspanyollar tarafından kabulüne sebep oldu. İslâm’ı kabul etmeyen kısmı da İslâmiyet’in fikrinden, ilminden ve ahlâkından faydalandılar.

Sicilya’yı iki yüzyıl hâkimiyet altında tutan Müslümanlar, bu hâkimiyetleri sırasında Hıristiyanlara çok geniş haklar tanıdılar. Adayı baştanbaşa imar ettiler. Daha sonra Hıristiyanların eline geçen adada Hıristiyan krallar, Müslümanlara dokunmadılar. Saraylarında Şark modasına uygun elbiseler giyiyor, saraylarını Şark usulü döşetiyorlardı. Vezirleri, muhafızları, doktorları, aşçıları, müneccimleri Müslümandı.

Haçlı seferleri ile Müslüman topraklarına giren Hıristiyanlar, çok büyük maddi kayıp verdiler. Alman imparatoru Frederick, hezimetlerden sonra Türkler ile harp yerine ticaret yapmaya başladı. Bunun sonucu Papa onu aforoz etti. Frederick Papasız tâcını giyiyor, ona ihtiyaç duymuyordu. İtalya’ya dönen Frederick, Papa’yı ülkesinden kovdu, aforozunu kaldırdı. Bunun üzerine sadece Haçlı Seferleri değil, aforoz müessesesi de iflas etti.

Batının en büyük istifadelerinden biri de, yaklaşık elli sene kaldıkları Kudüs’te olmuştur. Kudüs’ü alan Hıristiyanlar sayısız Müslümanı katletmiş ve adedi belli olmayan birçok ilmî eseri yok etmişlerse de, zafer sarhoşluğu geçince kıyıda köşede buldukları bazı eserleri tercüme etmişlerdir. Yıkanmak, gömlek giymek gibi basit İslâm adetlerini burada öğrenmişlerdir.

Endülüs ve İspanya hâkimiyetleri ve medeniyetleri ile İslâm üniversitelerinde okuyan aydınların çoğalması batıda İslâmî eserleri tercüme etmeyi ve nakletmeyi meslek edinen bir sınıf vücûda getirdi. Bu tercümeler ile tanınmış İslâm âlimlerinin eserleri batılılar tarafından okunmaya, yavaş yavaş İslâmiyet’e karşı olan taassuplar kırılmaya başladı.

Batı Avrupa’yı etkileyen Arap-İslâm medeniyetinin yanı sıra Doğu Avrupa daha çok Türk-İslâm medeniyetinden etkileniyordu. Doğu Hıristiyanları (Ortodokslar ve bazı mezhepler) Katolik mezhebinin hâkimiyeti yerine İslâm hâkimiyetini tercih ediyorlardı.

Çünkü İslâm hâkimiyeti Ortodoks mezhebini hür, cemaatini ise akîdelerinde tamamen serbest bırakıyordu. İslâm fetihlerinin Bizans topraklarında hızla olmasının sebeplerinden biri resmî Ortodoks kilisesinin şiddetli takibine uğrayan bir takım Hıristiyan mezheplerine mensup cemaatlerin, kendilerini zulümlerden kurtaracak olan bu hâkimiyeti şiddetli arzu etmeleridir.
Kaynaklar: İsmail Habib: Avrupa Edebiyatı ve Biz .1/396
Carci Zeydan: Medeniyet-i İslâmiye Tarihi.1/236
Ahmet Gürkan: İslâm Kültürünün Garbı medenileştirmesi 221
Wels ,Cihan Tarihinin Anahtarları 3/140
Carra de Vaux, İslâm Mütefekkirleri,4/85
Tricot-Royer, İbn Sina, Tıp kısmı, II. Etüd
Dr. Zeki Ali, Der Einfluss der İslâmischen Kultur, Terc: S. Sezgin, Yeni İstanbul Gazetesi

Quo vadis?
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
18 Mart 2009       Mesaj #3
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Türk ve İslam Uygarlığının, Bilim ve Teknolojiye Olan Katkıları

Medeniyet, dünyadaki bütün milletlerin ortak malıdır.Her toplumun bugünkü medeniyet çizgisinde az olsun çok olsun bir payı vardır.Sadece bu pay Avrupalılara ait değildir.Bu medeniyet paydasında Çin,Mısır, Hint, Roma, v.b. Medeniyetlerin de bir payı vardır.Medeniyet yarışı uzun koşulu bir bayrak yarışına bezer.Ortaçağda bu bayrağı İslam Medeniyeti almış olup sonra gerileme dönemine girince bu bayrağı Batılılar almıştır.Batı bugünkü seviyesine sadece kendi kendilerine gelmemiştir.Müslüman bilim adamlarından bir çok sahada etkilenmişlerdir. Bilim alanındaki keşiflerin bir çoğu, 9. yüzyıldan 14. yüzyıla kadar uzanan dünya tarihinde , dönemin en ileri uygarlığı olan "İslam Uygarlığı"nın ürünüdür. Akıla ve bilgiye dayanan bu uygarlık, dünyanın bugün sahip olduğu pek çok değere de kaynaklık etmiştir.
Kur’an'da, evrenin yaratılışı ve kainatın düzeni ile ilgili ayetlerin bildirilmesi, İslam’da akla, bilgiye ve bilgi sahibi olmaya büyük önem verilmesi, doğada Allah'ın varlığının delillerinin görülmesi, evrendeki her nesne ve varlığın birbirine olan uyum ve bağlılığı; Ayrıca toplumsal yaşantının getirdiği ihtiyaçtan kaynaklanan ( Oruç, namaz vakitleri için Astronomi v.b.) sebeplerle söz konusu dönemde bilimsel ilerleme Müslümanlarda görülmüştür.
Teknik ilimler, tıp, astronomi, cebir ve kimya gibi birçok alanda önemli neticeler elde eden Müslüman bilim adamları, medeniyet ve kültür sahasında kısa zamanda kendilerini tüm dünyaya kanıtlamışlardır. Buluşlarıyla uygarlığa vesile olan Müslümanlar, ilerlemenin yolunu açmışlardır.Batı’daki Rönesans ve Reform hareketlerine öncüllük etmişlerdir. ( Prof.J.Risler “Müslüman astronomistler, matematik alimleri derecesinde Rönesans’ımıza tesir ettiler.” -E.F.Gautier “ Yalnız Cebir değil, diğer matematik ilimlerini de, Avrupa kültür dairesi, Müslümanlardan almış olduğu gibi, bugünkü Batı matematiği gerçekten İslam matematiğinden başka bir şey değildir.”)

Müslüman bilim adamları öncelikle, bilim evrensel olduğu için – İlim Çin’de dahi olsa gidip alınız.(Hadis) - Batı'da Roma ve Doğu'da başta Çin olmak üzere, diğer devletlerde geliştirilen bilim ve teknolojiyi rehber almışlar ve önemli kaynakları tercüme etmişlerdir. Bu bilgi birikiminin içinden imanî ve teknik anlamda yanlış ve tutarsız olan noktaları çıkartarak, kendilerine fayda sağlayacak duruma getirmişlerdir. İlk adım niteliğindeki çalışmalarının ardından, elde ettikleri bilgileri değerlendirip yorumlayarak bilim ve teknolojiye özgün olarak katkıda bulunmaya başlamışlardır. Beşinci yüzyılın ikinci yarısında doğup gelişen İslamiyet, deneye ve gözleme dayalı bilimin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.
İslam Tarihi'ne baktığımızda, Kuran'la birlikte Ortadoğu coğrafyasına bilimin de girdiğini görürüz. İslam öncesindeki Araplar, türlü batıl inanışa ve hurafeye inanan, evren ve doğa hakkında hiçbir gözlem yapmayan bir toplumdur. Ancak İslam'la birlikte bu toplum medenileşmiş, bilgiye önem verir hale gelmiş ve Kuran'ın emirlerine uyarak evreni ve doğayı gözlemlemeye başlamıştır. Sadece Araplar değil, Türkler, Kuzey Afrikalılar gibi pek çok toplum, İslamiyet'i kabullerinin ardından aydınlanmıştır. Kur’an'da insanlara öğretilen akılcılık ve gözlemcilik, özellikle 9. ve 10. yüzyıllarda büyük bir medeniyetin doğmasına yol açmıştır. Bu dönemde yetişen çok sayıda Müslüman bilim adamı, astronomi, matematik, geometri, tıp gibi bilim dallarında çok önemli keşifler gerçekleştirmiştir. Tıp ve eczacılıkta İbn-i Sina ve Razi gibi alimler, anatomi ve tedavi alanına pek çok yeni bilgi eklerken ; tarih ve coğrafya bilimlerinde İbn-i Haldun, İdrisi ve Taberi gibi pek çok İslam âlimi, bilimsel teorilerde önemli ilerlemeler kaydetmişlerdir. Özellikle optik alanında, on birinci yüzyılda İbn-i Heysem, bu bilim dalını tek başına yeniden inşa etmiştir.



İslam dünyasında yetişen bilim adamlarından * Cabir Bin Hayyan, “'Kimyasal maddeleri, uçucu maddeler, uçucu olmayan maddeler, yanmayan maddeler ve madenler'” olarak dört grupta toplar. Cabir Bin Hayyan'ın bu çalışması, modern kimyanın kurucusu olarak bilinen Lavoisier'e öncülük eder.



* El-Kindi, Einstein'dan 1100 yıl önce 800 yılında, izafiyet teorisi ile uğraşır. El-Kindi, “'Zaman cismin var olma süresidir, zamanla bilinebilen ve ölçülebilen hız ve yavaşlık da hareketin sonucudur. Zaman, mekan ve hareket birbirinden bağımsız değildir, göğe doğru çıkan bir insan ağacı küçük görür, inen insan ise büyük görür' der.



9. yüzyılda yaşamış olan * Sabit bin Kurra, astronomi alanındaki ilk büyük yeniliği gerçekleştirmiş Diferansiyel hesabı, Newton’dan önce belirlemiş, Geometriyi aritmetiğe ilk uygulayan kişi olmuştur. Bunlar, gerçekten zamanlarının çok ilerisinde çalışmalardır. Söz konusu çalışmaları ile bilim tarihine adlarını yazdıran Müslüman bilim adamları, çoğunlukla devlet tarafından maddi-manevi destek görmüş, teşvik edilmiş, halk arasında itibar kazanmışlardır.



* Ahmet Fergani,fen bilimlerinde, deneyle sabit olmayan bilgilere itibar edilmemesi gerektiğini söylemiş, enlemler arasındaki mesafeyi hesapladığı gibi, Dünya'nın eksenindeki ekliptik eğimi 23° 27' ilk defa en doğru şekilde hesapladı.



* El-Battani, Trigonometrik bağlantıları bugünkü kullanılan şekliyle formülleştirmiş, 877 yılından 929 yılına kadar sürekli astronomik gözlemler yapar; Tanjant ve Kotanjant'ın tanımını yaparak Sinüs, Tanjant ve Kotanjant'ın sıfırdan doksan dereceye kadar tablosunu hazırlar. J.Risler: “Trigonometrinin gerçek manada mucidi Battani’dir.”


* Ebubekir er-Razi, cerrahide dikiş malzemesi olarak ilk kez hayvan bağırsağını kullanır; tıp biliminde deney ve gözlemin çok önemli olduğundan bahseder.


* Ebü'l-Vefa trigonometriye "Sekant –Kosekant- tanjant-cotanjant" kavramlarını kazandırır. Gözün görülebilir cisimler doğrultusunda ışınlar yaydığını söyleyen Öklid ve Batlamyus'a karşı; “'Görülecek cismin şekli, ışık vasıtasıyla gözden girer ve orada mercekler vasıtası ile nakledilir' diyerek, yaptığı sayısız denemelerle 'göze gelen uyarıların görme sinirleri ile beyne iletildiğini' belirtmiştir.

* İbnü-l-Heysem ise optik biliminin öncüsüdür. Roger Bacon ve Kepler onun eserlerinden faydalanmışlar, Galileo onun eserlerinden faydalanarak teleskopu bulmuştur.

* el-Beyruni; Çeşitli maddelerin birbirinden ayırt edilme yollarından birinin, maddelerin özgül ağırlıkları olduğunu söyleyerek, sıcak su ile soğuk su arasındaki özgül ağırlık farkını tespit etmiştir. Galilei'den 600 yıl önce dünyanın döndüğünü kanıtlamış, Newton'dan 700 sene önce dünyanın çapını hesaplamıştır. Bu konuda ortaya attığı kanun, Avrupa’da “Beyruni Kuralı” diye bilinir. El-Beyruni, 973 yılında 'Bilimsel çalışmaların, deneylerle ispat edilmesi gerektiğini ve belgelere dayanmasının zorunlu olduğunu' söylemiştir.



* İbnu'n-Nefis, 1200'lü yıllarda, Avrupalılardan 300 sene önceden küçük kan dolaşımını keşfeder.




Bütün İslam ülkelerinde matematik, tıp, uzay bilimleri ve daha birçok ilimin okutulduğu eğitim kurumları, rasathaneler; dönemin en gelişmiş teçhizatları ile donatılmış hastaneler, herkese açık kütüphaneler bulunmaktaydı. 794 yılında Bağdat’ta ilk kağıt fabrikası kuruldu. Bağdat, Harran,İstanbul ve Endülüs başta olmak üzere Mısır, Kuzey Afrika ve Doğu Fırat çevresindeki birçok İslam şehrinde, eğitim sistemi ve ilim, söz konusu döneme örnek teşkil edecek düzeyde geliştirilmişti. Müslümanlar, yaşadıkları şehirleri uygarlık merkezleri haline getirmişlerdi. Bunlardan biri olan Kurtuba, hastaneleri, kütüphaneleri ve Orta Avrupa'dan öğrencilerin eğitim görmek üzere geldiği okulları ile Avrupa'nın en modern şehri olarak bilinmekteydi.
* El Cezeri XIII. yüzyılın başında, Diyarbakır Artuklu Sarayı'nda 32 yıl başmühendislik görevi yaptı. El Cezeri, su saatleri, otomatik kontrol düzenleri, fıskiyeler, kan toplama kapları, şifreli anahtarlar ve robotlar gibi, pratik birçok düzeni tasarlayan ve bunların nasıl gerçekleştirileceğini anlatan "Kitab-el Hiyal" adlı kitabın yazarıdır.
Cezeri, tarihte sibernetiğin kurucusudur. Sibernetik; haberleşme, denge kurma ve ayarlama bilimidir. İnsanlarda ve makinelerde bilgi alışverişi, kontrolü ve denge durumunu inceler. Bu bilim zamanla gelişerek bilgisayarların ortaya çıkmasına imkan tanımıştır. Sibernetik ve otomatik sistemlerin başlangıcı konusunda Fransızlar Descartes ve Pascal'ı; Almanlar Leibniz'i, İngilizler de R. Bacon'ı öne sürseler de, aslında Cezerî bunu ortaya koyan ve ilim dünyasına sunan ilk bilgindir.


* Hazinî, ölçü ve tartı teorilerine yaptığı katkı ile tanınır. Bilime yaptığı diğer bir önemli katkı da yerçekimi hakkındaki görüşleridir. Hazinî, Newton'dan 500 yıl önce, "her cismi yer kürenin merkezine doğru çeken bir güç" olduğunu söylemiştir. Roger Bacon'dan yüzyıl önce de, dünyanın merkezine doğru yaklaştıkça, suyun yoğunlaştığı fikrini ortaya atmıştır.
Hazinî, kimyasal maddelerin yoğunluk ve özgül ağırlıklarını ölçmek amacıyla icat ettiği hassas terazilerle, kimya bilimine de önemli katkılarda bulundu. Öyle ki, icat ettiği ve "Mizanü'l-Hikme" (Hikmet Terazisi) adını verdiği bu hassas terazi ile yaptığı yoğunluk ve ağırlık ölçümleri, günümüz teknolojisi kullanılarak yapılan ölçümlerden pek farklı değildir. Elementler ** **** Altın 19.05 19.26 Civa 13.56 13.59 Bakır 8.66 8.85 Pirinç 8.57 8.40

Demir 7.74 7.79 Kalay 7.32 7.29 Kurşun 11.32 11.35 Hazini , Zîc-i Sanacarî (Yıldız Kataloğu) adlı eserinde, yıldızlar ve gezegenlerle ilgili bilgilere ve Selçuklu Devleti'nin enlem ve boylamlarına da yer vermiştir. ‘Risale fi'l-Âlât' (Aletler Bilgisi) adlı kitapçığında ise gözlem aletlerini konu almıştır.

* Benu Musa kardeşler, Abbasi Halifesi Memun (M.S. 813-833) ve onu izleyen halifeler zamanında, matematiksel bilimlerin gelişmesi yönünde etkin rol oynamış kişilerdi. Topkapı Sarayı III. Ahmed Kütüphanesi'nde bulunan eserlerinde (A3474), sihirli kaplar, fıskiyeler, kandiller, bir dansimetre, bir körük ve bir kaldırma düzeninden bahsedilmektedir.

* Hârizmi 9. Yüzyıl'da Hârizm'de dünyaya geldiği için Hârizmî adıyla tanınan (Batı’da Al Gharasmus olarak anılan) ve büyük bir olasılıkla Türk olan Muhammed ibn Musa, Memun'un Bağdat'ta kurduğu Bilgelik Evi'nde bulunmuş ve bu kurumun kütüphanesinde matematik ve astronomi alanlarında araştırmalar yapmıştır. Aritmetik ve cebirle ilgili iki yapıtı, matematik tarihinin gelişimini büyük ölçüde etkilemiştir.
Harizmi,(780-850) Hint rakamlarına sıfır’ı bularak bu rakam sayesinde bugün kullandığımız rakamları oluşturuyor; ve bu sayede matematikte önemli bir çığır açılmış oluyordu. Logaritmayı ortaya koyan ilk kişidir. Hârizmî'nin cebirle ilgili yapıtı,(El-Cebir) 12. Yüzyıl'da Chesterlı Robert ve Cremonalı Gerard tarafından Latinceye (Al Gebra) tercüme edilmiştir. Yapıtların en ilginç yönlerinden biri, açıların, trigonometrik fonksiyonlarla ifade edildiğini gösteren bir takım tablolar ihtiva etmesidir. Bunların dışında, Hârizmî'nin yön bulmada kullanılan usturlabın biri yapımını ve diğeri de kullanımını anlatan iki eseri daha mevcuttur. Hârizmî, Batlamyus'un Coğrafya adlı yapıtını, ‘Kitâbu Sureti'l-Ard' (Yer'in Biçimi Hakkında) adıyla Arapça'ya tercüme etmiş ve böylece, Yunanlıların matematiksel coğrafyaya ilişkin bilgilerinin İslâm dünyasına girişinde önemli bir rol oynamıştır..



* Ali Kuşçu Semerkant Rasathanesi'nin Müdürlüğü'nü yaptığı sırada, Akkoyunlular adına Osmanlılarla barış görüşmelerinde bulunmak için İstanbul'a geldi. Fatih Sultan Mehmet'in büyük desteğini gördü ve Ayasofya Medresesi'nde görevlendirildi. Burada, Mirim Çelebi, Sarı Lütfü, Sinan Paşa gibi değerli bilim adamlarını yetiştirdi.
Bilhassa, astronomi ve matematik konularında çağının sınırlarını aşacak kadar önemli eğitim ve öğretim çalışmalarında bulunan Ali Kuşçu; Ayasofya Medresesi'nin çalışma programlarını da yeniden düzenlemiştir.
Semerkant Rasathanesi'nde iken bir Türk hükümdar ve bilim adamı olan Uluğ Bey’in ‘Zic-i Uluğ Bey' (Uluğ Bey'in Yıldız Kataloğu) adlı eserin hazırlanması için gerekli gözlem ve hesaplamaları yaptı. Söz konusu eser, çağının en ileri kurumsal matematik bilgilerini içerir.
‘Risaletü'l-Fethiye' adlı eseri ise 19. yüzyılda, İstanbul Mühendishanesi'nde (İstanbul Teknik Üniversitesi) ders kitabı olarak okutulmuştur. Bu eserde, gök cisimlerinin yere olan uzaklığına yer vermiş; ayrıca dünya haritasını da kitabının sonuna eklemiştir. Burada yer kürenin eksenindeki eğikliği 23°30'17" olarak tespit etmiştir. Bu, günümüz modern astronomi verilerine oldukça yakın bir tespittir. 15. yüzyılda yaşayan Ali Kuşçu Ay'ın ilk haritasını çıkarmıştır ve bugün NASA tarafından Ay'da bir bölgeye onun ismi verilmiştir.

* Şerafeddin Sabuncuoğlu Fatih Sultan Mehmet döneminin ünlü doktoru ve tıp bilginidir. ‘Mücerrebname' adlı eserinde, kendi deney ve gözlemlerine yer vermiştir. Asıl çalışma alanı cerrahlık ve deneysel fizyolojidir. ‘Cerrahiyatü'l-Haniye' eserinde, cerrahlıkla ilgili çalışmalarına yer vermiş ve yaptığı cerrahi müdahaleleri resimlerle tasvir etmiştir.

*Bursalı Ali Münşi Tıp bilimine yaptığı en önemli katkılardan biri ‘Kınakına' hakkındaki çalışmasıdır. Burada bu ağacın kabuklarının humma, sıtma gibi hastalıklara iyi gelmesi ile ilgili gözlemlerine yer vermiştir.

Fatih Sultan Mehmet’in Hocası *Akşemseddin , Pasteur'den yaklaşık 400 sene önce yaşayan ve ilk olarak mikropların varlığını keşfeden kişidir.

*Gıyaseddin Cemşid,(1429)Ondalık kesir sistemini bulan, Virgülü, aritmetik işlemlerde ilk defa kullanan kişidir.

* Ömer Hayyam, (12.y.y.) Newton’a dayandırılan binom formülünü cebire kazandıran kişidir.

* Ali Bin Abbas, 10. yüzyılda yaşamıştır ve ilk kanser ameliyatını gerçekleştirmiştir.

* Mağribi, bugün Paskal üçgeni olarak bilinen denklemi Paskal'dan 600 yıl önce bulmuştur.

* Sabit Bin Kurra , 9. yüzyılda yaşamış ve Newton'dan asırlar önce diferansiyel hesabını keşfetmiştir.

* İbn-i Sina (980-1037), Anatomik çalışmalar yapan Müslüman,Türk bilim adamlarının başında gelir. Daha çok küçük yaşta edebiyat, matematik, geometri,müzik, fizik, doğa bilimleri, felsefe ve mantık öğrenen İbn-i Sina sadece Doğu'da değil Batı'da da ünlenmiştir. En ünlü eseri olan El-Kanun fi't-Tıb, 12. yüzyılda Latince'ye çevrilerek Avrupa üniversitelerinde 19. yüzyıla kadar temel ders kitabı olarak kabul edilmiş,okutulmuş ve Avrupa’da bu kitap “Tıbbın İncil”i olarak ün yapmıştır. Bundan başka felsefe ve doğa bilimleri üzerine yüzden fazla eser vermiştir. El-Kanun'da söz edilen tıbbi bilgilerin büyük bir bölümü bugün dahi geçerliliğini korumaktadır.

*Ali bin İsa (?-1038)'nın üç ciltlik göz hastalıkları üzerine yazdığı “Tezkiretü'l-Kehhalin fi'l-Ayn ve Emraziha” isimli eserinin birinci cildi tamamen göz anatomisine ayrılmış olup çok değerli bilgiler mevcuttur. Bu eser daha sonraları Latince'ye ve Almanca'ya çevrilmiştir.

*el-Kazvini (1281-1350) ve *İbnü'n-Nefis'in anatomi üzerine olan çalışmaları modern tıp biliminin temelini atmıştır. Bu bilim adamları daha 13. ve 14. yüzyılda kalp ve akciğerler arasındaki bağlantıları ve atar
damarların temiz kan, toplar damarların kirli kan taşıdığını, kanın akciğerlerde temizlendiğini, kalbe dönen temiz kanın beyne ve vücudun diğer organlarına aort tarafından taşındığını göstermiştir.

*Piri Reis, O güne kadar çizilen haritalarda yanılma payları çok olmasına rağmen bugün uydudan çekilen dünyanın haritasını %99’u doğru %1 yanılma payı ile Coğrafya alanında bir baş yapıt olan dünya haritasını çizmiştir.

*İbn-i Haldun, Tarih ve sosyal alanda yaptığı çalışmalar ile ve özellikle “Mukaddime “ adlı esri ile Sosyoloji’nin kurucusu olmuştur. Modern Sosyoloji’nin kurucusu olan A.Comte’a öncüllük etmiştir.

M.K. ATATÜRK’ÜN ;“Bizim dinimiz en makul ve en tabii dindir.Ve ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur. Bir dinin tabii olabilmesi için akla, fenne, ilme, mantığa uygun düşmesi gereklidir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygun düşer.” İfadesindeki gibi İslam’da "din-bilim çatışması" yoktur. Özellikle İslam Dini akla ve bilime önem veren bir dindir.Dinin tarih boyunca bilime karşı olduğu, bilimin ancak din terk edildiğinde gelişebileceği gibi iddialar vardır.Oysa bilimin tarihine biraz göz atmak bile, bu iddiaların yanlışlığını görmek için yeterli olacaktır.Orta Çağda Allah’a inanan Müslüman bilim adamları sayesinde İslam medeniyeti bilimsel alanda ileri gitmiştir. Tarihe baktığımızda medeniyet adına eserler ortaya koyanların ister tek Tanrılı olsun ister çok tanrılı olsun, Tanrı’nın (Allah’ın) var olduğuna inanan ,Ateist (Tanrı’ya inanamayan) olmayan ve bir dine inanan toplumlardır.Bütün Arkeolojik kazılarda ve Tarih biliminin ortaya koyduğu sonuçlarda Tanrı’yı inkar eden, bir dine inanmayan topluma rastlanmamıştır.Toplumsal olarak değil sadece bireysel çıkışlarla ateist olanlar mevcuttur. Çin,Hint,Yunan,Mısır,Arap, Türk v.b. Medeniyetlerin hepsi bir dine,Tanrı’ya inanmışlar ve ortaya muhteşem medeniyetler, eserler (Efes,Ayasofya,Selimiye,Piramitler, Katedraller v.b……) bırakmışlardır. Yani özetle din, toplumları geri bırakmaz,medeniyete,bilime katkı sağlar ve sevgi,yardımlaşma,doğruluk,adalet v.b. noktalarda da toplumları bir arada tutar.

Bu konular 11.sınıf Din K.A.B. Ders kitabındaki müfredatta olan ünite konularıdır.

Kaynaklar: 9.10.11. Sınıf Din K.A.B. Ders Kitapları //// Diyanet İşleri Başkanlığı Kaynak Kitapları

Milli Eğitim-Din Öğretimi Genel Müdürlüğü ;Din Öğretimi,Eğitim,Bilim ve Sanat Dergisi,1985

T.C. Dokuz Eylül Üniversitesi. / İlahiyat Fakültesi Dergisi III.

Ayrıca Batı medeniyetine baktığımızda da, çağdaş bilimin doğuşunun yine Allah inancı üzerine kurulu olduğunu görürüz. Allah’ı inkar eden bazı bilim adamları olsa da "Bilimsel devrim çağı" olarak bilinen 17. yüzyıl, Din’de Reform hareketlerinin büyük bir etkisiyle Din dışlanarak değil reform edilerek Allah'ın yarattığı evreni ve doğayı keşfetme niyetiyle araştırma yapan bilim adamları ile doludur. Bu dönemde İngiltere, Fransa gibi ülkelerde kurulan bilim enstitüleri, "Allah'ın kanunlarını keşfederek O'nu tanımak" hedefini benimsemiştir. Aynı eğilim 18. yüzyılda da devam etmiştir. Newton, Kepler, A.Einstein, Kopernik, Bacon, Galilei, Pascal, Boyle, Paley, Cuvier, Mendel gibi isimler, bilim dünyasına önemli katkıları bulunan ve aynı zamanda Allah'a olan imanları ile tanınan bilim adamlarından sadece birkaçıdır.Ayrıca bu bilim adamlarına ışık tutan filozofların % 90’ı da Allah’ı inkar etmeyen,Ateist olmayan inançlı kişilerdir ( Aristoteles, Descartes, J.Locke, v.b.). Bu bilim adamları Allah'a inanan, dahası bu inançtan gelen şevkle bilim yapan kişilerdir. Bu gerçeğin göstergelerinden biri, 19. yüzyılın başlarında İngiltere'de düzenlenen ve "Bridgewater Treatises" olarak anılan bir dizi bilimsel yapıttır. Çok sayıda bilim adamı farklı bilim dallarında araştırma yapmış ve vardıkları sonuçları "Allah'ın evrende ve doğada yarattığı ahenk ve uyumun delilleri" olarak tanımlamışlardır. Bu bilim adamlarının kullandıkları yöntem de, "Allah'ı doğayla tanıma" anlamına gelen "Natural Theology" (Doğal İlahiyat) kavramıyla ifade edilmiştir.

KAYNAK

Quo vadis?
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
18 Mart 2009       Mesaj #4
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Turklerin islam medeniyetine kattıkları.

TÜRKLERİN BİLİMİN GELİŞMESİNE KATKILARI

Türklerin Müslümanlığa hizmetleri sadece siyasî ve askerî alanla sınırlı kalmamıştır. Devlet idaresi ve askerî yapılanmada bütün İslâm dünyasını etkileyen Türkler, İslâm medeniyetinin gelişmesinde de büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Bilim, sanat ve edebiyat alanında İslâm rönesansı, Türklerin katkıları ve sağladıkları huzur ve emniyet sayesinde gerçekleşmiştir.

İslâm dininin ve medeniyetinin, evrensel hâle gelmesi Türkler sayesinde mümkün olmuştur. Meselâ, Selçuklu veziri Nizamülmülk tarafından Bağdat'ta kurulan Nizamiye Medreseleri (1066), öyle büyük bir üne sahip oldu ki, bu medreseler İslâm medreselerinin ilk örneği olarak kabul edilmişti. Halbuki Samanoğulları ve Gazneliler devrinde de medreselerin bulunduğu bilinmektedir. Ancak Nizamiye Medreseleri dinî bilimler yanında müspet ilimlerin de okutulduğu ilk medreseler olmakla, modern üniversitelere öncülük etmiştir.

Abbasiler zamanında başlayan eski Yunan ve Helen medeniyetlerine ait eserler ve felsefe akımlarının çevirileri, Türk hâkimiyeti devresinde zirveye ulaşmıştı.

Mustafa Kemal ATATÜRK


TÜRKLERİN İSLAMİYET'E HİZMETİ

Türklerin İslam dinini kabul etmeleri dünya tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Müslüman Türkler karışıklık içindeki İslam dünyasının koruyuculuğunu üstlenmiştir. 1000 yıl boyunca İslamiyet'in bayraktarlığını yapan Türkler, İslam dünyası tarafından hala lider millet olarak görülmektedir...

Türklerin Müslümanlığı kabul etmeleri hem İslâm âlemi hem de dünya tarihi açısından önemli sonuçlar doğurmuştur. Türkler, karışıklık içinde bulunan İslâm dünyasının koruyuculuğunu üstlendiler. Selçuklular, Abbasi halifelerini himaye ettiler. Batıda Haçlı Seferleri'ne, doğuda Moğol akınlarına karşı Türkler tarafından set oluşturulmuş, böylece İslâm dünyası dağılmaktan kurtulmuştur. Bin yıla yakın bir süre Türkler, Müslümanlığın bayraktarlığını yapmıştır. Gazneli Mahmud'un Hindistan'a kadar yaptığı seferler sonucunda Müslümanlık Hindistan'a kadar ulaşmıştır. Böylece yakın dönemlerde kurulan Pakistan ve Bangladeş'in temelleri atılmıştır. Osmanlı döneminde ise Türkler Balkanlar'a yerleştiler. Arnavutlar, Bosna-Hersekliler (Boşnaklar) bu dönemde Müslüman oldular.

TARİHİN DÖNÜM NOKTASI

Türklerin Müslüman olmaları hem İslâm tarihi, hem Türk tarihi bakımından, dolayısıyla bütün dünya için çok önemli bir olaydır. Bu sayede Türkler birliğe kavuşmuş ve eriyip yok olmaktan kurtulmuşlardır. Bugün yeryüzünde Müslüman olmayan Türk topluluğu yoktur. Sonradan Müslüman olup da ardından asimile olan hiçbir Türk topluluğu yoktur. Ama Türk soyundan gelmiş birçok topluluklar vardır ki, bunlar İslâm'dan başka dinlere girmekle hem dillerini hem köklerini unutmuşlar, tamamen karakter değiştirerek kaybolup gitmişlerdir. Tuna Bulgarları bunun tipik örneğidir. Bu Türk topluluğu Hıristiyan olarak İslavlaşmış, bambaşka bir millet olmuştur. Şimdiki Bulgarların Türklükle en ufak bir ilişkisi kalmamıştır.

Müslüman olmaları sayesinde Türkler tarih sahnesinde üstün millet sıfatıyla yaşamlarını devam ettirdiler. Bir defa, Müslüman olunca, o sırada teşekkül halinde bulunan İslâm medeniyetine katıldılar ve bu medeniyeti oluşturan üç milletten (Araplar ve İranlılarla birlikte) biri oldular. İslâm cephesine girmiş olmaları onları Asya bozkırlarından Yakın Doğu'ya getirdi ve orada yerleşip kalmalarına neden oldu. Bu suretle Türkler tutunabilecekleri, büyük ve istikrârlı devlet kurabilecekleri bir bölgeye yerleşmiş oldular.

Diğer taraftan, İslâm alemi de Türklerin katılmasıyla bünyesinde taze bir kan buldu. Türkler İslâm'ı kendileri için bir 'Milli Din' olarak kabul ettiler, bütün benlik ve samimiyetleriyle bu dine sarılarak 11. yüzyıldan itibaren İslâm dünyasının bütün düşman kuvvetlerine karşı korunması işini tek başına yüklenmiş oldular.

Müslümanlık devrine kadar Türkler her türlü yüksek meziyete sahip olan, fakat henüz dünyada kendi yerini tam bulamamış olan bir milletti. İslâm, onun yolunu aydınlatan bir ışık oldu ve Türk Milleti bu ışığı takip ettikçe hep yükseldi.

ANADOLU'YA İSLAMİYETİN GİRMESİ VE MALAZGİRT SAVAŞI

Türkler İslâm'a girdikten sonra bu uğurda hiçbir fedakârlıktan çekinmeden bütün varlıkları ile Müslümanlığa hizmet ettiler. Müslümanlığın dünyaya yayılması görevini Araplar'dan sonra Türkler üstlenmiş ve bunu başarı ile devam ettirmişlerdir. Türkler, doğuda Asya kıtasının birçok bölgelerinde Müslümanlığın yayılmasına hizmet ettikten sonra batıya yönelmişlerdir. Malazgirt Zaferi, Türk ve İslâm tarihinin en önemli olaylarından biridir. Bu zafer, Anadolu'nun Türkleşmesini ve İslâmlaşmasını sağlamış, İslâm Dinî'nin batıya doğru yayılmasını hızlandırmıştır. İstanbul'un Müslüman Türkler tarafından 1453 tarihinde fethedilmesi ile Türk Milleti'nin önderliğinde yüzyıllarca sürecek olan 'Müslümanlığın Altın Çağı' başlamış oluyordu.

Türk Milleti gittiği ülkelere İslâm medeniyetini, İslâm adaletini ve ahlâkını götürmüştür. Türklerin idaresinde sadece Müslümanlar değil, diğer dinlerden olan milletler de huzur ve güvenlik içinde yaşamışlardır.

Türkler, Müslümanlığın iç ve dış düşmanlara karşı korunmasında büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. İslâm'ı içten yıkmak isteyen ve bu amaçla Müslümanlar arasında yanlış inançlar yaymaya ve bölücülük yapmaya çalışanlara karşı Müslümanlığın özünü korumuşlardır.

Bizanslıların, Müslümanlara yaptığı saldırılara ve özellikle haçlı seferlerine karşı Türk Milleti'nin kahramanca savaşması, İslâm ülkelerini çok büyük tehlikelerden kurtarmıştır. Büyük sel felaketleri gibi İslâm ülkelerine yönelen Haçlı ordularını Türkler durdurmamış olsaydı, İslâm dünyası kendisini savunamayacak ve son derece olumsuz neticeler alacaktı.

TÜRK MİLLETİ'NE VERİLEN ŞEREFLİ GÖREV

Müslümanlığın korunması gibi şerefli bir görevi yüce Allah Türk Milleti'ne nasip etmiş, milletimiz de bu uğurda temiz kanlarını akıtarak, canlarını seve seve vererek görevini yerine getirmiştir. Türklerin İslamiyet davasına sahip çıkmaları sonucunda ortaya son derece değerli bir İslam kültür ve medeniyeti çıkmıştır. Bu kültürün oluşmasıyla ilimde, sanatta birçok değerli eserler meydana getiren alimler ve sanatkarlar yetişmiştir. Örnek vermek gerekirse;

-Müslümanlığın temiz inançlarının savunucusu ve İtikad'da Maturidi Mezhebinin kurucusu Ebû Mansur Maturidi,

-Peygamberimizin mübarek sözlerinin toplandığı ünlü "Sahih-i Buhari" kitabını meydana getiren Muhammed b. İsmail Buhari,

-Büyük İslâm düşünürü ve bilgini İmam-ı Gazali,

-Tüm dünyada tanınan İslam düşünürü Mevlâna Celaleddin-i Rumi.

Bunlar, Türk Milleti'nin yetiştirdiği çok sayıda büyük din bilgininden sadece birkaçıdır.

Bizlere kütüphaneler dolusu çok kıymetli eserler bırakan ve adlarını burada sayamayacağımız pek çok Türk bilgini vardır.

"Türk dilini öğreniniz, çünkü Türklerin çok zaman sürecek bir hâkimiyetleri vardır." Kaşgarlı Mahmud

Savaşlar ve göçler sonucunda dünyaya yayılan Türkler, pek çok farklı kültür ve inanca sahip halk ile tanışmıştır. Ancak, Türkler asıl kimliğini Müslümanlık ile bulmuş ve asırlar boyunca Müslümanlığın koruyuculuğunu ve bayraktarlığını yapmıştır.

Orta Asya'dan, güneye ve batıya doğru göç eden Türk boylarından bir kısmı İran'a yakın bölgelere, bir kısmı da İran'da Sasani İmparatorluğu engeli ile karşılaşınca Hindistan'a doğru yönelmişlerdir.

Sasani İmparatorluğu, Türkler ve Müslümanlar arasında bir engeldi. Bu engel Arap ordularının Yermuk (634), Kadisiye (635) ve Nihavend (641) savaşlarının ardından İran'ı ele geçirmeleriyle ortadan kalkmıştır. Zaten bu civarda yerleşik bulunan Türkler, Araplar ile önceleri savaş halinde bulunmuş olsalar bile, Talas savaşında (751) Araplar ile birlikte Çinlilere karşı savaşmışlardır. Savaş sonrasında Çin'in Orta Asya'dan çekilmesiyle bölgeye Araplar hâkim olmuşlardır. Bu tarihten itibaren de Türkler Müslümanlığı tanımaya başlamışlardır. Bu yakınlaşmaların sonucunda gelişen siyasal, ekonomik ve kültürel ilişkiler Türkler arasında Müslümanlığın yayılmasını iyice hızlandırmıştır. Maveraünnehir'in Buhara, Semerkant, Fergana ve Curcan gibi büyük Türk şehirleri, İslâm kültür ve uygarlığının önemli merkezleri haline gelmeye başlamıştır. O zamana kadar sadece askeri alandaki üstünlükleriyle nam salmış olan Türkler, artık Müslümanlığa katkı sağlayacak duruma gelmişlerdir.

türklerin Araplar ile yakınlaşması sonucunda Maveraünnehir bölgesindeki Türkler hızla Müslümanlığı kabul ediyorlardı. İtil Bulgarlarının hükümdarı Almış, Bağdat Abbasi Halifesin'den din adamı ve askerlik teknolojisi bilen insanlar (kale yapımı için) istemişti. Onuncu asrın başlarında onlara bir Müslüman heyeti geldi. O sırada Hazar Hanları Museviliği, Uygurlar mani dinini, Doğu Avrupa'ya giden Türkler ise Hırıstiyanlığı kabul etmişlerdi. İtil (Volga) Bulgar Milleti ilk Müslüman Türk Milleti oldu. Cuma hutbelerinde "Allah'ım, Bulgar il-teberini (hükümdar) doğru yola götür" deniyordu. Hükümdar, babası Müslüman olmadığı için onun adını anmak istemedi, onun yerine Abdullah adını kullandı. Bulgar Türkleri o sırada eski örf ve adetlerini, bazıları İslâm'a uymasa da, devam ettiriyorlardı. Müslümanlığın şartlarını yerine getirme konusunda çok ciddi idiler. Bunlar aynı zamanda Müslüman olmayan komşu Türk ülkelerine karşı gaza yapıyorlardı. Nitekim Başkurt Türkleri o sırada Hıristiyan olacakken Bulgarlar bunu engellemişlerdir.

Maveraünnehir bölgesinde Müslüman Türk nüfusu gitgide artıyordu; bazı şehirleri, mesela Farab'ın, nüfusu çoğunlukla Müslüman olmuştu. Buralarda yaşayan Türkler mal ve paralarının çoğunu gazaya ve cihada ayırıyor, "putperest" dedikleri soydaşlarını Müslüman etmek üzere onların ülkelerine akın eden gazileri besliyorlardı. Aynı dönemde göçebe Karluk ve Oğuz boylarının kitleler halinde Müslüman oldukları görülüyordu. Müslüman nüfusun arttığı Türk şehirlerinde İslâm medeniyeti de ilk büyük meyvelerini vermeye başlamıştı; buralarda büyük alimler ve zahidler yetişiyordu.

Türklerin Müslümanlığa girmeleri uzun zaman içinde ve yavaş yavaş devam etmiş, X. yüzyılda ise çok büyük hız kazanmıştır.

Araplar Maveraünnehr'e geldikleri zaman Türklerin yüksek ahlâki meziyetlere, büyük bir idarecilik ve askerlik yeteneğine sahip olduklarını görmüşlerdi. Türklerin şöhreti uzak İslâm diyarlarına kadar yayılıyor, herkes Türklerden bahsediyordu. Müslümanlar arasında, Türkler Müslümanlığa girdikleri takdirde artık hiçbir gücün İslâm'a karşı çıkamayacağı inancı doğmuştu. Pek çok kişi de vaktiyle Hazreti Muhammed'in Türklerle ilgili övgülü ve müjdeli sözler söylediğini rivayet ediyordu.

Arap edebiyatçıları ve tarihçileri de Türkler hakkında övgü dolu şeyler yazmışlardır. Bunlardan biri olan Cahiz, ' Türklerin Faziletleri' adlı kitabında şöyle diyor:

"Savaş sanatı Türk'e bilgi, tecrübe, siyaset ve sâir yüksek vasıflar kazandırmıştır. Türk daima sözünde durur ve hile bilmez. Türk Hakanı hileyi sadece savaşta da olsa yapmak zorunda kaldığını üzülerek belirtir ve iki yüzlü olanları daima en kötü insan sayar... Arap ordularını Türkler kadar titreten başka bir Millet yoktur. Türkler daima soylarıyla iftihar ederler, vatanlarına ve dillerine çok bağlıdırlar. Düşmanları esir alınca onlara iyilik ve ikram eder, alicenablık gösterirler."

IX. Yüzyılın ortalarında artık Abbasi ordularında çok sayıda Türk vardı. Abbasiler birçok Türk'ü İslâm-Bizans sınırına yerleştirerek, onları Hıristiyanlara karşı İslâm dünyasının sınır bekçileri yaptılar. Böylece Türkler, Selçuklu akınından çok önceleri Anadolu'ya gelmiş ve oralarda yerleşmiş oluyorlardı. Battal Gazi Destanı işte bu sınır gazisi akıncı Türkler devrinden kalma bir destandır.

TÜRKLERİN İslâm dinini oldukça kısa sürede kabul ettikleri kesindir. Türkler tarih boyunca çeşitli dinlere girmişler; Buna rağmen Müslümanlık dışındaki dinlere girenler Türklüklerini koruyamamışlardır. İslâm dini son hak din olduğu için ve emrettiği güzel ahlak da Türk'ün millî yapısına en uygun yapı olduğu için, Türkler kitleler hâlinde bu dini kabul etmişler ve Türklüklerini korumuşlardır.

MÜSLÜMANLIĞI KABUL

Türkler Müslümanlığın dünyaya yayılması görevini üstlendikten sonra bunu başarı ile devam ettirmişlerdir.

Bizanslıların, Müslümanlara yaptığı saldırılara ve özellikle Haçlı seferlerine karşı Türk Milleti'nin kahramanca savaşması, İslâm ülkelerini çok büyük tehlikelerden kurtarmıştır. Büyük sel felaketleri gibi İslâm ülkelerine yönelen Haçlı ordularını Türkler durdurmuştur.

TÜRKLERİN BİLİMİN GELİŞMESİNE KATKILARI

TÜRKLERİN Müslümanlığa hizmetleri sadece siyasî ve askerî alanla sınırlı kalmamıştır. Devlet idaresi ve askerî yapılanmada bütün İslâm dünyasını etkileyen Türkler, İslâm medeniyetinin gelişmesinde de büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Bilim, sanat ve edebiyat alanında İslâm rönesansı, TÜRKLERİN KATKILARI ve sağladıkları huzur ve emniyet sayesinde gerçekleşmiştir.

İslâm dininin ve medeniyetinin, evrensel hâle gelmesi Türkler sayesinde mümkün olmuştur. Meselâ, Selçuklu veziri Nizamülmülk tarafından Bağdat'ta kurulan Nizamiye Medreseleri (1066), öyle büyük bir üne sahip oldu ki, bu medreseler İslâm medreselerinin ilk örneği olarak kabul edilmişti. Halbuki Samanoğulları ve Gazneliler devrinde de medreselerin bulunduğu bilinmektedir. Ancak Nizamiye Medreseleri dinî bilimler yanında müspet ilimlerin de okutulduğu ilk medreseler olmakla, modern üniversitelere öncülük etmiştir.

Abbasiler zamanında başlayan eski Yunan ve Helen medeniyetlerine ait eserler ve felsefe akımlarının çevirileri, Türk hâkimiyeti devresinde zirveye ulaşmıştı.

İSLAM MEDENİYETİNİN ÖNCÜLERİ: TÜRKLER

TÜRKLERİN İSLAM davasına sahip çıkmasıyla İslâm medeniyetinde büyük gelişmeler olmuştur. Batıda unutulmuş olan Yunan ve Helen medeniyeti, Haçlı Seferleri sayesinde İslâm medeniyeti ile birlikte tekrar Avrupa'ya taşınmıştır. İslâm medeniyetinin öncüleri durumunda olan Türk bilginler bütün dünya tarafından tanınmış ve eserleri yüzyıllarca bilime rehberlik etmiştir. Bu Türk bilginlerinin en ünlüleri Farabi, Birunî ve İbni Sina'dır.

Oğuzların Karaçuk (Farab) şehrinde doğan Farabi (870-950), matematik, fizik, astronomi vb. konularda 160 kadar kitap yazmıştır. Ancak onu asıl önemli kılan Helen felsefesinin akılcı, mantığa dayalı yönüyle İslâm düşüncesini kaynaştırdığı felsefe alanındaki çalışmaları olmuştur. Aristo'nun düşüncelerini en iyi açıklayan kişi olduğundan "Muallim-i Sâni" (İkinci öğretmen) adıyla anılmıştır. Eserlerinin çoğu Latinceye çevrilmiş ve batıda "Al-Farabıus" adıyla ün yapmıştır. İhsâ'ül-Ulûm isimli eseriyle bilimleri ilk kez sınıflandıran Farabi aynı zamanda Öklit geometrisini de açıklamıştır.

Farabî'nin düşüncelerinden etkilenen İbni Sînâ (980-1037), çeşitli konularda 220 civarında eser vermiş diğer ünlü bir Türk bilginidir. Avrupa'da "Avicenna" adıyla bilinmektedir. Felsefe ve müspet bilimlerle uğraşan İbni Sina asıl ününü tıp alanında kazanmıştır. "El-Kanun fi't-Tıb" adlı eseri Latinceye çevrilmiş ve yüzlerce yıl ders kitabı olarak okutulmuştur.

BİLİMİN ÖNCÜSÜ OLAN DİĞER TÜRKLERDEN BİRKAÇ ÖRNEK...

Birûnî (973 -1051), Harzemşahların sarayında yetişti ve Gazneli Mahmud'un himayesine girdi. Matematik, geometri, tıp ve coğrafya gibi alanlarda 113'ten fazla eser veren Birûnî'nin asıl başarısı astronomi dalındadır. Yıldızların yüksekliğini, açılarını ölçen hassas aletler geliştirdi. Dünya çekirdeğinin çapını sadece 15 kilometrelik yanılmayla 6338.8 km olarak tespit etmiştir. Yazdığı astronomi kitabı, dünyanın ilk astronomi ansiklopedisi olarak kabul edilmektedir.

Farabî ve İbni Sina'nın açtığı yoldan birçok Türk âlim ilerlemiştir. Felsefe dalında; El-Harezmî, Şehristânî ve tasavvufun öncülerinden Gazali, İbni Rüşd, Fahreddin Razi, geometride Abdurrezzak Türkî, trigonometrinin kurucularından Abdullah el-Baranî ilk akla gelenlerdir. Selçuklu Sultanı Melikşah İsfehan ve Bağdat'ta birer rasathane kurdurdu. Dönemin Bilim adamları, Melikşah adına güneş yılına dayanan Celâlî veya Takvim-i Melikşâh adlarıyla anılan bir takvim hazırladılar. Sanat ve mimarlık alanlarında da Türk-İslâm Medeniyeti zamanında büyük gelişmeler görülmektedir. Türk-İslâm kültürü ve sosyal hayatına uygun olarak gelişen mimarlığın en önemli örnekleri cami, medrese, kervansaray, imaret, darüşşifa (hastane) vb.dir. İlk Türk-İslâm mimarî örneği, Tolunoğlu Ahmed tarafından Kahire'de yaptırılan Tuluniye Camisi'dir ve bugün dahi varlığını korumaktadır.

Türkler tarafından geliştirilen kubbe, kemer ve sütun biçimleri, Orta Asya yaşantısı ve çadır kültürünün, İslâm mimarîsine yansıtıldığı yeni bir mimarî üslûbu getirmiştir. Özellikle tekke, kümbet, cami ve medrese gibi yapılarda, Türk mimarî üslûbunun eşsiz örnekleri görülür. Yazı, cilt, çini, minyatür sanatları ile seramik, dokumacılık, taş ve maden işçiliği vb. alanlarda Türkler eşsiz örnekler vermişlerdir. Türkler heykel ve kabartma sanatlarında da başarılı örnekler vermişlerdir. Örneğin birçok yapıda hayvan figürleri kullanılmış, Sultan Tuğrul bastırdığı madalyona kabartma resmini koydurmuştur. Müzik alanında da Türkler yenilikler getirmişlerdir. Farabî müzik üzerine iki eser yazmış ve bunlar dünya müzik tarihine geçmiştir.

Eserinde ses ve müziğin fizik temellerini inceleyerek, ses perdesinin özelliklerini ilk defa ortaya koymuştur. Saraylardaki nevbet (bando), Osmanlı askerî mehterine örnek olmuştur. Ayrıca bazı tarikatlerin yaptıkları dinî müzik ve rakslar, Türk tasavvuf musikisinin ve semahların özünü oluşturmuştur.

Türkler sadece din ilimlerinde değil, diğer ilim dallarında, teknikte ve müsbet ilimlerde de büyük ilerlemeler göstermiş, dünyaca ünlü bilim adamları yetiştirmiştir.

İSLAM MEDENİYETİNİN OLUŞMASI

Büyük bir Türk bilgini olan İbni Sina'nın tıp alanında yazdığı kitaplar Avrupa'da yüzyıllarca okutulmuş, yine bir Türk bilgini olan Ebû Bekir Razi'nin eserleri bilim dünyasına ışık tutmuştur. Tıp, fizik, kimya, matematik ve astronomi ilimlerine önemli katkılarda bulunan, birçok bilim dalının temellerini atarak dünyaya öncülük eden çok sayıda Türk bilgini yetişmiştir. İslâm dünyasının her tarafını süsleyen, bugün bile çoğu ayakta duran sanat eserlerinin çoğu Türk mimarları tarafından yapılmıştır. İslâm dünyasında Sinan gibi bir mimar, Selimiye Camii gibi başka bir şaheser görmek mümkün değildir.

İslâm tarihine baktığımız zaman açıkça görürüz ki, Müslümanlığın ilk devirlerinden sonra Müslümanlığa büyük hizmetlerde bulunarak Allah'ın rızası yönünde hareket eden millet, Türk Milleti olmuştur. Kur'an-ı Kerim'de, İslâm'a hizmet eden hayırlı milletler şöyle müjdelenmiştir:

"Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisine sevdiği mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu,' Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır; onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir." (Maide Suresi, 54)

Bu ayetle, İslâm'a en önemli hizmetleri gerçekleştiren Türk Milleti de müjdelenmiştir.

Peygamber Efendimiz de şu müjdeyi vermiştir:

"İstanbul elbette fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır. Onu fetheden asker ne güzel askerdir."

İstanbul'un fethedilmesi, büyük Türk hükümdarı Fatih Sultan Mehmet ile onun kahraman askerine nasip olmuş ve böylece Milletimiz Peygamberimizin övgüsüne hak kazanmıştır.


dostum umarım kısmende olsa yardımcı olmusumdur. eger daha detaylı ve kapsamlı bı arastırma gerekıosa bana pm den ulas. elımdekı kaynakları senınle paylasırım..

KAYNAK
Son düzenleyen SEDEPH; 18 Mart 2009 21:03
Quo vadis?
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
18 Mart 2009       Mesaj #5
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Türk İslam Medeniyeti
TÜRK-İSLAM DEVLETLERİ
Karahanlılar – ( 840 – 1212 )
Gazneliler – ( 963 – 1187 )
Büyük Selçuklular – ( 1040 – 1157 )
Harzemşahlar – ( 1097 – 1231 )
MISIR’DA KURULANLAR
Tolunoğulları – ( 868 – 905 )
İhşidler – ( 935 – 969 )
Eyyübiler – ( 1174 – 1250 )
Memlükler – ( 1250 – 1517 )

TÜRK – İSLÂM TARİHİ ÖNEMLİ BİLGİLERİ !!!
Türk – Arap ilişkileri Talas Savaşı’ndan sonra olumlu gelişti.
Abbasiler döneminde Türklerin yerleştirildiği sınır şehirlerine Avasım denir.Bağdat yakınlarındaki askeri şehre Samarra denilmiştir.
Mısır’daki ilk Müslüman Türk Devleti Tolunoğulları ikinci Türk devleti İhşidler’dir.
Sultan ünvanını ilk kullanan hükümdar Gazneli Mahmut’tur.
İlk Müslüman Türk devleti Karahanlılar’dır.Merkezi Balasagun, Kaşgar, Semerkant’dır.
Büyük Selçuklu Devleti’nin kurucusu Tuğrul Bey’dir.Soyu Oğuzlara dayanır.Bütün İslam dünyasının koruyucusu – siyasi lideridir.Dini lider Abbasi halifesidir.
İkta sistemi ilk defa Hz. Ömer döneminde uygulanmaya başladı.
Büyük Selçuklu Devleti’nde Tuğrul Bey döneminde ikta uygulanmaya başlandı.
Büyük Selçuklularda ilk parayı Tuğrul Bey bastırdı.Tuğrul Bey, Alparslan, Melikşah, Çağrı Bey’in oğlu Kavurd altın para ( dinar ) bastırdı.
Altın para – Dinar, gümüş para – Dirhem
Büyük Selçuklu Devleti’nin gelirleri ; öşür, haraç, cizye, gümrük vergileri, ganimetler, madenlerin işletilmesinden gelen gelirler.Toplanan vergiler ile gulam askerleri ve memurların maaşları ödenir, diğer giderler karşılanır.
Ahilik :Şehirlerde esnaf ve zanaatkarların mesleki kuruluşudur. Getirdikleri ahlaki kurallarla topluma öncülük etmişlerdir.Hem ticari hayatın canlı tutulması, hem de şehrin güvenliği sağlanırdı.
Ahi teşkilatının temelleri 12. yy’da Abbasiler zamanında düzenlenen fütüvvet teşkilatına kadar uzanır.Anadolu Ahiliğinin kurucusu Ahi Evran’dır.
Görevleri; aynı meslekten olan üyeler arasında dayanışmayı sağlamak, üyeleri eğitmek, üretimde kalite ve standardı yükseltmek ve denetlemek, devletle esnaf arasındaki ilişkileri düzenlemek.
Hükümdar; yasama, yürütme, yargı yetkisine sahiptir.
Karahanlılar’da ulusçu özellik ön planda.

DEVLET YÖNETİMİ
HÜKÜMDAR
Ülke ve iktidar hanedan üyelerinin ortak malı sayılır.Kut anlayışı devam etmiştir.Sultan ünvanı kullanılmıştır, ilk kullanan Gazneli Mahmut’tur.
Büyük Selçuklularda; sultan, sultan-ı alem, sultan-ı azam, sultanü’l – mağrib vel maşrık kullanıldı.
Karahanlılar’da hakan, han, arlan han, buğra han, kadir, kara, ilig ünvanlarını kullandılar.
Harzemşahlar; harzemşah, melik, şahinşah, sultan, sultan-ı azam ünvanlarını kullandılar.
Hutbe okutmak, sikke, tuğra, nevbet, sancak, taç, taht ve saltanat çadırı, hilat ( giysi ), asa, alem ve çetr ( saltanat şemsiyesi ) hükümdarlık sembolleridir.

MERKEZİ YÖNETİM
Merkezi Yönetimde SARAY vardır.Sultana bağlıdır.
Divan üyeleri ile sultan arasındaki yazışmaları ve görüşmeleri düzenleyen kişiye hacip denmiştir.Başkanı Has Hacip’tir. Karahanlılar’da tayangu ( ulu hacip ) denir.
Saray Görevlileri; kapucubaşı : günlük hizmetlerin görülmesinden, Silahtar : Silah imalathanesinden, Emir-i Candar : Sarayı korumaktan, Alemdar : Devlete ait bayrakları taşımaktan, Cemedar : Elbise ve diğer resmi kıyafetlerin hazırlanmasından, Emir-i Ahur : Hayvanlardan sorumlu.
Serhenk : Sulatana ait kuvvetlerin önündeki yol açıcıdır.
Bütün saray görevlileri kapıkullarından seçilir.

HÜKÜMET
DİVAN–I SALTANAT ( Büyük Divan )
I-------------------I--------------------I---------------------I
Divan–ı İstifa Divan-ı Tuğra Divan-ı İşraf Divan-ı Arz
(Maliye - müstevfi) (İç-dış yazışma-Tuğrai) (Genel Teftiş- müşrif) (Askerlik İşleri – emir-i ârîz ya da arzü’l ceyş )

Devlet işlerini yürütmekle görevli hükümete Divan-ı Saltanat ( Büyük Divan ) denir.Asıl başkanı sahibi divanı devlet denilen büyük vezirdir.Karahanlılarda divan başkanına yuğruş denirdi.Gerektiğinde Sultan da bu divana katılır ve başkanlık ederdi.

ÜLKE YÖNETİMİ
Ülke ; eyaletlere – vilayetlere – kazalara - köylere ayrılmıştır.Eyaletlerin ve vilayetlerin başındaki hükümdar soyundan olan askeri görevlilere melik, diğerlerine şıhne denir.
Yönetimden sorumlu sivil görevlilere amid, vilayetlerin vergisini toplayanlara amil, ticari hayatı düzenleyenlere muhtesip, halk tarafından seçilen yöneticilere reis, posta teşkilatında çalışan görevlilere ulak denilirdi.Küçük yaştaki hanedan üyelerinin yanındaki yetenekli ve bilgili devlet görevlilerine atabey denirdi.

DİL VE EDEBİYAT
Karahanlılar’da devlet dili, konuşma dili, edebiyat dili Türkçe’nin Hakaniye lehçesidir.Uygur alfabesi kullanılmıştır.
Kutadgu Bilig ( 1069 – 1070 ) : Yusuf Has Hacip;İlk İslami Türkçe eserdir.Manzumdur, siyasetname özelliği var.
Divan-ı Lügati’t – Türk ( 1074 ) : Kaşgarlı Mahmut; ilk Türkçe ansiklopedik sözlük ve dilbilgisi kitabıdır.İçinde İlk Türk dünyası haritası vardır.Bağdat’taki Abbasi halifesine sunulmuştur.
Atabetü’l Hakayık ( 12. YY ) : Yüknekli Edip Ahmet;Uygur alfabesi ile yazılmıştır.
Satuk Buğra Han Destanı : Karahanlıların ilk Müslüman hükümdarını konu almıştır.Türklerin İslamiyete geçişini anlatan ilk sözlü edebiyat örneklerindendir.
Divan-ı Hikmet ( 12. YY ): Hoca Ahmet Yesevi; İlk Türk mutasavvufudur. Tasavvuf şiirlerini içerir.
Gaznelilerde; bilim dili Arapça, edebiyat dili Farsça, halk ve ordu arasında Türkçe konuşulurdu.Şair Firdevsi Sultan Mahmut için Şehname’yi yazmıştır.
Büyük Selçuklularda resmi dil Farsça, edebiyat dili Farsça, eğitim ve bilim dili Arapça, halk ve ordu arasında Türkçe konuşulmuştur.Ömer Hayam Rubaileri ile Enveri kasideleri ile ünlüdür.Nizamülmülk Siyasetnameyi Farsça olarak yazmıştır.
Harzemşahlarda Muhammed bin Kays – Türkçe Farsça sözlük

ORDU

Karahanlılarda : saray muhafızları, hasa ordusu, eyalet ordusu,
Gaznelilerde : gulam askerleri, eyalet askerleri, ücretli askerler, gönüllüler.
Gulam Sistemi : Savaş esirleri ve diğer küçük çocukların toplanması ile oluşur.Gulamhane denilen yerde yetiştirilir, çoğunluğu Türktür.Eyalet askerleri atlı askerler ve meliklerin askerlerinden oluşur.Ücretliler Oğuz, Karluk ve Yağma Türklerinden oluşur.Gazne ordusunda filler vardır.
Büyük Selçuklu Ordusu :
Tuğrul Bey döneminde askeri ikta uygulaması başladı.Bu sistem ilk defa Hz. Ömer döneminde uygulandı.Buna göre ülke toprakları vergi gelirlerine göre ikta adı verilen bölümlere ayrılır, askeri ve sivil devlet görevlilerine hizmetleri karşılığında verilir.
Büyük Selçuklu Ordusu ; Merkez Ordusu ( Gulam – Hassa ), Eyalet Ordusu, Türkmenler, Bağlı devlet ve beyliklerden oluşur.
1-Merkez Ordusu
Gulam ; değişik milletlerin çocukları alınır ve maaşlıdır ( Osmanlıdaki kapıkulu sistemi )
Hassa ; Türklerden oluşan atlı birliklerdir, iktalardan alınan vergilerle masrafları karşılanır, askerler komutanlığa kadar yükselebilir.
2-Eyalet Ordusu
Türk boylarından oluşur, Melik ve valilerin askerleridir, atlı askerlerdir. İkta askerleri olarak bilinir.
3-Türkmenler
Sınırlarda yerleşmişlerdir,sınırları korur ve fetih yaparlar.Yerleşik hayata geçirilip üretim yaparlarken aynı zamanda askeri alanda yararlanılmıştır.
4-Bağlı Devlet ve Beylikler
Gerektiğinde asker vermekle yükümlüdürler.

TOPRAK YÖNETİMİ
Toprakların çoğu devlete aittir, devlete ait arazilere miri arazi denir.
Toprak ; Has, İkta, Haraci, Vakıf, Mülk olarak bölümlere ayrılır.
Has : Hükümdar ve ailesine aittir, gelirleri hazineye ait olup masrafları için ayrılır.
İkta : Meliklere, devlet görevlilerine yaptıkları hizmetlerin karşılığı olarak tahsis edilen toprakladır.İkta verilenler maaş almazlar, atlı askerlerin masraflarını karşılarlar.

Haraci : Müslüman olmayan halkın elindeki arazilerdir.Toprakların işlenmesinden dolayı vergi alınır ve doğrudan hazineye gider.
Mülk : Yönetim ve askerlikte başarılı olanlara mülk olarak toprak verilir.Sahibi alıp satabilir, miras bırakabilir ve devredebilir.

HUKUK
Töreler var.
Şer’i ve örfi hukuk olarak ikiye ayrılır.Şer’i hukuka giren davalara kadılar, örfi hukuka girenlere ise emir-i dad ( adalet bakanı ) bakar.
Devletin kadılar üzerinde baskı ve etkisi yoktur, kararları kesindir.İtiraz edenle kadılardan oluşan bir kurula başvurabilir, başkanına Kadi’l –Kudat denir ve Bağdat’ta oturur.Ayrıca kadıların tayinini yapar.Hükümdarın başkanlık ettiği ağır siyasi suçlara bakan Divan-ı Mezalim adında yüksek mahkemeler de vardır.

BİLİM VE SANAT
Karahanlılarda ; Semerkant, Buhara, Kaşgar bilim ve kültür merkezidir.
Gaznelilerde Nisabur’da medreseler kurulmuştur.El Biruni Hindistan’ın tarihi ve coğrafyasını yazmıştır.
Büyük Selçuklularda ilk medrese Tuğrul Bey zamanında Nişabur’da açıldı.
Alparslan zamanında Nizamülmülk Bağdat’da Nizamiye Medresesi’ni kurdu (1066). Dünyanın ilk üniversitesi sayılır.Medreselerin çevresinde mescit, hamam, yatakhane, kütüphane, imarethaneler vardır.Şirazi, Cüveyni, Gazali ve Feridüddin Attar ünlü müderrislerdendir.
Tezhip : El yazması kitap ve levhaların altın tozu ve boya ile süslenmesi.
Hat : Arap harflerinin süslü olarak yazılması.
Fresko : Yaş alçı ve sıva üzerine yapılan resim.
Minyatür : Türk – İslam sanatında en çok kullanılandır.
Müzik : Tasavvuf müziği gelişmiştir.


Çini : Kökeni Orta Asya’ya kadar gider.Çiniye sırça da denir.Malzeme iyi cins kildir.Çeşitli işlemlerden sonra yüksek dereceli fırınlarda pişirilir.16. yy en parlak dönemidir.Bitkisel motifler ile sarı , yeşil , beyaz ve kırmızı renkler kullanılmıştır.İznik ve Kütahya merkezidir.
BİLİM ADAMLARI
Harezmi ( 780 – 850 ): Matematikçidir, cebirle ilgili çalışmaları ünlüdür.
İbn-i Türk ( 9. YY ): Cebirle ilgilenmiştir.
Farabi ( 870 – 950 ) : Farab şehrinde doğmuştur. Aristo’nun düşüncelerinin İslam dünyasına yayılmasını sağlamıştır.Muallim-i Sani ( ikinci öğretmen ) denilir.Avrupa’da Alfarabyus olarak tanınır.
İlimlerin sınıflandırılmasını ilk defa yapan İhsaü’l İlim ( ilimlerin tasnifi ),
Devlet başkanlarının vasıflarını El- Medinetü’l Fazıla (Erdemli Kent) adlı eserde yazmıştır.
Musiki ile ilgili Kitabü’l Musiki

El Biruni ( 973 – 1051 ) : Harezm’de doğmuştur.Serbest düşünceyi savunmuştur. Enlem-boylamı tespit etmiş, dünyanın güneş etrafındaki dönüşünün bir yılda gerçekleştiğini söylemiştir.
İbn-i Sina ( 980 – 1037 ) : Avrupa’da Avicenna olarak tanınır.Farabi’nin etkisinde kalmıştır.El Kanun Fi’t – Tıp Avrupa’da ders kitabı olarak okutulmuştur.
Gazali ( 1058 – 1111 ) : Büyük Selçuklu döneminde yetişmiştir.Nizamiye medreselerinde çalışmıştır.İhyaü’l – Ulumiddin ( Din ilimlerinin yeniden yapılanması ) en ünlü eserlerinden biridir.
Ömer Hayam ( … 1123 ) : Sultan Melikşah zamanında çalışmalar yaptı.Takvim-i Melikşah veya Takvim-i Celali denilen bir takvim düzenledi.

MİMARİ
Tolunoğulları dönemi – Tolunoğlu Ahmet Camii
Karahanlılar İslamiyeti kabul eden ilk Türk devleti olarak Türk – İslam mimarisinin temellerini atmışlardır.Türkistan’dan günümüze kadar gelebilen minarelerin çoğu Karahanlılara aittir.Türk İslam sanatının en eski Kervansaray örnekleri Karahanlılara aittir.
Şir Kebir Camii
Arab Ata Türbesi
Ayşe Bibi
Balacı Hatun türbeleri.
Gazneliler Dönemi
Zafer Kuleleri
Leşker-i Bazar Ulu Camii
Arusü’l – Felek Camii
Büyük Selçuklu Dönemi
Mimarideki yeni unsurlar; üst üste çift kubbe, köşeli çatı, sivri kemer, Türk üçgeni tarzı kubbeye geçiş elemanı, silindirik ve yivli minareler, dikdörtgen ve beş köşeli mihrap.
İsfahan’da Mescid-i Cuma ( Ulu Camii )
Mev’de Sultan Sencer Türbesi
Kazvin’de Mescid-i Cuma
Haydariye Mescidi
Damgan Mescid-i Cuması
Rey’de Tuğrul Bey türbesi
Tus’ta İmam-ı Gazali Türbesi
Nahçivan’da Mümine Hatun türbesi
Ribat-ı Anuşirvan ( Ribat = Kervansaray )

Kervansaray mimarisi ilk olarak Karahanlılar ve Gazneliler’de görülür.Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları zamanında en gelişmiş haline ulaşmıştır.

ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLİKLER DÖNEMİ
ÖNEMLİ BİLGİLER !!!
Anadolu Selçukluları ve Beylikler döneminde halk yaşadığı yerler ve yaşayış biçimlerine göre şehirliler, konargöçerler, köylüler olarak sınıflandırılmıştır.
Şehirliler; melik, subaşı ve subaşı naibi tarafından idare edilir.Şehir içinde ehl-i örf ve ehl-i ilim ayrıca esnaf ve zanaatkarlar da bulunmaktadır.
Anadolu Selçukluları’nda topraklarda devletin hakimiyeti vardır ( miri arazi ). Her köyün başında köy kethüdası vardır.
Konargöçerlere Yörük denilmiştir.
İmaret; öğrencilere, yolculara ve fakir halka yemek dağıtan yerdir.
Kervansaray; konaklama yerleridir.
Darüşşifa; hastahaneler.
Anadolu Selçukluları’nda taht ve iktidar hükümdar ailesinin ortak malıdır.
Şehzadeler melik ünvanıyla atabeylerin gözetiminde eğitilir ve yöneticilik yaparlardı.
Anadolu Selçuklu Hükümdarları’nın ünvanları; sultan, Rükneddin, Keykubat, Sultan-ı azam, Sultan-ı galip, Emir’ül Müminin.
Hükümdar mutlak hakimdir, töre ve din kuralları uygulanır.Kut anlayışı devam etmiştir.
Hakimiyet sembolleri; nevbet ( davul – ordu müziği ), sancak, tuğra, sikke (para), otağ, saray.
Sarayın genel sorumlusuna hacibül hüccap denir.yardımcı memurlarına hacip denir.
Divan Teşkilatı hükümetin karşılığıdır. Divan-ı Saltanat ( Büyük Divan ) denir.Başkanı Sultandır.Sultan yoksa vezir başkanlık eder.Büyük Divan’a bağlı divanlar vardır.
Tuğrai ; hükümdarın nişan ve tuğrasını çeker, münşii de denilir.
Emir-i Ariz ; ordu ile ilgili işlere bakar.
Müstevfi ; gelir gider hesaplarına bakan görevlidir.
Müşrif ; askeri ve adli işler dışındaki idari ve mali teşkilatın işleyişini kontrol eder.
Pervaneci ; arazi defterlerinde tutulan has ve iktaların düzenlenmesini yapar.
Emir-i Dad ; beylerbeyi ve atabeyler ile soruşturma ve tutuklamalardan sorumlu adalet bakanı.

Anadolu Selçuklularında Divan-ı Saltanattan başka Meşveret Meclisi de bulunur.Kurultayın karşılığıdır.
Subaşı ; merkeze bağlı vilayetleri idare eden kişi.Öenmli şehir merkezlerinde şıhne denilen askeri valiler vardır.
Emir’ül Ümera ; ordu komutanıdır.
Gulam ; değişik milletlerden küçük yaşta satın alınan ve toplanan çocuklardır.Hükümdara bağlıdırlar.
Hassa Askerleri ; merkez ordusudur.Sipahi denir.
Sipahiler ; maaş yerine ikta ( dirlik ) verilen atlı askerlerdir.
Anadolu’da en yaygın olarak Hanefilik vardır.
Gaza; İslamiyet için yapılan savaş.
Sufi ; Tasavvuf düşüncesini benimseyenlere denir.
Tarikat ; Allah’a giden yol anlamında sufilerin kurduğu dini kurum.Bu yolda gidenlere derviş ya da mürit denir.
Tarikatlar dışında faaliyet gösteren dini nitelikli örgütler ; Abdalan-ı Rum ( Anadolu dervişleri teşkilatı ), Bacıyan-ı Rum ( Anadolu kadınları), Gaziyan-ı Rum ( Gaziler teşkilatı ), Feteyan-ı Rum ( Gençler teşkilatı )
Kadi’l Kudat ; kadıları başındaki kişidir, şer’i mahkemelere bakar.Konya’da oturur.
Kadıasker ; askeri davalara bakar.
Divan-ı Mezalim ; ağır siyasi suçlara bakar, Sultan başkanlık eder.
Toprakların çoğu devletindir, miri arazi denir.Has, İkta, Mülk, Vakıf arazi diye bölümlere ayrılır.
Has ; geliri hükümdara ayrılan topraklardır.
İkta ; ordu mensuplarına ve devlet memurlarına hizmet ve maaşlarının karşılığı olarak verilir.Sipahi denilen atlı asker beslerler.
Mülk ; devlet adamlarına başarılarından dolayı verilir.
Vakıf ; gelirleri ilmi ve sosyal kuruluşların masraflarına ayrılan topraklardır.Özel şartnamelerine vakfiye denir.

SANAT
Çini Sanatı : Mimaride yüzeyleri süslemek için kullanılan bir yüzü sırlı pişmiş toprak levhalara çini denir.
Kuş, balık figürleri, bitki desenleri ve yıldız geometrik motifler en çok kullanılan süsleme desenleridir. Konya Sırçalı Medrese ve Karatay Medresesi çini sanatının en güzel örnekleridir.Dış mimaride en çok taş işçiliği kullanılmıştır.
Diğer Sanatlar
Minyatür, heykel, hat sanatı, tezhip ve cilt sanatı, halı ve kilimcilik, ağaç işçiliği diğer sanatlardır.Ordu müziğinin başlangıcı olan nevbet, Mevlevi ve ahi ayinlerinde görülen müzik ve raks tasavvuf müziğinin örneklerini teşkil etmiştir.
Anadolu Selçukluları ve beylikler armalarında ve paralarında arslan resmi kullanmışlardır.Selçukluların sembolü haline gelen çift başlı kartal ve diğer hayvan figürleri Konya surlarında kullanıldı.

MALİYE VE PARA
Maliye işlerine Divan-ı İstifa bakardı.Gümrük, cizye, öşür, haraç, maden gelirleri, hayvan sürülerinden alınan vergiler, Pazar yerlerinde alım satımdan alınan vergiler, bağlı devlet ve beyliklerin verdiği vergiler, hediyeler ve ganimetler başlıca gelirlerdir.İki türlü hazine vardır; Hazine-i Amire – devlet hazinesi, Hazine-i Hassa – Hükümdarın şahsına ait hazine.
Türkler Anadolu’ya geldiklerinde bir süre yerli halkın kullandığı Bizans parasını kullanmak zorunda kaldı.İlk Selçuklu paraları önce bakır sonra gümüş ve altından basıldı.Gümüş paraya dirhem, altın paraya dinar demişlerdir.İlk para Sultan Mesut tarafından bastırılan bakır paradır.Altın paralar 13.yy’da bastırıldı.Anadolu Selçuklu Devleti’nin ekonomisi tarım, hayvancılık, sanayi ve madencilik ile ticarete dayanıyordu.
AHİLİK
Şehirlerde esnaf ve zanaatkarların mesleki kuruluşudur.Getirdikleri ahlaki kurallarla topluma öncülük etmişlerdir.Hem ticari hayatın canlı tutulması, hem de şehrin güvenliği sağlanırdı.
Ahi teşkilatının temelleri 12. yy’da Abbasiler zamanında düzenlenen fütüvvet teşkilatına kadar uzanır.Anadolu Ahiliğinin kurucusu Ahi Evran’dır.
Görevleri; aynı meslekten olan üyeler arasında dayanışmayı sağlamak, üyeleri eğitmek, üretimde kalite ve standardı yükseltmek ve denetlemek, devletle esnaf arasındaki ilişkileri düzenlemek.

Dini Mimari Eserleri camiiler, mescitler, kümbetler, tekke ve zaviyelerdir.
Anadolu Türklerinin yaptığı ilk mimari eserler camiiler olmuştur.

ARTUKLU DÖNEMİ ESERLERİ – Anadolu’da ilk köprüleri yaptılar.
( 1102 – 1409 ) Diyarbakır, Harput, Mardin
Diyarbakır Artuklu Sarayı
İlk Artuklu Medresesi İlgazi tarafundan Halep’te yaptırıldı.
Silvan (Meyyafarkin) Ulu Camii
Mardin Ulu Camii
Harput Ulu Camii
Dunaysır (Kızıltepe) Ulu Camii
Urfa Ulu Camii
Malabadi Köprüsü

DANİŞMENDLİ DÖNEMİ ESERLERİ – ( 1080 – 1178 ) Sivas, Kayseri, Malatya, Tokat, Amasya, Çankırı, Kastamonu
Niksar Ulu Camii
Kayseri Ulu Camii
Kayseri Kölük Camii
Kayseri Melik Danişment Gazi Kümbeti
Tokat ve Niksar Yağıbasan Medreseleri – Anadolu’daki ilk medrese.
Emir Gazi Kümbeti

SALTUKLU DÖNEMİ ESERLERİ - ( 1072-1202 ) Erzurum
Erzurum Kale Camii
Erzurum Ulu Camii
Tepsi Minare ( Saat Kulesi )
Mama Hatun Kervansarayı ve Kümbeti
Erzurum, Emir Saltuk Kümbedi

MENGÜCEKLİ DÖNEMİ ESERLERİ – ( 1080 – 1228 ) Erzincan, Kemah, Şebinkarahisar, Divriği
Divriği Külliyesi
Divriği Kale Camii
Divriği Ulu Camii ve Şifahanesi – Hat sanatı ile ünlüdür.
Kayıtbay Camii
Divriği Külliyesi

ANADOLU SELÇUKLU CAMİİLERİ
Konya Alâeddin Camii – 1155-1219
Niğde Alâeddin Camii - 1223
Malatya Ulu Camii - 1224
Sivas Ulu Camii
Konya, Sahip Ata Camii
Afyon Ulu Camii – Ağaç direklidir.
Sivrihisar Ulu Camii – Ağaç direklidir
Kayseri Huand Hatun Camii - 1238
Amasya Burmalı Minare Camii – 1237 - 1247
Sinop Ulu Camii (Alâeddin Camii) – 1267
Amasya, Gökmedrese Camii - 1266 - 1267
Ayaş Ulu Camii
Kayseri Develi Ulu Camii – 1281- Anadolu Selçukluları’nın son camisidir.

BEYLİKLER DÖNEMİ CAMİİLERİ
Manisa Ulu Camii
Antalya Yivli Minare Camii
Aksaray Ulu Camii
Niğde Sungur Bey Camii
Kütahya Kurşunlu Camii
Kütahya Hisarbey Camii
Birgi Ulu Camii
Selçuk İsa Bey Camii
Milas Hacı İlyas Camii
Milas Ulu Camii
Beyşehir Ulu Camii

ANADOLU SELÇUKLU MESCİTLERİ- Minberi olmayan küçük camilerdir.Tek kubbeli veya düz çatılıdır.
Konya, Taş Mescit - 1215
Konya, Sırçalı Mescit
Konya, Karatay Mescidi - 1248
Konya, Hoca Hasan Mescidi
Konya Erdemşah Mescidi
Çankırı Taş Mescid
Akşehir, Küçük Ayasofya Mescidi
Akşehir, Güdük Minare Mescidi - 1226
Harput, Alaca Mescit (Arap Baba Mescidi) - 1279

M E D R E S E L E R
MEDRESELER – Türk İslam devletlerinde bilim ve düşünce hayatının merkezidir.Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminin en önemli eğitim ve öğretim kurumlarıdır.
Danişmendli’lerin yaptırdığı Tokat ve Niksar’daki Yağıbasan Medreseleri .Anadolu’da ilk medrese ve ilk beylikler dönemindedir.
1193’de Kayseri Koca Hasan Medresesi Anadolu Selçuklularında ilk medresedir.

ANADOLU SELÇUKLU MEDRESELERİ
Kayseri Koca Hasan Medresesi ( 1193 ) – A.Sel. ilk medrese
Kayseri Hunat Hatun Medresesi
Konya Karatay Medresesi ( 1251 )– Çini ve hat sanatı ile ünlüdür
Konya Sırçalı Medrese ( 1242 ) Çini ve hat sanatı ile ünlüdür.
Konya Altun Aba Medresesi
Konya İnce Minareli Medrese( 1260 ) – A.Sel. Veziri Sahip Ata yaptırmıştır.
Sivas Gök Medrese – A. Sel. Veziri Sahip Ata tarafından yaptırılmıştır.Kapısının kenarında yaprak motifi vardır.Bunun üst kısmında Orta Asya hayvan takvimi yerleştirilmiştir.
Sivas Burûciye Medresesi
Sivas Şifaiye Medresesi
Kırşehir Cacabey Medresesi ( 1272 – 1273 )
Akşehir Taş Medrese
Amasya Gökmedrese.
Erzurum Çifte Minareli Medrese – Anadolu’nun en büyük medresesidir.

Beylikler Dönemi Medreseleri
Eğirdir Dündar Bey Medresesi
Niğde Ak Medrese
Karaman Hatuniye Medresesi
Kastamonu Köşk Medrese
Korkuteli, Emir Sinaneddin Medresesi

K Ü M B E T V E T Ü R B E L E R
KÜMBET VE TÜRBELER – mezar anıtlardır.
Türbe : Dört duvarının üzeri kubbe ile örtülü olanlarına denir.
Kümbet : Silindirik, çokgen gövdeli, konik veya piramit çatılı olanlarına denir.Esasını Türkmen çadırlarından almıştır.

İlk Beylikler Dönemi
Divriği Sitte Melik
Erzurum Emir Saltuk
Kayseri Melik Danişment Gazi
Erzincan – Tercan Mama Hatun kümbetleri

Anadolu Selçukluları Dönemi
Konya II. Kılıçarslan Kümbeti
Kayseri Döner Kümbet
Kırşehir Cacabey Kümbeti
Ahlat Ulu Kümbet
Niğde Hüdavent Hatun Kümbeti

Moğol Hakimiyeti Dönemi Eserleri
Amasya, Şifahane
Erzurum, Yakutiye Medresesi
Niğde, Hüdavend Hatun Kümbedi
Tokat, Nureddin İbn Sentimur Kümbedi
Sivas Çifte Minareli Medrese ( ilhanlıların veziri Şemseddin Cüveyni yaptırdı )

K Ü L L İ Y E L E R
KÜLLİYELER – Camiyle birlikte kurulan medrese, kütüphane, imaret, hastahane ve hamam gibi yapıların bütünüdür.
Anadolu’nun en eski külliyesi Mengücekliler dönemine ait Divriği Külliyesi’dir.( İlk beylikler dönemi )
İlk Selçuklu külliyesi Kayseri Huant Hatun Külliyesi’dir.
Kayseri Hacı Kılıç Külliyesi
Konya Sahip Ata Külliyesi

Sivil mimari eserleri ; köşkler ve saraylar, evler, hanlar, kervansaraylar, darüşşifalar, çarşılar, hamamlar ve köprüler..

ANADOLU SELÇUKLU DÖNEMİ SİVİL MİMARİ ESERLERİ
Kubadiye ve Kubadabat Sarayı, Alaiye Sarayı, Haydar Bey Köşkü, Hızır İlyas Köşkü.

KERVANSARAYLAR – Küçüklerine han, sultanlar tarafından yaptırılanına Sultan Hanı denir.
Anadolu’da yapılan ilk kervansaray II. Kılıçarslan zamanında tamamlanan Aksaray – Kayseri yolu üzerindeki Alay Han’dır.
Konya – Aksaray yolu üzerindeki Sultan Hanı ile Kayseri – Sivas yolu üzerindeki Sultan Hanı dönemin en büyük iki kervansarayıdır.
Antalya – Alanya arasında Alara Han, Antalya – Isparta arasında İncir ve Kıkgöz Hanları, Antalya – Alanya arasında Şarapsa Han, Akşehir – Çay yolunda İshaklı Han, Sivas – Malatya arasında Hekim Han, Afyon – Denizli arasında Ak Han, Antalya – Isparta yolu üzerindeki Evdir Han önemli örneklerdir.

DARÜŞŞİFALAR – Günümüzün hastahaneleridir.Darüşşifa veya bimarhane de denilmiştir.
ANADOLU SELÇUKLU DÖNEMİ
Kayseri Gevher Nesibe Hatun darüşşifası – Anadolu’nun en ünlü ve en eski darüşşifasıdır. ( Anadolu Selçuklu Dönemi )
Konya’da I. İzzeddin Keykavus darüşşifası ( Anadolu Selçuklu Dönemi )
Aksaray’da Alaeddin Keykubat, Divriği’de Turan Melik, Amasya’da Torumtay, Tokat’ta Müineddin Pervane dönemin önemli hastahaneleridir.( Anadolu Selçuklu )

KAYNAK
Quo vadis?
mervenur245 - avatarı
mervenur245
Ziyaretçi
23 Mart 2009       Mesaj #6
mervenur245 - avatarı
Ziyaretçi
Türk-İslam devletlerinde halkın etnik yapısı bu devletleri hangi yönlerden nasıl etkilemiştir?
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
23 Mart 2009       Mesaj #7
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Alıntı
mervenur245 adlı kullanıcıdan alıntı

Türk-İslam devletlerinde halkın etnik yapısı bu devletleri hangi yönlerden nasıl etkilemiştir?

üstteki mesajda Türk-islam devletlerindeki kültür ve medeniyetlerin yapısından bahsedilmektedir.
Quo vadis?
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
23 Mart 2009       Mesaj #8
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
TÜRK-İSLAM DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE MEDENİYET

1. DEVLET YÖNETİMİ
Türkler cihan hâkimiyeti mefkûresine sahip olduklarından dolayı sürekli devlet kurmuşlar ve çok geniş coğrafyalara da yayılmışlardır. Fakat ülkenin hanedanın ortak malı sayılması, boylar arası mücadele, taht kavgaları gibi sebeplerle birçok Türk Devleti de kısa sürede yıkılmıştır.

a) Hükümdar:
İslam öncesindeki veraset sistemi olan hükümdarlığın babadan oğla veya herhangi bir hanedan üyesine geçişi ile kut inancı aynen devam etmiştir. Hükümdarın yasama, yürütme ve yargı yetkisi vardır.
İslami dönemde Sadece Memluklarda hükümdarlığa geliş şekli farklıydı. Güçlü olan her komutan hükümdarlığı ele geçirebilirdi. Memluklarda bir hanedanlık sistemi yoktu.
Türk-İslam Devletlerinde hükümdarlar Han, Hakan, Sultan, Sultan-ı azam, Sultanu’l âlem, Sultanu’l maşrik vel mağrib, Kadır, Kara, İlig, Melik, Şahinşah ve Harzemşah gibi ünvanlar kullandılar.
Hükümdarlık alametleri ise hutbe okutmak, sikke (para) bastırmak, tuğra, nevbet (davul) çaldırmak, sancak, taç, sorguç, taht, Tuğra, Otağ(saltanat çadırı), hilat (halifenin gönderdiği üzeri ayet işlemeli elbise) menşur (halifenin gönderdiği yazılı belge) , asa, âlem ve çetr (saltanat şemsiyesi) gibi sembollerdir.

b)Hükümet:
Hükümeti oluşturan divanlar şunlardır;

1.Divan-ı Saltanat
Büyük divandır, devlet İşlerini yürütür.

2.Divan-ı İstifa
Maliye Bakanlığıdır. Müstevfi başındaki kişidir.

3.Divan-ı Tuğra ya da Divan-ı İnşa
Yazışmaları Yapan Başkanlıktır. Tuğrai başındaki kişidir.

4.Divan-ı İşraf
Genel Teftiş Bakanlığıdır. Müşrif başındaki kişidir.

5.Divan-ı Arz veya Divan-ı Ceyş

Askerlik İşleri Bakanlığıdır.
Emir-i Arz başındaki kişidir.

c) Saray:
Sultanın ve devlet çalışanlarının bulunduğu yönetim birimidir.
Saray çalışanları;

Hacip:
Divan üyeleri ile sultan arasındaki yazışmaları düzenleyen görevlilerdir. Başlarındaki kişi Hashacip’tir

Kapucubaşı:
Sarayın günlük işlerinin görülmesinden sorumlu olan kişidir.

Silahtar:
Silah imalathanesini yönetir.

Candar:

Saray muhafızlarıdır. Başlarındaki kişiye Emir-i Candar denir.

Âlem:
Bayrak demektir. Bayrakları korumakla görevli kişiye de Alemdar denir.

Cemedar:
Sultanın kıyafetlerinden sorumlu kişidir.

Emir-i Ahur:
Sultanın at ve hayvanlarından sorumlu olan kişidir.

Serhenk:
Sultanın özel korumalarıdır.

ÖNEMLİ NOT: Bütün bu saray görevlileri kapıkullarından (maaşlı askerlerden) seçilirdi.

d) Memleket Yönetimi:
Ülke eyaletlere, eyaletler vilayetlere, vilayetler kazalara, kazalar da köylere ayrılırdı.

Eyalet ---> Şıhne-Amil-Muhtesip

Vilayet---> Amid-Amil-Muhtesip

Kaza ---> Reis-Amil-Muhtesip

Köy ---> İktalı sipahi

Eyalet -> Başında bulunan kişi Şıhne’dir. Eğer hükümdar soyundan bir kişi eyaletin başında ise o zaman ünvanı melik’tir.

Vilayet ve kazaların başında,
Mülki idareden sorumlu -> Amid (vilayet amidi ve kaza amidi)

Mali işlerden sorumlu -> Amil (vilayet amili ve kaza amili)

Halk tarafından seçilen -> Reis (sadece kaza ve nahiyelerde bulunur)
Belediye işlerinden sorumlu -> Muhtesip

Köylerde ise İktalı sipahiler bulunurdu.

Bunların dışında Ulag (posta) teşkilatında çalışan peykler, Münhi diye anılan gizli istihbarat memurları da vardı.


2. ORDU
Büyük Selçuklu hükümdarı Sultan Melikşah Guleman-ı Saray adlı bir ordu kurdu. Bu orduya sultanın özel ordusu olduğundan dolayı Hassa ordusu da denir. İçinde devşirilen İranlı çocuklar da vardı. Bunlar yılda 4 kere Bistgani adlı maaş alırlardı.
Ayrıca ikta sisteminden yetiştirilen askerlerden oluşan bir Eyalet ordusu da vardı.

İkta sistemi nedir?
Devlet belli bir arazi parçasını bir çiftçiye verir. Bu çiftçiye mukta denirdi. Mukta o araziyle hem geçimini sağlar hem de iktalı askeri beslerdi. Böylece devlet hazineden tek kuruş para harcamadan her an savaşa hazır bir ordu bulundurur hem boş arazinin ekilip biçilmesini sağlar hem de memleketin zenginleşmesini sağlardı. İktalı asker barış zamanında da bulunduğu bölgenin asayişini sağlardı.

ÖNEMLİ NOT: İkta sistemi hem tarım hem askerlik hem güvenlik hem de maliye ile ilgili sonuçları olan geniş kapsamlı bir sistemdir. Bu sistem Türk-islam devletlerinden Selçuklular, Gazneliler ve Karahanlılar’da uygulanmıştır.

Türklerde denizcilik ve donanma gelişmemiştir. Sebep ise denizle geç tanışma ve göçebe yaşamdır. Çünkü denizcilik belli bir yere bağlı olmayı gerektirmededir.

Donanmaya sahip olan Türk-İslam Devletleri ise;
Gazneliler -> Sultan Mahmut’un Nehir Filosu
Anadolu Selçukluları’nda -> Süleyman Şah’ın İznik Tersanesi
Çaka Beyin -> İlk Türk Donanması
Memluk-Mısır Türk Devleti -> Mısır Donanması olarak sayılabilir.


3)TOPRAK YÖNETİMİ


Miri Arazi
Mülkiyeti Devlete ait olan arazi demektir. Bütün araziler Miri araziden kısımlara ayrılmışlardır. Miri arazi kısımları şunlardır;

a)Has Arazi
Buralar devlete ait olan arazilerdir.
Elde edilen gelir devlet hazinesine gider.
Hükümdar ve ailesinin de masrafları bu arazilerden sağlanırdı.

b)İkta Arazi
Buralar devlete ait olan arazilerdir.
Elde edilen geliri iktalı askere ve ikta araziyi işleyen çiftçiye verilir.

c)Vakıf Arazi
Buralar sosyal ve dini amaçlı vakıflara ait olan arazilerdir.
Elde edilen gelirlerle hanlar, kervansaraylar, camiler ve hastaneler yapılırdı.

d)Haraci Arazi
Gayr-i Müslimlerin elindeki arazilerdir.
Elde edilen gelir çiftçiye aittir. Fakat vergi oranı yüksektir.

e)Mülk Arazi
Yönetim ve askerlik alanlarında başarı göstermiş olan devlet adamlarına ödül olarak verilen arazilerdir. Sahipleri tarafından alınıp satılabilen tek arazilerdir.


4)HUKUK

a)Şer-İ Hukuk
Kaynağını İslam dininden alan hukuk kurallarıdır.
Boşanma, miras, hayır işleri ve vakıfların yönetimi gibi konularda geçerli olan hukuktur.
Uygulayıcısı kadı’dır. Kadı tayini Bağdat’taki Kadıl-kudat tarafından yapılırdı.

b)Örfi Hukuk
Kaynağını gelenek görenek ve sultanın emirlerinden alan hukuk kurallarıdır. İslam öncesindeki törenin devamıdır.
Devlet ve halk arasındaki davalara bakan hukuk kurallarıdır.
Uygulayıcısı taşrada Naib ve inzibat memurlarıdır. Başlarındaki kişiye Emir-i Dâd denirdi. (Adalet Bakanı)
Bu iki mahkeme dışında ağır siyasi suçların görüşüldüğü Divan-ı Mezalim adlı bir yüksek mahkeme vardır. Bu mahkemeye sultan başkanlık ederdi.


5. İLİM VE EDEBİYAT

— Karahanlılar Hakaniye lehçesini oluşturdular ve kullandılar. Yazıda ise Uygur Alfabesini kullanmaya devam ettiler. Bu dönem Türk-İslam edebiyatının oluştuğu dönem oldu.
Kaşgarlı Mahmut -> Divan-ı Lügati’t-Türk. İlk Türk dünyası haritası da bu eserdedir.
Yusuf Has Hacip -> Kutadgu Bilig
Yüknekli Edip Ahmet -> Atabetül-Hakayık
Hoca Ahmet Yesevi -> Divan-ı Hikmet Bu dönemin önemli yazılı eserleridir.
Karahanlı Devletinin ilk Müslüman hükümdarı olan Satuk Buğra Han’ın (Abdülkerim Han) Müslüman oluşunu anlatan Satuk Buğra Han Destanı Türk-İslam edebiyatının ilk sözlü ürünüdür.
—Gazneliler döneminde Arapça ve Farsça Türkçe’den daha yaygın olarak kullanıldı.
Firdevsi Şehname adlı eserini Gazneli Mahmut’a sundu. Firdevsi bu eserinde İran ve Turan savaşlarını anlatır. İranlılar’ı daha çok övdüğünden dolayı Sultan Mahmut ona önceden vaat ettiği paranın tamamını ödememiştir.
—Büyük Selçuklular döneminde resmi dil Farsça oldu. Eğitim ve bilimde ise Arapça hâkimdi. Türkçe sadece orduda ve halk arasında kullanılıyordu. Bu dönemde Ömer Hayyam Rubaileriyle, Enveri Kasideleriyle ve ünlü vezir Nizamül-Mülk de Siyasetname adlı eseriyle önemli yer tutar.
Farabi (ölüm 950) Aristo’nun bütün fikirlerini açıkladığı için 2. öğretmen yani Muallim-i Sani ünvanı almıştır.
İbn-i Sina (ölüm 1037) tıp, mantık ve fizik alanında önemli çalışmalar yaptı. Batıda Avicenna olarak tanınır.
Sultan Alp Arslan 1066 yılında Bağdat’ta Nizamiye Medreselerini kurdu. Bu medrese dünyanın ilk üniversitesidir.
Yine sözlü edebiyat olarak Danişmendnâme, Battalgazi Destanı ve Sarı Saltuk Menkıbesi önemli destanlardır.
Büyük Türkmen şairi Yunus Emre (ölüm 1320) asırlarca erişilmesi mümkün olmayan bir edebiyat ve ahlâk kuramı geliştirmiştir.


6. GÜZEL SANATLAR VE İMAR FAALİYETLERİ


Bu dönem eserleri arasında; Çini kaplı saraylar, cami, mescid, imaret, han, türbe, kümbet, şadırvan, sebil, kale, sur, ribat(kervansaray) ve mezar sandukaları sayılabilir. Fakat daha da önemlisi bu dönemde Türkler sanat dünyasına çok önemli mimari üsluplar katmışlardır. Bunlar;

—Medrese mimarisi -> Bağdat Nizamiye Medresesi
—Medrese-Cami mimarisi -> Sultan Melikşah’ın İsfahan’daki Mescid-i Camii
—Tuğla, kümbet ve çift kubbe inşaatı -> Merv’de Sultan Sencer Türbesi gibi
—Yivli, yüksek ve ince minare tipi, sütun, sütun başlığı, pencerelerin katlar halinde sıralanması, dikdörtgen ve beş köşeli mihraplar Türklerin sanat dünyasına kazandırdıkları sanat üsluplarıdır.

ÖNEMLİ NOT:
Türk-İslam mimarisinin en belirgin özelliği kubbe mimarisidir.

Bu dönem mimari eserleri ise;
—Mısır’da Tolunoğlu Ahmet’in yaptırdığı Toluniye Camii
_ Karahanlılar döneminde Ribat adlı kervansaraylar, Buhara Ulu Camii
_ Gazneliler döneminde Leşker-i Bazar adlı saray
—Büyük Selçuklular döneminde;
İsfahan’da Mescid-i Cuma
Merv’de Sultan Sencer Camii
Kazvin’de Haydariye Mescidi önemli eserlerdir.
—Babür hükümdarı Şah Cihan’ın eşi Mümtaz Mahal için yaptırdığı Tac Mahal dünyanın sayılı harikalarından biri olmuştur.
Türk-İslam sanatında resim ve heykelciliğin yasaklanması oymacılık, kakmacılık, nakkaşlık ve minyatür gibi süsleme sanatlarının gelişmesinde etkili olmuştur.
Quo vadis?
QBRA15231523 - avatarı
QBRA15231523
Ziyaretçi
3 Mayıs 2009       Mesaj #9
QBRA15231523 - avatarı
Ziyaretçi
YA ŞU TÜRK VE İSLAM BILGINLERI DIYE BI KONU VAR 9.SINIFTA BURADAKI TARIH COGRAFYA ASTRONOMI MATEMATIK KIMYA TIP VE ECZACILIK FIZIK FELSE KONULARININ NASIL BULUNDUGU ILE ILGILI UZUN I BILGIYE IHTIYACIM VAR LÜTFEN YARDIM EDERSENIZ SEVINIRIM
Son düzenleyen MeLL; 3 Mayıs 2009 19:29
esma kısmet - avatarı
esma kısmet
Ziyaretçi
3 Mayıs 2009       Mesaj #10
esma kısmet - avatarı
Ziyaretçi
türkler,islamiyetten önceki hangi özelliklerini islamiyetten sonrada korumuştur?

Benzer Konular

11 Ekim 2012 / furky123 Soru-Cevap
17 Ekim 2017 / Misafir Cevaplanmış
6 Şubat 2011 / Ziyaretçi Soru-Cevap
5 Nisan 2011 / comolo Soru-Cevap
27 Mart 2011 / KabuSFataL Soru-Cevap