Arama

Etkileşimde konuşma ve dinlemenin önemi nedir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 4 Kasım 2012 Gösterim: 10.484 Cevap: 6
sedabcr - avatarı
sedabcr
Ziyaretçi
13 Mayıs 2009       Mesaj #1
sedabcr - avatarı
Ziyaretçi
mrb etkileşimde konusma ve dinlemenin onemini bulamıyorum yardım ederseniz cok sevinirim simdiden tsk ederim
EN İYİ CEVABI fadedliver verdi
Dinlemek, mesaj alışverişinde çok büyük önem taşıyan bir süreçtir. Çünkü zamanımızın büyük bir bölümünü mesaj vermekten çok almakla geçiririz. Alınan mesajı sonuna kadar dinlemeden değerlendirmeye ve sonuca varmaya çalıştığımızda da iletişim sorunlarıyla karşı karşıya kalırız. Bazen de dinlediğimizi sanar ya da dinliyor gibi görünürüz ancak bu sürenin büyük bir bölümünü zihnimizde uyanan çağrışımlara ve karşımızdaki kişiye/kişilere söyleyeceğimiz şeylerin hazırlığına ayırırız. Aslında düşünme hızı konuşma hızından çok daha fazladır. Bu nedenle, bir konuşma sırasındaki sözcük aralarında ve duraklamalarda düşüncelerimiz küçük gezintilere çıkabilir. Gezintiler kısa olduğu sürece konuyu yakalama şansı vardır. İletişimde problem yaratan, uzun ya da dönüşü olmayan gezintilerdir. Anlamanın ancak çeşitli olasılık düzeylerinde olabileceğini vurgulamıştık. Bu olasılığı arttıran basamaklardan ilki dinlemektir.

Sponsorlu Bağlantılar
Piaget'nin zihinsel gelişim kuramına göre, çocuk erken gelişim dönemlerinde benmerkezci bir bakış açısı içindedir. Kendisi dışındaki insanların da dünyayı kendisi gibi algıladığını ve anladığını düşünür. Bu nedenle de çevresindekilerden, onun kendine özgü dilini anlamalarını bekler. Her ne kadar biz bunu çocukluk döneminin bir özelliği olarak değerlendirsek de, bu eğilimin bir kısmı yetişkinliğe de taşınmakta ve kişilerarası iletişim sorunlarına zemin hazırlamaktadır.
Bu bölümde, kişilerarası iletişimin konuşma olarak adlandırılan sözel biçimi ve bu iletişim sürecinde ortaya çıkan sorunlar üzerinde duracağız.
Konuşma, kişilerarası iletişimde belli anlamlar yüklenmiş sembollerden oluşan, dil dediğimiz bir sistemin kullanılmasıdır. İletişimi, mesaj alışverişinin sürdüğü bir süreç olarak tanımlamıştık. İnsanlara özgü sözel iletişimde yapılan da anlam alışverişidir. Aynı dili konuşan insanlar karşılıklı bir fikirbirliği içinde belli anlamların yüklendiği çeşitli semboller ve sesler kullanırlar. Bu semboller, dünyanın algılanmasında "kişilerarası bir ortaklık" kurma ihtiyacı ile gelişmiştir. Dilbilimciler, dil ve dilin temsil ettiği gerçek arasındaki ilişkiyi "harita" ile "bölge" arasındaki ilişkiye benzetirler. Burada bölge gerçeği temsil ederken, harita da bu gerçeği sembolize eden anlamların yüklendiği bir araçtır. Dilin kendisi bir gerçek olmadığı, yalnızca anlam sembollerinden oluşan bir sistem olduğu için de kişilerarası ilişkilerde dilden kaynaklanan bazı sorunlar yaşanmaktadır.
Sözcüklere baktığınızda genellikle sözcüklerin çoğunun birden fazla anlamı olduğunu görürsünüz. Kaldı ki sözcüklere yüklediğimiz anlamlar için sözlükler de bazen yetersiz kalır. Sözcükler hakkında gerek kendi deneyimlerimiz, gerek başkalarının deneyimleri yoluyla bazı duygular, düşünceler ve yorumlar oluştururuz. Örneğin, "anne", "savaş", "başbakan" gibi sözcükler kişiler için sözlükteki karşılıklarını aşan anlamlar taşır. Eğer "anne" sözcüğünün sizin içinizdeki anlamı "sıcak", "şefkatli", "koruyucu" gibi nitelemeler içeriyorsa, anne sözcüğü sizde olumlu duygu ve düşünceler çağrıştırır. Bu durumda, birisinin size "anne gibisin" demesi hoşunuza gidebilir. Oysa "anne" sözcüğü için "uzak", "soğuk", "eleştirici" gibi olumsuz nitelemeler taşıyan bir algı oluşturmuşsanız, bu sözcük sizde olumsuz duyguları çağrıştırabilir ve "anne gibisin" benzetmesine öfkelenebilirsiniz. Anne ile hiç deneyimi olmamış birisi içinse bu sözcük hiçbirşey ifade etmeyebilir.
Sözcüklere yüklenen anlamlar kişiden kişiye değişebileceği gibi, aynı kişi için anlamların niteliği ve yoğunluğu da deneyimlere bağlı olarak değişebilir. Örneğin, savaşın içinde yaşamış biri için "savaş" sözcüğüne yüklenen anlamlar ve bu sözcüğün uyandırdığı duygular savaş öncesine göre çok farklı olabilir. Kısacası sözcükler ve ifadeler, onları kullanan kişilerin kafasında dilbilimsel anlamlarını aşan anlamlarla donatılmışlardır.
Kuşkusuz zihnin işleyişi gibi, dilin kendi doğası da, sınıflandırmaları ve genellemeleri gerektirir. Ancak sözcüklerin yalnızca genellenmiş semboller olduğunu ve bu sembollere verdiğimiz anlamların da o ana kadar öğrendiklerimizle ve deneyimlerimizle sınırlı olduğunu unutursak bazı sağlıksız yargılara varabiliriz.
Örnek : "Bütün kadınlar zayıftır"
"Bütün erkekler bencildir"
"Sen sorumsuz bir insansın!"
"Bu ne korkunç bir müzik!"
Aslında mükemmel bir sözel iletişim biçimi yoktur, çünkü dilin kendisi bir genellemeler sistemidir ve yetersiz bir iletişim aracıdır. Bu nedenle kişi, yaşama ilişkin varsayımlar oluştururken, dilin genelleme tuzaklarına düşerek yanılgıya uğrayabilir. Buna paralel olarak, konuşulanı anlama da ancak çeşitli olasılık düzeylerinde gerçekleşebilen ve hiç bir zaman tamamlanamayan bir süreçtir. Sonuç olarak, dilin yetersizlik özelliği kolaylıkla kişilerin birbirlerini yanlış anlamalarına yolaçabilir. Kişiye düşen ise, hiçbirşeyin tam ve mükemmel olmadığı dünyada, varolanı kendi adına daha iyi kullanmak; başka kullanıcıların ve kullanım farklarının olduğunu da unutmamaktır.
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
13 Mayıs 2009       Mesaj #2
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Dinlemek, mesaj alışverişinde çok büyük önem taşıyan bir süreçtir. Çünkü zamanımızın büyük bir bölümünü mesaj vermekten çok almakla geçiririz. Alınan mesajı sonuna kadar dinlemeden değerlendirmeye ve sonuca varmaya çalıştığımızda da iletişim sorunlarıyla karşı karşıya kalırız. Bazen de dinlediğimizi sanar ya da dinliyor gibi görünürüz ancak bu sürenin büyük bir bölümünü zihnimizde uyanan çağrışımlara ve karşımızdaki kişiye/kişilere söyleyeceğimiz şeylerin hazırlığına ayırırız. Aslında düşünme hızı konuşma hızından çok daha fazladır. Bu nedenle, bir konuşma sırasındaki sözcük aralarında ve duraklamalarda düşüncelerimiz küçük gezintilere çıkabilir. Gezintiler kısa olduğu sürece konuyu yakalama şansı vardır. İletişimde problem yaratan, uzun ya da dönüşü olmayan gezintilerdir. Anlamanın ancak çeşitli olasılık düzeylerinde olabileceğini vurgulamıştık. Bu olasılığı arttıran basamaklardan ilki dinlemektir.

Sponsorlu Bağlantılar
Piaget'nin zihinsel gelişim kuramına göre, çocuk erken gelişim dönemlerinde benmerkezci bir bakış açısı içindedir. Kendisi dışındaki insanların da dünyayı kendisi gibi algıladığını ve anladığını düşünür. Bu nedenle de çevresindekilerden, onun kendine özgü dilini anlamalarını bekler. Her ne kadar biz bunu çocukluk döneminin bir özelliği olarak değerlendirsek de, bu eğilimin bir kısmı yetişkinliğe de taşınmakta ve kişilerarası iletişim sorunlarına zemin hazırlamaktadır.
Bu bölümde, kişilerarası iletişimin konuşma olarak adlandırılan sözel biçimi ve bu iletişim sürecinde ortaya çıkan sorunlar üzerinde duracağız.
Konuşma, kişilerarası iletişimde belli anlamlar yüklenmiş sembollerden oluşan, dil dediğimiz bir sistemin kullanılmasıdır. İletişimi, mesaj alışverişinin sürdüğü bir süreç olarak tanımlamıştık. İnsanlara özgü sözel iletişimde yapılan da anlam alışverişidir. Aynı dili konuşan insanlar karşılıklı bir fikirbirliği içinde belli anlamların yüklendiği çeşitli semboller ve sesler kullanırlar. Bu semboller, dünyanın algılanmasında "kişilerarası bir ortaklık" kurma ihtiyacı ile gelişmiştir. Dilbilimciler, dil ve dilin temsil ettiği gerçek arasındaki ilişkiyi "harita" ile "bölge" arasındaki ilişkiye benzetirler. Burada bölge gerçeği temsil ederken, harita da bu gerçeği sembolize eden anlamların yüklendiği bir araçtır. Dilin kendisi bir gerçek olmadığı, yalnızca anlam sembollerinden oluşan bir sistem olduğu için de kişilerarası ilişkilerde dilden kaynaklanan bazı sorunlar yaşanmaktadır.
Sözcüklere baktığınızda genellikle sözcüklerin çoğunun birden fazla anlamı olduğunu görürsünüz. Kaldı ki sözcüklere yüklediğimiz anlamlar için sözlükler de bazen yetersiz kalır. Sözcükler hakkında gerek kendi deneyimlerimiz, gerek başkalarının deneyimleri yoluyla bazı duygular, düşünceler ve yorumlar oluştururuz. Örneğin, "anne", "savaş", "başbakan" gibi sözcükler kişiler için sözlükteki karşılıklarını aşan anlamlar taşır. Eğer "anne" sözcüğünün sizin içinizdeki anlamı "sıcak", "şefkatli", "koruyucu" gibi nitelemeler içeriyorsa, anne sözcüğü sizde olumlu duygu ve düşünceler çağrıştırır. Bu durumda, birisinin size "anne gibisin" demesi hoşunuza gidebilir. Oysa "anne" sözcüğü için "uzak", "soğuk", "eleştirici" gibi olumsuz nitelemeler taşıyan bir algı oluşturmuşsanız, bu sözcük sizde olumsuz duyguları çağrıştırabilir ve "anne gibisin" benzetmesine öfkelenebilirsiniz. Anne ile hiç deneyimi olmamış birisi içinse bu sözcük hiçbirşey ifade etmeyebilir.
Sözcüklere yüklenen anlamlar kişiden kişiye değişebileceği gibi, aynı kişi için anlamların niteliği ve yoğunluğu da deneyimlere bağlı olarak değişebilir. Örneğin, savaşın içinde yaşamış biri için "savaş" sözcüğüne yüklenen anlamlar ve bu sözcüğün uyandırdığı duygular savaş öncesine göre çok farklı olabilir. Kısacası sözcükler ve ifadeler, onları kullanan kişilerin kafasında dilbilimsel anlamlarını aşan anlamlarla donatılmışlardır.
Kuşkusuz zihnin işleyişi gibi, dilin kendi doğası da, sınıflandırmaları ve genellemeleri gerektirir. Ancak sözcüklerin yalnızca genellenmiş semboller olduğunu ve bu sembollere verdiğimiz anlamların da o ana kadar öğrendiklerimizle ve deneyimlerimizle sınırlı olduğunu unutursak bazı sağlıksız yargılara varabiliriz.
Örnek : "Bütün kadınlar zayıftır"
"Bütün erkekler bencildir"
"Sen sorumsuz bir insansın!"
"Bu ne korkunç bir müzik!"
Aslında mükemmel bir sözel iletişim biçimi yoktur, çünkü dilin kendisi bir genellemeler sistemidir ve yetersiz bir iletişim aracıdır. Bu nedenle kişi, yaşama ilişkin varsayımlar oluştururken, dilin genelleme tuzaklarına düşerek yanılgıya uğrayabilir. Buna paralel olarak, konuşulanı anlama da ancak çeşitli olasılık düzeylerinde gerçekleşebilen ve hiç bir zaman tamamlanamayan bir süreçtir. Sonuç olarak, dilin yetersizlik özelliği kolaylıkla kişilerin birbirlerini yanlış anlamalarına yolaçabilir. Kişiye düşen ise, hiçbirşeyin tam ve mükemmel olmadığı dünyada, varolanı kendi adına daha iyi kullanmak; başka kullanıcıların ve kullanım farklarının olduğunu da unutmamaktır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Aralık 2009       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
etkileşimde konuşmanın ve dinlemenin önemi nedir?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Ekim 2010       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Dinlemek, mesaj alışverişinde çok büyük önem taşıyan bir süreçtir. Çünkü zamanımızın büyük bir bölümünü mesaj vermekten çok almakla geçiririz. Alınan mesajı sonuna kadar dinlemeden değerlendirmeye ve sonuca varmaya çalıştığımızda da iletişim sorunlarıyla karşı karşıya kalırız. Bazen de dinlediğimizi sanar ya da dinliyor gibi görünürüz ancak bu sürenin büyük bir bölümünü zihnimizde uyanan çağrışımlara ve karşımızdaki kişiye/kişilere söyleyeceğimiz şeylerin hazırlığına ayırırız. Aslında düşünme hızı konuşma hızından çok daha fazladır. Bu nedenle, bir konuşma sırasındaki sözcük aralarında ve duraklamalarda düşüncelerimiz küçük gezintilere çıkabilir. Gezintiler kısa olduğu sürece konuyu yakalama şansı vardır. İletişimde problem yaratan, uzun ya da dönüşü olmayan gezintilerdir. Anlamanın ancak çeşitli olasılık düzeylerinde olabileceğini vurgulamıştık. Bu olasılığı arttıran basamaklardan ilki dinlemektir.

Piaget'nin zihinsel gelişim kuramına göre, çocuk erken gelişim dönemlerinde benmerkezci bir bakış açısı içindedir. Kendisi dışındaki insanların da dünyayı kendisi gibi algıladığını ve anladığını düşünür. Bu nedenle de çevresindekilerden, onun kendine özgü dilini anlamalarını bekler. Her ne kadar biz bunu çocukluk döneminin bir özelliği olarak değerlendirsek de, bu eğilimin bir kısmı yetişkinliğe de taşınmakta ve kişilerarası iletişim sorunlarına zemin hazırlamaktadır.
Bu bölümde, kişilerarası iletişimin konuşma olarak adlandırılan sözel biçimi ve bu iletişim sürecinde ortaya çıkan sorunlar üzerinde duracağız.
Konuşma, kişilerarası iletişimde belli anlamlar yüklenmiş sembollerden oluşan, dil dediğimiz bir sistemin kullanılmasıdır. İletişimi, mesaj alışverişinin sürdüğü bir süreç olarak tanımlamıştık. İnsanlara özgü sözel iletişimde yapılan da anlam alışverişidir. Aynı dili konuşan insanlar karşılıklı bir fikirbirliği içinde belli anlamların yüklendiği çeşitli semboller ve sesler kullanırlar. Bu semboller, dünyanın algılanmasında "kişilerarası bir ortaklık" kurma ihtiyacı ile gelişmiştir. Dilbilimciler, dil ve dilin temsil ettiği gerçek arasındaki ilişkiyi "harita" ile "bölge" arasındaki ilişkiye benzetirler. Burada bölge gerçeği temsil ederken, harita da bu gerçeği sembolize eden anlamların yüklendiği bir araçtır. Dilin kendisi bir gerçek olmadığı, yalnızca anlam sembollerinden oluşan bir sistem olduğu için de kişilerarası ilişkilerde dilden kaynaklanan bazı sorunlar yaşanmaktadır.
Sözcüklere baktığınızda genellikle sözcüklerin çoğunun birden fazla anlamı olduğunu görürsünüz. Kaldı ki sözcüklere yüklediğimiz anlamlar için sözlükler de bazen yetersiz kalır. Sözcükler hakkında gerek kendi deneyimlerimiz, gerek başkalarının deneyimleri yoluyla bazı duygular, düşünceler ve yorumlar oluştururuz. Örneğin, "anne", "savaş", "başbakan" gibi sözcükler kişiler için sözlükteki karşılıklarını aşan anlamlar taşır. Eğer "anne" sözcüğünün sizin içinizdeki anlamı "sıcak", "şefkatli", "koruyucu" gibi nitelemeler içeriyorsa, anne sözcüğü sizde olumlu duygu ve düşünceler çağrıştırır. Bu durumda, birisinin size "anne gibisin" demesi hoşunuza gidebilir. Oysa "anne" sözcüğü için "uzak", "soğuk", "eleştirici" gibi olumsuz nitelemeler taşıyan bir algı oluşturmuşsanız, bu sözcük sizde olumsuz duyguları çağrıştırabilir ve "anne gibisin" benzetmesine öfkelenebilirsiniz. Anne ile hiç deneyimi olmamış birisi içinse bu sözcük hiçbirşey ifade etmeyebilir.
Sözcüklere yüklenen anlamlar kişiden kişiye değişebileceği gibi, aynı kişi için anlamların niteliği ve yoğunluğu da deneyimlere bağlı olarak değişebilir. Örneğin, savaşın içinde yaşamış biri için "savaş" sözcüğüne yüklenen anlamlar ve bu sözcüğün uyandırdığı duygular savaş öncesine göre çok farklı olabilir. Kısacası sözcükler ve ifadeler, onları kullanan kişilerin kafasında dilbilimsel anlamlarını aşan anlamlarla donatılmışlardır.
Kuşkusuz zihnin işleyişi gibi, dilin kendi doğası da, sınıflandırmaları ve genellemeleri gerektirir. Ancak sözcüklerin yalnızca genellenmiş semboller olduğunu ve bu sembollere verdiğimiz anlamların da o ana kadar öğrendiklerimizle ve deneyimlerimizle sınırlı olduğunu unutursak bazı sağlıksız yargılara varabiliriz.
Örnek : "Bütün kadınlar zayıftır"
"Bütün erkekler bencildir"
"Sen sorumsuz bir insansın!"
"Bu ne korkunç bir müzik!" Aslında mükemmel bir sözel iletişim biçimi yoktur, çünkü dilin kendisi bir genellemeler sistemidir ve yetersiz bir iletişim aracıdır. Bu nedenle kişi, yaşama ilişkin varsayımlar oluştururken, dilin genelleme tuzaklarına düşerek yanılgıya uğrayabilir. Buna paralel olarak, konuşulanı anlama da ancak çeşitli olasılık düzeylerinde gerçekleşebilen ve hiç bir zaman tamamlanamayan bir süreçtir. Sonuç olarak, dilin yetersizlik özelliği kolaylıkla kişilerin birbirlerini yanlış anlamalarına yolaçabilir. Kişiye düşen ise, hiçbirşeyin tam ve mükemmel olmadığı dünyada, varolanı kendi adına daha iyi kullanmak; başka kullanıcıların ve kullanım farklarının olduğunu da unutmamaktır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Mart 2011       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
daha kısa bir cevap alabilir miyim
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Kasım 2011       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
kısa ve açıklayıcı bilgi alabilir miyim
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Kasım 2012       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
acil dinlemenin önmi ile ilgili kompozisyon lazımmm
lütfen );

Benzer Konular

30 Aralık 2012 / Misafir Soru-Cevap
29 Eylül 2013 / balabanu Soru-Cevap
9 Mart 2010 / _KleopatrA_ X-Sözlük