Arama

Evrensel kültür nedir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 10 Şubat 2012 Gösterim: 38.970 Cevap: 4
mediha - avatarı
mediha
Ziyaretçi
14 Mayıs 2009       Mesaj #1
mediha - avatarı
Ziyaretçi
Evrensel kültür nedir bana araştırırmısınız lültfen ....
EN İYİ CEVABI Misafir verdi
Kültür kavramını en başta sözlük anlamıyla tanımlayabiliriz: Bir toplumun duyuş düşünüş birliğini oluşturan gelenek durumundaki her türlü yaşayış düşünce dil ve sanat varlıklarının topu belli bir konuda edinilmiş geniş ve sistemli bilgi. Bir başka tanımlaması ise şöyledir: Tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan her türlü değerlerle bunları kullanmada sonraki kuşaklara iletmede kullanılan insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümü. Üçüncü sözlük tanımı şu şekildedir: Akıl yürütme eleştirme ve beğeni yeteneklerinin öğrenim deney ve yaşantılar yoluyla geliştirilmiş olan biçimi.
Kültür latince kökenli bir kelime olup dilimize Amerikanca veFransızca'dan girmiştir. Latince cultura toprağa birşeyler ekip ürün almak üretmek anlamında kullanılıyordu. Voltaire Fransız Devrimi öncesinde Culture’ü insan zekasının oluşumunu ve gelişmesini belirleyen bir terim olarak kullanınca sözcük değişik bir anlam kazanmıştır. Fransızca’dan Almanca’ya cultur biçiminde geçen sözcük daha sonra tüm Avrupa dillerine yayılmıştır. Fransızca’da kültürün karşılığı irfandır. İrfan kelimesinin sözlük anlamı ise; anlama bilme gerçeğe ulaştırıcı güçlü seziştir. Daha çok tinsel ve manevi değerleri içermiştir. Amerikanca’da kültürün karşılığı medeniyettir. Medeniyet ise uygarlık yani insanların doğaya egemen olma toplum olarak daha iyi bir yaşama ulaşma çabalarından çıkan sonuçların bilim teknik sanat ve kültürün tümünü kapsar. Sonuç olarak bilim ve tekniğin sanat ve kültürün gelişmesi ilerlemesiyle yaratılan yaşama koşullarının yaşama biçiminin incelmesi yetkinleşmesi durumudur. Dolayısıyla Amerikanca kültürün karşılığına maddi kültür daha denk düşer.
Sponsorlu Bağlantılar
Medeniyet insanlığın çalışarak ortaya koyduğu teknik eserlerin bütününden ibarettir. Kültür ise bir toplumu kendi tarihi içinde meydana getirdiği değer hükümlerinin bütünüdür. Bunlar ilim sanat ahlak ve dine ait değerlerdir. Medeniyet kültür yaratan düzendir. Bu durumda kültür ve medeniyet kavramlarını birbirinden ayırdıktan sonra kültürün oluşumuna etken olan değerler durumlar ve vs. önem kazanır. Her toplumun kendi kültürü vardır ve kültürün yükselmesi ilerlemesi ve gelişmesi medeniyetin doğuşunu sağlar. Sosyolojik çerçevede en geniş sınırlarına ulaşan kültür kavramı ‘bir yaşama biçimidir.’ Bu yaklaşımda bir toplumda bulunan ve bulunmayan bütün ifade ve etkileşim biçimleri önem kazanır. Bu anlamda kültür insan olarak belli bir toplumda öğrendiklerimizle davranış düşünce sistemimizin toplamı sayılabilir. Bir bakıma ne yediğimiz ne içtiğimiz ne okuduğumuz nelere sempati ile yaklaşırken nelere tepki duyduğumuz ait olunan grup küme ya da toplumu karakterize eder. Günümüzde iletişimin son derece hızlı yapılabilmesi kültürel ve bilimsel gelişmelerin anında yayılmasına olanak sağlamıştır. Bu durum kültürlerin birbirleriyle olan ilişkilerinin ve etkileşimlerinin üzerine düşünülmesi gereğini çıkarmıştır.
Aslında sosyal bilimciler 166 farklı tanımı olan kültür kavramı için ‘bir kavramın bu kadar çok tanımı varsa onun tanımlanamayacağını kabul etmek gerekir’ diyebiliyorlar. Kültür tarihçileri insanoğlunun gelişme ve ilerleme göstererek hayatta kalma ve varlığını sürdürme savaşındaki başarısını kültürel bir varlık oluşuna yani öğrendiklerini birikiminde saklayıp yeni nesillere aktarma yeteneği ile becerisine bağlar.
Kültür gelişim sürecinde önce sözlü kültür doğmuş daha sonra yazılı kültür oluşmuştur. Bugün yazılı kültür ile beraber sözlü kültür de devinim ve gelişimine devam etmektedir. Sözlü kültür de yazar yoktur anonimdir doğaldır metinsizdir ezbere dayalıdır çeşitlenebilir sürekli akış dolaşım ve dolayısı ile değişim içindedir. Bu kültür de çözümleme ve inceleme yoktur. Yazılı kültür yazılıdır metne bağlıdır okuru değişebilse bile metin değişmez üreten yalnızdır anlatıya istenilen sıklıkta dönülebilir çözümleme ve inceleme yapılabilir.

Aydın ve Aydınlanma
Aydın kişi genellikle öğrenim görmüş çok okumuş kültürlü bilgili görgülü ileri ve açık düşünceli kendisi aydınlanmış olduğu için çevresinide aydınlatabilecek nitelikte münevver entellektüel kişidir. Sosyal posizyonları itibariyle sosyal tabakalarda herhangi bir sınıfa net özellikler göstermeyip ancak toplumsal ortalamanın çok üzerinde ileri bir eğitime akla ve yeteneğe sahip bir zümreya entelektüeller denilebilir. Entelektüeller aklın zekanın yeteneğin ve bilginin toplamıyla yeni düşüncelere görüşlere ve sonuçlara giderler. Dilimizde entelektüel sözcüğü ‘Aydın Münevver’ kelimeleriyle karşılanmaktadır. ‘Aydınlatılmış ışıklı’ anlamına gelen münevver kelimesi ilahi kökenli bir ışık olan ‘nur’ kökünden türetilmiştir. Aydınlığın yani bilgi donanmanın sadece akılla değil duygu sezgi kalp gibi diğer faktörlerin de katılarak sağlanabilmesi anlamını vurgulaktadır. Aydın insan içinde yaşadığı toplumun ve dünyanın dünü bugünü ve yarını üzerinde düşünen sorgulayan ve insanoğlunun iyiliğine ve kötülüğüne olan halleri bağımsız olarak irdeleyen bir yapıda olmalıdır. Gerektiğinde muhalif olmaktan çekinmeyen körü körüne inanmayı bağlanmayı reddeten kutsallaştırılanı sorgulayan ezberleri bozan düşüncededir. Yapısı gereği düşünen kuşku duyan gerektiğinde tüm bunları dile getiren tabulara karşı eleştirel görüşler geliştirebilen bağlantıları geçişleri ve farklılıkları gören kişidir.
Aydın kişi içine doğduğu kültürün özelliklerini değerlerini eğitimini olduğu ve sunulduğu üzere kabul etmek yerine irdeler eleştirir ve katkıda bulunur. Gelenekleri ve alışkanlıkları başka türlü düşünerek sürekli bir üst gerçeği sorgular bilinenle tatmin olmaz. Kişisel sorumluluklarının içine toplumsal sorumluluğu dahil eder ve böylece etrafındakilere ışık saçmaya başlamış olur. Aydın kişi toplumsal konularda uyaran ortaya koyan ve çözüm yolları öneren kişi olmalıdır. Tüm bunları yapabilmesi için aydın kişi gerçekten özgür olmalı ve inandığı doğruları ifade ederken herhangi bir grubun kurumun toplumun veya herhangi bir birimin menfaatlerini gözetmemelidir. İnandığı doğrular da dahil tek bir fikre veya akıma bağlı olmak yerine her fikre ve düşünceye açık olmalı fakat sorgulamayı asla bırakmamalıdır.
Herkes aydın olabilir mi sorusuna bazıları iki farklı yaklaşım ve görüş geliştirmiştir:
Birinci görüş; aydınlanma dönüşümünün aslında tüm insanlarda doğuştan var olan bir yetenek olduğunu ama bazılarının bu yeteneği kullanmaması veya kullanabilecek şartlarda olmaması yüzünden aydınlanma sürecine girilemediğini savunanlardır.
Diğer yaklaşım ise aydınlanmanın ancak insan evriminin belirli bir döneminden sonra oluşabileceği yönündedir.
Birince görüşe göre aydınlanma sürecinin başlaması için zaten siz de var olanı fark etmeniz keşfetmeniz yeterlidir. İkinci yaklaşımda ise herkes aydınlanmaya aday değildir. Aydınlanmaya aday olabilecek bireyler bu yetiyi bir şekilde (şans) kazanmış kişilerdir. Bir bakıma seçilmişlerdir. Bu kişiler gelecekte ‘kozmik bilince’ ulaşmış insan türünün öncüleridir. Bu yetiye sahip kişiler için gerekli olan ön koşullar zaten var olmuştur. Aslında neden niçin ne zaman seçen ve seçilenler kim gibi aydın kişinin sormaktan vazgeçmeyeceği sorular ikinci durumda boşlukta kalmaktadır. Aydınlanma varoluşun anlamını arayan ben kimim neredeyim neden soruları ile birlikte toplumsal konuları da aynı şekilde sorgular. Aydınlanma yolu bu sorulara cevap aramaktan bıkmadan yorulmadan çıkılan bir yolculuktur. Avrupa’da Rönesans’tan sonra gelen usun ve bilimin gelişip egemen olduğu aydınlanma çağından itibaren birinci görüşteki aydınlanma akla daha yakın görünmektedir. Aydınlanma özünde kolaycılığa teslim olmayan klişelere sloganlara sığınmayan akıl yoludur. Aydınları sonuç olarak toplumu değiştirmek için gerekli özel şart ve yeteneklerle donanmış bir kesim olarak ele almak gerekir. Ancak unutulmamalı ki aydınları bir sınıf olarak değerlendirmek tartışmalı sonuçlar getirir çünkü en azından sosyolojideki klasik ölçülere göre net bir sınıf teşkil etmedikleri yönünde görüş birliği vardır. Zaten duruma ülkeye ve zamana göre değişse bile günümüzde aydınlar önce özgür bir birey olarak hep beraber hareket edecek şekilde bir sınıf şuuru taşımazlar ve başta da belirtildiği üzere çok özel şartlar için gerekli olmadığı sürece kişselliğini ve bireyselliğni korumalıdırlar.


Sözcük olarak kültür “bir toplumda geçerli olan ve gelenek halinde devam eden her türlü duygu düşüce dil sanat yaşayış unsurlarının tümü belli bir konuda edinilmiş geniş ve sistemli bilgi” şeklinde tarif edilmektedir. (Meydan Larousse)
Antropoloji bilimlerinin kültür sorunlarıyla uğraşan dalına bugün “etnoloji” veya “sosyal-kültürel antropoloji” adı verilmekte olup bu alandaki kültür sözcüğü günlük dilimizdeki “kültür” sözcüğünden çok daha geniş kapsamlı bir kavram olarak hars ya da uygarlık anlamında kullanılmaktadır.
Kültür en geniş sınırlarına sosyolojik çerçevede ulaşmakta olup buradaki anlamıyla “bir yaşama biçimi”dir. Bir topluma özgü bütün ifade ve etkileşim biçimleri bu tanımda yer almaktadır. Bu anlamda kültür insan olarak belli bir toplumda öğrendiklerimizle yapıp ettiklerimizin bir toplamı sayılabilir. Bu bakımdan ne yediğimiz ne içtiğimiz ne okuduğumuz neye/nelere öfke duyduğumuz neye ve nelere sevgi ve sempati ile baktığımız ait olunan grup küme ya da toplumu karakterize etmektedir.
Kültür tarihçileri insanoğlunun hayatta kalma ve varlığını sürdürme savaşındaki başarısını kültürel bir varlık oluşuna yani yaşayarak öğrendiklerini kültüründe saklayıp yeni kuşaklara aktarma yeteneği ile becerisine bağlı görürler.
Toplu yaşayan her canlı türünün kültürü yoktur. Sözgelişi arı ve karınca gibi böcek türleri toplu yaşarlar fakat kültür yaratamazlar. Örneğin arının düzgün altıgen biçimindeki kovan hücresinin boyutları son yirmi beş milyon yılda bir mikron bile değişmemiştir. Bazı maymunlar yavrularına bazı becerileri öğretir; ama bir dil ve kültürden yoksun oldukları için bu becerileri çok sınırlıdır. Evcil bazı hayvanlarla (atlar köpekler gibi) kuyruksuz maymunlar oldukça karmaşık bazı becerileri öğrenebilir; ama bunları kendi yavrularına aktaramazlar.

Kavrama Tarihsel Bakış

Sosyal bilimciler 166 farklı tanımı olan kültür kavramı hakkında; “bir kavramın bu kadar çok tanımı varsa onun tanımlanamayacağını kabul etmek gerekir” diyebiliyorlar. Bu bağlamda da kültür sözcüğünün oldukça zengin uzun ve ilginç bir tarihçesi vardır.
Günlük konuşmalarımızda ya da sanat ve bilim çalışmalarında kullandığımız kültür sözcüğü Latince kökenli olup Türkçe’ye Fransızca’dan geçmiştir. Latince cultura toprağa bir şeyler ekip ürün almak üretmek anlamlarında kullanılıyordu. Voltaire Fransız Devrimi öncesinde culture'ü insan zekâsının oluşumunu ve gelişmesini belirleyen bir terim olarak kullanınca sözcük değişik bir anlam kazanmıştır. Fransızca’dan Almanca’ ya önceleri cultur daha sonraları kültür biçiminde geçen sözcük zamanla bütün Avrupa dillerine yayılmış İngiliz antropoloğu Tylor 1871'de ona bilimsel bir içerik kazandırınca da önemi gittikçe artan bir kavrama ve aynı zamanda bir uğraş alanına dönüşmüştür.
Voltaire Culture sözcüğünü insan zekasının oluşumu anlamında Almanlar uygarlık ve kültürel evrim karşılığında kullanılmışlardır. Ancak XIX. Yüzyılın ikinci yarısı ile XX. Yüzyılın ilk çeyreğinde Fransızlar ve İngilizler uygarlık sözcüğünü kültüre tercih etmişlerdi. Marx kültür kavramının değilse bile kültürel içeriğin son derece kapsamlı bir tanımını vermiştir:
“Kültür ya da uygarlık insanın bir toplumun üyesi olarak edindiği bilgi inanç sanat ahlak gelenek ve göreneklerle her türlü beceri ve alışkanlıklarını içeren karmaşık bir bütündür.”
Kültür tarihinde tarihsel devinimi en iyi yansıttığı kabul edilen şu tanım da yaygındır:
“Kültür bir toplumda geçerli olan ve gelenek halinde devam eden her türlü dil duygu inançsanat ve yaşayış öğelerinin tümüdür”.

Kavramın değişik alanlardaki kullanımı

Nereden ve neresinden bakılırsa bakılsın kültür kavramının tümü için ortak olan kimi tanımlamalar vardır ki bunlardan ilki kültürün organik olduğu bir başka deyişle değişimin ve buna bağlı olarak etkileşim içinde olduğudur. Her canlı varlık gibi yaşlanır etkinliğini ve hareket becerisini kaybeder ve sonuçta işlevini tamamlayarak yok olur. Buradan hareketle hiç bir kültür öğesinin hareketsiz ve durağan olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü kültür kavramının varlığı için temel etmen bir insan topluluğu ve onu oluşturan aile ve bireylerin varlığıdır. Kaynaklara baktığımızda öncelikle şunu fark ederiz: Bütün kültür öğeleri kültürel var olanlar (en soyuttan en somuta dek) insan tarafından var edilmiştir. Yani kültürün temel kaynağı insandır. Kültür örüntüsünü oluşturan her düşünce her kurum her nesne insan tarafından yaratılmıştır.

Eğitimcilere göre kültür eğitim yoluyla kazanılan içeriktir. Eğitim ise bu muhtevayı kazandıran süreçtir. “Eğitimsiz kültür kültürsüz eğitim” düşünülemez. Sn. Bozkurt GÜVENÇ ise “Eğitim yol ise Kültür yolcunun hayatı boyunca yaşayarak öğrendiklerinin tümüdür.” demektedir.
Bir kişidiğerinden daha fazla kitap okumuş ve daha fazla şey biliyor olabilir. Ama daha az okuyan diğerinden daha kültürlü olabilir. Çünkü kültürlü olan bilgiyi yaşamında uygulama başarısı göstermiş olandır.Her bilgi anında kültür olmaz kültüre dönüşmez. Bilgili olmak başka kültür başka şeydir.

Günlük dilde kültüreğitim-öğretim süreci bu sürecin kazandırdığı genel ve mesleki kültür İslam Kültürü spor kültürü vb. Anlamında kullanılır.

Bilim ve felsefede kültür insanların ve toplumların yapıp öğrenerek kazandığı her şey (tutum davranış ve değerler) kısaca uygarlık (medeniyet) anlamında kullanılmaktadır.

Kültür genel bir biçimde ve uygarlıkla eşanlamlı olarak” insan türünün hayatını yaşam tarzını tüm diğer yaşam tarzlarından ayıran unsurlar bütünü” diye ve daha özel olarak da”bir uygarlığı meydana getiren değerler toplamı” şeklinde tanımlanabilir.

Bir diğer ifade ile kültür bir toplumun; gelenek görenek sanat düşünce yapısı tarihsel birikim ve sosyal kurumlar gibi varlıklarının tümünü kapsayan ve bireyleri arasında duyuş ve düşünüş birliğini sağlayan şekillenmiş kollektif maddi ve manevi değerleridir.
Her kültür ilkin öz gücüyle özünde barındırdığı gizli güçle gelişir ve süreklileşir. Bununla birlikte tek bir kültür özünü tümüyle öbür kültürden soyutlayarak gelişemez. Bu nedenle her kültür gelişmesini sürdürebilmek için öbür kültürlerin kazanımlarından yararlanmak ister.
Kültürle ilgili olarak karşımıza çıkan bazı kavramlar olan; kültürleme kültürlenme ve kültürleşme süreçleri ile kültür aktarımı kültür yitimi kültür şoku ve hakim kültür kavramlarından kısaca bahsetmek istiyorum
Kültürleme: toplumların kendisini oluşturan bireylere belli bir kültürü aktarma kazandırma toplumun istediği insanı eğitip yaratma ve onu denetim altında tutarak kültürel birlik ve beraberliği sağlama bu yolla da toplumsal barış ve huzuru sağlama sürecidir. Kültürleme süreci bireye hayatı boyunca kolay kolay değiştiremeyeceği bir kişilik yapısı kazandırır. Kültürleme toplumsallaştırma (sosyalizasyon) ve eğitim süreci olarak da tanımlanabilir.
Kültürlenme: okul öncesinde ailede başlayıp okul dönemi sonunda da da etkinleşen kültürlenme değişik aile eğitim okul meslek bölge (alt kültür) çevrelerinden kalkıp belli yer ve zamanlarda bir araya gelen birbirini etkileyen akran grupları arasındaki kültür etkileşimidir “Kültürleme”; varolanı iletirken “kültürlenme”; yepyeni kültür kalıpları oluşturur kültürel değişim sürecinin ana kaynağıdır.
Kültürleşme sürecinde iki ya da daha çok kültür karşılıklı etkileşim sonucu değişime uğrar yeni sentezler dinamik bileşkeler yaratırlar. Çağımızda sözü edilen “globalleşme” (küreselleşme) budur. Birey ve gruplar olarak kültürleşmeyi tamamen önlemek mümkün değildir.
Aynı bağlamda ve yaklaşık olarak aynı anlam içinde bir toplumsal gruba ait olan bilginin yerleşik söylemlerle semboller düzeninin diğer kuşaklara iletilmesi süreci ise kültür aktarımı diye tanımlanır.
Yine özellikle kültürlenme söz konusu olduğunda bir kültürel grubun üyelerinin başka bir kültürle temas içine girdikleri zaman kendi kültürlerini ya da geleneksel kültür değerlerini tümden ya da bir bölümüyle yitirmelerine kültürsüz!eşme veya kültür yitimi denir.
Aynı şekilde bir İnsanın kendi kültürüne yabancı bir kültür tümden farklı bir değerler ve normlar sistemi içine girdiği zaman yaşadığı yolunu kaybetmişlik şaşkınlık veya yönsüzlük duygusuna kültür şoku adı verilmektir.
Öte yandan modern toplumlarda farklı hatta çoğunluk rekabet halindeki kültürler ve alt kültürlerin varlığı dikkate alındığında kendi kültür değerlerini davranış veya yaşam tarzını ve dilini sahip olduğu siyasi ve iktisadi güç sayesinde diğer kültürlere empoze edebilen kültür hakim kültür olarak tanımlanır.
Bir kültür ne denli gelişkin ve ne denli yaygın olursa olsun bir başka kültürden üstün sayılmaz. Hangi amaçla olursa olsun kültürler arasında gelişmişlik- gelişmemişlik ya da ilerilik-gerilik değerlendirilmesi yapılmaz; kültürler üstlük altlık ilişkisine sokulamaz. Kültür hakkındaki bilimsel tartışmada üzerinde görüş birliğine varılan konulardan biri de kültürel gelişmişlik ya da gelişmemişlik savının görece oluşudur. Her bütün kültür içerisinde bulunan parça ya da alt kültürlerden oluşur; bunlar arasında gerçekleşen sürekli etkileşimle ve güncel koşullara göre biçimlenir.
Kültür kavramında bir sentez çabası içine girdiğimizde; antropolog’lar kültürü 4 temel kavram üzerinde yoğunlaştırarak açıklamaktadırlar. Bunlar:
  1. Kültür bir toplumun yada bütün toplumların uygarlık birikimidir
  2. Kültür belli bir toplumun kendisidir
  3. Kültür bir dizi sosyal süreçlerin bileşkesidir
  4. Kültür bir insan ve toplum kuramıdır.
Sonuç olarak da kültür kavramıtoplumun yüzlerce binlerce yıldan beri oluşturduğu ortak amaçların beklentilerin değerlerin inançların duygu ve düşüncelerin özetle ortak davranış kalıplarının depolandığı saklandığı soyut bir kavram olup toplumsal bellek olarak da kabul edilebilir.

Kültürün genel / Temel nitelikleri

Kültürün oluşmasındaki temel nitelikleri aşağıdaki faktörler ışığında değerlendirdiğimizde:

1.Toplumsallık: Kültürün toplumların bulunduğu yer ya da dönemlerde oluşması yaşamasıdır. Toplumun dışında ondan bağımsız bir kültürden söz edilemez.

2. Tarihsellik: Kültür denen karmaşık bütün ve onu oluşturan öğeler (dil yazı din bilim giyim-kuşam sanat yerleşme vb.) hangi toplum olursa olsun bir anda kısa bir zaman dilimi içinde meydana çıkmış değildir.

3. Kalıtsallık: Kültürün ya da onun kapsamına giren öğelerin etkinliklerin doğum yoluyla geçen birer kalıt değil de öğrenilmesi gereken birer kalıt olduğunun en büyük kanıtı doğumdan hemen sonra ailesinden ve onların yaşadığı toplumdan alınıp başka bir kültürün yaşadığı yere götürülen ve orada büyütülen bir çocuğun içinde yaşadığı toplumda geçerli olan dili dini sanatı ve yaşam biçimini kolayca öğrenip benimsemesidir. Bununla birlikte nesillerden nesillere aktarılan farklı kültürleri kolaylıkla özümseme yeteneğinin söz konusu olduğu da göz ardı edilmemelidir.

4. İşlevsellik: Kültürün bir başka özelliği de toplum yaşamında bir yerinin görevinin bulunması yani işlevselliğidir. Kültürü yaratan etkenin tek başına insan olduğu sanılıyordu. İnsan "neden" kültür ise "sonuç " sayılıyordu. Kültür araştırmalarının gelişmesi bu görüşün yanlış olduğunu göstermektedir. Artık günümüzde insanın davranışlarını geniş ölçüde toplumdaki kültürel birikimin belirlediği kabul edilmektedir.

5. Birlik içinde çokluk: Ulusal kültürü oluşturan basamak ve dilimlere (kırsal ve kentsel çevre toplumsal sınıflar dinlere mesleklere parasal olanaklara düşün ve sanat akımlarına göre süreklilik gösteren bir takım özel kültürler ) bakış açılarına göre kimi kez alt kültürler sınıf kültürleri ya da bölgesel yöresel kültürler denilmektedir. Bu alt ya da yerel kültürler öteki yöresel kültürlerle uyum içinde olurlarsa ulusal kültür denen bütün sağlanmış olur. Önemli olan bu ayrılıkların bütün ile temelde bir aykırılık çelişki göstermemesidir.

6. Devingenlik ve değişkenlik: Birey kendisine bir kalıt olarak aktarılan kültürü yeniden öğrenir yaşar ve yaşatırken farkında olmadan onda küçük de olsa bazı değişiklikler yapmakta ve kendisinden sonraki kuşaklara bu değişik biçimiyle aktarmaktadır. Kültürün devingenliği bireyin yaşamı süresince etkisini duyabileceği bir olgu olduğu halde değişkenlik genelde çok yavaş oluştuğu için dikkatlerden kaçmakta bu nedenle de yok sayılmaktadır. Tarihsel süreç incelendiğinde de dil din ve gelenekler gibi ana kültür öğelerinin de değiştiği görülmektedir.

Kültürün öğeleri

Kültür belirli bir kökten gelmiş bir toplumun "ana mayası" anlamındadır. Bir toplumun ana mayasını yani kültürünü; o toplumun dil yazı tarih
din töre edebiyat ve sanat birliğinin toplamı belirler. Bir toplumun benliğini oluşturan bu ortak değerler o toplumun diğer toplumların kimliklerinden nasıl ve nerede ayrıldığını belgeler. Bir toplumun üyesi olan her kişinin yapısında ve benliğinde o toplumun mayasından bir parça bulunur. Fransız ve Alman kültürleri arasındaki ayrılıklar bira mayası ile şarap mayası arasındaki ayrılıklardan daha da derindir. Bunun gibi Türklerin "ana mayası" da diğer toplumların mayalarından ayrıdır. Bununla birlikte yoğurt ve peynir mayalarının bir kökenden gelmiş olduğu da unutulmamalıdır. Ancak bir maya yalnız başına bırakıldığında "kendi kendini yer." Bu bir dil sürçmesi değildir. Maya içine katıldığı diğer maddeleri etkiler: yoğurt mayası sütü yoğurda çevirir. Şarap mayası üzüm suyunu şarap yapar. Eğer maya içinde gelişeceği çoğalacağı ana maddeyi bulamaz ise kendi kendini yemeye başlar. Sonucunda da ölür. Üzüm suyuna yoğurt mayası katılırsa sonuç ne şaraptır ne de yoğurt. Ne içilebilir ne de yenilebilir. Mayanın canlı tutulabilmesi için sürekli olarak kullanılması gerekir. Yeni mayalanmış yoğurdun bir parçası ayrılıp maya olarak saklanır. Böylelikle maya da kendini yenilemiş olur. Bir toplumun kültürü de bundan farksızdır. Kullanılmayan kültür ölür.
Kültürü taşıyıcısına göre egemenlik alanına göre çıkış yaratılış kaynaklarına göre görünüşüne biçimine bir başka anlatımla kültürü kanıtlayan araca göre iş görüşüne göre değişik kullanım alanlarına göre tanımlanabilir. Bu görelilikleri daha çoğaltmak dahası değişkenleri kendi içinde bile sınıflamak olasıdır.
Bu değişkenlerden taşıyıcısına ve egemenlik alanına dayanarak dört çeşit kültür kavramı oluşturulabilir:
  1. Bireysel kültür esasında bireysel kültür bir yakıştırma sıfattır. Yani bir bireye içinde bulunduğu toplumun üyelerince karşılaştırma yöntemiyle yakıştıran bir kimliktir o bireyin içinde bulunduğu yaşamını sürdürdüğü toplumun niteliğiyle birlikte bir anlam taşır.
  2. Yöresel (bölgesel) kültür ulusal kültürün tabanını oluşturur.
  3. Ulusal kültür bir toplumda yemek giyinmek barınmak eğlenmek gibi gereksinmelerin elde edilmesinde kullanılan bilgi inanç teknik davranış duyuş ve ifade biçimlerini içeren ve toplumun yapısını oluşturan kültüre ulusal kültür denilmektedir.
  4. Evrensel kültür bilim teknik felsefe ve din gibi kültür öğelerini içeren ve bir topluma özgü olmayan genel geçerlikli kültüre evrensel kültür denir.
"Evrensel kültür" bir çağa ve bir tarihsel döneme dünya ölçüsünde hâkim olan diğer kültürlere baskın çıkan herhangi bir "çoğul kültür"dür. Örneğin bugün için bu anlamda "evrensel" olan kültür Batı kültürüdür. Fakat bu Batı kültürünün hâlen yaşayan diğer kültürlerden "üstün" ve "iyi" olduğu anlamına gelmez; sadece varolan diğer kültürlere baskın çıktığı ve dünya ölçüsünde yaygınlaştığı anlamına gelir. Her kültürün mâhiyeti gereği tarihsel olması o kültürün belli bir zaman kesiti içinde varlığını sürdürdüğü yani yerini her an bir başka kültüre (o başka kültüre kendinden pek çok şeyleri taşımış olsa da) terk edebileceği anlamına gelir. "Evrensel kültür" teriminin kendisi Aydınlanmacı Batı kültürünün bir kültürel mirası olarak terminolojiye girmiştir. Bu yüzden bu kültüre özgü ideal ve ölçütlerle sınırlı bir anlam içeriğine sahip olmak gibi bir tek yanlılığı ve manüpilatif bir işlevi vardır Yine bu yüzden "evrensel kültür"ü tarihsel perspektif altında bakıldığında herhangi bir "baskın ve hâkim kültür" olarak anlamak uygun olur
Her hangi bir halk topluluğunu millet yapan kültür değerleridir. Kültür; tarihi süreç içerisinde oluşur milletler yaşadıkça o da yaşar. Dededen atadan gelen kültürel değerler yaşayan insanların duygu düşünce ve yaşantılarıyla şekillenir zaman içerisinde gelişerek bazen de değişerek devam eder. Kültür değerleri hiçbir zaman statik kalmazlar devamlı değişim halindedirler. Bu değişim çok hızlı olmaz yıllar bazen de yüzyıllar süreci içinde olur

alinti...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Mayıs 2009       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Kültür kavramını en başta sözlük anlamıyla tanımlayabiliriz: Bir toplumun duyuş düşünüş birliğini oluşturan gelenek durumundaki her türlü yaşayış düşünce dil ve sanat varlıklarının topu belli bir konuda edinilmiş geniş ve sistemli bilgi. Bir başka tanımlaması ise şöyledir: Tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan her türlü değerlerle bunları kullanmada sonraki kuşaklara iletmede kullanılan insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümü. Üçüncü sözlük tanımı şu şekildedir: Akıl yürütme eleştirme ve beğeni yeteneklerinin öğrenim deney ve yaşantılar yoluyla geliştirilmiş olan biçimi.
Kültür latince kökenli bir kelime olup dilimize Amerikanca veFransızca'dan girmiştir. Latince cultura toprağa birşeyler ekip ürün almak üretmek anlamında kullanılıyordu. Voltaire Fransız Devrimi öncesinde Culture’ü insan zekasının oluşumunu ve gelişmesini belirleyen bir terim olarak kullanınca sözcük değişik bir anlam kazanmıştır. Fransızca’dan Almanca’ya cultur biçiminde geçen sözcük daha sonra tüm Avrupa dillerine yayılmıştır. Fransızca’da kültürün karşılığı irfandır. İrfan kelimesinin sözlük anlamı ise; anlama bilme gerçeğe ulaştırıcı güçlü seziştir. Daha çok tinsel ve manevi değerleri içermiştir. Amerikanca’da kültürün karşılığı medeniyettir. Medeniyet ise uygarlık yani insanların doğaya egemen olma toplum olarak daha iyi bir yaşama ulaşma çabalarından çıkan sonuçların bilim teknik sanat ve kültürün tümünü kapsar. Sonuç olarak bilim ve tekniğin sanat ve kültürün gelişmesi ilerlemesiyle yaratılan yaşama koşullarının yaşama biçiminin incelmesi yetkinleşmesi durumudur. Dolayısıyla Amerikanca kültürün karşılığına maddi kültür daha denk düşer.
Sponsorlu Bağlantılar
Medeniyet insanlığın çalışarak ortaya koyduğu teknik eserlerin bütününden ibarettir. Kültür ise bir toplumu kendi tarihi içinde meydana getirdiği değer hükümlerinin bütünüdür. Bunlar ilim sanat ahlak ve dine ait değerlerdir. Medeniyet kültür yaratan düzendir. Bu durumda kültür ve medeniyet kavramlarını birbirinden ayırdıktan sonra kültürün oluşumuna etken olan değerler durumlar ve vs. önem kazanır. Her toplumun kendi kültürü vardır ve kültürün yükselmesi ilerlemesi ve gelişmesi medeniyetin doğuşunu sağlar. Sosyolojik çerçevede en geniş sınırlarına ulaşan kültür kavramı ‘bir yaşama biçimidir.’ Bu yaklaşımda bir toplumda bulunan ve bulunmayan bütün ifade ve etkileşim biçimleri önem kazanır. Bu anlamda kültür insan olarak belli bir toplumda öğrendiklerimizle davranış düşünce sistemimizin toplamı sayılabilir. Bir bakıma ne yediğimiz ne içtiğimiz ne okuduğumuz nelere sempati ile yaklaşırken nelere tepki duyduğumuz ait olunan grup küme ya da toplumu karakterize eder. Günümüzde iletişimin son derece hızlı yapılabilmesi kültürel ve bilimsel gelişmelerin anında yayılmasına olanak sağlamıştır. Bu durum kültürlerin birbirleriyle olan ilişkilerinin ve etkileşimlerinin üzerine düşünülmesi gereğini çıkarmıştır.
Aslında sosyal bilimciler 166 farklı tanımı olan kültür kavramı için ‘bir kavramın bu kadar çok tanımı varsa onun tanımlanamayacağını kabul etmek gerekir’ diyebiliyorlar. Kültür tarihçileri insanoğlunun gelişme ve ilerleme göstererek hayatta kalma ve varlığını sürdürme savaşındaki başarısını kültürel bir varlık oluşuna yani öğrendiklerini birikiminde saklayıp yeni nesillere aktarma yeteneği ile becerisine bağlar.
Kültür gelişim sürecinde önce sözlü kültür doğmuş daha sonra yazılı kültür oluşmuştur. Bugün yazılı kültür ile beraber sözlü kültür de devinim ve gelişimine devam etmektedir. Sözlü kültür de yazar yoktur anonimdir doğaldır metinsizdir ezbere dayalıdır çeşitlenebilir sürekli akış dolaşım ve dolayısı ile değişim içindedir. Bu kültür de çözümleme ve inceleme yoktur. Yazılı kültür yazılıdır metne bağlıdır okuru değişebilse bile metin değişmez üreten yalnızdır anlatıya istenilen sıklıkta dönülebilir çözümleme ve inceleme yapılabilir.

Aydın ve Aydınlanma
Aydın kişi genellikle öğrenim görmüş çok okumuş kültürlü bilgili görgülü ileri ve açık düşünceli kendisi aydınlanmış olduğu için çevresinide aydınlatabilecek nitelikte münevver entellektüel kişidir. Sosyal posizyonları itibariyle sosyal tabakalarda herhangi bir sınıfa net özellikler göstermeyip ancak toplumsal ortalamanın çok üzerinde ileri bir eğitime akla ve yeteneğe sahip bir zümreya entelektüeller denilebilir. Entelektüeller aklın zekanın yeteneğin ve bilginin toplamıyla yeni düşüncelere görüşlere ve sonuçlara giderler. Dilimizde entelektüel sözcüğü ‘Aydın Münevver’ kelimeleriyle karşılanmaktadır. ‘Aydınlatılmış ışıklı’ anlamına gelen münevver kelimesi ilahi kökenli bir ışık olan ‘nur’ kökünden türetilmiştir. Aydınlığın yani bilgi donanmanın sadece akılla değil duygu sezgi kalp gibi diğer faktörlerin de katılarak sağlanabilmesi anlamını vurgulaktadır. Aydın insan içinde yaşadığı toplumun ve dünyanın dünü bugünü ve yarını üzerinde düşünen sorgulayan ve insanoğlunun iyiliğine ve kötülüğüne olan halleri bağımsız olarak irdeleyen bir yapıda olmalıdır. Gerektiğinde muhalif olmaktan çekinmeyen körü körüne inanmayı bağlanmayı reddeten kutsallaştırılanı sorgulayan ezberleri bozan düşüncededir. Yapısı gereği düşünen kuşku duyan gerektiğinde tüm bunları dile getiren tabulara karşı eleştirel görüşler geliştirebilen bağlantıları geçişleri ve farklılıkları gören kişidir.
Aydın kişi içine doğduğu kültürün özelliklerini değerlerini eğitimini olduğu ve sunulduğu üzere kabul etmek yerine irdeler eleştirir ve katkıda bulunur. Gelenekleri ve alışkanlıkları başka türlü düşünerek sürekli bir üst gerçeği sorgular bilinenle tatmin olmaz. Kişisel sorumluluklarının içine toplumsal sorumluluğu dahil eder ve böylece etrafındakilere ışık saçmaya başlamış olur. Aydın kişi toplumsal konularda uyaran ortaya koyan ve çözüm yolları öneren kişi olmalıdır. Tüm bunları yapabilmesi için aydın kişi gerçekten özgür olmalı ve inandığı doğruları ifade ederken herhangi bir grubun kurumun toplumun veya herhangi bir birimin menfaatlerini gözetmemelidir. İnandığı doğrular da dahil tek bir fikre veya akıma bağlı olmak yerine her fikre ve düşünceye açık olmalı fakat sorgulamayı asla bırakmamalıdır.
Herkes aydın olabilir mi sorusuna bazıları iki farklı yaklaşım ve görüş geliştirmiştir:
Birinci görüş; aydınlanma dönüşümünün aslında tüm insanlarda doğuştan var olan bir yetenek olduğunu ama bazılarının bu yeteneği kullanmaması veya kullanabilecek şartlarda olmaması yüzünden aydınlanma sürecine girilemediğini savunanlardır.
Diğer yaklaşım ise aydınlanmanın ancak insan evriminin belirli bir döneminden sonra oluşabileceği yönündedir.
Birince görüşe göre aydınlanma sürecinin başlaması için zaten siz de var olanı fark etmeniz keşfetmeniz yeterlidir. İkinci yaklaşımda ise herkes aydınlanmaya aday değildir. Aydınlanmaya aday olabilecek bireyler bu yetiyi bir şekilde (şans) kazanmış kişilerdir. Bir bakıma seçilmişlerdir. Bu kişiler gelecekte ‘kozmik bilince’ ulaşmış insan türünün öncüleridir. Bu yetiye sahip kişiler için gerekli olan ön koşullar zaten var olmuştur. Aslında neden niçin ne zaman seçen ve seçilenler kim gibi aydın kişinin sormaktan vazgeçmeyeceği sorular ikinci durumda boşlukta kalmaktadır. Aydınlanma varoluşun anlamını arayan ben kimim neredeyim neden soruları ile birlikte toplumsal konuları da aynı şekilde sorgular. Aydınlanma yolu bu sorulara cevap aramaktan bıkmadan yorulmadan çıkılan bir yolculuktur. Avrupa’da Rönesans’tan sonra gelen usun ve bilimin gelişip egemen olduğu aydınlanma çağından itibaren birinci görüşteki aydınlanma akla daha yakın görünmektedir. Aydınlanma özünde kolaycılığa teslim olmayan klişelere sloganlara sığınmayan akıl yoludur. Aydınları sonuç olarak toplumu değiştirmek için gerekli özel şart ve yeteneklerle donanmış bir kesim olarak ele almak gerekir. Ancak unutulmamalı ki aydınları bir sınıf olarak değerlendirmek tartışmalı sonuçlar getirir çünkü en azından sosyolojideki klasik ölçülere göre net bir sınıf teşkil etmedikleri yönünde görüş birliği vardır. Zaten duruma ülkeye ve zamana göre değişse bile günümüzde aydınlar önce özgür bir birey olarak hep beraber hareket edecek şekilde bir sınıf şuuru taşımazlar ve başta da belirtildiği üzere çok özel şartlar için gerekli olmadığı sürece kişselliğini ve bireyselliğni korumalıdırlar.


Sözcük olarak kültür “bir toplumda geçerli olan ve gelenek halinde devam eden her türlü duygu düşüce dil sanat yaşayış unsurlarının tümü belli bir konuda edinilmiş geniş ve sistemli bilgi” şeklinde tarif edilmektedir. (Meydan Larousse)
Antropoloji bilimlerinin kültür sorunlarıyla uğraşan dalına bugün “etnoloji” veya “sosyal-kültürel antropoloji” adı verilmekte olup bu alandaki kültür sözcüğü günlük dilimizdeki “kültür” sözcüğünden çok daha geniş kapsamlı bir kavram olarak hars ya da uygarlık anlamında kullanılmaktadır.
Kültür en geniş sınırlarına sosyolojik çerçevede ulaşmakta olup buradaki anlamıyla “bir yaşama biçimi”dir. Bir topluma özgü bütün ifade ve etkileşim biçimleri bu tanımda yer almaktadır. Bu anlamda kültür insan olarak belli bir toplumda öğrendiklerimizle yapıp ettiklerimizin bir toplamı sayılabilir. Bu bakımdan ne yediğimiz ne içtiğimiz ne okuduğumuz neye/nelere öfke duyduğumuz neye ve nelere sevgi ve sempati ile baktığımız ait olunan grup küme ya da toplumu karakterize etmektedir.
Kültür tarihçileri insanoğlunun hayatta kalma ve varlığını sürdürme savaşındaki başarısını kültürel bir varlık oluşuna yani yaşayarak öğrendiklerini kültüründe saklayıp yeni kuşaklara aktarma yeteneği ile becerisine bağlı görürler.
Toplu yaşayan her canlı türünün kültürü yoktur. Sözgelişi arı ve karınca gibi böcek türleri toplu yaşarlar fakat kültür yaratamazlar. Örneğin arının düzgün altıgen biçimindeki kovan hücresinin boyutları son yirmi beş milyon yılda bir mikron bile değişmemiştir. Bazı maymunlar yavrularına bazı becerileri öğretir; ama bir dil ve kültürden yoksun oldukları için bu becerileri çok sınırlıdır. Evcil bazı hayvanlarla (atlar köpekler gibi) kuyruksuz maymunlar oldukça karmaşık bazı becerileri öğrenebilir; ama bunları kendi yavrularına aktaramazlar.

Kavrama Tarihsel Bakış

Sosyal bilimciler 166 farklı tanımı olan kültür kavramı hakkında; “bir kavramın bu kadar çok tanımı varsa onun tanımlanamayacağını kabul etmek gerekir” diyebiliyorlar. Bu bağlamda da kültür sözcüğünün oldukça zengin uzun ve ilginç bir tarihçesi vardır.
Günlük konuşmalarımızda ya da sanat ve bilim çalışmalarında kullandığımız kültür sözcüğü Latince kökenli olup Türkçe’ye Fransızca’dan geçmiştir. Latince cultura toprağa bir şeyler ekip ürün almak üretmek anlamlarında kullanılıyordu. Voltaire Fransız Devrimi öncesinde culture'ü insan zekâsının oluşumunu ve gelişmesini belirleyen bir terim olarak kullanınca sözcük değişik bir anlam kazanmıştır. Fransızca’dan Almanca’ ya önceleri cultur daha sonraları kültür biçiminde geçen sözcük zamanla bütün Avrupa dillerine yayılmış İngiliz antropoloğu Tylor 1871'de ona bilimsel bir içerik kazandırınca da önemi gittikçe artan bir kavrama ve aynı zamanda bir uğraş alanına dönüşmüştür.
Voltaire Culture sözcüğünü insan zekasının oluşumu anlamında Almanlar uygarlık ve kültürel evrim karşılığında kullanılmışlardır. Ancak XIX. Yüzyılın ikinci yarısı ile XX. Yüzyılın ilk çeyreğinde Fransızlar ve İngilizler uygarlık sözcüğünü kültüre tercih etmişlerdi. Marx kültür kavramının değilse bile kültürel içeriğin son derece kapsamlı bir tanımını vermiştir:
“Kültür ya da uygarlık insanın bir toplumun üyesi olarak edindiği bilgi inanç sanat ahlak gelenek ve göreneklerle her türlü beceri ve alışkanlıklarını içeren karmaşık bir bütündür.”
Kültür tarihinde tarihsel devinimi en iyi yansıttığı kabul edilen şu tanım da yaygındır:
“Kültür bir toplumda geçerli olan ve gelenek halinde devam eden her türlü dil duygu inançsanat ve yaşayış öğelerinin tümüdür”.

Kavramın değişik alanlardaki kullanımı

Nereden ve neresinden bakılırsa bakılsın kültür kavramının tümü için ortak olan kimi tanımlamalar vardır ki bunlardan ilki kültürün organik olduğu bir başka deyişle değişimin ve buna bağlı olarak etkileşim içinde olduğudur. Her canlı varlık gibi yaşlanır etkinliğini ve hareket becerisini kaybeder ve sonuçta işlevini tamamlayarak yok olur. Buradan hareketle hiç bir kültür öğesinin hareketsiz ve durağan olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü kültür kavramının varlığı için temel etmen bir insan topluluğu ve onu oluşturan aile ve bireylerin varlığıdır. Kaynaklara baktığımızda öncelikle şunu fark ederiz: Bütün kültür öğeleri kültürel var olanlar (en soyuttan en somuta dek) insan tarafından var edilmiştir. Yani kültürün temel kaynağı insandır. Kültür örüntüsünü oluşturan her düşünce her kurum her nesne insan tarafından yaratılmıştır.

Eğitimcilere göre kültür eğitim yoluyla kazanılan içeriktir. Eğitim ise bu muhtevayı kazandıran süreçtir. “Eğitimsiz kültür kültürsüz eğitim” düşünülemez. Sn. Bozkurt GÜVENÇ ise “Eğitim yol ise Kültür yolcunun hayatı boyunca yaşayarak öğrendiklerinin tümüdür.” demektedir.
Bir kişidiğerinden daha fazla kitap okumuş ve daha fazla şey biliyor olabilir. Ama daha az okuyan diğerinden daha kültürlü olabilir. Çünkü kültürlü olan bilgiyi yaşamında uygulama başarısı göstermiş olandır.Her bilgi anında kültür olmaz kültüre dönüşmez. Bilgili olmak başka kültür başka şeydir.

Günlük dilde kültüreğitim-öğretim süreci bu sürecin kazandırdığı genel ve mesleki kültür İslam Kültürü spor kültürü vb. Anlamında kullanılır.

Bilim ve felsefede kültür insanların ve toplumların yapıp öğrenerek kazandığı her şey (tutum davranış ve değerler) kısaca uygarlık (medeniyet) anlamında kullanılmaktadır.

Kültür genel bir biçimde ve uygarlıkla eşanlamlı olarak” insan türünün hayatını yaşam tarzını tüm diğer yaşam tarzlarından ayıran unsurlar bütünü” diye ve daha özel olarak da”bir uygarlığı meydana getiren değerler toplamı” şeklinde tanımlanabilir.

Bir diğer ifade ile kültür bir toplumun; gelenek görenek sanat düşünce yapısı tarihsel birikim ve sosyal kurumlar gibi varlıklarının tümünü kapsayan ve bireyleri arasında duyuş ve düşünüş birliğini sağlayan şekillenmiş kollektif maddi ve manevi değerleridir.
Her kültür ilkin öz gücüyle özünde barındırdığı gizli güçle gelişir ve süreklileşir. Bununla birlikte tek bir kültür özünü tümüyle öbür kültürden soyutlayarak gelişemez. Bu nedenle her kültür gelişmesini sürdürebilmek için öbür kültürlerin kazanımlarından yararlanmak ister.
Kültürle ilgili olarak karşımıza çıkan bazı kavramlar olan; kültürleme kültürlenme ve kültürleşme süreçleri ile kültür aktarımı kültür yitimi kültür şoku ve hakim kültür kavramlarından kısaca bahsetmek istiyorum
Kültürleme: toplumların kendisini oluşturan bireylere belli bir kültürü aktarma kazandırma toplumun istediği insanı eğitip yaratma ve onu denetim altında tutarak kültürel birlik ve beraberliği sağlama bu yolla da toplumsal barış ve huzuru sağlama sürecidir. Kültürleme süreci bireye hayatı boyunca kolay kolay değiştiremeyeceği bir kişilik yapısı kazandırır. Kültürleme toplumsallaştırma (sosyalizasyon) ve eğitim süreci olarak da tanımlanabilir.
Kültürlenme: okul öncesinde ailede başlayıp okul dönemi sonunda da da etkinleşen kültürlenme değişik aile eğitim okul meslek bölge (alt kültür) çevrelerinden kalkıp belli yer ve zamanlarda bir araya gelen birbirini etkileyen akran grupları arasındaki kültür etkileşimidir “Kültürleme”; varolanı iletirken “kültürlenme”; yepyeni kültür kalıpları oluşturur kültürel değişim sürecinin ana kaynağıdır.
Kültürleşme sürecinde iki ya da daha çok kültür karşılıklı etkileşim sonucu değişime uğrar yeni sentezler dinamik bileşkeler yaratırlar. Çağımızda sözü edilen “globalleşme” (küreselleşme) budur. Birey ve gruplar olarak kültürleşmeyi tamamen önlemek mümkün değildir.
Aynı bağlamda ve yaklaşık olarak aynı anlam içinde bir toplumsal gruba ait olan bilginin yerleşik söylemlerle semboller düzeninin diğer kuşaklara iletilmesi süreci ise kültür aktarımı diye tanımlanır.
Yine özellikle kültürlenme söz konusu olduğunda bir kültürel grubun üyelerinin başka bir kültürle temas içine girdikleri zaman kendi kültürlerini ya da geleneksel kültür değerlerini tümden ya da bir bölümüyle yitirmelerine kültürsüz!eşme veya kültür yitimi denir.
Aynı şekilde bir İnsanın kendi kültürüne yabancı bir kültür tümden farklı bir değerler ve normlar sistemi içine girdiği zaman yaşadığı yolunu kaybetmişlik şaşkınlık veya yönsüzlük duygusuna kültür şoku adı verilmektir.
Öte yandan modern toplumlarda farklı hatta çoğunluk rekabet halindeki kültürler ve alt kültürlerin varlığı dikkate alındığında kendi kültür değerlerini davranış veya yaşam tarzını ve dilini sahip olduğu siyasi ve iktisadi güç sayesinde diğer kültürlere empoze edebilen kültür hakim kültür olarak tanımlanır.
Bir kültür ne denli gelişkin ve ne denli yaygın olursa olsun bir başka kültürden üstün sayılmaz. Hangi amaçla olursa olsun kültürler arasında gelişmişlik- gelişmemişlik ya da ilerilik-gerilik değerlendirilmesi yapılmaz; kültürler üstlük altlık ilişkisine sokulamaz. Kültür hakkındaki bilimsel tartışmada üzerinde görüş birliğine varılan konulardan biri de kültürel gelişmişlik ya da gelişmemişlik savının görece oluşudur. Her bütün kültür içerisinde bulunan parça ya da alt kültürlerden oluşur; bunlar arasında gerçekleşen sürekli etkileşimle ve güncel koşullara göre biçimlenir.
Kültür kavramında bir sentez çabası içine girdiğimizde; antropolog’lar kültürü 4 temel kavram üzerinde yoğunlaştırarak açıklamaktadırlar. Bunlar:
  1. Kültür bir toplumun yada bütün toplumların uygarlık birikimidir
  2. Kültür belli bir toplumun kendisidir
  3. Kültür bir dizi sosyal süreçlerin bileşkesidir
  4. Kültür bir insan ve toplum kuramıdır.
Sonuç olarak da kültür kavramıtoplumun yüzlerce binlerce yıldan beri oluşturduğu ortak amaçların beklentilerin değerlerin inançların duygu ve düşüncelerin özetle ortak davranış kalıplarının depolandığı saklandığı soyut bir kavram olup toplumsal bellek olarak da kabul edilebilir.

Kültürün genel / Temel nitelikleri

Kültürün oluşmasındaki temel nitelikleri aşağıdaki faktörler ışığında değerlendirdiğimizde:

1.Toplumsallık: Kültürün toplumların bulunduğu yer ya da dönemlerde oluşması yaşamasıdır. Toplumun dışında ondan bağımsız bir kültürden söz edilemez.

2. Tarihsellik: Kültür denen karmaşık bütün ve onu oluşturan öğeler (dil yazı din bilim giyim-kuşam sanat yerleşme vb.) hangi toplum olursa olsun bir anda kısa bir zaman dilimi içinde meydana çıkmış değildir.

3. Kalıtsallık: Kültürün ya da onun kapsamına giren öğelerin etkinliklerin doğum yoluyla geçen birer kalıt değil de öğrenilmesi gereken birer kalıt olduğunun en büyük kanıtı doğumdan hemen sonra ailesinden ve onların yaşadığı toplumdan alınıp başka bir kültürün yaşadığı yere götürülen ve orada büyütülen bir çocuğun içinde yaşadığı toplumda geçerli olan dili dini sanatı ve yaşam biçimini kolayca öğrenip benimsemesidir. Bununla birlikte nesillerden nesillere aktarılan farklı kültürleri kolaylıkla özümseme yeteneğinin söz konusu olduğu da göz ardı edilmemelidir.

4. İşlevsellik: Kültürün bir başka özelliği de toplum yaşamında bir yerinin görevinin bulunması yani işlevselliğidir. Kültürü yaratan etkenin tek başına insan olduğu sanılıyordu. İnsan "neden" kültür ise "sonuç " sayılıyordu. Kültür araştırmalarının gelişmesi bu görüşün yanlış olduğunu göstermektedir. Artık günümüzde insanın davranışlarını geniş ölçüde toplumdaki kültürel birikimin belirlediği kabul edilmektedir.

5. Birlik içinde çokluk: Ulusal kültürü oluşturan basamak ve dilimlere (kırsal ve kentsel çevre toplumsal sınıflar dinlere mesleklere parasal olanaklara düşün ve sanat akımlarına göre süreklilik gösteren bir takım özel kültürler ) bakış açılarına göre kimi kez alt kültürler sınıf kültürleri ya da bölgesel yöresel kültürler denilmektedir. Bu alt ya da yerel kültürler öteki yöresel kültürlerle uyum içinde olurlarsa ulusal kültür denen bütün sağlanmış olur. Önemli olan bu ayrılıkların bütün ile temelde bir aykırılık çelişki göstermemesidir.

6. Devingenlik ve değişkenlik: Birey kendisine bir kalıt olarak aktarılan kültürü yeniden öğrenir yaşar ve yaşatırken farkında olmadan onda küçük de olsa bazı değişiklikler yapmakta ve kendisinden sonraki kuşaklara bu değişik biçimiyle aktarmaktadır. Kültürün devingenliği bireyin yaşamı süresince etkisini duyabileceği bir olgu olduğu halde değişkenlik genelde çok yavaş oluştuğu için dikkatlerden kaçmakta bu nedenle de yok sayılmaktadır. Tarihsel süreç incelendiğinde de dil din ve gelenekler gibi ana kültür öğelerinin de değiştiği görülmektedir.

Kültürün öğeleri

Kültür belirli bir kökten gelmiş bir toplumun "ana mayası" anlamındadır. Bir toplumun ana mayasını yani kültürünü; o toplumun dil yazı tarih
din töre edebiyat ve sanat birliğinin toplamı belirler. Bir toplumun benliğini oluşturan bu ortak değerler o toplumun diğer toplumların kimliklerinden nasıl ve nerede ayrıldığını belgeler. Bir toplumun üyesi olan her kişinin yapısında ve benliğinde o toplumun mayasından bir parça bulunur. Fransız ve Alman kültürleri arasındaki ayrılıklar bira mayası ile şarap mayası arasındaki ayrılıklardan daha da derindir. Bunun gibi Türklerin "ana mayası" da diğer toplumların mayalarından ayrıdır. Bununla birlikte yoğurt ve peynir mayalarının bir kökenden gelmiş olduğu da unutulmamalıdır. Ancak bir maya yalnız başına bırakıldığında "kendi kendini yer." Bu bir dil sürçmesi değildir. Maya içine katıldığı diğer maddeleri etkiler: yoğurt mayası sütü yoğurda çevirir. Şarap mayası üzüm suyunu şarap yapar. Eğer maya içinde gelişeceği çoğalacağı ana maddeyi bulamaz ise kendi kendini yemeye başlar. Sonucunda da ölür. Üzüm suyuna yoğurt mayası katılırsa sonuç ne şaraptır ne de yoğurt. Ne içilebilir ne de yenilebilir. Mayanın canlı tutulabilmesi için sürekli olarak kullanılması gerekir. Yeni mayalanmış yoğurdun bir parçası ayrılıp maya olarak saklanır. Böylelikle maya da kendini yenilemiş olur. Bir toplumun kültürü de bundan farksızdır. Kullanılmayan kültür ölür.
Kültürü taşıyıcısına göre egemenlik alanına göre çıkış yaratılış kaynaklarına göre görünüşüne biçimine bir başka anlatımla kültürü kanıtlayan araca göre iş görüşüne göre değişik kullanım alanlarına göre tanımlanabilir. Bu görelilikleri daha çoğaltmak dahası değişkenleri kendi içinde bile sınıflamak olasıdır.
Bu değişkenlerden taşıyıcısına ve egemenlik alanına dayanarak dört çeşit kültür kavramı oluşturulabilir:
  1. Bireysel kültür esasında bireysel kültür bir yakıştırma sıfattır. Yani bir bireye içinde bulunduğu toplumun üyelerince karşılaştırma yöntemiyle yakıştıran bir kimliktir o bireyin içinde bulunduğu yaşamını sürdürdüğü toplumun niteliğiyle birlikte bir anlam taşır.
  2. Yöresel (bölgesel) kültür ulusal kültürün tabanını oluşturur.
  3. Ulusal kültür bir toplumda yemek giyinmek barınmak eğlenmek gibi gereksinmelerin elde edilmesinde kullanılan bilgi inanç teknik davranış duyuş ve ifade biçimlerini içeren ve toplumun yapısını oluşturan kültüre ulusal kültür denilmektedir.
  4. Evrensel kültür bilim teknik felsefe ve din gibi kültür öğelerini içeren ve bir topluma özgü olmayan genel geçerlikli kültüre evrensel kültür denir.
"Evrensel kültür" bir çağa ve bir tarihsel döneme dünya ölçüsünde hâkim olan diğer kültürlere baskın çıkan herhangi bir "çoğul kültür"dür. Örneğin bugün için bu anlamda "evrensel" olan kültür Batı kültürüdür. Fakat bu Batı kültürünün hâlen yaşayan diğer kültürlerden "üstün" ve "iyi" olduğu anlamına gelmez; sadece varolan diğer kültürlere baskın çıktığı ve dünya ölçüsünde yaygınlaştığı anlamına gelir. Her kültürün mâhiyeti gereği tarihsel olması o kültürün belli bir zaman kesiti içinde varlığını sürdürdüğü yani yerini her an bir başka kültüre (o başka kültüre kendinden pek çok şeyleri taşımış olsa da) terk edebileceği anlamına gelir. "Evrensel kültür" teriminin kendisi Aydınlanmacı Batı kültürünün bir kültürel mirası olarak terminolojiye girmiştir. Bu yüzden bu kültüre özgü ideal ve ölçütlerle sınırlı bir anlam içeriğine sahip olmak gibi bir tek yanlılığı ve manüpilatif bir işlevi vardır Yine bu yüzden "evrensel kültür"ü tarihsel perspektif altında bakıldığında herhangi bir "baskın ve hâkim kültür" olarak anlamak uygun olur
Her hangi bir halk topluluğunu millet yapan kültür değerleridir. Kültür; tarihi süreç içerisinde oluşur milletler yaşadıkça o da yaşar. Dededen atadan gelen kültürel değerler yaşayan insanların duygu düşünce ve yaşantılarıyla şekillenir zaman içerisinde gelişerek bazen de değişerek devam eder. Kültür değerleri hiçbir zaman statik kalmazlar devamlı değişim halindedirler. Bu değişim çok hızlı olmaz yıllar bazen de yüzyıllar süreci içinde olur

alinti...
Son düzenleyen Safi; 2 Şubat 2016 19:06
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Ocak 2012       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kültürün Özellikleri

Kültür öğrenilir ve öğretilir: Hangi anlamda olursa olsun kültür insan yaratısı olduğu için öğretilebilir ve aktarılabilir bir özelliğe sahiptir. Her insan belli bir toplumda doğar ve ilk öncelikle bu toplumun kültürü öğrenir.

Kültür tarihidir ve süreklidir: İnsan öğrendiklerini ve yaratıklarını, sonraki kuşağa aktarma yetisine sahiptir. Bu nedenle insanlar hem önceki kuşaktan aldıklarını hem de kendilerinin yaratıklarını bir sonraki kuşağa devreder. Bu da kültürü tarihsel ve sürekli yapar.

Kültür toplumsaldır: İnsanlar kültürü boşlukta değil belli bir toplumda yaratırlar. Kültür, toplumda yaşayan insanlarca birlikte oluşturulur ve ortaklaşa paylaşılır. Kültür ideal bir sistemdir: Kültür insanların yararına ortaya konulan değerler olduğu için ideal kuralları ve sistemleri içerir. Fakat çoğunlukla bireyler davranışlarıyla idealden uzak hareket ederler.

Kültür gereksinmeleri karşılar: Kültür insan için insan tarafından yaratıldığı için öncellikle insan gereksinmelerini giderecek özellikle sahiptir. Kültür, hem fiziksel hem de sosyal gereksinmeleri karşılar.

Kültür değişim sürecine tabidir: Kültür zaman, mekan, koşullara göre değişime uğrar. Her değişim uyuma doğru giden süreci getirir.

Kültür bütünleyicidir: Farklı birey ve gruplar, bulundukları kültür ve üst kültürle uyum içinde yaşayarak toplumla bütünleşirler.

Kültür sosyalleştiricidir: İnsan kültür sayesinde yaşadığı toplumun değerlerini öğrenerek sosyal bir varlık olur. (Güvenç 1974: 101-106)

Kültür - uygarlık ilişkisi

Rönesansla başlayan doğaya egemen olma isteği, insanda bilme, tanıma ve keşfetme arzusu doğurdu. Yeni çağla başlayan bilim ve felsefedeki entelektüel ve zihinsel gelişmeler tinsel kültürün gelişmesini sağladı. Fakat mekanik alanda ortaya çıkan sanayi devrimiyle birlikte maddi kültür, insan ve toplum yaşamını belirlemeye başladı. 18. yy aydınlanma dönemi İngiltere’deki sanayi devrimiyle değişen toplumsal düzen, yeni tinsel kültür aratışına neden oldu. Böylece aydınlanma çağı aklın, bilimin, sanatın, hukukun ve hakların gelişmesini sağladı. Bunun sonucu olarak üretilen kültür değerlerinin tüm insanlara anlatılması ve öğretilmesi gerektiğini anlayan Avrupa insanı, önce kendi içinde kültür değişimine sonra da Avrupalı olmayan toplumlarda kültür değişiminin gerekliliğine inandılar. Böylece Avrupa kültürü, evrensel kültür olarak diğer uluslara aktarılmaya başlandı. Artık aydınlanmanın kültür değerleri, uygarlık değerleri olarak benimsendi. Böylece Avrupa kültürü, uygarlık olarak adlandırılırken Avrupalı olmayan kültürler ise değersiz ya da bırakılması gereken değerler olarak nitelenmeye başlandı.
İşte çağımız uygarlık-kültür çatışmasının yaşandığı bir çağ oldu.

Bu nedenle birçok düşünür kültür ve uygarlık kavramlarını tanımlama çabasına giriştiler. Türk sosyolog Ziya Gökalp bu ayrımın gerekliliği kabul ederek kültürü uygarlıktan ayırır. Kültür (hars) bir millete özgü dil, din, ahlak, gelenekler, adetler ve sanat değerleridir. Bu açıdan kültür, belli bir insan topluluğunun yaşama ilişkin değerleridir. (Turan 1994: 36-37) Ziya Gökalp’a göre, uygarlık (medeniyet) ise bireysel çalışmalarla ve yöntemi araştırmalarla insanlığın yararına üretilen bilim, bilgi ve tekniklerin toplamıdır. Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi uygarlık evrensel olup, bir ulusa ait değildir.

Her ulus uygarlığın oluşturduğu bilim, bilgi ve teknikleri diğer bir ulustan alabilir ve geliştirebilir. Buna karşılık kültür yalnızca bir ulusun ya da milletin yaşama değerleri olduğu için ulusal yani millidir. Bu ayrımdan anlaşılacağı gibi, Ziya Gökalp’ın kültür tanımı değerler alanına, yani manevi değerlere, uygarlık tanımı ise maddi değerlere karşılık gelmektedir. Fakat ulusal ve evrensel açıdan tanımlanan kültür ve uygarlık her zaman birbirleriyle ilişki içindedir.

Uygarlaştırma ve üst-alt kültür çatışması

Evrensel değerler olduğu kabul edilen bilim, bilgi ve teknoloji kısaca maddi ve bilimsel değerler üst kültürü/uygarlığı oluşturmaktadır. Üst kültür ile bir insan topluluğuna ait alt kültür her zaman bir ilişkiye girmektedir. Bu ilişki çoğu zaman eşit bir ilişki değildir. Üst kültür baskın ve egemen olduğu için alt kültürün değişimine yol açmaktadır. Böylece uygarlık/üst kültür ve alt kültür çatışması yaşanmaktadır.

Çağımız dünyasında egemen olan düşünce, uygarlaşma sürecinde diğer uluslardan geri kalmamaktır, yani üst kültürün ürettiği maddi ve manevi değerleri öğrenmek ve alt kültürü geliştirmektir. Bu düşünce üst kültüre sahip ulusların (günümüzde Batı uygarlığı) kendilerine biçtiği bir görevle de bütünleşti. Amaç farklı ulus ve toplumları da akıl ve bilim öncülüğünde uygarlaştırmak ve üst kültüre uyumlu yapmaktır.

Kültürel farklılıkların kaynağı

Uygarlaştırma sürecinde karşılaşılan zorluk farklı ulus ve toplumların kendine özgü yaşam tarzı, gelenekleri, alışkanlıkları ve düşünceleriydi. Böylece kültür farklılıklarının nedeni ve ne olduklarını araştırma çabası ortaya çıktı. Sosyal antropologlar, sosyologlar, halk bilimciler, filologlar kısaca insanla ilgili bütün bilim çalışanları kültür farklılıklarının nedenlerini açıklama çabasında çok farklı sonuçlara vardılar. Ulusal ruh düşüncesi (Alman ruhu ya da Türklük ruhu gibi), fiziksel çevre ve yaşam koşullar (Eskimo kültürü, Afrika kültürü, Akdeniz kültürü), toplumsal örgütlenme (kentsel veya kentsel olmayan toplumlar, akrabalık ilişkisini temele alan toplumlar), dinsel inançlar, ekonomik ilişkiler ve benzeri nedenlerin sonucu kültürel farklılıklar oluştuğu öne sürülmektedir.

Uygarlaştırma-kültürleştirme

Fakat bazı antropologlara göre de tüm bu farklılıklara rağmen, tüm kültürlerde ortak olan öge, insan aklının her insanda aynı yetilere ve yapıya sahip olmasıdır. Farklılık ise bu yetilerin gelişmesi sürecinin aynı olmamasından kaynaklanmaktadır. İşte bu durumu giderecek yol ise eğitimle insan aklının aydınlatılmasıdır. Bu nedenle kültürleşme veya kültürlü olmak, bilgi, beceri ve görgü kazanmayla ilişkili olarak değerlendirilmektedir.

Kültürün temel özelliklerinden biri, öğretilebilir olmasıdır. İnsan, eğitilebilen bir varlık olması nedeniyle kültürel değerler diğer insanla aktarılabilir. Böylece evrensel ve milli değerler, insanlara öğretilir. Eğitilen birey, toplumda insan, devlette vatandaş olur. Böylece bireyin sosyalleşmesi gerçekleşir.

Uygarlık/evrensel kültür, ulusal kültür, çok-kültürlülük, yerel kültür

Kültür ya da uygarlık kavramı aslında belli bir insan ve toplum anlayışını ve dünya kavrayışını ve bunlarla ilgili değerleri de içermektedir. Her kültür kendi insan-toplum ve dünya anlayışına ve değerlerine sahiptir. Örneğin; Orta çağ kültürü ile çağımız kültürünün insana, topluma ve dünyaya bakışı ve verdiği değerler birbirinden oldukça farklıdır. Yine daha dar kapsamda düşünürsek, çağcıl olan iki farklı kültürün bunları kavrayışlarında da farklılıklar vardır. Örneğin; kırsal alanda yaşayanlar ile kente yaşayanların kültürel değerleri de farklıdır.

Kültürün ne olduğunu inceledikçe karşımıza çıkan olgu, kültürün insanın kendisiyle ve yaşadığı toplum ve dünyasıyla ilgili olduğudur. O halde insanın yarattığı değerleri ve değişimi/gelişimini, yani insanı anlamak gerekir. İnsanı, uygarlık/evrensel kültür, ulusal kültür, çok-kültürlülük, yerel kültür bağlamında ele almak olanaklıdır.

Evrensel kültür ya da uygarlık, insanın yarattığı evrensel değerlerdir. Bunlar bilim, sanat ve felsefedir. İnsan ruhunun işlenmesi, gelişmesi ve aydınlanması sonucu oluşan bilgi, beceri ve davranışların oluştuğu değerler bütünü evrensel kültürü oluşturmaktadır.

Ulusal kültür, bir ulusu diğer uluslardan farklı yapan bilgi, beceri ve davranış özellikleridir. Örneğin Çin kültürü, Hint kültürü, İran kültürü gibi. Yerel kültür, bir zaman diliminde aynı bölgede yaşayan belli insan grubuna ait değerlerdir. Örneğin; köy kültürü, doğu kültürü, işçi kültürü gibi.

İşte tüm bu kültürlerin bir arada bulunmasına da çok kültürlülük denir. Çok kültürlülük, kültürel göreceliği de sebep olur. Kültürel görecelik, her grubun yaşama tarzının bir kültür olduğu ve her birinin birer kültür olmak bakımında eşit olduğu anlayışına dayanır. (İyi, 2003; 22) Çok kültürlülük aynı zamanda kültürel çatışmaya ve değişmeye de neden olur. Örneğin, kırsal kesimden kente göç eden insanların kent kültürü ve geldikleri kültür arasında yaşadıkları gerilim ve çatışmaya kültürel çatışma denir. Böylece kültürel görecelik içinde yaşayan insan grupları, kültürlere eşit saygıyı geliştirmeleri ve farklı kültürlere hoşgörüyü oluşturmaları gerekmektedir. Farklı kültürel kimliklere sahip olan bireyler ancak insan olma olanaklarını geliştirme ve insan olma değerini artırma fırsatı sağlayan eğitim ve toplum düzeninde evrensel kültür yaratabilir ve barış içinde yaşayabilir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Ocak 2012       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
şte tüm bu kültürlerin bir arada bulunmasına da çok kültürlülük denir. Çok kültürlülük, kültürel göreceliği de sebep olur. Kültürel görecelik, her grubun yaşama tarzının bir kültür olduğu ve her birinin birer kültür olmak bakımında eşit olduğu anlayışına dayanır. (İyi, 2003; 22) Çok kültürlülük aynı zamanda kültürel çatışmaya ve değişmeye de neden olur. Örneğin, kırsal kesimden kente göç eden insanların kent kültürü ve geldikleri kültür arasında yaşadıkları gerilim ve çatışmaya kültürel çatışma denir. Böylece kültürel görecelik içinde yaşayan insan grupları, kültürlere eşit saygıyı geliştirmeleri ve farklı kültürlere hoşgörüyü oluşturmaları gerekmektedir. Farklı kültürel kimliklere sahip olan bireyler ancak insan olma olanaklarını geliştirme ve insan olma değerini artırma fırsatı sağlayan eğitim ve toplum düzeninde evrensel kültür yaratabilir ve barış içinde yaşayabilir.

Kaynak: Evrensel kültür nedir?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Şubat 2012       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
EVRENSEL KÜLTÜR NEDİR?

Metin Sözen


CC Kültür Sanat Departmanı

.

.


Günümüzde en çok kullanılan kültürel kavramlardan biri de evrensel kültürdür. Buna bazen küresel kültür denmektedir.

Küreselleşme toplumların yönetimi ve yönetim politikaları, ideolojisi ve kültürleri üzerinde uluslararası sermayenin ekonomik politikası, kültürü ve ideolojisinin egemenliğini kurması ve geliştirmesini anlatır. . . . . .


.

Küreselleşme yeni-sömürgeciliğe geçişi büyük ölçüde tamamlamayan emperyalizmin kendi için koyduğu yeni isimdir. Küreselleşmede esnek üretim, yerellik, bürokrasinin küçültülmesi, yapısal uyarlamalar, özelleştirme, deregülasyon, gümrüklerin kaldırılması, uluslararası şirketlere garantiler, teşvikler ve teşviki kolaylaştıran yasalar gibi küresel sermayenin ve ortaklarının işini kolaylaştıran, karını artıran ve ona güvenli pazar ortamı yaratan kurumsallaşma ve ilişkinin doğasını biçimlendirme vardır. Bilinç yönetimiyle ilgili meşrulaştırıcı gerekçe ise bu şirketlerin gittikleri yerlerde iş alanı açtığı, istihdamı artırdığı, standartları yükselttiği, demokratikleşmeyi getirdiği gibi iddialardır. Dolayısıyla, ekonomik küreselleşmenin başarısı bilinçsel, bilişsel, davranışsal ve kültürel küreselleşmenin yaygınlık kazanmasına bağlıdır. Bu ikinci türle küreselleşme desteklenerek tamamlanır.

Emperyalizm küreselleşme olarak satılmaya başlandığından beri küresel pazarın kültürü, yani kültürel emperyalizm de evrensel kültür olarak dönüşüme uğratıldı. Küresel kültür çıktığı yerin çok ötesinde işler. Menşeiyle hiç bir gerçek bağ tutmaz; bağlamsızdır, başka yerlerden (ve hiç bir yerden) gelen ayrı elemanlara sahiptir. Ortak bir geçmişle bir bağ kurmaz ve tutmaz; ulusal kültürden farklı olarak “hafızasızdır” veya çok kısa bir hafızaya sahiptir. Aslında küresel kültür teknolojiyle üretilmiş, bilinç yönetimi yapıları içinde hesaplanmış bir kültürdür. Görünüşte bir yere, dine, inanca, dünya görüşüne bağlı değildir, kopmuştur ve yansızdır. Varlığı önce teknolojik kitle üretimine ve uluslararası dağıtıma bağlıdır; sonra da tüketen kitlelere. Sürekliliği uluslararası pazar yapısı ve iletişim sistemlerine bağlıdır.

İnsanın toplumsal yaşamında hiç bir şey her insanı kapsayan evrenselliğe sahip olamaz. Doğum, ölüm, üretim, yemek, içmek, barınmak ve iletişim gibi evrensel gerçekler vardır, fakat evrensel gerçekler somut insanın somut yaşam koşullarında evrenselliğini yitirir. Kadınların doğurduğu evrensel bir gerçektir, çünkü dünyanın her yerinde kadınlar doğurur. Fakat dünyanın her yerinde kadınlar aynı şekilde doğurmaz, aynı şekilde çocuk yetiştirmez. Dolayısıyla evrensel gerçek ile kültürü karıştırmamak gerekir. Evrensel gerçek somut sosyal üretimin kültürel pratiğinde evrensel karakterini yitirir.

Niceliksel çoklukla evrenselliği de karıştırmamak gerekir. Evrensel olanı belirleyen nicel çokluk değil, nitel karakterdir. İnsanların susadığı ve su içtiği evrensel bir gerçektir. Suyun ne tür olduğu, nasıl içildiği ve suyun içilmesinden ne tür doyumlar elde edildiği kültüreldir. Herkesin Coca Cola içmesi, Coca Cola kültürünün evrenselliğini anlatmaz; bir tüketim kültürünün diğer kültürler üzerindeki egemenliğini anlatır. Herkesin Coca Cola içmesi evrensellik için yeterli bir koşul değildir, o kültürel pratiğin her yerde yeniden üretilmesi ve anlamlandırılmasında ortaklık olmalıdır: Her yerde herkes Coca Cola'yı aynı nedenlerle, aynı doyumlarla ve aynı atıflarla içmezler. Mal tüketiminin nicel yaygınlığının nedenleri, sağladığı psikolojik doyumlar ve giderdiği gereksinimler aynı değildir. Dolayısıyla, tüketim her yerde olsa bile, evrensel kültürden bahsedilemez. Dönerin her yerde yenmesi döner kültürünü evrensel bir kültür yapmaz. Marlboro içen biri Amerikanın bir parçasına sahip olamaz. Aynı paralelde, örneğin Smith (1990) evrensel kültürün imkansız olduğunu belirtmektedir.

Global köyün insanları, özellikle Batılıların dışındakiler, 1980'den beri elektronik medyanın haber, hayal ve imaj dünyasının içine kitleler halinde atılmışlardır, fakat küreselcilerin iddiasının aksine, globalleşme ve dönüşüm siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel farklılıklar ötesine geçerek insanları egemen bir dünya cemiyetinin üyesi yapmamıştır. Üyelik ile kölelik ve sömürü karıştırılmamalıdır. Zincire vurulanın zincirine üyeliği, zincirine vurgunluğunu (sahte bilinci) anlatır ve bu üyelik zincire vurulmanın (örneğin ücret köleliğinin) ortadan kalktığını (veya emperyalizmin olmadığını) anlatmaz (Erdoğan, 2000: 279). Özlüce, evrensellik ve küresellik baskınlığı, boyun sunmayı, boyun sundurmayı ve mücadeleyi içinde taşıyan bir öznelliği anlatır.

Günümüzde en çok kullanılan kültürel kavramlardan biri de evrensel kültürdür. Buna bazen küresel kültür denmektedir.

Küreselleşme toplumların yönetimi ve yönetim politikaları, ideolojisi ve kültürleri üzerinde uluslararası sermayenin ekonomik politikası, kültürü ve ideolojisinin egemenliğini kurması ve geliştirmesini anlatır. Küreselleşme yeni-sömürgeciliğe geçişi büyük ölçüde tamamlamayan emperyalizmin kendi için koyduğu yeni isimdir. Küreselleşmede esnek üretim, yerellik, bürokrasinin küçültülmesi, yapısal uyarlamalar, özelleştirme, deregülasyon, gümrüklerin kaldırılması, uluslararası şirketlere garantiler, teşvikler ve teşviki kolaylaştıran yasalar gibi küresel sermayenin ve ortaklarının işini kolaylaştıran, karını artıran ve ona güvenli pazar ortamı yaratan kurumsallaşma ve ilişkinin doğasını biçimlendirme vardır. Bilinç yönetimiyle ilgili meşrulaştırıcı gerekçe ise bu şirketlerin gittikleri yerlerde iş alanı açtığı, istihdamı artırdığı, standartları yükselttiği, demokratikleşmeyi getirdiği gibi iddialardır. Dolayısıyla, ekonomik küreselleşmenin başarısı bilinçsel, bilişsel, davranışsal ve kültürel küreselleşmenin yaygınlık kazanmasına bağlıdır. Bu ikinci türle küreselleşme desteklenerek tamamlanır.

Emperyalizm küreselleşme olarak satılmaya başlandığından beri küresel pazarın kültürü, yani kültürel emperyalizm de evrensel kültür olarak dönüşüme uğratıldı. Küresel kültür çıktığı yerin çok ötesinde işler. Menşeiyle hiç bir gerçek bağ tutmaz; bağlamsızdır, başka yerlerden (ve hiç bir yerden) gelen ayrı elemanlara sahiptir. Ortak bir geçmişle bir bağ kurmaz ve tutmaz; ulusal kültürden farklı olarak “hafızasızdır” veya çok kısa bir hafızaya sahiptir. Aslında küresel kültür teknolojiyle üretilmiş, bilinç yönetimi yapıları içinde hesaplanmış bir kültürdür. Görünüşte bir yere, dine, inanca, dünya görüşüne bağlı değildir, kopmuştur ve yansızdır. Varlığı önce teknolojik kitle üretimine ve uluslararası dağıtıma bağlıdır; sonra da tüketen kitlelere. Sürekliliği uluslararası pazar yapısı ve iletişim sistemlerine bağlıdır.

İnsanın toplumsal yaşamında hiç bir şey her insanı kapsayan evrenselliğe sahip olamaz. Doğum, ölüm, üretim, yemek, içmek, barınmak ve iletişim gibi evrensel gerçekler vardır, fakat evrensel gerçekler somut insanın somut yaşam koşullarında evrenselliğini yitirir. Kadınların doğurduğu evrensel bir gerçektir, çünkü dünyanın her yerinde kadınlar doğurur. Fakat dünyanın her yerinde kadınlar aynı şekilde doğurmaz, aynı şekilde çocuk yetiştirmez. Dolayısıyla evrensel gerçek ile kültürü karıştırmamak gerekir. Evrensel gerçek somut sosyal üretimin kültürel pratiğinde evrensel karakterini yitirir.

Niceliksel çoklukla evrenselliği de karıştırmamak gerekir. Evrensel olanı belirleyen nicel çokluk değil, nitel karakterdir. İnsanların susadığı ve su içtiği evrensel bir gerçektir. Suyun ne tür olduğu, nasıl içildiği ve suyun içilmesinden ne tür doyumlar elde edildiği kültüreldir. Herkesin Coca Cola içmesi, Coca Cola kültürünün evrenselliğini anlatmaz; bir tüketim kültürünün diğer kültürler üzerindeki egemenliğini anlatır. Herkesin Coca Cola içmesi evrensellik için yeterli bir koşul değildir, o kültürel pratiğin her yerde yeniden üretilmesi ve anlamlandırılmasında ortaklık olmalıdır: Her yerde herkes Coca Colayı aynı nedenlerle, aynı doyumlarla ve aynı atıflarla içmezler. Mal tüketiminin nicel yaygınlığının nedenleri, sağladığı psikolojik doyumlar ve giderdiği gereksinimler aynı değildir. Dolayısıyla, tüketim her yerde olsa bile, evrensel kültürden bahsedilemez. Dönerin her yerde yenmesi döner kültürünü evrensel bir kültür yapmaz. Marlboro içen biri Amerikanın bir parçasına sahip olamaz. Aynı paralelde, örneğin Smith (1990) evrensel kültürün imkansız olduğunu belirtmektedir.

Global köyün insanları, özellikle Batılıların dışındakiler, 1980'den beri elektronik medyanın haber, hayal ve imaj dünyasının içine kitleler halinde atılmışlardır, fakat küreselcilerin iddiasının aksine, globalleşme ve dönüşüm siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel farklılıklar ötesine geçerek insanları egemen bir dünya cemiyetinin üyesi yapmamıştır. Üyelik ile kölelik ve sömürü karıştırılmamalıdır. Zincire vurulanın zincirine üyeliği, zincirine vurgunluğunu (sahte bilinci) anlatır ve bu üyelik zincire vurulmanın (örneğin ücret köleliğinin) ortadan kalktığını (veya emperyalizmin olmadığını) anlatmaz (Erdoğan, 2000: 279). Özlüce, evrensellik ve küresellik baskınlığı, boyun sunmayı, boyun sundurmayı ve mücadeleyi içinde taşıyan bir öznelliği anlatır.

Kültür kavramını en başta sözlük anlamıyla tanımlayabiliriz: Bir toplumun duyuş düşünüş birliğini oluşturan gelenek durumundaki her türlü yaşayış düşünce dil ve sanat varlıklarının topu belli bir konuda edinilmiş geniş ve sistemli bilgi. Bir başka tanımlaması ise şöyledir: Tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan her türlü değerlerle bunları kullanmada sonraki kuşaklara iletmede kullanılan insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümü. Üçüncü sözlük tanımı şu şekildedir: Akıl yürütme eleştirme ve beğeni yeteneklerinin öğrenim deney ve yaşantılar yoluyla geliştirilmiş olan biçimi.

Kültür Latince kökenli bir kelime olup dilimize Amerikanca ve Fransızca'dan girmiştir. Latince cultura toprağa bir şeyler ekip ürün almak üretmek anlamında kullanılıyordu. Voltaire Fransız Devrimi öncesinde Culture’ü insan zekasının oluşumunu ve gelişmesini belirleyen bir terim olarak kullanınca sözcük değişik bir anlam kazanmıştır. Fransızca’dan Almanca’ya cultur biçiminde geçen sözcük daha sonra tüm Avrupa dillerine yayılmıştır. Fransızca’da kültürün karşılığı irfandır. İrfan kelimesinin sözlük anlamı ise; anlama bilme gerçeğe ulaştırıcı güçlü seziştir. Daha çok tinsel ve manevi değerleri içermiştir. Amerikanca’da kültürün karşılığı medeniyettir. Medeniyet ise uygarlık yani insanların doğaya egemen olma toplum olarak daha iyi bir yaşama ulaşma çabalarından çıkan sonuçların bilim teknik sanat ve kültürün tümünü kapsar. Sonuç olarak bilim ve tekniğin sanat ve kültürün gelişmesi ilerlemesiyle yaratılan yaşama koşullarının yaşama biçiminin incelmesi yetkinleşmesi durumudur. Dolayısıyla Amerikanca kültürün karşılığına maddi kültür daha denk düşer.

Medeniyet insanlığın çalışarak ortaya koyduğu teknik eserlerin bütününden ibarettir. Kültür ise bir toplumu kendi tarihi içinde meydana getirdiği değer hükümlerinin bütünüdür. Bunlar ilim sanat ahlak ve dine ait değerlerdir. Medeniyet kültür yaratan düzendir. Bu durumda kültür ve medeniyet kavramlarını birbirinden ayırdıktan sonra kültürün oluşumuna etken olan değerler durumlar ve vs. önem kazanır. Her toplumun kendi kültürü vardır ve kültürün yükselmesi ilerlemesi ve gelişmesi medeniyetin doğuşunu sağlar. Sosyolojik çerçevede en geniş sınırlarına ulaşan kültür kavramı ‘bir yaşama biçimidir.’ Bu yaklaşımda bir toplumda bulunan ve bulunmayan bütün ifade ve etkileşim biçimleri önem kazanır. Bu anlamda kültür insan olarak belli bir toplumda öğrendiklerimizle davranış düşünce sistemimizin toplamı sayılabilir. Bir bakıma ne yediğimiz ne içtiğimiz ne okuduğumuz nelere sempati ile yaklaşırken nelere tepki duyduğumuz ait olunan grup küme ya da toplumu karakterize eder. Günümüzde iletişimin son derece hızlı yapılabilmesi kültürel ve bilimsel gelişmelerin anında yayılmasına olanak sağlamıştır. Bu durum kültürlerin birbirleriyle olan ilişkilerinin ve etkileşimlerinin üzerine düşünülmesi gereğini çıkarmıştır.

Aslında sosyal bilimciler 166 farklı tanımı olan kültür kavramı için ‘bir kavramın bu kadar çok tanımı varsa onun tanımlanamayacağını kabul etmek gerekir’ diyebiliyorlar. Kültür tarihçileri insanoğlunun gelişme ve ilerleme göstererek hayatta kalma ve varlığını sürdürme savaşındaki başarısını kültürel bir varlık oluşuna yani öğrendiklerini birikiminde saklayıp yeni nesillere aktarma yeteneği ile becerisine bağlar.

Kültür gelişim sürecinde önce sözlü kültür doğmuş daha sonra yazılı kültür oluşmuştur. Bugün yazılı kültür ile beraber sözlü kültür de devinim ve gelişimine devam etmektedir. Sözlü kültür de yazar yoktur anonimdir doğaldır metinsizdir ezbere dayalıdır çeşitlenebilir sürekli akış dolaşım ve dolayısı ile değişim içindedir. Bu kültür de çözümleme ve inceleme yoktur. Yazılı kültür yazılıdır metne bağlıdır okuru değişebilse bile metin değişmez üreten yalnızdır anlatıya istenilen sıklıkta dönülebilir çözümleme ve inceleme yapılabilir.


Aydın ve Aydınlanma

Aydın kişi genellikle öğrenim görmüş çok okumuş kültürlü bilgili görgülü ileri ve açık düşünceli kendisi aydınlanmış olduğu için çevresini de aydınlatabilecek nitelikte münevver entelektüel kişidir. Sosyal posizyonları itibariyle sosyal tabakalarda herhangi bir sınıfa net özellikler göstermeyip ancak toplumsal ortalamanın çok üzerinde ileri bir eğitime akla ve yeteneğe sahip bir zümreye entelektüeller denilebilir. Entelektüeller aklın zekanın yeteneğin ve bilginin toplamıyla yeni düşüncelere görüşlere ve sonuçlara giderler. Dilimizde entelektüel sözcüğü ‘Aydın Münevver’ kelimeleriyle karşılanmaktadır. ‘Aydınlatılmış ışıklı’ anlamına gelen münevver kelimesi ilahi kökenli bir ışık olan ‘nur’ kökünden türetilmiştir. Aydınlığın yani bilgi donanmanın sadece akılla değil duygu sezgi kalp gibi diğer faktörlerin de katılarak sağlanabilmesi anlamını vurgulamaktadır. Aydın insan içinde yaşadığı toplumun ve dünyanın dünü bugünü ve yarını üzerinde düşünen sorgulayan ve insanoğlunun iyiliğine ve kötülüğüne olan halleri bağımsız olarak irdeleyen bir yapıda olmalıdır. Gerektiğinde muhalif olmaktan çekinmeyen körü körüne inanmayı bağlanmayı reddeten kutsallaştırılanı sorgulayan ezberleri bozan düşüncededir. Yapısı gereği düşünen kuşku duyan gerektiğinde tüm bunları dile getiren tabulara karşı eleştirel görüşler geliştirebilen bağlantıları geçişleri ve farklılıkları gören kişidir.

Aydın kişi içine doğduğu kültürün özelliklerini değerlerini eğitimini olduğu ve sunulduğu üzere kabul etmek yerine irdeler eleştirir ve katkıda bulunur. Gelenekleri ve alışkanlıkları başka türlü düşünerek sürekli bir üst gerçeği sorgular bilinenle tatmin olmaz. Kişisel sorumluluklarının içine toplumsal sorumluluğu dahil eder ve böylece etrafındakilere ışık saçmaya başlamış olur. Aydın kişi toplumsal konularda uyaran ortaya koyan ve çözüm yolları öneren kişi olmalıdır. Tüm bunları yapabilmesi için aydın kişi gerçekten özgür olmalı ve inandığı doğruları ifade ederken herhangi bir grubun kurumun toplumun veya herhangi bir birimin menfaatlerini gözetmemelidir. İnandığı doğrular da dahil tek bir fikre veya akıma bağlı olmak yerine her fikre ve düşünceye açık olmalı fakat sorgulamayı asla bırakmamalıdır.

Herkes aydın olabilir mi sorusuna bazıları iki farklı yaklaşım ve görüş geliştirmiştir:

Birinci görüş; aydınlanma dönüşümünün aslında tüm insanlarda doğuştan var olan bir yetenek olduğunu ama bazılarının bu yeteneği kullanmaması veya kullanabilecek şartlarda olmaması yüzünden aydınlanma sürecine girilemediğini savunanlardır.

Diğer yaklaşım ise aydınlanmanın ancak insan evriminin belirli bir döneminden sonra oluşabileceği yönündedir.

Birince görüşe göre aydınlanma sürecinin başlaması için zaten siz de var olanı fark etmeniz keşfetmeniz yeterlidir. İkinci yaklaşımda ise herkes aydınlanmaya aday değildir. Aydınlanmaya aday olabilecek bireyler bu yetiyi bir şekilde (şans) kazanmış kişilerdir. Bir bakıma seçilmişlerdir. Bu kişiler gelecekte ‘kozmik bilince’ ulaşmış insan türünün öncüleridir. Bu yetiye sahip kişiler için gerekli olan ön koşullar zaten var olmuştur. Aslında neden niçin ne zaman seçen ve seçilenler kim gibi aydın kişinin sormaktan vazgeçmeyeceği sorular ikinci durumda boşlukta kalmaktadır. Aydınlanma varoluşun anlamını arayan ben kimim neredeyim neden soruları ile birlikte toplumsal konuları da aynı şekilde sorgular. Aydınlanma yolu bu sorulara cevap aramaktan bıkmadan yorulmadan çıkılan bir yolculuktur. Avrupa’da Rönesans’tan sonra gelen usun ve bilimin gelişip egemen olduğu aydınlanma çağından itibaren birinci görüşteki aydınlanma akla daha yakın görünmektedir. Aydınlanma özünde kolaycılığa teslim olmayan klişelere sloganlara sığınmayan akıl yoludur. Aydınları sonuç olarak toplumu değiştirmek için gerekli özel şart ve yeteneklerle donanmış bir kesim olarak ele almak gerekir. Ancak unutulmamalı ki aydınları bir sınıf olarak değerlendirmek tartışmalı sonuçlar getirir çünkü en azından sosyolojideki klasik ölçülere göre net bir sınıf teşkil etmedikleri yönünde görüş birliği vardır. Zaten duruma ülkeye ve zamana göre değişse bile günümüzde aydınlar önce özgür bir birey olarak hep beraber hareket edecek şekilde bir sınıf şuuru taşımazlar ve başta da belirtildiği üzere çok özel şartlar için gerekli olmadığı sürece kişselliğini ve bireyselliğni korumalıdırlar.

Sözcük olarak kültür “bir toplumda geçerli olan ve gelenek halinde devam eden her türlü duygu düşüce dil sanat yaşayış unsurlarının tümü belli bir konuda edinilmiş geniş ve sistemli bilgi” şeklinde tarif edilmektedir. (Meydan Larousse)

Antropoloji bilimlerinin kültür sorunlarıyla uğraşan dalına bugün “etnoloji” veya “sosyal-kültürel antropoloji” adı verilmekte olup bu alandaki kültür sözcüğü günlük dilimizdeki “kültür” sözcüğünden çok daha geniş kapsamlı bir kavram olarak hars ya da uygarlık anlamında kullanılmaktadır.

Kültür en geniş sınırlarına sosyolojik çerçevede ulaşmakta olup buradaki anlamıyla “bir yaşama biçimi”dir. Bir topluma özgü bütün ifade ve etkileşim biçimleri bu tanımda yer almaktadır. Bu anlamda kültür insan olarak belli bir toplumda öğrendiklerimizle yapıp ettiklerimizin bir toplamı sayılabilir. Bu bakımdan ne yediğimiz ne içtiğimiz ne okuduğumuz neye/nelere öfke duyduğumuz neye ve nelere sevgi ve sempati ile baktığımız ait olunan grup küme ya da toplumu karakterize etmektedir.

Kültür tarihçileri insanoğlunun hayatta kalma ve varlığını sürdürme savaşındaki başarısını kültürel bir varlık oluşuna yani yaşayarak öğrendiklerini kültüründe saklayıp yeni kuşaklara aktarma yeteneği ile becerisine bağlı görürler.

Toplu yaşayan her canlı türünün kültürü yoktur. Sözgelişi arı ve karınca gibi böcek türleri toplu yaşarlar fakat kültür yaratamazlar. Örneğin arının düzgün altıgen biçimindeki kovan hücresinin boyutları son yirmi beş milyon yılda bir mikron bile değişmemiştir. Bazı maymunlar yavrularına bazı becerileri öğretir; ama bir dil ve kültürden yoksun oldukları için bu becerileri çok sınırlıdır. Evcil bazı hayvanlarla (atlar köpekler gibi) kuyruksuz maymunlar oldukça karmaşık bazı becerileri öğrenebilir; ama bunları kendi yavrularına aktaramazlar.


Kavrama Tarihsel Bakış

Sosyal bilimciler 166 farklı tanımı olan kültür kavramı hakkında; “bir kavramın bu kadar çok tanımı varsa onun tanımlanamayacağını kabul etmek gerekir” diyebiliyorlar. Bu bağlamda da kültür sözcüğünün oldukça zengin uzun ve ilginç bir tarihçesi vardır.

Günlük konuşmalarımızda ya da sanat ve bilim çalışmalarında kullandığımız kültür sözcüğü Latince kökenli olup Türkçe’ye Fransızca’dan geçmiştir. Latince cultura toprağa bir şeyler ekip ürün almak üretmek anlamlarında kullanılıyordu. Voltaire Fransız Devrimi öncesinde culture'ü insan zekâsının oluşumunu ve gelişmesini belirleyen bir terim olarak kullanınca sözcük değişik bir anlam kazanmıştır. Fransızca’dan Almanca’ ya önceleri cultur daha sonraları kültür biçiminde geçen sözcük zamanla bütün Avrupa dillerine yayılmış İngiliz antropologu Tylor 1871'de ona bilimsel bir içerik kazandırınca da önemi gittikçe artan bir kavrama ve aynı zamanda bir uğraş alanına dönüşmüştür.

Voltaire Culture sözcüğünü insan zekasının oluşumu anlamında Almanlar uygarlık ve kültürel evrim karşılığında kullanılmışlardır. Ancak XIX. Yüzyılın ikinci yarısı ile XX. Yüzyılın ilk çeyreğinde Fransızlar ve İngilizler uygarlık sözcüğünü kültüre tercih etmişlerdi. Marx kültür kavramının değilse bile kültürel içeriğin son derece kapsamlı bir tanımını vermiştir:
“Kültür ya da uygarlık insanın bir toplumun üyesi olarak edindiği bilgi inanç sanat ahlak gelenek ve göreneklerle her türlü beceri ve alışkanlıklarını içeren karmaşık bir bütündür.”
Kültür tarihinde tarihsel devinimi en iyi yansıttığı kabul edilen şu tanım da yaygındır:
“Kültür bir toplumda geçerli olan ve gelenek halinde devam eden her türlü dil duygu inançsanat ve yaşayış öğelerinin tümüdür”.


Kavramın değişik alanlardaki kullanımı

Nereden ve neresinden bakılırsa bakılsın kültür kavramının tümü için ortak olan kimi tanımlamalar vardır ki bunlardan ilki kültürün organik olduğu bir başka deyişle değişimin ve buna bağlı olarak etkileşim içinde olduğudur. Her canlı varlık gibi yaşlanır etkinliğini ve hareket becerisini kaybeder ve sonuçta işlevini tamamlayarak yok olur. Buradan hareketle hiç bir kültür öğesinin hareketsiz ve durağan olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü kültür kavramının varlığı için temel etmen bir insan topluluğu ve onu oluşturan aile ve bireylerin varlığıdır. Kaynaklara baktığımızda öncelikle şunu fark ederiz: Bütün kültür öğeleri kültürel var olanlar (en soyuttan en somuta dek) insan tarafından var edilmiştir. Yani kültürün temel kaynağı insandır. Kültür örüntüsünü oluşturan her düşünce her kurum her nesne insan tarafından yaratılmıştır.

Eğitimcilere göre kültür eğitim yoluyla kazanılan içeriktir. Eğitim ise bu muhtevayı kazandıran süreçtir. “Eğitimsiz kültür kültürsüz eğitim” düşünülemez. Sayın Bozkurt Güvenç ise “Eğitim yol ise Kültür yolcunun hayatı boyunca yaşayarak öğrendiklerinin tümüdür.” demektedir.
Bir kişi diğerinden daha fazla kitap okumuş ve daha fazla şey biliyor olabilir. Ama daha az okuyan diğerinden daha kültürlü olabilir. Çünkü kültürlü olan bilgiyi yaşamında uygulama başarısı göstermiş olandır.Her bilgi anında kültür olmaz kültüre dönüşmez. Bilgili olmak başka kültür başka şeydir.

Günlük dilde kültür eğitim-öğretim süreci bu sürecin kazandırdığı genel ve mesleki kültür İslam Kültürü spor kültürü vb. Anlamında kullanılır.

Bilim ve felsefede kültür insanların ve toplumların yapıp öğrenerek kazandığı her şey (tutum davranış ve değerler) kısaca uygarlık (medeniyet) anlamında kullanılmaktadır.

Kültür genel bir biçimde ve uygarlıkla eşanlamlı olarak ”insan türünün hayatını yaşam tarzını tüm diğer yaşam tarzlarından ayıran unsurlar bütünü” diye ve daha özel olarak da ”bir uygarlığı meydana getiren değerler toplamı” şeklinde tanımlanabilir.

Bir diğer ifade ile kültür bir toplumun; gelenek görenek sanat düşünce yapısı tarihsel birikim ve sosyal kurumlar gibi varlıklarının tümünü kapsayan ve bireyleri arasında duyuş ve düşünüş birliğini sağlayan şekillenmiş kolektif maddi ve manevi değerleridir.

Her kültür ilkin öz gücüyle özünde barındırdığı gizli güçle gelişir ve süreklileşir. Bununla birlikte tek bir kültür özünü tümüyle öbür kültürden soyutlayarak gelişemez. Bu nedenle her kültür gelişmesini sürdürebilmek için öbür kültürlerin kazanımlarından yararlanmak ister.

Kültürle ilgili olarak karşımıza çıkan bazı kavramlar olan; kültürleme kültürlenme ve kültürleşme süreçleri ile kültür aktarımı kültür yitimi kültür şoku ve hakim kültür kavramlarından kısaca bahsetmek istiyorum:

Kültürleme: toplumların kendisini oluşturan bireylere belli bir kültürü aktarma kazandırma toplumun istediği insanı eğitip yaratma ve onu denetim altında tutarak kültürel birlik ve beraberliği sağlama bu yolla da toplumsal barış ve huzuru sağlama sürecidir. Kültürleme süreci bireye hayatı boyunca kolay kolay değiştiremeyeceği bir kişilik yapısı kazandırır. Kültürleme toplumsallaştırma (sosyalizasyon) ve eğitim süreci olarak da tanımlanabilir.

Kültürlenme: okul öncesinde ailede başlayıp okul dönemi sonunda da da etkinleşen kültürlenme değişik aile eğitim okul meslek bölge (alt kültür) çevrelerinden kalkıp belli yer ve zamanlarda bir araya gelen birbirini etkileyen akran grupları arasındaki kültür etkileşimidir “Kültürleme”; varolanı iletirken “kültürlenme”; yepyeni kültür kalıpları oluşturur kültürel değişim sürecinin ana kaynağıdır.

Kültürleşme sürecinde iki ya da daha çok kültür karşılıklı etkileşim sonucu değişime uğrar yeni sentezler dinamik bileşkeler yaratırlar. Çağımızda sözü edilen “globalleşme” (küreselleşme) budur. Birey ve gruplar olarak kültürleşmeyi tamamen önlemek mümkün değildir.

Aynı bağlamda ve yaklaşık olarak aynı anlam içinde bir toplumsal gruba ait olan bilginin yerleşik söylemlerle semboller düzeninin diğer kuşaklara iletilmesi süreci ise kültür aktarımı diye tanımlanır.

Yine özellikle kültürlenme söz konusu olduğunda bir kültürel grubun üyelerinin başka bir kültürle temas içine girdikleri zaman kendi kültürlerini ya da geleneksel kültür değerlerini tümden ya da bir bölümüyle yitirmelerine kültürsüz!eşme veya kültür yitimi denir.

Aynı şekilde bir İnsanın kendi kültürüne yabancı bir kültür tümden farklı bir değerler ve normlar sistemi içine girdiği zaman yaşadığı yolunu kaybetmişlik şaşkınlık veya yönsüzlük duygusuna kültür şoku adı verilmektir.

Öte yandan modern toplumlarda farklı hatta çoğunluk rekabet halindeki kültürler ve alt kültürlerin varlığı dikkate alındığında kendi kültür değerlerini davranış veya yaşam tarzını ve dilini sahip olduğu siyasi ve iktisadi güç sayesinde diğer kültürlere empoze edebilen kültür hakim kültür olarak tanımlanır.

Bir kültür ne denli gelişkin ve ne denli yaygın olursa olsun bir başka kültürden üstün sayılmaz. Hangi amaçla olursa olsun kültürler arasında gelişmişlik- gelişmemişlik ya da ilerilik-gerilik değerlendirilmesi yapılmaz; kültürler üstlük altlık ilişkisine sokulamaz. Kültür hakkındaki bilimsel tartışmada üzerinde görüş birliğine varılan konulardan biri de kültürel gelişmişlik ya da gelişmemişlik savının görece oluşudur. Her bütün kültür içerisinde bulunan parça ya da alt kültürlerden oluşur; bunlar arasında gerçekleşen sürekli etkileşimle ve güncel koşullara göre biçimlenir.

Kültür kavramında bir sentez çabası içine girdiğimizde; antropolog’lar kültürü 4 temel kavram üzerinde yoğunlaştırarak açıklamaktadırlar. Bunlar:

1. Kültür bir toplumun yada bütün toplumların uygarlık birikimidir
2. Kültür belli bir toplumun kendisidir
3. Kültür bir dizi sosyal süreçlerin bileşkesidir
4. Kültür bir insan ve toplum kuramıdır.

Sonuç olarak da kültür kavramı toplumun yüzlerce binlerce yıldan beri oluşturduğu ortak amaçların beklentilerin değerlerin inançların duygu ve düşüncelerin özetle ortak davranış kalıplarının depolandığı saklandığı soyut bir kavram olup toplumsal bellek olarak da kabul edilebilir.


Kültürün Genel / Temel nitelikleri

Kültürün oluşmasındaki temel nitelikleri aşağıdaki faktörler ışığında değerlendirdiğimizde:

1) Toplumsallık: Kültürün toplumların bulunduğu yer ya da dönemlerde oluşması yaşamasıdır. Toplumun dışında ondan bağımsız bir kültürden söz edilemez.

2) Tarihsellik: Kültür denen karmaşık bütün ve onu oluşturan öğeler (dil yazı din bilim giyim-kuşam sanat yerleşme vb.) hangi toplum olursa olsun bir anda kısa bir zaman dilimi içinde meydana çıkmış değildir.

3) Kalıtsallık: Kültürün ya da onun kapsamına giren öğelerin etkinliklerin doğum yoluyla geçen birer kalıt değil de öğrenilmesi gereken birer kalıt olduğunun en büyük kanıtı doğumdan hemen sonra ailesinden ve onların yaşadığı toplumdan alınıp başka bir kültürün yaşadığı yere götürülen ve orada büyütülen bir çocuğun içinde yaşadığı toplumda geçerli olan dili dini sanatı ve yaşam biçimini kolayca öğrenip benimsemesidir. Bununla birlikte nesillerden nesillere aktarılan farklı kültürleri kolaylıkla özümseme yeteneğinin söz konusu olduğu da göz ardı edilmemelidir.

4) İşlevsellik: Kültürün bir başka özelliği de toplum yaşamında bir yerinin görevinin bulunması yani işlevselliğidir. Kültürü yaratan etkenin tek başına insan olduğu sanılıyordu. İnsan "neden" kültür ise "sonuç " sayılıyordu. Kültür araştırmalarının gelişmesi bu görüşün yanlış olduğunu göstermektedir. Artık günümüzde insanın davranışlarını geniş ölçüde toplumdaki kültürel birikimin belirlediği kabul edilmektedir.

5) Birlik içinde çokluk: Ulusal kültürü oluşturan basamak ve dilimlere (kırsal ve kentsel çevre toplumsal sınıflar dinlere mesleklere parasal olanaklara düşün ve sanat akımlarına göre süreklilik gösteren bir takım özel kültürler ) bakış açılarına göre kimi kez alt kültürler sınıf kültürleri ya da bölgesel yöresel kültürler denilmektedir. Bu alt ya da yerel kültürler öteki yöresel kültürlerle uyum içinde olurlarsa ulusal kültür denen bütün sağlanmış olur. Önemli olan bu ayrılıkların bütün ile temelde bir aykırılık çelişki göstermemesidir.

6) Devingenlik ve değişkenlik: Birey kendisine bir kalıt olarak aktarılan kültürü yeniden öğrenir yaşar ve yaşatırken farkında olmadan onda küçük de olsa bazı değişiklikler yapmakta ve kendisinden sonraki kuşaklara bu değişik biçimiyle aktarmaktadır. Kültürün devingenliği bireyin yaşamı süresince etkisini duyabileceği bir olgu olduğu halde değişkenlik genelde çok yavaş oluştuğu için dikkatlerden kaçmakta bu nedenle de yok sayılmaktadır. Tarihsel süreç incelendiğinde de dil din ve gelenekler gibi ana kültür öğelerinin de değiştiği görülmektedir.


Kültürün öğeleri

Kültür belirli bir kökten gelmiş bir toplumun "ana mayası" anlamındadır. Bir toplumun ana mayasını yani kültürünü; o toplumun dil yazı tarih din töre edebiyat ve sanat birliğinin toplamı belirler. Bir toplumun benliğini oluşturan bu ortak değerler o toplumun diğer toplumların kimliklerinden nasıl ve nerede ayrıldığını belgeler. Bir toplumun üyesi olan her kişinin yapısında ve benliğinde o toplumun mayasından bir parça bulunur. Fransız ve Alman kültürleri arasındaki ayrılıklar bira mayası ile şarap mayası arasındaki ayrılıklardan daha da derindir. Bunun gibi Türklerin "ana mayası" da diğer toplumların mayalarından ayrıdır. Bununla birlikte yoğurt ve peynir mayalarının bir kökenden gelmiş olduğu da unutulmamalıdır. Ancak bir maya yalnız başına bırakıldığında "kendi kendini yer." Bu bir dil sürçmesi değildir. Maya içine katıldığı diğer maddeleri etkiler: yoğurt mayası sütü yoğurda çevirir. Şarap mayası üzüm suyunu şarap yapar. Eğer maya içinde gelişeceği çoğalacağı ana maddeyi bulamaz ise kendi kendini yemeye başlar. Sonucunda da ölür. Üzüm suyuna yoğurt mayası katılırsa sonuç ne şaraptır ne de yoğurt. Ne içilebilir ne de yenilebilir. Mayanın canlı tutulabilmesi için sürekli olarak kullanılması gerekir. Yeni mayalanmış yoğurdun bir parçası ayrılıp maya olarak saklanır. Böylelikle maya da kendini yenilemiş olur. Bir toplumun kültürü de bundan farksızdır. Kullanılmayan kültür ölür.

Kültürü taşıyıcısına göre egemenlik alanına göre çıkış yaratılış kaynaklarına göre görünüşüne biçimine bir başka anlatımla kültürü kanıtlayan araca göre iş görüşüne göre değişik kullanım alanlarına göre tanımlanabilir. Bu görelilikleri daha çoğaltmak dahası değişkenleri kendi içinde bile sınıflamak olasıdır.

Bu değişkenlerden taşıyıcısına ve egemenlik alanına dayanarak dört çeşit kültür kavramı oluşturulabilir:

1) Bireysel kültür esasında bireysel kültür bir yakıştırma sıfattır. Yani bir bireye içinde bulunduğu toplumun üyelerince karşılaştırma yöntemiyle yakıştıran bir kimliktir o bireyin içinde bulunduğu yaşamını sürdürdüğü toplumun niteliğiyle birlikte bir anlam taşır.
2) Yöresel (bölgesel) kültür ulusal kültürün tabanını oluşturur.
3) Ulusal kültür bir toplumda yemek giyinmek barınmak eğlenmek gibi gereksinmelerin elde edilmesinde kullanılan bilgi inanç teknik davranış duyuş ve ifade biçimlerini içeren ve toplumun yapısını oluşturan kültüre ulusal kültür denilmektedir.
4) Evrensel kültür bilim teknik felsefe ve din gibi kültür öğelerini içeren ve bir topluma özgü olmayan genel geçerlikli kültüre evrensel kültür denir.

"Evrensel kültür" bir çağa ve bir tarihsel döneme dünya ölçüsünde hâkim olan diğer kültürlere baskın çıkan herhangi bir "çoğul kültür"dür. Örneğin bugün için bu anlamda "evrensel" olan kültür Batı kültürüdür. Fakat bu Batı kültürünün hâlen yaşayan diğer kültürlerden "üstün" ve "iyi" olduğu anlamına gelmez; sadece varolan diğer kültürlere baskın çıktığı ve dünya ölçüsünde yaygınlaştığı anlamına gelir. Her kültürün mâhiyeti gereği tarihsel olması o kültürün belli bir zaman kesiti içinde varlığını sürdürdüğü yani yerini her an bir başka kültüre (o başka kültüre kendinden pek çok şeyleri taşımış olsa da) terk edebileceği anlamına gelir. "Evrensel kültür" teriminin kendisi Aydınlanmacı Batı kültürünün bir kültürel mirası olarak terminolojiye girmiştir. Bu yüzden bu kültüre özgü ideal ve ölçütlerle sınırlı bir anlam içeriğine sahip olmak gibi bir tek yanlılığı ve manüpilatif bir işlevi vardır Yine bu yüzden "evrensel kültür"ü tarihsel perspektif altında bakıldığında herhangi bir "baskın ve hâkim kültür" olarak anlamak uygun olur.

Her hangi bir halk topluluğunu millet yapan kültür değerleridir. Kültür; tarihi süreç içerisinde oluşur milletler yaşadıkça o da yaşar. Dededen atadan gelen kültürel değerler yaşayan insanların duygu düşünce ve yaşantılarıyla şekillenir zaman içerisinde gelişerek bazen de değişerek devam eder. Kültür değerleri hiçbir zaman statik kalmazlar devamlı değişim halindedirler. Bu değişim çok hızlı olmaz yıllar bazen de yüzyıllar süreci içinde olur.

Benzer Konular

2 Şubat 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
24 Şubat 2012 / Misafir Soru-Cevap
30 Eylül 2012 / mor Soru-Cevap
10 Mart 2017 / Misafir Cevaplanmış
20 Ekim 2010 / Daisy-BT Mimarlık