Arama

Osmanlı Devleti'nin hangi yönü Avrupa'yı etkilemiştir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 14 Ocak 2015 Gösterim: 42.458 Cevap: 3
yaseminermagan - avatarı
yaseminermagan
Ziyaretçi
3 Ocak 2010       Mesaj #1
yaseminermagan - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlı Devleti'nin hangi yönü Avrupalıları etkilemiştir?
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

Osmanlılar Avrupalıları nasıl etkilemiştir?

EN İYİ CEVABI ThinkerBeLL verdi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

Osmanlı Devleti hangi yönleriyle Avrupalıları nasıl etkilemiştir?

Osmanlı Devleti'nin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Osmanlıların yer aldığı coğrafya itibariyle Avrupalılarla ilişkileri, daha devletin kuruluş döneminden itibaren başlar.
Sponsorlu Bağlantılar
Başlangıçta Bizans, Venedik ve Ceneviz gibi ülkelerle siyasi, ticari, askeri ve kültürel alanda ilişki içinde olan Osmanlılar, daha sonra topraklarının Balkanlara doğru genişlemesiyle birlikte Bulgar, Sırp, Romen ve Macarlarla da ilişki kurar. Yükselme döneminden itibaren Osmanlıların Avrupalılara karşı hem karada hem de denizde üstünlük sağlamasıyla, Türk geleneklerinin Avrupa’ya tesirlerinde bir artış görülür.
Avrupa’daki Türk etkisi, Osmanlıların Avrupa’da en etkin oldukları Kanuni Sultan Süleyman dönemiyle başlar ve inişli çıkışlı bir yol izledikten sonra Lale Devri ile yeni bir boyut kazanır. Gerçi bu tarihten sonra da yoğun olmamakla birlikte Türk gelenekleri ve imajının Avrupa’ya tesiri devam eder.
Kanuni Sultan Süleyman Dönemi
Kendisine Kanuni denmesi, yeni kanunlar icad etmesinden değil, mevcut kanunları yazdırtıp çok sıkı bir şekilde tatbik etmesinden dolayıdır. Zamanında İngiltere Kralı. Vlll.Henry, İstanbul'a bir heyet gönderip, adalet mekanizmasının nasıl işlediğini tetkik ettirerek kendi memleketine örnek almıştır. Onun kanunları, daha sonraları birçok farklı uluslar ve devletler için anayasalarının temelleri oldu. Süleyman, çağının en üstün tek mutlak hükümdarıydı. Osmanlı mimarisinde, klasik dönemi başlattı, dünyanın, o güne kadar görmüş olduğu en muhteşem yapıtları yaptırdı.


İstanbul’un Türkler tarafından fethiyle birlikte Osmanlılar ile Batılı devletler arasındaki ilişkiler artmaya başladı. İstanbul alınınca pek çok sanatçı Avrupa’ya gitti, iyi tanıdıkları Doğu kültürünü oralarda tanıttı. Osmanlı sanatına ait figürlerin ve dekoratif repertuarın Avrupa’nın en uzak köşelerine, hatta İngiltere ve İsveç’e kadar uzandığı biliniyor.

Sanatı, kültürü, mimarîsi ile de Doğu Batı’yı kıskandırıyordu. Hamamları, kahvesi, nargilesi, zengin mutfağıyla Osmanlı ne Vikinglere ne de diğer yağmacılara benziyordu.
Osmanlılar şüphesiz, Avrupalıların hayal gücü üzerinde birçok etki bırakmışlardır. Gerek hanedana, gerek politikaya dair Osmanlıların merasimleri ve görkemlerine karşın mütevazilikleri onları tanıyan, herhangi bir dünya vatandaşını bile etkilemiştir. Dünya'nın en büyük imparatorluklarından birini kurmuş olmaları, Avrupalı gözlemcilerin, kayıtsız kalamayıp Osmanlılara, derin bir saygı duymalarını sağlamıştır.

Özetle Türk’ün üstünlüğü savaş meydanıyla sınırlı kalmıyordu. Meselâ devlet organizasyonunda Türk Avrupalıyı kendine hayran bırakıyordu. 16cı yüzyılda İstanbul’da görev yapan bir büyükelçi yazdığı mektupta şöyle diyor:
“Türklerin ülkesiyle bizim ülkemizi karşılaştırdığım zaman korkudan titriyorum. Onlarda cemiyette yükselmek için bilgi, beceri ve çalışkanlık yeterli. Bizde ise soyluluk şart. Bunun için Türkler giriştikleri her işte başarılı oluyorlar.”
Avrupa medeniyetinin Osmanlılarla ilişkisi, imparatorluğun Avrupa’nın içlerine ilerlediği dönemde gözle görülür biçimde arttı. Bu durum bazı kültürel alışverişlerin yaşanmasıyla ve etkileşimle sonuçlandı. Avrupa’nın içlerine doğru süren seferler, Doğu’nun gizemli dünyasının kültür varlıklarını, estetik zevkini ve sanat algısını da Batılı sanatçılara ulaştırmıştı. Çiniden mobilyaya, savaş araç-gereçlerinden tablolara, ev dekorasyonundan kıyafetlere ve diğer dokuma ürünleri ile halıya kadar pek çok alanda etkili oldu Osmanlı kültürü. Bu ürünlerden bazısı ganimet, hediye ve satın alma yoluyla Avrupalı asilzadelerin saraylarına girdi. Bazen de özel siparişle Osmanlı atölyelerinde, fırınlarında ve tezgahlarında üretildi. Sonraki yıllarda Batılı sanatçılar bu eserleri taklit ederek çini ve metal eşyalar ürettiler, değişik kumaşlar dokudular.
Küçük bir beylikten büyük bir devlete ulaşan Osmanlılar, birçok alanda Batı dünyasını etkiliyor­du. Osmanlıların mimarisi, sanat anlayışı, giysisi ve yemek kültürü bunlardan sadece birkaçıydı.

DOKUMA
Osmanlı ipekli dokumalarının en büyük pazarı Balkanlar, Doğu Avrupa ve Moskova Prensliği’ydi. Bugün Rusya, Polonya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan ve eski Yugoslav ülkelerinin müzelerinde bulunan koleksiyonlar, yoğun ipek ticaretinin kanıtları. Eflak, Boğdan ve Erdel gibi Osmanlı’ya bağlı özerk prensliklerin saraylarında ise Osmanlı kumaşından, Osmanlı kalıbı ve kesimiyle dikilmiş kaftanlar, bu eyaletlerdeki ariktokrasinin giyim tarzının temeliydi. Bölgede Osmanlı çadırları, halıları, işlemeleri ve nakış iplikleri de rağbet görürdü. Arabalara değerli halılar ve pahalı Osmanlı saray yastıkları konulur, bulya adlı Osmanlı nakışları alınıp satılırdı.

MOTİF
İslam sanatından uyarlanan arabesk motifler, 16. yüzyılda tüm Avrupa’da kullanıldı. Zırhlarda ve silahlarda, kuyum işçiliğinde, ciltlerde, halılarda ve mobilyada görülen arabesk örneklere, İngiltere’de bile rastlamak mümkün. Arabesk motifler, Rus kiliselerinin mimari süslemelerinde, kilise ve hanedan hazinelerine ait eserlerde de görülür.

HALI
Doğu’dan gelen ihraç ürünlerinin en pahalıları olan halılar, Avrupa’da her zaman itibar görmüştür. Halılar diplomatik hediye, esir düşmüş Osmanlı tebasının salıverilmesi için fidye, savaş ganimeti olarak Avrupa ülkelerine girmiştir. Vergi borcu karşılığı olarak bile kabul edilmiş, nüfuzlu kimselere hediye edilmek, kamusal alanları döşemek, hatta sadece ileri bir tarihte satılmak üzere yatırım amaçlı satın alınmıştır. Cenazelerde tabutların içine ve üzerine örtülmüş, önemli şahsiyetlerin ve düğünlerde gelin ile damadın üzerinde durması için yere serilmiş, daha çok masaları ya da mobilya üstlerini örtmekte kullanılmıştır. Halıların hem özel mülklerde hem de kamu binalarında pencere ve balkonlardan sarkıtılarak asılması da adetti. Doğu Avrupa’nın bazı kiliselerinde, hâlâ, duvarların çoğu 17. yüzyıla ait Osmanlı halılarıyla süslüdür. Bazı Avrupa ülkelerinde Osmanlı halılarına benzeyen halılar dokunmuştur. Örneğin; İngiltere’de yıldız desenli Uşak halılarını taklit eden bir halının her bir tarafındaki bordürlerin ortasında, soylu bir İngiliz ailesinin amblemini taşıyan birer arma vardır. İspanya’da ise ‘armalı’ ya da ‘amiral’ halıları olarak tanınan ve çoğu 15. yüzyıl İspanyol amirallerine ait olan inisiyalleri taşıyan halılar, Batı Anadolu halı motiflerinin taklitçisidir.

ÇİNİ SERAMİK
İslam dünyasında üretilen seramikler, Avrupa’ya doğudan ihraç edilen ürünler arasında en çok süreklilik gösteren ticari eşyalardır. Avrupalılar tarafından İznik atölyelerine sipariş edilen ve günümüze ulaşan kişiye özel seramik parçaların arasında, Avrupalı sahiplerinin armasını taşıyan örnekler de vardır. Hepsi form, renk ve desen açısından Osmanlı pazarı için üretilmiş kaselere benzer. Macaristan’daki Sarospatak Şatosu’nda ise boydan boya 17. yüzyıl İznik çinileriyle döşenmiş bir oda bulunmakta. Bunun gibi daha pek çok muhteşem yapıda Osmanlı çini sanatının örnekleri mevcut. Avrupalı, bu çinileri o kadar beğenmiş ve değer vermiş ki İznik seramiklerini model alarak üretim yapmış. Örneğin bu yüzyıla ait bir İtalyan berber kasesinin hem çiçek motifleri hem de tabağı ikiye bölen yaprak motifi, İznik örneğinin modeli.

SİLAH
Avrupa müzelerinde en sık karşılaşlıan Osmanlı eserleri silahlardır. Bunların çoğu da savaş ganimetidir. Osmanlı ordusunun etkinliği, sıradışı başarısı ve silahlarının yüksek kalitede çelikten yapılması, Avrupa’da bunların çok tutulmasına neden olmuştu. Bu silahlar diplomatik hediye olarak aranıyor, zaman zaman Osmanlı topraklarından satın alınıyordu. Osmanlı tarzı silahlar Avrupa’da da üretiliyordu bazen. Zengin süslemeli Osmanlı gürzleri ve şeşber, nacak, teber gibi askeri teçhizat, Avrupa saraylarında gücün simgesiydi. Önemli bir silah üretim merkezi olan Almanya’nın Nürnberg kentinde, Osmanlı örneklerinden esinlenmiş miğferler yapılmıştır. Çar Mihail Fiyodoroviç’in 17. yüzyıl Rus silah sanatı başyapıtı olarak kabul edilen mücevherli miğferinin gövdesi de Osmanlı yapımıdır.

MEHTER
Avrupalılarca, onsekizinci asırdan itibaren “Yeniçeri müziği” diye adlandırılan müzik; evvela, benimsenmiş, bilahare Polonya, sonra Avusturya ve daha sonraları bütün Avrupa’da onların tabiri ile Yeniçeri bandoları kurulmuştur.
Viya­na kuşatmaları sırasında sıklıkla duydukları bu musiki, Avrupalı müzisyenlere ilham kaynağı olma­ya başlamıştı. Viyana kuşatması kalkınca korkulan düşman artık merak konusu olmaya başlamış­tı. Osmanlı giysileri hem erkekler hem de kadınlar arasında moda olmuştu. Ünlü müzisyen Mo­zart’ın tiryakisi olduğu Türk kahvesi, Viyanalıların hayatına bir daha çıkmamak üzere girmişti. Meh­ter takımı ise Avrupalıların askerî bandolarının oluşumuna örnek olmuştur.
Mehterden etkilenen müzisyenler bu müziği beste­lerine yansıtmışlardı. Alman besteci Beethoven, “Büyük Senfoni”sinin son bölümünü, mehterin kös, davul ve zurnasıyla seslendirmiştir. Beethoven, Türk Marşı’nı mehterin Cenk Havasından uyarladı. Ayrıca Avusturyalı besteci Mozart’ın “Türk Marşı”, Türk asker­lerinin “Allah Allah” nidalarının nakarat olarak tekrarın­dan oluşmuştur. Alman besteci Wagner, bir mehter konserini dinlerken heyecanlanmış, kendisini tutamayarak, “İşte musiki diye buna derler!” demiştir.

LALE
Avrupa’da özellikle Hollanda merkezli, lale ön plana çıkmış, bir gösteriş göstergesi olmuş, bunun sonucu lale piyasaları ve borsaları kurulmuştur. Bu durum Osmanlı’ya bir döneme adını vermesine sebep olmuştur.
Ana vatanı Orta Asya olan lale, Osmanlılar zamanına kadar fark edilmemişti. Osmanlılarda aşk derecesine ulaşan lale sevgisi 16. yüzyıldan sonra Avrupa’ya yayıldı. Avrupa’da olağanüstü bir hayranlık ve tutku oluşturdu. Hollanda’da yoğun olarak üretilmeye başlanan bir lale soğanı bedeliyle ev satın alınabilecek kadar de­ğerli olmaya başlamıştı.


AYRICA
Özellikle Balkan ülkelerinde önemli etkileşimler olmuştur. Balkanlarda müziğin yanı sıra, binden fazla Nasrettin Hoca fıkrasının anlatılması, çok sayıda Türk­çe kelimenin kullanılması bu etkileşimlere birer örnektir.


EK OLARAK
Katolik Ispanya ve Portekiz’in Müslüman ve Yahudi vatandaşlarına Engizisyon yoluyla eziyet ettiği hatta soykırım yaptığı yıllarda Osmanlı Yahudi ve Hıristiyan tebasına devlet yönetimi de dahil olmak üzere önemli sorumluluklar ve yükselme imkânı tanıdı.
Hıristiyan olup da Osmanlıya büyük sadakat gösteren Sırp, Ermeni, Gürcü hatta Venedikliler Avrupa için hep çözülmesi imkânsız bir bilmece oldular. Bilgi ve becerilerine uygun saygı ve refahı Hıristiyan toprağında bulamayan Hıristiyanların Müslüman bir sultanın emrine böyle gönüllü girmeleri Kilisenin siyasî doktrinleri için tam bir yıkım demekti.

Bin yıl boyunca Avrupa adına girişilen askerî, dinî, ekonomik, siyasî her türlü proje Türk engeline çarptı. “Türk” Avrupalının en sabit ve en yenilmez rakibi oldu, diğerleri gibi düşmanı değil. Kılıç Aslan’ın 1096’da Birinci Haçlı ordusuna verdirdiği kayıplardan Napoleon’un 1798’de Mısır’daki Akka yenilgisine hatta 1915 Çanakkale Savaşı'na kadar Türk ülkesi Avrupalı için başarısızlığın adresi oldu.

Amerika kıtasının “keşfinin” büyük heyecan uyandırdığı yıllarda bile Türkler hakkında yazılan ve adına Turcica denen eserler Amerika hakkında yazılanların iki misli kadardı (Michel Jolivet – CNRS, 2002). Bu yönüyle Avrupalı kimliğinin oluşmasına büyük katkısı oldu. Avrupalı kimliğinin sınırlarını çizen bir “öteki” oldu Türk. Avrupalı olmak demek Türk olmamak, Türk’ün tersi olmaktı.


Derlemedir.

'OğUzHaN' - avatarı
'OğUzHaN'
Ziyaretçi
27 Aralık 2010       Mesaj #2
'OğUzHaN' - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlı Avrupa'yı hangi alanda etkiledi?
- Avrupa mehter müziğimize hayran kalarak müziğimizden etkilenmiştir.
Sponsorlu Bağlantılar
- Yemeklerimizden etkilenmişlerdir.
- Giyim-kuşamımızdan etkilenmişlerdir.
- Hoşgörü politikamızdan etkilenmiştir.
- Avrupa'da gravür sanatının gelişmesinde Türklerin katkısı büyüktür.
- Osmanlı'nın gelişmiş eğitim sistemi Avrupa'ya örnek olmuştur.
Bunların dışında Avrupa'da aşağıdaki reform hareketlerine yol açtı:
  • Avrupa'da mezhep birliği bozuldu. Katolik ve Ortodoks mezheplerinin yanında, Protestanlık, Kalvenizm, Anglikanizm gibi yeni mezhepler ortaya çıktı.
  • Papalar eski güçlerini ve itibarlarını kaybettiler. Papaya bağlılık azaldı.
  • Okullar Kilise'den alınarak halka verildi. Böylece laik eğitim sistemi kuruldu.
  • Katolik kilisesinden ayrılan ülkelerde, kilisenin malları ve topraklarına el konuldu.
  • Katolik kilisesi, kendisini düzeltmek zorunda kaldı.
  • Katolik olarak kalan ülkelerde, başka mezheplere karşı mücadele edebilmek amacıyla " Engizisyon Mahkemeleri" kurulmuş, binlerce insanı ölüme göndermiştir.
  • Avrupa'nın mezhep birliğinin bozulması, birliği sağlamaya çalışan Şarlken'in amacına ulaşamamasına neden olmuştur.


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
24 Aralık 2012       Mesaj #3
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
Bilinen eski çağlardan bu yana insanlar dünyada çeşitli uygarlıklar kurmuş, her ulus kendi tarihini oluşturmuştur. Yaşanılan coğrafi yer, komşuları, sosyal ve kültürel yapısı toplumların tarihlerini etkilemiştir. Türkler dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşamakla birlikte ağırlıkla Orta Asya, Anadolu ve Balkanlar ekseni üzerinde bulunmuşlardır. Anadolu Balkanlar ekseni Orta Asya’dan göçler sonunda oluşmuştur. Türklerin ana vatanı Orta Asya olmakla birlikte bu gün bu kavram değişmiş görevi Anadolu üstlenmiştir. Türkler tarihin genel akışı içinde Orta Asya’dan Anadolu’ya geçip Ortadoğu ve Anadolu’nun tarihini değiştirmiştir. Geçtikleri yerler gibi geldikleri Anadolu ve Balkanlarda insanlarla, coğrafyayla bütünleşmişler ve dost olarak yaşamışlardır. Gittikleri yerlerdeki kültürleri koruyarak oralara adalet, hoşgörü ve uygarlık götürmüşlerdir.
Balkan yarımadası, bir coğrafya parçası olarak adını dahi Türkçe’den almış, Türk kültürüne beşik olmuş, Türk, Slav ve Germen kültürlerinin dönem dönem hakimiyet mücadelelerine sahne olmuş bir bölgedir. Bir coğrafi terim olarak Balkan “sıradağ” ya da “dağlık” anlamındadır. Halen coğrafya, tarihi coğrafya, siyasi ve kültürel coğrafya deyimi olarak kullanılmaktadır. Balkanlar; Avrupa’nın güneydoğusunda Yugoslavya, Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan ve Türkiye’nin bir bölümünü içine alan bir yarımadadır. Türkler; MS. 4. yüzyılda Batı Hun Türkleri’nin yerlerinden kopmaları ve Orta Avrupa’ya gelmeleri sonucunda yeni bir yurt kurarlar . Bu yerleşme aynı zamanda günümüz Avrupa dünyasının biçimlenmesine ve bu günkü coğrafi düzene girmesine etki eder. Kuzeyden ve güneyden gelen Türkler 13. yüzyıl içinde Avrupa’da birleşir. Türk kültürünün bu coğrafyada etkisi bu yıllara dayanır (Yıldırım,1998:8).
Balkan tarihi bilinen Türk tarihi kadar eskidir. XI. ve XII. yüzyıllarda Peçenek, Kuman ve Uz Türkleri Balkanlara gelip yerleşirler. Hunlardan itibaren çeşitli Kıpçak Türk boylarının yanısıra Oğuz Türk boylarının da farklı zaman dilimlerinde bölgeye yerleşmeleri ve kültür katmanları oluşturmalarıyla belirlenmiş bir tarihtir (Özönder;2001:203-209). Erken dönem Osmanlı kaynakları fetih siyaseti çerçevesinde Anadolu’daki Türk unsurunun Balkanlara getirilip iskan edildiğini haber vermektedir. 14 yy. ve 15yy.da gerçekleştirildiği anlaşılan bu iskan hareketi özellikle erken dönemde zorunlu bir göçtür (Şahin,2001:639.
Osmanlıların Balkanlara yerleşmeleri üç şekilde olmuştur. 1. İlk fetihler sırasında Anadolu’daki yakın bölgelerden yeni alınan yerlere devlet eliyle göçmen nakledilmesi. 2. Fetihlere gönüllü olarak katılan gazi-alperenler ve gaza için gelen aşiret mensuplarının bir bölümünün fethedilen kalelerde muhafız olarak bırakıp bir bölümünün de istedikleri yerlere yerleştirilmesi. 3. Kolonizatör Türk dervişlerinin stratejik noktalarda kurdukları tekke ve zaviyelerin faaaliyetleri ve çevrelerinde yerleşim merkezleri kurulması (Alp,1989:47). Balkanlarda tekke ve zaviyeler yalnızca dini-tasavvufi kurumlar olmayıp birer sosyal, siyasi, iktisadi, askeri, ilmi ve kültürel kurumlardır. Osmanlı-Türk kültürü Balkanlara gelince Balkan kültürüyle karşılaştığı yerler kültürel canlanma yaşamıştır. Bu yerlerde ortak Balkan kültürünün temelleri atılmıştır (Yazıcı, 2001:135).
Balkanlarda asıl ve kalıcı ilişkiler Osmanlıların kuruluş yıllarından itibaren Osmanlıların bu topraklara ayak basmalarıyla başlamıştır. Orhan Gazi’nin büyük oğlu ve Rumeli Fatihi olarak da anılan Süleyman Paşa’nın 1354 yılında Çanakkale Boğazı’nı geçerek Gelibolu’ya adım atmasıyla fetih hareketi başlamıştır (İsen,1997:513; Öztuna,1990:17). 13. yüzyıl ortalarında Moğol istilasından kaçan Horasan erenlerinden Sarı Saltuk ile sonradan onun adıyla anılan Türkmen aşireti Balkanlara geçerek Dobruca dolaylarında 10-12 bin kişilik bir İslam topluluğu oluşturmuştur.
Türkler 1354 yılında Gelibolu üzerinden Balkan yarımadasına geçerek 1361 yılında Edirne’yi fethettikten sonra başta üç küçük Bulgar krallığı olmak üzere feodal devletleri yıkıp Balkanları ele geçirdiler. Balkan yarımadasının Osmanlı hakimiyetine bu kadar çabuk girmesi ve hakimiyetin yıllarca ciddi bir muhalefetle karşılaşmadan devam etmesi siyasi, sosyal ve kültürel nedenlere dayanmıştır (Karpat,1992:25-32).
Osmanlı devletinin siyasi bakımdan gelişmesinden bir süre sonra kültürel gelişmeler başladı. Kültürel gelişmeler siyasi gelişmeleri belli uzaklıklarla izler. Bir şehir siyasi anlamda ne kadar gelişirse kültürel gelişme de bunun doğal sonucu olarak kendini gösterir. Osmanlı devletinin ilk kültürel kurumları İznik ve Bursa’da temellenip, buna bağlı olarak da ilk ürünlerini bu şehirlerde vermiştir. 14. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Rumeli fatihleriyle büyük ölçüde Balkanları yurt tutan siyasi yapı bu kez oralarda kültürün gelişip serpilmesine imkan hazırlamışlardır. İstanbul’un fethine kadar Osmanlı devletinin önemli kültür merkezleri Bursa dışında Edirne, Gelibolu, Serez, Vardar Yenicesi, Üsküp, Manastır, Filibe, Selanik, Belgrat, Prizren ve Priştine gibi Rumeli coğrafyasında yer alan şehirlerdir. Osmanlı kültür coğrafyasında Anadolu’daki kültür merkezleri İstanbul’un fethinden sonra oluştu (İsen, 2001:116).
Türk Kültürü yüzyıllar boyunca Balkan kültürünü besleyen en önemli kaynaktır. Türk halk kültürü Balkanlarda Türk kimliğinin oluşmasını sağlayan en önemli alt yapı kurumu olmuştur (Saatçı,1996:42). Anadolu’ya gelen İslamiyet’le Anadolu’da yeniden şekillenen ve oradan Avrupa ortalarına giden Türk kültürü, Balkanlarda yerli halkın kültürünü etkilemiş, onlardan da etkilenmiştir. Halk kültürü ögeleri bir milletin meydana getirdiği kültürel değerlerin bütünüdür. Halk kültürü ürünleri yaşadığı toplumun dokusu, milletin söz sanatındaki sembolüdür (Fığlalı,1996:3).
Balkan yarımadasının dağlık oluşu kültür, dil ve geleneklerin çok farklı bir biçimde gelişmesine neden olmuştur. Balkanlar kendine özgü özellikler gösterir. Coğrafya toplumlar arası iletişimi güçleştirdiği için her bölge kendine özgü kültür, dil ve din gruplarının gelişmesine sahne olmuştur. Balkanlardaki karmaşık halk; kültür, dil, din mozayiğinde Osmanlı Türk kültürü birleştirici bir unsurdur. Balkanlar dini, kültürel karşıtlıklar yeridir. Balkanlara kök salarak yerleşen Türkler geleneklerini, göreneklerini ve dinlerini koruyarak yaşamışlardır.
Balkan yarımadası Osmanlıların eline geçtikten sonra Balkanlardaki halkların yaşama biçimleri gelenek görenekleri, kültürleri, Türk dilinin yaygınlaşması cami, hamam, medrese, tekke, türbe, çeşme, köprü, kervansaray vd. Osmanlı eserlerinin hızla inşa edilmesiyle değişime uğramıştır. Türklerle, Türk diliyle, Türk kültürüyle iç içe yaşayan Balkan halkları Türk kültüründen etkilenmişlerdir (Hafız,1985:5-10).
Türkler 14. yüzyılın ortalarından itibaren Balkanlara damgalarını vurmuşlardır. Türkler doğal olarak Balkanlardaki yerli topluluklardan etkilenmişlerdir. Ancak Türklerin yönetici kesim olarak kendi etkileri daha büyük olmuştur. Fransız Georges Castellan, 14-18. yüzyıllar arasında Balkan halklarının dil ve dinlerini değiştirmeden Türk usulü yaşadıklarını belirtmekle yetinmez, şunları da ekler: O dönemin seyyahları Balkan kentlerinin hatta Hıristiyan nüfusun çoğunlukta olduğu yerlerde bile yaşama biçiminin Türk karakterinde olduğunu belirtir. Buna göre “Selanik, Belgrat, Sofya’da herkes çarşaf giyiyordu ve pek çok kilise kadın ve erkekleri ayıran tahta parmaklıklarla bölünmüştü. 19. yüzyıla kadar Belgratlı Sırp kadınlar çarşaf giyiyor kocaları da sarık sarıp nargile içiyorlardı. 1829’da Vuk Karaciç de bunları doğrular. Şehirde Sırplar Türk adetlerine göre yaşıyorlardı (Castellan,1995:148). Bu konuda 1665’te Rycaut’un verdiği örnek çarpıcıdır. Rycaut “Osmanlılardan önce 1200 yıllık geçmişi olan Sofya kendi için öylesine her şeyiyle Türk ki içinde Türklerin kendilerinden daha antik görünen hiçbir şey yok” der (Koloğlu,1999:7).
Makedonya’da ve Bosna’da Türklerin hayatlarına imrenen Hıristiyan halk kitleler halinde İslam dinine geçiyordu. Osmanlılar akılcı iskan politikalarıyla Balkanlarda işgal ettikleri topraklara konar-göçer Türk oymaklarını getiriyor, şehir ve kasabalara yerleştiriyorlardı. Ayrıca yeni yurtlarına bağlanmaları ve hayatlarını sürdürebilmeleri için çiftçi ve zanaatı olan Türk göçmenlere toprak veriliyordu.
Romen tarihçisi Beldiceanu günümüzde hala Türk kültürü damgasının yaşadığını şöyle anlatmıştır (Koloğlu,1999:7). “.......Gelenekler ve Osmanlı söz hazinesi halklarının dillerinde yaşamağa devam ediyor. Arnavutlar, Bulgarlar, Yunanlılar, Makedonyalılar, Boşnaklar, Sırplar ve Romenlerin miras aldıkları bu hazineye bir göz atılırsa Osmanlı uygarlığının ne derece kendini kabul ettirmeyi becerdiği ve Balkanlardaki yaşamın bazı yönlerini şekillendirdiği fark edilir. Bir evin mobilyası, oda eşyası, giyim, yiyecek ve kent çevresine ait en az iki yüz kelimenin Türkçe olması anlamlıdır”. Yazarın bu değerlendirmeyi izleyen yargısı ise daha da önemlidir. Yazar, “Doğu Avrupa halkları üzerine vurulan bu damga, Balkanlarda yeni bir kent uygarlığının ilk temellerini Türklerin attığını ve bu roldeki önemlerini iyi yansıtmaktadır (Hafız,1985:5-10). Sırp araştırmacı Milan Vasic de işin Hıristiyan çocuklara Türk ismi vermeğe kadar vardığını, iki kültürün birbirini etkilemesi sonucu tam bir ahengin yaratıldığını belirtiyor (Koloğlu,1999:7).
Türk halk kültürü, yüzyılların deneyimlerinden süzülerek biçimlenmiş kuşaktan kuşağa aktarılan bir değerler bütünüdür. Halk kültürü ürünleriyle yaşadıkları yöre arasında bir bağ vardır. Bu ürünlerin şekillenmesinde tarihi ve kültürel mirasın önemli bir rolü vardır. Gelenekler, içinde bulundukları çevrenin sosyo-ekonomik durumuna göre davranış kalıpları geliştirirler. Kendine özgü bir halk kültürü olan Balkanlar, Türklerin gelip yerleşmesiyle bir kültürleşme sürecine girmiştir. Bu etkileşim günümüzde de sürmektedir.
Türk halk kültürü yüzyıllar boyunca Balkan kültürünü besleyen en önemli kaynaktır. Türk halk kültürü Balkanlarda Türk kimliğinin oluşmasını sağlayan en önemli alt yapı kurumu olmuştur. Türklerden atasözlerine mani dörtlüklerinden tekerlemelere kadar Türk dünyasıyla benzerlik gösteren bu kültür hazineleri daha uzun yıllar Balkan Türklerinin kimliklerinin belirlenmesinde büyük rol oynamaya devam edecektir (Saatçı,1999:42).
Türk halk kültürü çok zengin bir yapıya sahiptir. Bu zenginlik köklerini tarihin derinliğinden almaktadır. Türkler, Sibirya’dan, Balkanlar’a, Yemen’den Hindistan’a, Çin’e kadar çok geniş coğrafyaya yayılmış, bu coğrafyalarda devletler kurmuş, bir çok uygarlığa etki etmiş çeşitli uygarlıklardan aldığı kültür ögelerini de Türk kültürüyle yoğurmuştur. Bu hareketlilik Türk kültürünü sürekli ve dinamik kılmıştır. İki binli yıllarda bu dinamikler dünyada hareketlenmiş, çınar ağacı hem köklerinden hem dallarından filizler vermeğe başlamıştır (Fığlalı,1996:5). Balkan Türk kültürü, tarihsel açıdan bir geleneğin devamıdır. Osmanlı Türkleri’nin, Balkanlara egemen olmalarıyla başlayan siyasal bütünleşme sonrası kültür kurumlarının işlemesiyle kültürel bütünleşme sağlamıştır. Kültür kaynaklarının Orta Asya’dan Anadolu’ya Anadolu’dan Balkanlara uzanan çağlar boyu devam eden süreçte Balkan Türk kültürünü şekillendirici bir etkisi vardır.
Halk kültürü ürünleri bir milletin meydana getirdiği kültürel değerlerin bütünüdür. Her toplumun kendine özgü kalıplaşmış değerleri vardır (Fığlalı,1996:3). Halk kültürü ürünleri halkın kültür yapısını belirleyen yaşadığı toplumun dokusu, milletin söz sanatlarındaki semboldür. Balkanlardaki Türk halk kültürü ürünlerinin Türklerin ortak duygu ve düşüncelerini dile getirmesi bakımından ve kültürün korunmasında, yaşatılmasında önemli işlevi vardır. Bu halk kültürü ürünlerinden Balkanlarda yaşayan Türk halkının estetik modelini, beğenisini, sosyal tarihini, toplumun ahlâk anlayışını ve örnek değerlerini öğrenebiliriz.
Balkanların Osmanlı Türk tarihinde çok önemli bir yeri ve konumu vardır. Osmanlı Balkanlarda büyük bir uygarlık kurmuştur. Balkanların bu günkü yeri almasında Osmanlının payı büyüktür. Balkanlar en huzurlu dönemini Osmanlı döneminde geçirmiştir. Balkan yüzyıllarca Türk idaresinde kaldı. Osmanlı Devletinin bıraktığı eserlerin sayısı çoktur. Balkanlarda bir çok şehir Osmanlı döneminde şehir haline gelmiştir. Osmanlı döneminde yapılan camiler, kervansaraylar, konaklar, hamamlar, çeşmeler, köprüler vd. bir kısmı günümüze de gelmiştir. Bu Osmanlı kültür miraslarında Osmanlı mimarisi vardır.
14. - 18 . yüzyıllar arasında Balkan halkları dil ve dinlerini değiştirmenden Türk usulü yaşamışlardır (Castellan,1995:17). Makedonya’da ve Bosna’da Hıristiyan halkı kitleler halinde İslam dinine geçmişlerdir. Balkan yarımadasının Osmanlılar’ın eline geçtikten sonra Balkanlar’daki halkların yaşama biçimleri, gelenek ve görenekleri, kültürleri Türk dilinin yaygınlaşması cami, hamam, medrese, tekke, türbe, vd. Osmanlı eserlerinin hızla inşa edilmesiyle değişme uğramıştır (Koloğlu,1999:7 ; Hafız,1985:5).
Bugün Balkanlarda tekerlemeler, masallar, halk hikayeleri, bilmeceler, atasözü ve deyimler türküler, maniler (martifal) ninniler, ağıtlar vb. yaşamaktadır. Bir çok Türk atasözü Balkan dillerine çevrilmiş ve kullanılmaktadır. Bir çok Türk türkü ezgisini Balkan şarkılarında görüyoruz. Balkanlarda Türk kültürünün yöre halkına ne denli etki ettiğinin en açık göstergesi ise onların dillerine girmiş Türkçe kelimelerdir. Sırpça-Hırvatça’ya yedi bin, Makedonca’ya yedi sekiz bin, Bulgarca’ya beş bin, Rumca’ya üç bin, Arnavutça’ya sekiz bin, Macarca ve Romence’ye de çok sayıda Türkçe kelime girmiştir (Genç,1998:2).
15. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasal alanda da önemli olduğu bir dönemdir. Bu dönem edebiyatta da önemlidir. Böylece Balkanlar kendilerini Anadolu’da gelişip yeniden şekillenen Türk edebiyatının içinde bulmuştur (Kaya,1986:7). Balkanlar’a gelen âşıklar sazını ve bağlı bulundukları âşıklık geleneğini de taşıyarak buralara yaymışlardır. Âşıklık geleneği özellikle Müslümanlar arasında kabul görerek Balkanlarda Balkan kültürüyle yeniden yapılanmıştır. Çeşitli tarikatlara bağlı dervişler, şeyhler gelerek tekkeler kurmuşlardır. Şehirlerde medreseler kurulmuştur. Medreselerde, tekkelerde yetişenler; Balkan divan edebiyatının ve Balkan Türk tekke edebiyatının temellerini atmışlardır (Hafız,1983:133-155). Balkanlarda doğmuş bir çok şair de İstanbul’a giderek şöhret olmuşlar. Türk edebiyatının dönüm noktalarından olan Yeni Lisan Hareketinin Balkanlar’da başlatılması Balkanların bir dönem önemli kültür merkezlerinden biri olduğu hakkında yeterli bilgi vermektedir.
Balkanlarda halk kültürü ürünleri, Türk kültürünün yayılmasında önemli rol oynamıştır. Âşıklar köklü bir Balkan âşıklık geleneği oluşturmuşlardı. Priştine, Prizren, Üsküp’te güçlü bir âşıklık geleneği vardı. Âşık kahvehanelerinde âşık fasılları yapılıyordu. Anadolu’dan gelen âşıklar âşıklık geleneğini Balkanlara taşımışlardı. Balkanlı âşıklar da İstanbul’a gelerek âşık kahvehanelerinde Balkan aşıklık geleneğinin örneklerini sunmuşlardır Balkanlı divân şairleri hakkında bilgimiz bulunmasına rağmen âşıklık geleneği ve âşıklar hakkında fazla bilgimiz yoktur (Hafız,1985:5-10).
Balkan Türk edebiyatçıları Balkan’daki kültür mozayiği ile Anadolu’dan taşınan dil, edebiyat, kimlik , kültür değerlerini eserlerinde yansıtıyorlar. Balkan Türk edebiyatının çeşitli kültür ve dillerle beslenmesi zenginliktir. Yazı diliyle konuşma dili arasındaki açının daralması dilin gelişmesini sağlayacaktır. Osmanlı sonrası Balkan Türklerinin, Türkçe ve Türk edebiyatıyla bağı kopunca çağlar boyu süren kültür hayatı tahribata uğramış, bundan kültür ve sanat faaliyetleri olumsuz yönde etkilenmiştir (Sağlam,1996:1-5).
Balkan Türk edebiyatı, Türk edebiyatının yanı sıra Balkanlar’daki ulus ve halkların edebiyatlarından da yararlanarak beslenmiştir. Balkan Türk edebiyatı; Türk edebiyatıyla, Balkan edebiyatlarının bir sentezidir (Dzindjiç-Tanaskoviç, 1976:221-230). Bu edebiyat dil ve ifade imkanları itibariyle Türkçedir. Ama unutulmamalıdır ki Balkanlar’da boy verip Balkan ülkelerinin havası içinde yetişip gelişmiştir. Bu edebiyatlar konu ve olaylara bakış açısından yaşadıkları ülkelerin özelliklerini yansıtmaktadır. Bu nedenle Balkanlar’daki Türk edebiyatları bir yandan tarihi geleneğimizden yararlanırken diğer yandan da çağdaş Balkan edebi faaliyetlerinden de etkilenmektedir (İsen,1997:15).
Töreler, tarihsel, sosyal, kültürel nedenlerle ve göçlerle değişikliğe uğrayarak çıkış zamanlarındaki asıllarından uzaklaşabilirler. Tarih boyunca Balkanlar coğrafyası Türk dünyasında önemli bir yer olmuştur. Balkan kültürünün coğrafi konumu ve tarihsel bağlarıyla kendine özgü bir durumu vardır. Tarih boyunca göçlerin çeşitli kültür ve birikimlerin Balkan kültürünü oluşturan ana etmendir. Anadolu’ya gelen İslamiyet’le Anadolu’da yeniden şekillenen ve oradan Avrupa ortalarına giden Türk kültürü, Balkanlarda yerli halkın kültürlerini etkilemiş, onlardan da etkilenmiştir. Kültür, doğası gereği değişkendir. Gelenek zaman boyutunda başka bir geleneğe dönüşür.
Osmanlının Balkanlar’dan çekilmesinden sonra Türk kültürü ve Türk dilinin etkisi azalmış, yabancı dil, kültür ve edebiyatlarının etkisi artmıştır. Bu nedenle yeni coğrafyalarda yeniden yapılanan Türk edebiyatı Osmanlı sonrası Türkçe ve Türk kültürü bağı gevşeyince yabancı edebiyatların baskısı yoğunlaşmıştır.
Sonuç:
Osmanlı devleti ve Balkanlar yüzyıllar boyunca birlikte yaşamışlardır. Osmanlılar Orta Asya ve Anadolu kültürünü Balkanlara taşımışlardır. Coğrafi yapının dağlık oluşu farklı dinlere inanılması ve farklı dillerin konuşulması bu coğrafyada çeşitli kültürlerin yaşamasına neden olmuştur. Osmanlı sonrası dönemde bu toplulukları kaynaştıran Osmanlı kültürü olmuştur. Osmanlılar Balkan kültürünü etkiledikleri kadar Balkan kültüründen etkilenmiştir. Bunun sonucunda Anadolu kültüründen farklı bir Balkan kültürü oluşmuştur. Günümüzde de bu ortak kültürün izleri vardır.
Balkanlar Osmanlı İmparatorluğu kimliğine sahiptir. Bu ortak kültürü oluşturan Balkanlar çeşitli dinleri ve dilleri bünyesinde barındırır. Balkanlar bunca kültürel çeşitliliğine rağmen ortak kültürel özellik gösterirler. Osmanlı-Türk kültürü bu ortaklığı sağlamada ana etkendir. Balkanlarda yaşayanlar bir araya gelseler aynı şeyleri yer, içerler, aynı halk oyunlarını oynarlar, aynı türkülere eşlik edebilirler. Bu türküleri ayrı dillerde de söylerler. Balkanlarda büyük bir kültürel olgunlaşma, büyük bir kültürel birikim söz konusudur. Bu toplantının amacı bu ortak mirasa sahip olma bilincidir.
Toplumların gelenek, görenek ve inanç sistemleri, sanat görüşleri, dünyaya bakışları kültürlerini şekillendirir. Balkanlarda karşılıklı kültürleşmeyle oluşan ortak Balkan kültürünün bir bütün olarak yorumlanması kaçınılmazdır. Ortak Balkan kültürünün araştırılmasında çeşitli nedenlerle geç kalınmıştır. Türkiye ve Balkanlarda yapılan çalışmalardan uzun yıllar haberdar olunamamıştır. Bugün ortak Balkan kültürü karşılaştırmalı yöntemle araştırılmalıdır. Araştırmacıların kaynaklara ulaşma ve kullanmadaki problemlerine çözüm getirilmelidir. Balkan kaynakları bir merkezde toplanıp Balkan dillerini bilen uzman ve akademisyenlerin görev yapacağı bir “Balkanoloji Enstitüsü” kurulmalıdır.
Bu tür toplantılar karşılıklı fikir alışverişi ve toplumların birbirlerini daha yakından tanıması için önemlidir. Bu sempozyum bu ortamı hazırlaması yönüyle çok yararlı olmuştur. Günümüzde kültürel arka planı olabilen şehir azdır. Mostar’ın sempozyum yeri olarak seçilmesi yerinde bir karardır. Şehirleri şehir yapan yalnızca imarı değil kültürel konumudur. Atalarımızın Balkanlarda yüzyıllar boyu birlikte oluşturdukları yaşanan ortak geçmişi, ortak kültürü yeni kuşaklara taşımalıyız. Ortak bir tarih, kültür bilinciyle hareket etmeliyiz. Geleceğin aydınlığı geçmişin derinliklerindedir.
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
14 Ocak 2015       Mesaj #4
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

Osmanlı Devleti hangi yönleriyle Avrupalıları nasıl etkilemiştir?

Osmanlı Devleti'nin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Osmanlıların yer aldığı coğrafya itibariyle Avrupalılarla ilişkileri, daha devletin kuruluş döneminden itibaren başlar.
Başlangıçta Bizans, Venedik ve Ceneviz gibi ülkelerle siyasi, ticari, askeri ve kültürel alanda ilişki içinde olan Osmanlılar, daha sonra topraklarının Balkanlara doğru genişlemesiyle birlikte Bulgar, Sırp, Romen ve Macarlarla da ilişki kurar. Yükselme döneminden itibaren Osmanlıların Avrupalılara karşı hem karada hem de denizde üstünlük sağlamasıyla, Türk geleneklerinin Avrupa’ya tesirlerinde bir artış görülür.
Avrupa’daki Türk etkisi, Osmanlıların Avrupa’da en etkin oldukları Kanuni Sultan Süleyman dönemiyle başlar ve inişli çıkışlı bir yol izledikten sonra Lale Devri ile yeni bir boyut kazanır. Gerçi bu tarihten sonra da yoğun olmamakla birlikte Türk gelenekleri ve imajının Avrupa’ya tesiri devam eder.
Kanuni Sultan Süleyman Dönemi
Kendisine Kanuni denmesi, yeni kanunlar icad etmesinden değil, mevcut kanunları yazdırtıp çok sıkı bir şekilde tatbik etmesinden dolayıdır. Zamanında İngiltere Kralı. Vlll.Henry, İstanbul'a bir heyet gönderip, adalet mekanizmasının nasıl işlediğini tetkik ettirerek kendi memleketine örnek almıştır. Onun kanunları, daha sonraları birçok farklı uluslar ve devletler için anayasalarının temelleri oldu. Süleyman, çağının en üstün tek mutlak hükümdarıydı. Osmanlı mimarisinde, klasik dönemi başlattı, dünyanın, o güne kadar görmüş olduğu en muhteşem yapıtları yaptırdı.


İstanbul’un Türkler tarafından fethiyle birlikte Osmanlılar ile Batılı devletler arasındaki ilişkiler artmaya başladı. İstanbul alınınca pek çok sanatçı Avrupa’ya gitti, iyi tanıdıkları Doğu kültürünü oralarda tanıttı. Osmanlı sanatına ait figürlerin ve dekoratif repertuarın Avrupa’nın en uzak köşelerine, hatta İngiltere ve İsveç’e kadar uzandığı biliniyor.

Sanatı, kültürü, mimarîsi ile de Doğu Batı’yı kıskandırıyordu. Hamamları, kahvesi, nargilesi, zengin mutfağıyla Osmanlı ne Vikinglere ne de diğer yağmacılara benziyordu.
Osmanlılar şüphesiz, Avrupalıların hayal gücü üzerinde birçok etki bırakmışlardır. Gerek hanedana, gerek politikaya dair Osmanlıların merasimleri ve görkemlerine karşın mütevazilikleri onları tanıyan, herhangi bir dünya vatandaşını bile etkilemiştir. Dünya'nın en büyük imparatorluklarından birini kurmuş olmaları, Avrupalı gözlemcilerin, kayıtsız kalamayıp Osmanlılara, derin bir saygı duymalarını sağlamıştır.

Özetle Türk’ün üstünlüğü savaş meydanıyla sınırlı kalmıyordu. Meselâ devlet organizasyonunda Türk Avrupalıyı kendine hayran bırakıyordu. 16cı yüzyılda İstanbul’da görev yapan bir büyükelçi yazdığı mektupta şöyle diyor:
“Türklerin ülkesiyle bizim ülkemizi karşılaştırdığım zaman korkudan titriyorum. Onlarda cemiyette yükselmek için bilgi, beceri ve çalışkanlık yeterli. Bizde ise soyluluk şart. Bunun için Türkler giriştikleri her işte başarılı oluyorlar.”
Avrupa medeniyetinin Osmanlılarla ilişkisi, imparatorluğun Avrupa’nın içlerine ilerlediği dönemde gözle görülür biçimde arttı. Bu durum bazı kültürel alışverişlerin yaşanmasıyla ve etkileşimle sonuçlandı. Avrupa’nın içlerine doğru süren seferler, Doğu’nun gizemli dünyasının kültür varlıklarını, estetik zevkini ve sanat algısını da Batılı sanatçılara ulaştırmıştı. Çiniden mobilyaya, savaş araç-gereçlerinden tablolara, ev dekorasyonundan kıyafetlere ve diğer dokuma ürünleri ile halıya kadar pek çok alanda etkili oldu Osmanlı kültürü. Bu ürünlerden bazısı ganimet, hediye ve satın alma yoluyla Avrupalı asilzadelerin saraylarına girdi. Bazen de özel siparişle Osmanlı atölyelerinde, fırınlarında ve tezgahlarında üretildi. Sonraki yıllarda Batılı sanatçılar bu eserleri taklit ederek çini ve metal eşyalar ürettiler, değişik kumaşlar dokudular.
Küçük bir beylikten büyük bir devlete ulaşan Osmanlılar, birçok alanda Batı dünyasını etkiliyor­du. Osmanlıların mimarisi, sanat anlayışı, giysisi ve yemek kültürü bunlardan sadece birkaçıydı.

DOKUMA
Osmanlı ipekli dokumalarının en büyük pazarı Balkanlar, Doğu Avrupa ve Moskova Prensliği’ydi. Bugün Rusya, Polonya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan ve eski Yugoslav ülkelerinin müzelerinde bulunan koleksiyonlar, yoğun ipek ticaretinin kanıtları. Eflak, Boğdan ve Erdel gibi Osmanlı’ya bağlı özerk prensliklerin saraylarında ise Osmanlı kumaşından, Osmanlı kalıbı ve kesimiyle dikilmiş kaftanlar, bu eyaletlerdeki ariktokrasinin giyim tarzının temeliydi. Bölgede Osmanlı çadırları, halıları, işlemeleri ve nakış iplikleri de rağbet görürdü. Arabalara değerli halılar ve pahalı Osmanlı saray yastıkları konulur, bulya adlı Osmanlı nakışları alınıp satılırdı.

MOTİF
İslam sanatından uyarlanan arabesk motifler, 16. yüzyılda tüm Avrupa’da kullanıldı. Zırhlarda ve silahlarda, kuyum işçiliğinde, ciltlerde, halılarda ve mobilyada görülen arabesk örneklere, İngiltere’de bile rastlamak mümkün. Arabesk motifler, Rus kiliselerinin mimari süslemelerinde, kilise ve hanedan hazinelerine ait eserlerde de görülür.

HALI
Doğu’dan gelen ihraç ürünlerinin en pahalıları olan halılar, Avrupa’da her zaman itibar görmüştür. Halılar diplomatik hediye, esir düşmüş Osmanlı tebasının salıverilmesi için fidye, savaş ganimeti olarak Avrupa ülkelerine girmiştir. Vergi borcu karşılığı olarak bile kabul edilmiş, nüfuzlu kimselere hediye edilmek, kamusal alanları döşemek, hatta sadece ileri bir tarihte satılmak üzere yatırım amaçlı satın alınmıştır. Cenazelerde tabutların içine ve üzerine örtülmüş, önemli şahsiyetlerin ve düğünlerde gelin ile damadın üzerinde durması için yere serilmiş, daha çok masaları ya da mobilya üstlerini örtmekte kullanılmıştır. Halıların hem özel mülklerde hem de kamu binalarında pencere ve balkonlardan sarkıtılarak asılması da adetti. Doğu Avrupa’nın bazı kiliselerinde, hâlâ, duvarların çoğu 17. yüzyıla ait Osmanlı halılarıyla süslüdür. Bazı Avrupa ülkelerinde Osmanlı halılarına benzeyen halılar dokunmuştur. Örneğin; İngiltere’de yıldız desenli Uşak halılarını taklit eden bir halının her bir tarafındaki bordürlerin ortasında, soylu bir İngiliz ailesinin amblemini taşıyan birer arma vardır. İspanya’da ise ‘armalı’ ya da ‘amiral’ halıları olarak tanınan ve çoğu 15. yüzyıl İspanyol amirallerine ait olan inisiyalleri taşıyan halılar, Batı Anadolu halı motiflerinin taklitçisidir.

ÇİNİ SERAMİK
İslam dünyasında üretilen seramikler, Avrupa’ya doğudan ihraç edilen ürünler arasında en çok süreklilik gösteren ticari eşyalardır. Avrupalılar tarafından İznik atölyelerine sipariş edilen ve günümüze ulaşan kişiye özel seramik parçaların arasında, Avrupalı sahiplerinin armasını taşıyan örnekler de vardır. Hepsi form, renk ve desen açısından Osmanlı pazarı için üretilmiş kaselere benzer. Macaristan’daki Sarospatak Şatosu’nda ise boydan boya 17. yüzyıl İznik çinileriyle döşenmiş bir oda bulunmakta. Bunun gibi daha pek çok muhteşem yapıda Osmanlı çini sanatının örnekleri mevcut. Avrupalı, bu çinileri o kadar beğenmiş ve değer vermiş ki İznik seramiklerini model alarak üretim yapmış. Örneğin bu yüzyıla ait bir İtalyan berber kasesinin hem çiçek motifleri hem de tabağı ikiye bölen yaprak motifi, İznik örneğinin modeli.

SİLAH
Avrupa müzelerinde en sık karşılaşlıan Osmanlı eserleri silahlardır. Bunların çoğu da savaş ganimetidir. Osmanlı ordusunun etkinliği, sıradışı başarısı ve silahlarının yüksek kalitede çelikten yapılması, Avrupa’da bunların çok tutulmasına neden olmuştu. Bu silahlar diplomatik hediye olarak aranıyor, zaman zaman Osmanlı topraklarından satın alınıyordu. Osmanlı tarzı silahlar Avrupa’da da üretiliyordu bazen. Zengin süslemeli Osmanlı gürzleri ve şeşber, nacak, teber gibi askeri teçhizat, Avrupa saraylarında gücün simgesiydi. Önemli bir silah üretim merkezi olan Almanya’nın Nürnberg kentinde, Osmanlı örneklerinden esinlenmiş miğferler yapılmıştır. Çar Mihail Fiyodoroviç’in 17. yüzyıl Rus silah sanatı başyapıtı olarak kabul edilen mücevherli miğferinin gövdesi de Osmanlı yapımıdır.

MEHTER
Avrupalılarca, onsekizinci asırdan itibaren “Yeniçeri müziği” diye adlandırılan müzik; evvela, benimsenmiş, bilahare Polonya, sonra Avusturya ve daha sonraları bütün Avrupa’da onların tabiri ile Yeniçeri bandoları kurulmuştur.
Viya­na kuşatmaları sırasında sıklıkla duydukları bu musiki, Avrupalı müzisyenlere ilham kaynağı olma­ya başlamıştı. Viyana kuşatması kalkınca korkulan düşman artık merak konusu olmaya başlamış­tı. Osmanlı giysileri hem erkekler hem de kadınlar arasında moda olmuştu. Ünlü müzisyen Mo­zart’ın tiryakisi olduğu Türk kahvesi, Viyanalıların hayatına bir daha çıkmamak üzere girmişti. Meh­ter takımı ise Avrupalıların askerî bandolarının oluşumuna örnek olmuştur.
Mehterden etkilenen müzisyenler bu müziği beste­lerine yansıtmışlardı. Alman besteci Beethoven, “Büyük Senfoni”sinin son bölümünü, mehterin kös, davul ve zurnasıyla seslendirmiştir. Beethoven, Türk Marşı’nı mehterin Cenk Havasından uyarladı. Ayrıca Avusturyalı besteci Mozart’ın “Türk Marşı”, Türk asker­lerinin “Allah Allah” nidalarının nakarat olarak tekrarın­dan oluşmuştur. Alman besteci Wagner, bir mehter konserini dinlerken heyecanlanmış, kendisini tutamayarak, “İşte musiki diye buna derler!” demiştir.

LALE
Avrupa’da özellikle Hollanda merkezli, lale ön plana çıkmış, bir gösteriş göstergesi olmuş, bunun sonucu lale piyasaları ve borsaları kurulmuştur. Bu durum Osmanlı’ya bir döneme adını vermesine sebep olmuştur.
Ana vatanı Orta Asya olan lale, Osmanlılar zamanına kadar fark edilmemişti. Osmanlılarda aşk derecesine ulaşan lale sevgisi 16. yüzyıldan sonra Avrupa’ya yayıldı. Avrupa’da olağanüstü bir hayranlık ve tutku oluşturdu. Hollanda’da yoğun olarak üretilmeye başlanan bir lale soğanı bedeliyle ev satın alınabilecek kadar de­ğerli olmaya başlamıştı.


AYRICA
Özellikle Balkan ülkelerinde önemli etkileşimler olmuştur. Balkanlarda müziğin yanı sıra, binden fazla Nasrettin Hoca fıkrasının anlatılması, çok sayıda Türk­çe kelimenin kullanılması bu etkileşimlere birer örnektir.


EK OLARAK
Katolik Ispanya ve Portekiz’in Müslüman ve Yahudi vatandaşlarına Engizisyon yoluyla eziyet ettiği hatta soykırım yaptığı yıllarda Osmanlı Yahudi ve Hıristiyan tebasına devlet yönetimi de dahil olmak üzere önemli sorumluluklar ve yükselme imkânı tanıdı.
Hıristiyan olup da Osmanlıya büyük sadakat gösteren Sırp, Ermeni, Gürcü hatta Venedikliler Avrupa için hep çözülmesi imkânsız bir bilmece oldular. Bilgi ve becerilerine uygun saygı ve refahı Hıristiyan toprağında bulamayan Hıristiyanların Müslüman bir sultanın emrine böyle gönüllü girmeleri Kilisenin siyasî doktrinleri için tam bir yıkım demekti.

Bin yıl boyunca Avrupa adına girişilen askerî, dinî, ekonomik, siyasî her türlü proje Türk engeline çarptı. “Türk” Avrupalının en sabit ve en yenilmez rakibi oldu, diğerleri gibi düşmanı değil. Kılıç Aslan’ın 1096’da Birinci Haçlı ordusuna verdirdiği kayıplardan Napoleon’un 1798’de Mısır’daki Akka yenilgisine hatta 1915 Çanakkale Savaşı'na kadar Türk ülkesi Avrupalı için başarısızlığın adresi oldu.

Amerika kıtasının “keşfinin” büyük heyecan uyandırdığı yıllarda bile Türkler hakkında yazılan ve adına Turcica denen eserler Amerika hakkında yazılanların iki misli kadardı (Michel Jolivet – CNRS, 2002). Bu yönüyle Avrupalı kimliğinin oluşmasına büyük katkısı oldu. Avrupalı kimliğinin sınırlarını çizen bir “öteki” oldu Türk. Avrupalı olmak demek Türk olmamak, Türk’ün tersi olmaktı.


Derlemedir.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!

Benzer Konular

29 Eylül 2011 / Busella Soru-Cevap
19 Şubat 2014 / Misafir Cevaplanmış
18 Eylül 2014 / Misafir Cevaplanmış
16 Ocak 2015 / ThinkerBeLL Osmanlı İmparatorluğu
9 Nisan 2010 / aylin Soru-Cevap