Arama

Selçuklulardan kalan eserlerin Türk kültür, sanat anlayışına katkıları ne olmuştur?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 13 Mayıs 2018 Gösterim: 42.021 Cevap: 4
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Ocak 2010       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Selçuklulardan kalan eserlerin Türk kültür, sanat anlayışına katkıları ne olmuştur?
EN İYİ CEVABI Misafir verdi

Selcuklular Doneminin Eserlerinin Turk Kultur Sanat Ve Estetik Anlayisina Katkilari


Atlı göçer kültürde görünen bu özelliklerin etkileri ile birlikte Çin çevresinde yaşayan Türklerin bezeme biçimlerinde Çin bulutu ile karşılaşılmaktadır. Yine Türk inançlarında Uygur dönemlerinde Budizm etkileri görülmektedir. Ta-pa Türklerinin Budist olduğu ve ipek yolu üzerinden bu inancın batı ve doğu Türkleri arasında yayılmaya başladığı bilinmektedir. Bununla birlikte Türk sanatına ilişkin en net ve kalıcı verileri Göktürklerde bulmak mümkündür. Göktürklerden kalma Orhun yazıtları, anıtsal heykelcikler, sunaklar, mezar yapıları bunlara örnektir. Kurganlarda eyer takımları üzerine hayvan motifleri ve av sahneleri olan süs eşyaları toprak ve madeni kaplar bulunmaktadır. Uygur mimarisi bindirme ahşap, tavan tekniği ile yapılmış ve duvar resimlerinde Hint- Çin Budist etkisi görülmektedir. Bu resimlerdeki insan fizyonomisi Çinli Türk karışımı bir tip olarak sonradan Selçuklular kanalı ile İslam İran minyatürüne taşınmıştır. ( Kuban , s:77) Bu resimlerde ki portrelerin klişeden uzak kişisel nitelikler taşıdığı bilinmektedir.
Sponsorlu Bağlantılar

İslam Felsefesi, Sanat ve Estetiği


Realizmden kaçış; İslam sanatının eserleri incelendiğinde, doğayı olduğu gibi taklit eden realizmden şiddetle kaçınılması, nesneleri soyutlaştırarak ifade etmesi göze çarpmaktadır. Emeviler de ilk devir süslemelerinde realizm görülsede giderek bundan uzaklaşılmıştır. M:S.9. yüzyılın ortalarından itibaren ise soyut bir nitelik kazanmıştır. Abbasi ve Selçuklular devri minyatürlerinde de benzer bir durum görülmekte ve 13. yüzyıla gelindiğinde daha soyut bir karakter kazandığı görülmektedir. İslam sanatı nesne yada figürleri aynen resmetmek yerine onları yorumlayıp, üsluplaştırarak, figürleri, bitki yada çizgilerin arasına saklayarak İslam (sanatının) süslemesinin temelini oluşturmuştur. Bu yönü ile de İslam sanatı; derinlikten yüzeye, gerçekten stilizasyona yönelirken, (Yetkin:1953 s.33). batı sanatı; Giotto ile yüzeyde derinliğe, tecritten gerçeğe doğru tersi bir yol ile ilerlemiştir. ( Ghomrıch.1998 s:175)

Ortaçağ Türklerinin figüratif karakterli eserlerinin İslamiyet içerisinde stilizasyona uğraması İslam dininin putperestliğe karşı figürü yasaklaması ile olmuştur kanısı oldukça yaygındır. Yakın tarihimizde yapılan araştırmalar ve 1980’li yıllarda oryantalistler tarafından Kuseyr Amra’da bulunan duvar resimlerinin bulunmasıyla bu görüş farklılaşmaya başlamıştır. İslami yaşam içerisinde figürün hoş görülmemesi her ne kadar gerçek bir olgu ise de bu Kuranı Kerim’den daha çok hadislere dayanmaktadır. (Grabar, 1988 s:58). İslam tarihinde figür yapımı ile ilgili bir çok eser günümüzde bilinmektedir.

Örneğin;
* Hırbet-el Mefcer sarayındaki mozaikler,
* Hırbet-el Mefcer sarayındaki kuş heykelleri,
* Hırbet-el Mefcer sarayındaki rakkase heykelleri,
* Kasru’l hayri’l’in dış cephesindeki heykeller,
* Samarra Cevsaku’l hakani’nin duvarındaki figürlü resimler,
* Cevsaku’l Hakani’nin kubbeli holün dekorasyonları,
* 12.-13. yy. Selçuklu seramik tabakları,
* Tolunoğlu devrinden kalma keten üzerine hipopatam figürü,
* 12. yy.’da Fatımiler devrinde figürlerle dolu fildişi panolar,
* Fatımilerden kalma hayvan figürlü dokumalar,
* Tunus’taki Fatımi dönemi figür kabartma heykelleri,
* Fatımilerdeki figürlü sürahi,
* Fatımilerdeki hayvan heykelleri,
* Divriği Ulu Camii’nin batı cephesindeki taçkapı süslemeleri,
* Irak’ta Selçuklular’dan kalma insan figürlü kabartmalar.

Orta Asya nın komşusu olan bölgelerdeki Çin, Hint, İran gibi büyük kültür çevrelerinin etkileriyle zenginleşmiş; onları da etkileyerek evrensel seviyesini göstermiş olan Türk mimari faaliyeti, Gazneliler, ve Büyük Selçuklu devirlerinde de gittikçe teknik ve estetik kalitesini de artırarak islamın da azımsanmayacak etkisi ile gelişmeye devam etmiştir.(Arık, 1990 s:139)

Selçuklular döneminde İran tipi cami denilen camiler ortaya çıkmıştır.12. yy. ‘da önemli kentlerde ayaklı camilerin yeni planlarla (İslamiyet’le birlikte) inşa edildiği bilinmektedir. Bunun yanında 11. yy.’dan günümüze cami mimarisine Türklerin Orta Asya’dan getirdiği en belirgin öğe silindirik, poliganol yada yıldız biçimindeki minarelerdir. Yine köken olarak Orta Asya (İslamiyet öncesi) geleneklere bağlı kule yapıları da İslam mimarisine Türklerce taşınmıştır. Mimari bezemeler açısından tuğla minare, taşıyıcı gövdeye kaplanan, mozaik pişmiş tuğlanın olanak verdiği geometrik desenlerle süslenmektedir. Yatay kufi yazı şeritleri 11. yy.’da (İslamiyet’le) ortaya çıkmıştır. Mihrapların mozaik ile bezenmesi de Selçuklu döneminde gerçekleştirilmiştir. Medreselerin ve zaviyelerin ilk örnekleri de eyvanlı ev örneklerine dayandığı düşünüldüğünde islami eğitim kurumlarının , İslamiyet öncesi Türk mimarisine dayandığı görülmekte, mimari tarzınında Budist manastır geleneğine dayandığı bilinmektedir.

Orta Asya’dan gelen halı sanatı Selçuklular döneminde İslami kültürlerde yayılmaya başlamıştır. İslam estetiği ise halı sanatında uygulanan desen biçimlerini etkilemiştir. Türk halılarının keskin çizgili motifleri, yerlerini yumuşayan ve dalgalı çizgilere ve biçimlere bırakmaya başladığı örneklerden izlenebilmektedir. İlk dönemlerde hayvan motifleri görünse de zamanla ağırlık İslam bezemesinin arabesk biçimleri palmetler ve dolama dal kompozisyonlarına ayrıca yer yer kufi yazı bantlarına yerini bırakmıştır.

Lüsterli (yaldızlı) çini tekniği İslam kültürünün seramik yaratımıdır, ve çok yüksek bir soyutlama iradesi ve soyut desenle karşımıza çıkmıştır. Türk tarihinin çömlekçiliğinde önemli bir yeri olan Semerkant çömleklerinde de hiç insan figürü görülmemektedir. Tanınabilen hayvanlar(kuşlar) da çok azdır. Yine vahşi yaşam izleri taşıyan seramik bezemeleri noktalı dolama şeritleri ve palmetin vahşi türleri desenlere egemen olur. 12.-13. yy. seramikleri (Moğol istilası öncesi) Selçuklu çömlek sanatının zirve dönemidir ve bitkisel motifler İslam geleneğini yansıtırken zengin, yumuşak, eğrisel hareketli bir karakterdedir. Kullanılan yazılar keskin köşeli kufiden, çiçekli kufiye ilerde de nesih kullanımına kayacaktır. İnsan ve hayvan bezemeleri diğer öğelerde olduğu gibi karakter yapısını kaybederek, küçük boyutlu bezeme öğelerine dönüşür; yüzey arabesk devamlılığında ve hiç boşlu kalmayacak biçimde süslenilir. II. Dönem Selçuklu seramiğinde ise arabesk desenlerinin güçlü örneklerini taşıyan büyük kavanozlar nesihle yazılmış bordür panoları ile minyatüre en yakın teknik olan minai tekniği ile yapılan seramikler İslam etkisi taşımaktadır.

Türk resim ve heykel sanatında görülen İslami etki ise daha net ve keskindir. Büyük Selçukluların Rey sarayında ve Isfahan gibi merkezlerde alçıdan ve boyalı insan heykelleri yaptıkları duvarları süvari kabartmaları ile süsledikleri bilinmektedir. Ayrıca Konya şehir surlarında kabartmalar; Diyarbakır şehir surları ve Kayseri iç kale duvarlarında kabartma ve heykeller, Karatay hanı, Erzurum çifte minareli medrese, Divriği ulu cami ve şifahanesi gibi yapıların duvarlarında ve taç-kapılarında kabartmalar bulunmaktadır. Ancak 14.yy. dan itibaren bu örnekler azalmış, 15.yy. sonlarında ise artık hiç kullanılmamıştır.(Arık, 1990 s:139). İç Asya’dan orta Anadolu’ya gelen Türk kültürü içerisinde resim sanatı İran Selçuklu döneminde, (duvar resmi) neredeyse bıçakla kesilmiş gibi yok olur.

BAKINIZ Büyük Türk Devletleri - Büyük Selçuklular (Büyük Selçuklu Devleti)
Son düzenleyen Safi; 13 Mayıs 2018 03:15
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Şubat 2010       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Konya Adı


Konya adı Selçuklularla son şeklini alarak Türkçeleştirilmiştir. Kaynaklara göre eski adının değişik söylenişleri vardır. En önemlileri İkonion, İkonium’dur. Bu isimler bir mitolojik hikâye ile anlatılmaktadır. Darkot, aynı yerde bu ismin Frikya dilindeki “Kamania” kelimesinden geldiği iddiasına da yer verir.
Sponsorlu Bağlantılar
Antik dönem İkoniumu gibi Selçuklu Konyası’nın da bambaşka bir efsanesi vardır. Bu efsanede ejderha ve mitoloji ilahları yoktur. Onların yerini erenler almıştır. Anadolu fethine koşup, bu toprakları Müslüman- Türk vatanı haline getirenlerden iki eren… Burada aynı Anadolu ismi çevresinde örülen örgü, Konya içinde örülmüştür. Halen halk arasında anlatılan efsaneye göre, iki ermiş kişi uçarak seyahat etmektedirler. Maksatları yerleşecek güzel bir yer bulmaktır. Konya üstünden geçerken gördüğü bu beldeyi beğenen birisi diğerine “ Kon Ya Şeyh!” diye seslenir. Buradan şehrin adı Konya kalır.

Selçuklu Konyası


Tanpınar, Konya’yı “Çölde serap”, “bir rüya” şehir olarak değerlendirir. Selçuklu Konyasına şekil veren mihver noktası Alâeddin Tepesidir. Bilinen en eski iç kale de bu tepe üstündedir. Devletin yönetildiği şehrin kalbi olan cami, saray tepenin kuzey tarafında ve iç kalededir. Kale içinde bir duvarla ayrılan tepenin güney tarafında ise Hıristiyanlar kalmaktadır. Bu bölümde kiliselerde vardır .
Başkent olarak Konya’da bütün resmi, dini ve sosyal kurumlara yer verilmiştir. Selçuklu Konyasını bunların birinden diğerine gezip görmek tasavvur etmek zor olmasa gerektir. Devrinde İstanbul’dan sonra Anadolu’nun en büyük şehri olan Konya’nın o dönemki eserlerine göz atmaya çalışalım.

I.SİVİL MİMARİ
A.SARAY VE KÖŞKLER

1. Kubadabad Sarayı


Beyşehir Gölünün kuzeydoğu kıyısında Amanas Dağlarının eteklerinde kurulmuştur. Saray Alaeddin Keykubad tarafından o zaman av emiri ve mimarbaşı olan Sadettin Köpek tarafından yapılmıştır . İbni Bibi’ye göre; “Alâeddin Keykubad, Kayseri’den Antalya’ya giderken, Konya’dan geçip, Beyşehir gölü kıyısında cennetten güzel bir yer bulmuş, hemen burada şehir kurulmasını emretmiştir.1236’da av emiri ve mimarbaşı olan vezir Sadettin Köpek, sultanın çizdiği bir krokiye göre emri yerine getirdi.” .
1952 yılında Konya Müzesi Müdürü Zeki Süreyya Oral tarafından bulunmuştur. Daha sonra bilimsel araştırma ve kazılara K. Otto-Dorn başlamıştır. Otto-Dorn’un kazılarından sonra Mehmet Önder devam etmiştir. Son yıllarda sarayın bütününü kapsayan kazı çalışmaları Rüçhan Arık tarafından yapılmaktadır. Ona göre; saray irili ufaklı 16 yapıdan oluşmaktadır. Bunların bazıları, Büyük Saray, Küçük Saray, Köşk kalıntıları ve iskele yapılarıdır. Günümüze ulaşan yapılardan Büyük Saray ve Küçük Saray iyi durumdadır. Büyük Saray; kompleksin batısındadır. Bu bölümün ortasında geniş bir avlu(tören salonu) ona açılan eyvan(taht salonu) ve etrafındaki diğer yapılardan meydana gelmektedir. Bu bölümlerin, harem ve misafir kabul bölümleri olduğu sanılmaktadır. Küçük Saray; kompleksin doğusundadır. Girişi güneydedir fazla bir kalıntı yoktur .
Sarayın tezniyatı içinde alçı ve renkli cam süslemelerin yanı sıra sekizgen, dört köşe yıldız ve haç biçimindeki çini levhalar üzerinde ayakta ve oturmuş halde insan figürleri, çift başlı kartal, çeşitli kuş ve hayvan figürleri görülmektedir .

2. Alâeddin Köşkü


Köşk Alâeddin Camiinin kuzeyinde Karatay Medresesinin güneyindedir. Günümüze sadece bir bölümü gelebilmiştir. Kılıçarslan köşkü ya da “Alâeddin Köşkü” ve “Konya Köşkü” olarak adlandırılır. Köşk II. Kılıçarslan zamanın da yapılmış ancak Alâeddin Keykubad tarafından onarıldığı için Alâeddin Köşkü adını almıştır. Köşkün yalnız doğu duvarı kalmıştır. İlk araştırmaları F.Sarre yapmıştır. “Konya Köşkü” adlı kitabı dilimize çevrilmiştir. Daha sonra R.Oğuz Arık tarafından köşk çevresinde kazılar yapıldı. Mahmut Akok sarayın restitüsyonunu yapmıştır. Buna göre saray iki katlı, bazı bölümleri üç katlı, düz toprak damlı olarak tasavvur edilmiştir. Yılmaz Önge araştırmasında günümüze gelmiş kısmın seyir köşkü olabileceğini öne sürmüştür. Kazılarda stuko parçaları, figürlü duvar çinileri, seramik kaplar ortaya çıkmıştır.
Kaliteli çinileri, mermer harç ile yapılmış duvar süsleri yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Ancak örneklerin birçoğu çalınarak yurt dışına çıkarılmıştır. Bu örnekler günümüzde Almanya’nın Berlin, Fransa’nın Paris müzelerinde sergilenmektedir .

B.KERVANSARAYLAR

1.Sultan Han


Konya- Aksaray yolunda yer alır. Sultan Hanlarının en büyüğüdür. Kitabelerine göre I.Alâeddin Keykubad tarafından yaptırılmıştır(1229). Mimarı Muhammed bin Dımışki’dir. Bir yangından sonra 1278 yılında tekrar tamir edilmiştir .
Önde 61.75×49.35 m. Ölçülerindeki yazlık kısım ve arkada 55.15×32.90 m. Ölçülerindeki kışlık kısımdan ibaret olan yapı 4866 metrekarelik bir alanı kaplamaktadır. Tamamen kesme taştan inşa edilmiş hanın duvarları dört köşe kulelerle takviye edilmiştir . Bu görüntüsüyle tıpkı bir kaleyi andırır.
Güneyden ileri fırlayan taç kapı ile yapıya girilir. Avlunun etrafında revak ve kapalı hacimler bulunur. Ortada anıtsal köşk mescit yer alır. Yapının mermerden yapılmış portalinde zengin taş süslemeciliği görülür. Geometrik bordürler ağırlıktadır. Renkli taş malzemeye de yer verilmiştir .

2.Zazadin Han


Alâeddin Keykubad’ın son yılında, vezir ve mimar Sadettin Köpek tarafından başlanan, Konya- Aksaray yolunda, Zazadin(Sadettin) Han, 634(1237)’de tamamlanmıştır. Han bugün Konya merkez kazasına bağlı Tömek nahiyesinin merkezi olan Tömek köyünün sınırları içindedir.
Çok uzun avlusu (17 ×54 m.) ve küçük hol kısmı (22 ×28 m.) ile nispetsiz bir planı vardır. Yana alınan portalle cephe, aynı hizadaki avlu ve hol boyunca adeta sonsuzluğa uzanıyor gibidir. Mescit, portal üzerindedir. Mihrap duvarı, mimari süslemelerin en zengin olduğu yerdir. Atlamalı olarak kırmızı ve boz renk taşlardan dekoratif portalları, iki kitabesi ve yıkılmış olan mukarnas tromplu hol kubbesi dışında belirli süsleme yoktur . Tepesindeki fener kulesi geminin kısa ve kalın bacasına benzemektedir.

3.Horozlu Han


II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in oğlu II. İzzettin Keykavus’un atabeyi, Emir Camedar Eseüddin Ruzapa’nın, Konya’nın 6 kilometre kuzeyinde, Tayyare Meydanının güneyindedir.
Cankurtaran kulesine ve bir deniz fenerine benzeyen endamlı kulesi ile Konya ovasının çok uzaklarından görülür. Tonoz biçiminde sade portal nişinin mermer kitabe taşı, yazılmadan boş bırakılmıştır. Avlusu tamamen yıkılmış, hol kısmı da çok harap halde iken son yıllarda 1956’da tamir görmüş ancak restorasyon başarılı olmamıştır.
Selçuklu başşehri Konya’nın Horozlu Hanı Osmanlı başşehri İstanbul’un Davut Paşa Kışlası ve Kasrı gibiydi. Bir hükümdar, bir ordu, bir devlet ulus ve ağır bir misafir Konya’ya girip çıkarken burada karşılanır ve buradan uğurlanırdı. Hanın önüne sık sık çadırlar kurulup kaldırılırdı.

4.Kızılören Han


Beyşehir yolunda I.Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Emir Kutluh? tarafından 1206 yılında tamamlanmıştır. Üç nefli kapalı holü daha geniştir. Önünde kenarları taştan ve iki yanda eyvan şeklinde dörder revaklı geniş avlu ile köşeleri dolduran tonozlu dikdörtgen birer oda, ileri fırlamış iki katlı giriş cephesiyle değişik bir planı vardır.
Üst katta dört kemerli çapraz tonozlu mescidi ile sade taş süslemeli mihrabı ile oda kapılarındaki süslemeler görülen diğer yenilikleridir. İki katlı avlu cephesi ve yüksek kulelerle takviyeli duvarların sarı ve kırmızı kesme taşlardan muntazam yapısı ayrıca dekoratiftir .
Hanın kapısı Türk ananesine uyularak doğuya açılmaktadır. Han tek bir tuğla kullanılmadan sadece taş malzeme ile inşa edilmiştir.

5.Obruk Han


Konya- Aksaray yolu üzerinde Obruk köyündedir. XIII. Yüzyılın ortalarına tarihlenmektedir.
Açık ve kapalı kısımlarından meydana gelir. Cephe üzerindeki den dan dizileri yapıya kale görünü vermektedir. Mescidi portalın üzerindedir.
Kapalı bölüm orta sahına dik, cephe duvarına paralel sekiz sahından meydana gelmiştir.

6.Dokuzun Han


Konya- Akşehir yolunda 24.km. de, Selçuk Üniversitesi kampusunun bitimindedir. Kitabesine göre Ribat olarak Emir Hacı bin Ebubekir tarafından 1210 tarihinde yapılmıştır. Mimarı Osman bin Abdurrahman’dır. Son yıllarda avlusu kazılarak planı belirlenmiştir. Kapalı kısım üç sahınlı olup restore edilmektedir.
7.Altınapa Han
Han Konya- Beyşehir yolu üzerinde şehir merkezinden 22 km. uzaklıktadır. Altınapa baraj sularının altında kalmıştır. Vakfiyesine göre devlet adamı Şemseddin Altınapa tarafından 1201 yılında yaptırılmıştır.
Avlu ve kapalı kısmı aynı büyüklüktedir. Giriş kapısının solunda bir eyvan üzerinde mescidi yer alır. Kışlık kısım cephe duvarına dik olarak üç sahınlıdır.

C.HAMAMLAR

1.Sultan Hamamı


Konya dış kalesinin Larende kapısı önüne rastlayan Sahip Ata manzumesi içinde bulunan bu hamama (Hamam-ı Sultani),(Sahip Ata Hamamı),(Sultan Hamamı),(Larende Kapısı Hamamı),(Larende Hamamı)da denilir. Bugün üstüne Şifa Sultan Hamamı levhası asılmıştır. Hamam Selçuk hamam mimarisinin şaheser bir örneğidir. Erkek ve kadın tarafları bulunan hamamların ortalarında keçe dövmeye yarayan bir kısım daha vardır. Hamamın bu kısmı son tamiri sırasında erkeler ve kadınlar hamamlarına verilmek suretiyle yok edilmiştir.
Hamamın hiçbir yerinde yapıldığı tarihi, yapanı ve yaptıranı gösteren hiçbir kitabe yoktur. Hamam; 1258–1279 yıllarında batısındaki Sahip Ata Hankahı, Mescidi ve türbesi için gelir olarak yaptırılmıştır. Mescidi, Hankahı ve türbeyi Külük bin Abdullah yapmıştır. Bu hamamında aynı mimarın eseri olduğu kabul edilmektedir.

D.SARNIÇLAR
Konya’da Selçuklular devri çeşmelerinden bugüne kadar ulaşan, özellikleri tespit edilebilecek bir çeşme gelememiştir. Zamanla harap oldukları için Osmanlı döneminde yıktırılıp yeniden yaptırılmıştır.
Çeşmelerin dışında sarnıçlarda Konya’nın içme suyunu temin açısından önemli idi. Selçuklular devrinde devamlı akarsu ve kuyu olmayan yerlere sarnıçlar yapılmıştır. Depoları toprak altında bulunan sarnıçlara su, ilkbaharda kar, yağmur suları veya yakından geçen ırmaktan alınırdı. Bir kısmına taş merdivenle inilerek bir kısmında da kova ile çekilerek su alınırdı.
Selçuklu Konya’sının belli başlı sarnıçları Hoca Fakih Sarnıcı, Akyokuşun başlangıcında Divler Sarnıcı, Kovanağzında Şerafettin Sarnıçlarıdır. Bunlar halen mevcut olup koruma altına alınmaları gerekir.

E.KÖPRÜLER

1.Meram Köprüsü


Konya’nın bağlar mesire yeri Meram’da küçük bir su üzerinde kurulmuştur. Düz köprüler grubuna girmektedir.
Dört gözlüdür. Her iki yaka aynı seviyede olduğu için yuvarlak formlu basık kemerler kullanılmıştır. XIII. Yüzyıla tarihlenmektedir.
Yol güzergâhlarının değişmesi, ulaşım araçlarının gelişmesi geniş ve ağır araçların oluşu yüzünden tarihi köprüler terk edilmiştir.

II.EĞİTİM MİMARİSİ

A.MEDRESELER

1.Karatay Medresesi


Medrese Ferhuniye Mahallesinde Alâeddin köşkünün kuzeyinde Tolaltı Sokağından Memleket Hastanesine giderken soldadır .
Emir Celaleddin Karatay tarafından 1251 yılında yaptırılmıştır. Eser II. İzzettin Keykavus döneminde yaptırılmıştır. Bu tarihte Karatay atabeylik yapmakta ve saltanat üç kardeşle birlikte sürdürülmektedir. Karatay Medresesinin taç kapısı ak ve mavi mermerden yapılmış olup uyumlu boyutları ve üştün taş işlemeciliği ve süslemeleriyle gerçek bir başyapıttır. Medrese kapalı avlulu Selçuklu medreseleri tipindedir, 24 ×32m. Dikdörtgen planlı tek katlı ve revaksızdır. Taç kapıdan kubbeli odaya ve oradan kubbeli avluya geçilir. Ana eksenin iki yanında üçerden altı hücre bulunmaktadır. Karşıda bütün ve çok görkemli evyen, onun iki yanında 2 kubbeli oda vardır. Soldaki Karatay’ın Türbesi, sağdaki kışlık dersliktir. Eyvan yazlık derslik olarak kullanılmıştır. Büyük kubbe kara ve mor çinilerle kaplanmıştır. Kubbenin altında bir havuz vardır.
Bu yapıtın mimarı ve taş, çini ustaları ne yazık ki bilinmiyor. Selçuk mimarisinin taşı, sade ve sırlı tuğlayı, çiniyi birbirine kaynaştıran ve ahenkleştiren en güzel örneğidir. Günümüzde medresenin ancak taş kapısı, büyük kubbe, eyvan ve türbe gelebilmiştir. Yıkılan hücreler taşla örülmüştür. Medresenin ilk müderrisi Şemseddin Mardini ve muidi ise Zeyneddin Abdülmümin’dir.

2.İnce Minareli Medrese


Yeri; Alâeddin Tepesinin batısında Beyhekim Mahallesindedir. Darülhadis, mektep, mescit ve minareden oluşan kuruluş Konyalı Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından Külük bin Abdullah’a yaptırılmıştır. Türk geleneğine göre kapısı doğuya açılır.
Hadis öğrenimini amaçlayan medresenin taç kapısı kesme Sille taşından yapılmış olup taş işçiliği yönünden eşsizdir. Girişin kuzey yanında minareye kadar uzanan mektep yer alır. Uzunluğu 5,3 m. Olan mektebi iki pencere aydınlatır. Minareden sonra mescidin son cemaat teri başlar. Mescidin bağımsız kapısı vardır.
İç kapıdan girince ortasında havuz bulunan avluya varılır. Üstünü örten büyük kubbe mavi, lacivert, mor, koyu yeşil çinilerle süslenmiş çok güzel bir kompozisyon oluşturmuştur. Kubbenin tepesi göğe açık bırakılmıştır.
Minare 50 m yüksekliğinde iki şerefeli iken 1901 yılında ardı ardına düşen iki yıldırım ile birinci şerefeden sonraki kısım yıkılmıştır.
Milli Eğitim Bakanlığı 1954 yılında onarıma almış ve 1956 da Darülhadis ahşap eserler müzesi haline getirmiştir.

3.Sırçalı Medrese


Yeri; Alâeddin Tepesinin güneyinde Gazi Alemşah Mahallesinde kendi adıyla anılan ve Larende Caddesine çıkan cadde üzerindedir.
Anıtsal yapısıyla, iki katlı, eyvanlı simetrik ve dengeli planı ile Sırçalı Medrese klasik Selçuklu medreselerinin ilk örnekleri arasında yerini alır. Açık avlulu ve revaklıdır. Çini (sırça) süslemelerin çokluğu nedeniyle adı halk arasında Sırçalı Medrese’ye çıkmıştır.
Medrese 1242 de II. Alâeddin Keykubad’ın lalası Bedreddin Muhlis tarafından fıkıh medresesi olarak yaptırılmıştır. Mimarı Muhammed bin Osman el Tusi’dir . Türbesi sağda önde ve girişin yanındadır. Medrese taç kapı, avlu, evyan ve revaklardan oluşur. Cephesi 17 m derinliği 30,5m dikdörtgen planlıdır. Taç kapı bir taş işçiliği başyapıtıdır.
Dikdörtgen avlunun iki yanında dörderden sekiz talebe hücresi vardır. Girişin karşısında çinilerle süslü büyük ve görkemli eyvan göze çarpar.
Sırçalı Medreseye bu adı veren güzel çinileridir. Sırçalı Medrese 1969’da son olarak restorasyonu tamamlanarak mezar anıtları müzesi olarak hizmete girmiştir.

4.Ali Gav Medresesi


Yeri; Alâeddin Tepesinin kuzey yanında, Karatay Medresesi çevresinde, Atatürk Kız Lisesi arka bahçesine bitişik yerdedir.
Kalıntı binalarda yazıt yoktur. Bir zamanlar zaviye olarak kullanılmış XII. yy sonlarında ya da XIII. yy başlarında yapıldığı sanılıyor. Zaviyeden kalanlar iki mermer sütuna dayanan tonoz kubbeli giriş, solunda mescit olarak kullanılan kubbeli oda, sağında türbe, sol yanında kara damlı kerpiçten yapılmış 8 hücre vardı. Zaviye olarak yaptırılan bina daha sonra Bektaşi tekkesi olarak kullanılmıştır.
Ali Gav’ın kimliğine ait bilgiden yoksunuz. Zaviye Konya valisi Ferit Paşa(1989–1902) medrese açmak amacıyla Hadimli Hoca diye ünlü Mehmet Vehbi (Çelik) ‘ye vermiştir. Vehbi Hoca halkında katkılarıyla zaviyeyi onartmış 8 olan hücre sayısını 12’ye çıkarmıştır. Vali medreseye Mahmudiye Medresesi adını vermiştir.
Ali Gav Medresesi 1983’te onarılmış. Yapılan kazılarda ve incelemelerden sonra Konya’daki kapalı avlulu medreselerin ilki olduğu sonucuna varılmıştır. Medrese 1996 yılında yeniden onarıma alınmıştır.

III.DİNİ MİMARİ
A.CAMİLER

1.Alâeddin Cami


Alâeddin Cami adını verdiği tepenin kuzeydoğu köşesine, köşkün güneyine inşa edilmiştir.
XII. yüzyıl ortalarında yapılan en eski Selçuklu cami olan eser, sonrada yapılan tamir ve eklemeler nedeniyle plan açısından bir bütünlük arz etmemektedir. Başlangıcı Sultan Mesut ve II. Kılıçarslan devirlerine giden cami Alâeddin Keykubad tarafından tamamlanmıştır.
Biri Büyük Selçuklu ve Artuklu camilerinde görülen mihrap önü kubbeli ve eyvanlı, diğeri doğusunda kıble dubarına paralel uzanan altı sıra kemerler üzerine düz çatı ile örtülü geniş iki ana bölümden müteşekkildir. Caminin kuzeyinde bulunan avlu dıştan kuşatma duvarı ile çevrilidir .
İlk camiden kalan, tarihi kitabesi ile tek orijinal eser abanoz ağacından birbirine geçme şahane minberdir. Kapısının aynalık kısmında güzel bir kufi ile Sultan Mesut’un mütevazı kitabesi vardır .
Camide çok değişik yapı malzemesi kullanılmıştır. Kuzeyindeki avlu duvarında mermer malzeme görülür. Caminin diğer duvarları moloz taş malzeme ile örülmüştür. İçerdeki taşıyıcı ayakların büyük bir kısmı devşirmedir. Bir sergiyi andıran cephesindeki kitabeler Zeki Oral tarafından neşredilmiştir. İnşaatı idare eden Keykavus’un atabeyi Atabek Ayaz’dır. Mimarı Muhammed bin Haylan el-Dımışkî’dir. Çini mihrabı ve çini süslemeyi Kerimüddin Erdişah yapmıştır. Mimarı’nı Şamlı oluşu nedeniyle avludaki taç kapı Suriye özellikleri gösterir .

2.İplikçi Cami


Cami, Alâeddin Tepesinin doğusunda Kürkçü Mahallesinde Cumhuriyet alanından Hükümet konağına giderken caddenin sağındadır. Cami yeni cadde açılırken çukurda kalmıştır. Eskiden mabedin önünden Mesciler içine giden şimdiki kapının seviyesinde bir yol vardı. Buradan geçenlerin gözleri tamamen tuğla ile yapılan bu binanın üstünde düğümlenirdi. Kapısı kuzeye açılan caminin içten içe eni 37.90, derinliği 20.60 doğuda 20.15metredir. Kuzeyine birisi kapısının üstünde olmak üzere yedi, kıblesine dört, doğu ve batısına ikişer pencere açılır. Kıblesine ve kuzeyine altışar oluğu vardır. Caddeden mabedin avlusuna 10 basamaklı taş merdiven ile inilir.
Çinili mihrabı, taş duvar ve taş fil ayağı bakiyeleri ilk camiye aittir. Bu camiyi Tebrizli Ebu’l-Fazl Abdülcebbar yaptırmıştır.
En son 1945 yılında Müzeler Müdürlüğünce bugünkü şeklinde onarılan cami, 1951 yılında Konya Müzesi Klasik Eserler Şubesi haline getirilmiştir. Halkın ısrarlı istekleri üzerine 1960 yılı şubatında içindekiler boşaltılarak yeniden ibadete açılmıştır.

3.Sahip Ata Cami ve Külliyesi


Alâeddin Tepesinin güneyine rastlayan Larende Mahallesi Meram yolu üzerindedir. Ünlü Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahreddin Ali’nin yaptırdığı birçok vakıf eser arasında en ehemmiyetlisi Konya’daki külliyesidir. Külliye, cami, türbe, hankah, hamam, çeşme ve dükkânlardan oluşmaktadır.
Cami külliyenin en eski yapısıdır. Kitabesine göre Mimar Külük bin Abdullah tarafından yapılmıştır. Esas yapı 19. yüzyılın sonlarına doğru yanmıştır. Bugünkü düz çatılı beş sahınlı yapı yanan caminin yerine yapılmıştır. Eski caminin kıble duvarı, mihrabı ve anıtsal portalı günümüze gelebilmiştir .
Portalındaki kitabede İzzettin Keykavus II. Zamanında yapıldığı yazmaktadır. Buna göre Anadolu Selçuklularının bilinen ilk ağaç direkli camisidir. Taş, tuğla ve çini süslemelerle Anadolu’da sağlam durumda ilk çifte minareli portal de burada ortaya çıkmıştır. Biri daha sonra yıkılmıştır. Çini mihrap döneminin en iyi örneklerinden birisidir. Ayrıca eski camiden ahşap kapı kanatları da günümüze gelebilmiştir. 1238 yılında tamamlanan türbe ve hankahın eklenmesi ile yapı külliye şeklini almıştır.

4.Sadreddin Konevi Cami


Cami Konya istasyonundan şehre inerken Ziraat abidesine varmadan sola sapan ilk sokağın tam karşısındadır. Caminin güneye açılan kapısı adi dış çerçevelidir. Üstünde iki kitabe görülür.
Kapının sağındaki minaresinin küpüne kadar olan kısmı taş, üstü tuğla ile yapılmıştır. Şerefe altı düz ve basittir. Minarenin Osmanlı eseri olduğu inşa ve malzeme tarzı ve hususiyetlerinden anlaşılmaktadır.
Mabedin kıble duvarı gibi diğer duvarları adi taşla yapılmıştır. Mabedin kıble tarafına beş, soluna yedi, sağına iki pencere açılmaktadır. Üstü üç boğdam halinde ağaç örtülü damdır. Avlu kapısından yine kara dam örtülü geniş bir sahaya girilir.
Mabedin mihrabı Selçuk çinilerinin en güzelleriyle ve gönül avlayanlarıyla süslüdür. Bu çinilerde mavi ve siyah renklerin hâkimiyeti vardır.

B.MESCİTLER

1.Taş Mescit


Selçuklu veziri ve Hassa Hazinedarı Hacı Ferruh tarafından 1215’de Ramazan bin Küneş el Kayseri olarak kitabede adı geçen Kayserili bir mimara yaptırılan mescit bu kadar erken bir tarihte taşa işlenmiş Selçuklu portal ve mihrabın ilk zengin örneklerini göstermektedir. Cephe ile aynı hizada kalıp dışarı taşmayan portal mermerden yapılmıştır. Tonozlu bir medhal kısmından meydana gelir. Kubbesi yıkıldığı için erine ahşap örtü yapılmıştır.

2.Karatay Mescidi


Mescit, Hoca Fakih manzumesi bitişiğinde 1248 yılında Celaleddin Karatay’ın kardeşi Kemaleddin Rumtaş tarafından zaviyesi ile birlikte yaptırılmıştır. Kesme taştan mescit duvarının üstünü tek bir tuğla kubbe örter. Pencere alınlıkları, kubbe içi çinilerle kaplı iken dökülmüş ve sadece izleri kalmıştır. Yapıldığı zaman Konya surları dışında fakat Konya- Beyşehir yolu gibi işlek bir cadde üzerinde idi. Zaviyesi yıkılan mescit, günümüzde Şeker Fabrikasının arka kapısı karşısında, daha önce bahsedilen Hoca Fakih manzumesinin yanındadır. Hepsi aynı avlu duvarı içine alınarak onarılmış bulunmaktadır. Son senelerde kubbeye paratoner yerleştirirken çinileri bozulmuştur. Mescit ibadete açık değildir.

3.Sakahane (Şifahane) Mescidi


Konya Adliye Sarayının batı yönünde, Süt Tekkesine varmadan sol taraftadır. Yanlışlıkla Sakahane Mescidi denen mabet, Alâeddin Darü’ş-şifası’nın mescit bölümüdür. Taş ve tuğladan, kare plan üzerine tek kubbeli olarak yapılmış bir Selçuklu eseridir.

4.Beyhekim Mescidi


Selçuklu Sarayının başhekimi olan Ekmeleddin tarafından yaptırılmıştır. Mevlana ve ailesininde saygı duyduğu doktorları olan Beyhekim’in türbesi, mescidinin girişinde sağ taraftadır. Mescidi tuğla örtülü bir kubbe örter. Mescidin içi, kubbesi, türbe kısmındaki kapılar çini kaplı iken dökülmüştür. “Selçuklu Çini Mihrapları grubunun son şaheseri” olan çini mihrabı ise almanlar tarafından çalınmıştır.
Bu güzel mescidin Türk ağaç işçiliği ve oymacılığının mükemmel örnekleri olarak bazı parçaları Konya Müzesine kaldırılmıştır. Mescidin orijinal mihrap, pencere ve kapıları bulunmamakla birlikte ibadete açıktır.

5.Beşarebey Mescidi


Alâeddin Tepesinin kuzey tarafında Ferhuniye Mahallesindedir. Mescit Konya’nın dış surunun Ertaş=Çaşnigir adlı kapısının iç tarafına şehrin çok işlek bir yolu üzerine kurulmuştur. Mabedin alt kısmı taşla sağır kubbesi tuğla ile yapılmıştır. Dışı sıvandığı için kesme taşla mı yoksa adi taşla mı yapıldığı anlaşılmıyor. Kubbe örülürken içerden tuğla ile zarif şekiller verilmiştir. Kubbenin üstünde tuğladan kabartma ve çıkartma süsler vardır. Mabedden kıble tarafına iki ve soluna bir pencere açılır.
Mabedin önünde iki kubbenin örttüğü son cemaat yerinin bulunduğu yıkılan kubbelerin istinad kemerlerinin izlerinden açıkça anlaşılıyor. İmdi burası saç ile örtülüdür.
Kitabeye göre mescit 1219 yılında I.Keykavus zamanında Ahurbeyi Zeynüddin Beşare tarafından yapılmıştır.

6.Sırçalı Mescit


XIII. yy ikinci yarısından kalma olan mescit tipik bir Selçuklu eseridir. Adını çini süslemelerinden alır. Selçuklu çini mihraplarının en güzel örneklerinden birini taşımaktadır. Giriş bölümü iki sütunla üç bölümlüdür. Harim ile giriş bölümü arasında iki pencere vardır. Kubbelidir. Tuğla işçiliğinin önemli bir misali olan kubbesi, tuğlaların iç içe yıldızlar meydana getirecek şekilde sıralanmasıyla örülmüştür.
Bir ara çevresinde debbağlar bulunduğu için Debbağhane Mescidi diye anılmıştır. Mihrabındaki muhteşem çini göbekler çalınarak Konya’daki bir konsolos tarafından Avrupa’ya kaçırılmışsa da birçoğu durmaktadır.

7.Tahir İle Zühre Mescidi


Gazi lisesinin kuzeyinde yer alır. XIII. yy sonlarına tarihlenir. Plan bakımından doğudaki giriş kısmı, türbe ve kare planlı harimden meydana gelmiştir. Mescidin duvarlarının yapımında moloz taş ve tuğla kullanılmıştır.
Giriş kısmı tonoz, türbe ve harim kubbe ile örtülüdür. Kubbeye geçişler Türk üçgenleri ile sağlanmıştır. Mescidin çini mozaik mihrabı ve çini mozaik süsleme izleri Sırçalı Mescitle benzerlik gösterir.

8.Zevle Sultan Mescidi


Beyhekim Mahallesinde Yaka ve Zindan Kale yolu üzerinde köşe başındadır. Karşısındaki meydanda 12 Mayıs 1341’de yapılmış bir çeşme vardır. Mescit tamamen tuğla ile yapılmıştır. Üstünü örten tek ve sağır kubbe son zamanlarda çimento ile sıvanmıştır. Sağ tarafında bir, kıble tarafında altlı üstlü iki pencere vardır. Kapısı kırmızı ve mavi damarlı kıymetli bir taşla sövelenmiştir. Kapının üstünde başka bir mimari eserden nakledildiği anlaşılan kabartmalı ve oymalı bir firiz vardır.
Kitabesinde tarihi ve yaptıranın adı yoktur. I.Alâeddin Keykubad zamanında yapıldığı kabul edilmektedir.

C.TÜRBELER VE KÜMBETLER

1.Mevlana Türbesi


Bugün müze olan Mevlana Türbesinin yeri Alâeddin Keykubad ‘a ait bir gül bahçesi iken, Mevlana’nın babasına verilmiştir. Sultanü’l-Ulema Baha Veled, 1231’de vefat edince buraya gömülmüştür. Mevlana’nın vefatından sonra ise 1273 İlhanlı Emir Pervane tarafında dört fil ayağına istinad eden piramit şekilli Türbe yapılmıştır.
Mevlana’nın müridi Muinüddin Pervane, karısı Gürcü Hatun ve Emir Alameddin Kayzer, türbenin yapılmasına ön ayak olmuşlardır. Türbenin ilk mimarı Bedreddin Tebrizi’dir.
İlk yapı baldeken tarzındadır. Mevlana’nın sandukasının tasarımını mimar Ahdülvahid bin Selim, tarafından yapılmıştır. Uygulayıcısı Hümamüddin Muhammed bin Künnak el- Konevi’dir. Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey ilk külahını kaldırıp bugünkü dilimli Külahı yaptırmıştır(1397). Bunun yapımcısı Akşehir Seyyid Mahmut Hayrani Türbesinin de mimarı olan, Ahmet bin Abdullah bin Asli olmalıdır.
Fakat bugünkü türbenin Tebrizi’nin türbesi ile ilgisi azdır. Çeşitli devirlerde gerek mimari gerekse süsleme bakımından birçok değişiklik, tamir ve ilaveler geçirerek büyük bir manzuma halini almıştır.

2.II. Kılıçarslan Kümbeti


Alâeddin Camisinin kuzey avlusu içindedir. İçinde yata sekiz ünlü Selçuklu Sultanı yanında, yapıtın ölçüleri bakımından da, Türkiyedekilerin en büyüğüdür. Yapı ongendir. Kümbetin doğuya bir penceresi vardır. Asıl kapısı kapatıldığı için burası kapı gibi kullanılmaktadır. Gövde içi planı daireseldir.
Kümbet iki katlı olup alt katın kapısı, aynı yönde, üst katınkinin altındadır. Kümbetin kuzeydoğu yöndeki kemerinin üstünde yapının mimarını, Cuhalı Abdulgaffar oğlu Yusuf’u okuyoruz. Konyalıya göre Cuha Bağdat’ın güneyinde bir köy, Aslanapa ise Hocenli, olduğunu Hocend (Nişabur veya Semerkant’a bağlı yer) derler.
Kapının üzerinden başlamak üzere lacivert zemin üzerine harflerle Ayetel Kürsi yazılı çini dolaşır.
II. Kılıçarslan’ın sağlığında yapıldığı düşünülerek 1190 yılında yapıldığı söylenebilir. Üst katta iki kuzeyde, altı güneyde olmak üzere sekiz sanduka vardır. Bunlar sırasıyla;
II. Kılıçarslan,
I.Gıyaseddin Keyhüsrev
Rükneddin Süleymanşah,
III. Kılıçarslan,
I.Alâeddin Keykubad,
II. Gıyaseddin Keyhüsrev,
IV. Kılıçarslan,
III. Gıyaseddin Keyhüsrev’idir.
Kümbet uzun yıllar bakımsız kalmıştır ve sanduka üzerindeki çiniler bile dökülmüştür. Külahı firuze(camgöbeği) renklidir. Sema ile uyum vardır.

3.Gömeç Hatun Türbesi


Bu türbe Konya’nın kuzeyinde Musalla Mezarlığının başlangıcındadır. Türbe kalenin tak kapısı halinde alt tarafı kısmen sekiz ve kısmen dokuz sıra muntazam kesilmiş, iri kırmızımtırak taş, üstü tuğla ile yapılmıştır.
Cephe ve eyvan kemerlerinin içi tamamen çini mozaiklerle süslü idi. Türbenin altı birçok Selçuk türbeleri gibi cenazelik ve mumyalıktır. Birinci katın üstünde Gömeç Hatun’un bir sandukası vardı, sandukanın çini kaplı olduğu muhtemeldir.

4.Kalender Baba Türbesi


Türbe Kalenderhane Mahallesinde Musalla Caddesinde Kerim Bayraktar’ın evinin bahçesindedir. Türbe sekiz cepheli ve mahruti kubbelidir.
Türbenin yalnız temelinde bir sıra halinde taş kullanılmış, her tarafı ve kubbesi tuğla ile yapılmıştır. Kubbe eteğinde de bir sıra halinde saçak gibi taş kullanılmıştır. Türbenin ikinci katı ve bodrumun kapıları şimale açılır. Burada üç geniş hava değiştirme deliği vardır.
Türbenin hiçbir yerinde yapanı, yaptıranı ve içinde yatan kişinin hüviyetini inşa ve ölüm tarihini gösteren hiçbir kitabe yoktur.
Biz bu türbenin Ebubekir Niksari isimli bir âlime yapıldığını Turgut oğlu Pir Hüseyin Bey’in 1428 Vakfiyesinden öğreniyoruz. Halk arasında bu türbe Kalender Baba türbesi diye bilinmektedir.

5.Tavus Baba Türbesi


Konya Meram da Meran Camiinin bitişiğindedir. İçi tuğla, dışı taşla yapılmıştır. Selçuklu meşayihinden olan Tavus Baba’nın Hintli Şeyh Tavus Mehmet adlı bir zat olduğu, Alâeddin Keykubad zamanında Konya’da vefat ettiği son senelerde ortaya çıkmıştır.

6.Ateşbaz Türbesi


Konya’nın batısında Havzan yöresinin üstünde adını verdiği semttedir. Eski Meram yolundan Aşkana sapan yolun sağındadır. Türbenin avlu kapısı güneye açılır.
Sekiz yüzlü türbenin altı tamamen muntazam ve kırmızımtırak kesme taş, mahruti olan üst kısmı tuğla ile yapılmıştır. Türbenin ve altında cenazelik, bodrum katının kapıları kuzeye açılır. Bu bodrum katının kapısının kemeri yekpare taştır. Burada Ateşbaz’ın merkadı görülür. Üstüne tuğla ile bir sanduka yapılmış ve adi harçla sıvanmıştır. Bu katın kapısının sağında ve solunda ikişer basamaklı merdivenle asıl türbenin kapısına çıkılır. Türbenin mahruti kubbesi eşleri gibi çok yüksek ve sivri değildir. Bu çok enteresandır. Kıble tarafında tek bir penceresi vardır.
Ateşbaz şöhretini taşıyan zatın adı Şemseddin Yusuf babasının ki İzzeddin’dir. Bu zata Ateşbaz adının niçin verilmediği bilinmemektedir.

7.Tacülvezir Kümbeti


Alâeddin Tepesinin kuzeybatısında Beşarebey Mescidinin 200m kadar batısında Ferhuniye Mahallesindedir. Çevresi yeşillendirilmiş olup şimdi Fuar alanı içinde kalır. Sekizgen gövdeli kümbetin yerden 1.70m’lik alt bölümü sıralı moloz taş duvar, yukarısı ve külahı tuğladır. Güneydoğu yönündeki kapısından girilir.
Kümbetin içi sekizgen planlıdır. Batı, kuzey ve kuzeybatı yönünde birer üst penceresi vardır. Yerden 5.50m yukarda düz bir bilezikle çıkıntılı olarak başlayan balıksırtı örgülü olup, yarım daire kesitlidir. Yakın bir tarihte onarılan külahın bitimi hatlıdır. Uydurma bir âlem eklenmiştir.
Kümbetin içinde üç tane mezar vardır. Biri 1337’de ölen, Tacülvezirin torunu Celaleddin Kasım Beyindir. Kasım Bey’den beş yıl sonra ölen Tacülvezirin torunu 1342’de Şeyh Sureti’nindir. Üçüncü mezarın kime ait olduğu ve tarihi bilinmemektedir. Bazı kaynaklarda dört mezar olduğu söylenir.

8.Sadreddin Konevi Türbesi


Konevi’nin gömülü olduğu türbe camisinin solundadır. Camiden buraya iki pencere açılır. Türbenin üstü mahruti şekilde yapılmış ağaç kafeslidir. Kıble tarafının duvara işlenmiş olan mermer şebekesi tamamen kırılmıştır. Türbenin kuzeye açılan kapısının söveleri som beyaz mermerdir. Sadreddin Konevi’nin sandukası mermerden yapılmış baş ve ayakuçlarına baklava şeklinde kitabesiz iki küçük taş konulmuştur. Türbenin önündeki sahınlığın zeminleri 1317 tamirinde mezar taşlarıyla döşenmiştir. Kapısının sağında üstünde zarif bir hançer kabartması bulunan sandukanın bir kanadı döşeme olarak kullanılmıştır.
Türbenin umumi heyeti ile Selçuk devrinin çok kıymetli bir eseridir. Türbeden mabede açılan pencerenin tahta kapakları da o devrin şaheser yadigârı idi.

9.Emir Nureddin Türbesi


Konya’da Sephavan Mahallesinde bulunan Emir Nureddin türbesinin yapım tarihi bilinmemektedir. Kitabesinin Selçuk sülüsü olduğuna bakılarak o dönemde yapıldığı kanaatine varılır.
Emir Nureddin türbesi sekiz köşeli plan üzerine kesme taşla, gövde üzerindeki sekizgen piramit külah ise tuğla ile yapılmıştır. Türbe kapısının altında cenazelik bulunmaktadır.

10.Şems-i Tebrizi Türbesi


Türbe Şems mahallesinde idi. Türbe ile bitişiğindeki mescit halen mevcuttur. Şems Türbesi, Selçuklu Türbeleri tipinde olup üzeri kurşunlu piramit bir külah kaplamaktadır. Altında cenazelik bölümü bulunmaktadır.
Mevlana’nın yakın dostu olan Şems-i Tebrizi Hazretleri Konya’da öldürülmüş, bugünkü türbesinin bulunduğu yer gizlice gömülmüştür. Daha Selçuklular zamanında buraya türbe ve zaviye inşa edilmiştir. Karamanoğuları ve Osmanlılar döneminde tamir edilmiştir.
Şems türbe ve zaviyesinin önü zamanla mezarlık haline gelmiştir. Cumhuriyet döneminde mezarlık kaldırılarak park yapılmıştır.

11.Ulaş Baba Kümbeti


Konya’dan Ankara yoluna çıkışta Kalender Mahallesinde Musalla mezarlığına varmadan Kalender Baba Türbesini geçince onun hizasında kaldırım kenarındaki kümbettir. Sekizgen gövdeli ve tuğla külahlı yapının oldukça güzel bir görünümü vardır.
Kümbet, dik külahıyla, bezeli taş duvarlarıyla oranıyla güzel ve ağırbaşlı bir görünüme sahiptir. Örnekleriyle karşılaştırdığımızda 13.yy 2.yarısı olarak tarihlenmesi uygundur.
Ulaş Baba’nın kim olduğu “ulaş” sözcüğünün “kalender” gibi bir unvan olup olmadığını bilemiyoruz. Kümbette tarihlemeye yardımcı her hangi bir sanduka ve kitabe yoktur. 1859 veya 1722 tarihli vakıf kayıtlarında adı geçtiği gibi 1500 tarihli sayım defterinde Ulaş Baba’nın Meram’da bir zaviyesi, Kalenderhane ve değirmenlerinden söz etmektedir. Bugün kümbet dışında bu yapıların hepsi yok olmuştur.

12.Hoca Fakih Türbesi


Türbe Konya’nın batısında Yaka-Bağları- Beyşehir yolu üzerinde bu yolların kavşak noktasındadır. Hoca Fakih Semtindedir. Mescidin batı tarafında ki köşedeki kapı türbeye açılır. Üstündeki taşta dokuz satır halindeki kitabesinde 1221 yılında Selçuklu Sultanlarından I. Alaeddin Keykubad döneminde öle Fakih Ahmet yatmaktadır. Türbeyi tuğla ile örtülmüş sağır ve tek bir kubbe örtmektedir. Zemini altı köşeli tuğlalarla döşenmiştir. Duvarların dışı muntazam kesme, içi adi taş ile yapılmıştır. Türbeden dışarıya iki sıra halinde altı pencere açılır. Ortada tahta bir sanduka vardır. Adi harçla üzeri sıvanmış olan asıla sandukanın üzerini örtmektedir. Türbenin altında cenazelik ve mumyalık denilen bodrum kat vardır.

13.Hoca Cihan Türbesi


Türbe’de Hoca Cihan Köyünü kuran Konyalı zengin ve tüccar, Hz. Mevlana ile Şeyh Sadreddin Konevi’nin dostu Hoca Cihan’ın yattığı tahmin edilmektedir. Hoca Cihan Köyü Tekke Mahallesi yakınındadır. Kare planlı, temeli ve bodrumu moloz taş gövde ve kubbesi tuğladır. Kitabesi bulunmayan türbenin eskiden yerinin bahçe olduğu Hoca Cihan’ın sağlığında yaz aylarını burada geçirdiği bilinmektedir. Şuan da çevresi mezarlıktır.

14.Kesikbaş Türbesi


Ankara yolu üzerinde Musalla Mezarlığı civarındadır. Selçuklu klasik tip türbelerindendir. Selçuklular devrinde, başı kesilerek şehit edilen bir kahramana ait olduğu sanılmaktadır.
Mahruti kubbeli türbe, Selçuklu mimarisinin temizliğini ve hususiyetlerini muhafaza ederek bize kadar gelmiştir. Alt kısmı tamamen kırmızımtırak Sille ve akımsı Gödene taşlarıyla kubbesi tuğla ile yapılmıştır. Türbenin hiçbir yerinde yapanı, yaptıranı, tarihi içinde yatan kişileri belirten bir kitabesi yoktur.

BAKINIZ Büyük Türk Devletleri - Büyük Selçuklular (Büyük Selçuklu Devleti)
Son düzenleyen Safi; 13 Mayıs 2018 03:14
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Nisan 2010       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.

Selcuklular Doneminin Eserlerinin Turk Kultur Sanat Ve Estetik Anlayisina Katkilari


Atlı göçer kültürde görünen bu özelliklerin etkileri ile birlikte Çin çevresinde yaşayan Türklerin bezeme biçimlerinde Çin bulutu ile karşılaşılmaktadır. Yine Türk inançlarında Uygur dönemlerinde Budizm etkileri görülmektedir. Ta-pa Türklerinin Budist olduğu ve ipek yolu üzerinden bu inancın batı ve doğu Türkleri arasında yayılmaya başladığı bilinmektedir. Bununla birlikte Türk sanatına ilişkin en net ve kalıcı verileri Göktürklerde bulmak mümkündür. Göktürklerden kalma Orhun yazıtları, anıtsal heykelcikler, sunaklar, mezar yapıları bunlara örnektir. Kurganlarda eyer takımları üzerine hayvan motifleri ve av sahneleri olan süs eşyaları toprak ve madeni kaplar bulunmaktadır. Uygur mimarisi bindirme ahşap, tavan tekniği ile yapılmış ve duvar resimlerinde Hint- Çin Budist etkisi görülmektedir. Bu resimlerdeki insan fizyonomisi Çinli Türk karışımı bir tip olarak sonradan Selçuklular kanalı ile İslam İran minyatürüne taşınmıştır. ( Kuban , s:77) Bu resimlerde ki portrelerin klişeden uzak kişisel nitelikler taşıdığı bilinmektedir.

İslam Felsefesi, Sanat ve Estetiği


Realizmden kaçış; İslam sanatının eserleri incelendiğinde, doğayı olduğu gibi taklit eden realizmden şiddetle kaçınılması, nesneleri soyutlaştırarak ifade etmesi göze çarpmaktadır. Emeviler de ilk devir süslemelerinde realizm görülsede giderek bundan uzaklaşılmıştır. M:S.9. yüzyılın ortalarından itibaren ise soyut bir nitelik kazanmıştır. Abbasi ve Selçuklular devri minyatürlerinde de benzer bir durum görülmekte ve 13. yüzyıla gelindiğinde daha soyut bir karakter kazandığı görülmektedir. İslam sanatı nesne yada figürleri aynen resmetmek yerine onları yorumlayıp, üsluplaştırarak, figürleri, bitki yada çizgilerin arasına saklayarak İslam (sanatının) süslemesinin temelini oluşturmuştur. Bu yönü ile de İslam sanatı; derinlikten yüzeye, gerçekten stilizasyona yönelirken, (Yetkin:1953 s.33). batı sanatı; Giotto ile yüzeyde derinliğe, tecritten gerçeğe doğru tersi bir yol ile ilerlemiştir. ( Ghomrıch.1998 s:175)

Ortaçağ Türklerinin figüratif karakterli eserlerinin İslamiyet içerisinde stilizasyona uğraması İslam dininin putperestliğe karşı figürü yasaklaması ile olmuştur kanısı oldukça yaygındır. Yakın tarihimizde yapılan araştırmalar ve 1980’li yıllarda oryantalistler tarafından Kuseyr Amra’da bulunan duvar resimlerinin bulunmasıyla bu görüş farklılaşmaya başlamıştır. İslami yaşam içerisinde figürün hoş görülmemesi her ne kadar gerçek bir olgu ise de bu Kuranı Kerim’den daha çok hadislere dayanmaktadır. (Grabar, 1988 s:58). İslam tarihinde figür yapımı ile ilgili bir çok eser günümüzde bilinmektedir.

Örneğin;
* Hırbet-el Mefcer sarayındaki mozaikler,
* Hırbet-el Mefcer sarayındaki kuş heykelleri,
* Hırbet-el Mefcer sarayındaki rakkase heykelleri,
* Kasru’l hayri’l’in dış cephesindeki heykeller,
* Samarra Cevsaku’l hakani’nin duvarındaki figürlü resimler,
* Cevsaku’l Hakani’nin kubbeli holün dekorasyonları,
* 12.-13. yy. Selçuklu seramik tabakları,
* Tolunoğlu devrinden kalma keten üzerine hipopatam figürü,
* 12. yy.’da Fatımiler devrinde figürlerle dolu fildişi panolar,
* Fatımilerden kalma hayvan figürlü dokumalar,
* Tunus’taki Fatımi dönemi figür kabartma heykelleri,
* Fatımilerdeki figürlü sürahi,
* Fatımilerdeki hayvan heykelleri,
* Divriği Ulu Camii’nin batı cephesindeki taçkapı süslemeleri,
* Irak’ta Selçuklular’dan kalma insan figürlü kabartmalar.

Orta Asya nın komşusu olan bölgelerdeki Çin, Hint, İran gibi büyük kültür çevrelerinin etkileriyle zenginleşmiş; onları da etkileyerek evrensel seviyesini göstermiş olan Türk mimari faaliyeti, Gazneliler, ve Büyük Selçuklu devirlerinde de gittikçe teknik ve estetik kalitesini de artırarak islamın da azımsanmayacak etkisi ile gelişmeye devam etmiştir.(Arık, 1990 s:139)

Selçuklular döneminde İran tipi cami denilen camiler ortaya çıkmıştır.12. yy. ‘da önemli kentlerde ayaklı camilerin yeni planlarla (İslamiyet’le birlikte) inşa edildiği bilinmektedir. Bunun yanında 11. yy.’dan günümüze cami mimarisine Türklerin Orta Asya’dan getirdiği en belirgin öğe silindirik, poliganol yada yıldız biçimindeki minarelerdir. Yine köken olarak Orta Asya (İslamiyet öncesi) geleneklere bağlı kule yapıları da İslam mimarisine Türklerce taşınmıştır. Mimari bezemeler açısından tuğla minare, taşıyıcı gövdeye kaplanan, mozaik pişmiş tuğlanın olanak verdiği geometrik desenlerle süslenmektedir. Yatay kufi yazı şeritleri 11. yy.’da (İslamiyet’le) ortaya çıkmıştır. Mihrapların mozaik ile bezenmesi de Selçuklu döneminde gerçekleştirilmiştir. Medreselerin ve zaviyelerin ilk örnekleri de eyvanlı ev örneklerine dayandığı düşünüldüğünde islami eğitim kurumlarının , İslamiyet öncesi Türk mimarisine dayandığı görülmekte, mimari tarzınında Budist manastır geleneğine dayandığı bilinmektedir.

Orta Asya’dan gelen halı sanatı Selçuklular döneminde İslami kültürlerde yayılmaya başlamıştır. İslam estetiği ise halı sanatında uygulanan desen biçimlerini etkilemiştir. Türk halılarının keskin çizgili motifleri, yerlerini yumuşayan ve dalgalı çizgilere ve biçimlere bırakmaya başladığı örneklerden izlenebilmektedir. İlk dönemlerde hayvan motifleri görünse de zamanla ağırlık İslam bezemesinin arabesk biçimleri palmetler ve dolama dal kompozisyonlarına ayrıca yer yer kufi yazı bantlarına yerini bırakmıştır.

Lüsterli (yaldızlı) çini tekniği İslam kültürünün seramik yaratımıdır, ve çok yüksek bir soyutlama iradesi ve soyut desenle karşımıza çıkmıştır. Türk tarihinin çömlekçiliğinde önemli bir yeri olan Semerkant çömleklerinde de hiç insan figürü görülmemektedir. Tanınabilen hayvanlar(kuşlar) da çok azdır. Yine vahşi yaşam izleri taşıyan seramik bezemeleri noktalı dolama şeritleri ve palmetin vahşi türleri desenlere egemen olur. 12.-13. yy. seramikleri (Moğol istilası öncesi) Selçuklu çömlek sanatının zirve dönemidir ve bitkisel motifler İslam geleneğini yansıtırken zengin, yumuşak, eğrisel hareketli bir karakterdedir. Kullanılan yazılar keskin köşeli kufiden, çiçekli kufiye ilerde de nesih kullanımına kayacaktır. İnsan ve hayvan bezemeleri diğer öğelerde olduğu gibi karakter yapısını kaybederek, küçük boyutlu bezeme öğelerine dönüşür; yüzey arabesk devamlılığında ve hiç boşlu kalmayacak biçimde süslenilir. II. Dönem Selçuklu seramiğinde ise arabesk desenlerinin güçlü örneklerini taşıyan büyük kavanozlar nesihle yazılmış bordür panoları ile minyatüre en yakın teknik olan minai tekniği ile yapılan seramikler İslam etkisi taşımaktadır.

Türk resim ve heykel sanatında görülen İslami etki ise daha net ve keskindir. Büyük Selçukluların Rey sarayında ve Isfahan gibi merkezlerde alçıdan ve boyalı insan heykelleri yaptıkları duvarları süvari kabartmaları ile süsledikleri bilinmektedir. Ayrıca Konya şehir surlarında kabartmalar; Diyarbakır şehir surları ve Kayseri iç kale duvarlarında kabartma ve heykeller, Karatay hanı, Erzurum çifte minareli medrese, Divriği ulu cami ve şifahanesi gibi yapıların duvarlarında ve taç-kapılarında kabartmalar bulunmaktadır. Ancak 14.yy. dan itibaren bu örnekler azalmış, 15.yy. sonlarında ise artık hiç kullanılmamıştır.(Arık, 1990 s:139). İç Asya’dan orta Anadolu’ya gelen Türk kültürü içerisinde resim sanatı İran Selçuklu döneminde, (duvar resmi) neredeyse bıçakla kesilmiş gibi yok olur.

BAKINIZ Büyük Türk Devletleri - Büyük Selçuklular (Büyük Selçuklu Devleti)
Son düzenleyen Safi; 13 Mayıs 2018 03:15
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Mart 2011       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Medreseler



Külliyenin cami, hamam ve çeşmeden oluşan diğer birimleriyle birlikte özelliklerinin bir bölümünü yitiren bu yapıya karşılık, 12. yüzyılın üçüncü çeyreğine tarihlenen Mardin Hatuniye Medresesi, açık avlulu Anadolu medreseleri içinde iki katlı, eyvanlı ve revaklı avlusuyla olgun bir örnek sayılmaktadır.

Artuklu medreseleri içinde gene şemalarını kesin olarak bildiğimiz açık medreselerden Diyarbakır Zinciriye Medresesi oldukça ilginç bir yapıdır. İki eyvanlı, tek katlı ve açık avlulu olan bu yapı, 1198 yılında Isa Ebu Dirhem adlı bir sanatçı tarafından gerçekleştirilmiştir. Plan özellikleri ve zengin taş bezemeleri ile kendi türünün gelişmiş bir örneği olduğunu ilk bakışta açığa vurmaktadır. Diyarbakır Mesudiye Medresesi ise, iki katlı revaklı avlusu, büyük eyvanı ve özellikle taş işçiliği ile Ulu Cami külliyesine bitişik ve onu tamamlayan bir yapı oluşuyla tanınmaktadır. 1198-1223 yılları arasında Halepli Ustat Cafer bin Mahmud’un çizimlerine dayanarak mimar Mes’ud tarafından uygulanmıştır.

Güneydoğu Anadolu’da Artuklular dönemine ait diğer açık avlulu medrese örnekleri arasında Mardin’e bağlı Koçhisar Bucağı’nda 1211-1212 tarihli Harzem Medresesi, Mardin’de 13. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen Şehidiye Medresesi, gene aynı yüzyılın başlarında yapıldığı sanılan Marufiye Medresesi sayılabilir.




Mardin’de 14. yüzyılın sonu gibi geç bir tarihte gerçekleştirilen Sultan İsa Medresesi, Artuklular’ın denediği değişik bir planı göstermesi nedeniyle oldukça önemlidir. Bir avlunun iki yanında ayrı ayrı şekillenen mekân grupları iki katlı bir düzen gösterirler.


Anadolu’daki kapalı avlulu veya kubbeli medreselerin en ilginç örneklerinden birisi hiç kuşkusuz 1228 tarihli Divriği Melike Turan Şifahanesi’dir. Mengücükoğulları’ndan Ahmedşan in eşi Melike Turan tarafından Divriği Ulu Camisi’ne bitişik olarak yaptırılan iki katlı şifahanede, kubbe ve tonozların zengin bezemeli taş mimarisi, etkili bir iç mekân yaratmıştır. Yapı anıtsal bir portalle dışa açılmaktadır.





Şifahane kısmının gotik karakterli taçkapısı bütün cepheye hâkimdir. Tabana yakın bir kesimdeki birkaç sıra profilin üzerinde yükselen kaval silme demetleri üzerinde yer yer diskler, kartuşlar, bitki süslemeleri belirli bir yüksekliğe kadar devam ettikten sonra, tepede sivri bir kemer halinde son bulur. İki demet halinde gruplaşan silmeler, kademeler halinde derinleşerek kapı yüzeyine kadar yaklaşır. Kapı yüzeyi bir sütunçeyle ayrılmış ikiz pencere, alınlıklar ve bordürlerle zengin, plastik bir bölümlendirme görünümündedir. (…)Divriği Şifahanesi’nin taçkapısı, aynı külliyenin diğer taç-kapılarından çok farklıdır. Hindistan, Afganistan ve İran’dan aldığı etkileri, yepyeni işlevlere bağlayan kapıda, özenle işlenmiş kesme taş farklı bir malzemeymiş gibi, alçı, metal ve ahşap tekniklerine yaklaşmıştır.


Mezar anıtları
Türk sanatında mimari ve bezeme yönünden güçlü bir gelişme gösteren yapı türlerinden birisi de mezar anıtlarıdır. Anadolu dışında Karahanlı, Gazneli, Büyük Selçuklular eliyle yoğun bir denemeye konu olan mezar anıtlarının Anadolu’da ki uzantısı da önceki gelişmeleri güçlendirecek nitelikte karşımıza çıkmaktadır.

Anadolu’da yeni olanaklara kavuşan mezar anıtları genel olarak içinde mezarın yer aldığı bir alt kat (oturtmalık), simgesel nitelikteki sandukanın bulunduğu ziyaret edilen bir üst kat (gövde) ve örtüden oluşmaktadır. Toprak altında kalan oturtmalık kısmına yaygın olarak mumyalık denir. Bu adın yaygınlaşmasının nedeni, ölülerin mumyalanma geleneğinin bir süre yaşamış olmasından ileri gelmektedir. Bunların ilginç örnekleriyle Anadolu’ da değişik yerlerde karşılaşılmaktadır. Türkler elinde başlıbaşına anıt niteliğine bürünen ve ölünün mezarını simgeleştiren bu yapılar, çok değişik biçimler içinde denenmiş, zengin görünüşlere ulaşılmıştır. Türkler’in Orta Asya ve İran’da genellikle iki tip mezar anıtı geliştirdiklerine tanık oluyoruz. Bunlardan birincisi kare planlı ve kubbeli, ikincisi ise poligonal veya silindirik planlı ve kuleseldir. Anadolu’da uzun yıllar, değişik biçimlerde olmak üzere, genellikle kule mezar tipinin egemenliğine tanık oluyoruz. Ayrıca bu yapılarda, başta giriş bölümleri olmak üzere, oldukça yoğun bezeme kullanılmıştır.


Anadolu’da Büyük Selçuklu ve Erken Türk Beylikleri’nden Artuklular’a ait mezar anıtları günümüze ulaşamamıştır. Buna karşılık Anadolu’nun ilk mezar anıtları arasında altı yapı Danişmentliler ile ilgili görülmektedir.



Amasya’da 1145 yılında yapıldığı kabul edilen Halifet Gazi Kümbeti, sekizgen gövdesi, kesme taş cephesi ve külahıyla dikkati çeker. Niksar’da, yazıtı bulunmadığı için kesin tarihi bilinmeyen kare planlı Melik Gazi Türbesi, yine aynı yörede kesme taştan sekizgen bir yapı olan 12. yüzyıla ait Kulak Kümbeti ile 1182 tarihli ve dikdörtgen planlı Hacı Çıkrık Türbesi, mimari yönden çeşitli aksaklıklarına karşın Anadolu Türk mimarisin de ilk denemeler olmaları nedeniyle üzerinde durulmaya değer yapılardır.

12. yüzyıl sonuna maledilen Kayseri’nin Pazarören bucağı yakınlarındaki Melik Danişmend Gazi Kümbeti ile Niksar Kırk Kızlar Kümbeti, taş temel üzerine oturan özenli tuğla işçilikleriyle dikkati çekerler. 1220 yılı dolaylarında yapıldığı anlaşılan Kırk Kızlar Kümbeti’nin mimarı, Sivas’taki Keykavus Şifahenesi’nde de adı bulunan Marendli Ahmed bin Ebubekir’dir.


Erzurum’da Saltuklu kümbetleri olarak adlandırılan üç mezar yapısından en anıtsalı Emir Saltuk Kümbeti’dir. Dış görünüşüyle değişik etkiler içinde oluştuğu anlaşılan iki renkli düzgün kesme taş yapı, diğer Anadolu mezar anıtlarından ayrılan özelliklere sahiptir. Gövde, silmeler ve üç alınlıklarla iki katlı bir görünüş almış, sekizgen gövdenin üzerine konik külah yerleştirilmiştir. Çift pencere şekilleri ve yuvarlak kemerli nişler içindeki eski Türk hayvan takvimine bağlanan figürlü kabartmalar oldukça ilginçtir. Yazıtı bulunmadığı için kesin yapımı bilinemeyen ve 12. yüzyıl sonuna tarihlenen bu kümbet, daha sonraki gelişmelerde etkili olamamış ve Anadolu’da tek örnek durumunda kalmıştır.




Bazı araştırmacılar biçim ve figürlü süslemeler açısından Emir Saltuk Kümbeti’ni Eseri doğrudan Orta Asya’ya ve kümbet-türbe biçimlerinin kökenlerinde yatan “çadır mimarisi” ne bağlarlar. Bazı araştırmacılar bölgesel üslup ve sanatçılara ağırlık tanır, bazıları ise mimari açıdan devamı olmayan tek örnek olduğunu öne sürerler. Aslında bütün bu söylenenlerin tümü yapıyı tanımlamak için gereklidir.

Kümbetin XII. yüzyıl sonunda 1168’de ölen Izzeddin Saltuk için yapıldığı kabul edilir, iki renkli taştan inşa edilmiş, iki katlı bir yapıdır. Alt gövdesi sekizgen planlıdır. Sekize bölünmüş duvar yüzeylerinin her biri pencerelerden yukarıda üçgen alınlıklar şeklinde sonuçlanır. Üçgen alınlıklardan sonra pencereli kasnak kısmı silindirik olarak devam eder ve yukarıda basık bir konik külahla veya sivri kubbe şeklinde sona erer.

Tercan’daki Mama Hatun Kümbeti, Saltuklu mimarisinin özgün yapılarındandır. Taçkapının yan nişleri üzerindeki kitabede “Ahlatlı Ebul Nema bin Mufaddale” olarak mimarın adı okunur. Kesme taştan yapılmış kümbetin plan açısından kaynakları üzerinde çok tartışılmıştır. El-Süleymaniye gibi erken İslam mimarisi eserlerinden veya Aral Gölü’nün doğusunda Tagisken’de MÖ 1II. yy mezar anıtlarından esinlendiği kabul edilir.
Çevresi daire biçiminde bir kuşatma duvarı ile çevrili olan kümbet, kare planlı bir mumyalığın üzerinde yer alan sekiz dilimli gövde ve hafif dilimlenıniş konik külahtan oluşmuş ilginç bir yapıdır.


Mengücüklü dönemine ait mezar anıtlarına gelince, Divriği’deki 1196 tarihli Kamereddin Kümbeti ile Sitte Melik Kümbeti kesme taştan sekizgen gövdeli ve piramit çatılı yapılardır. Sitte Melik Kümbeti’nin cephesindeki geometrik geçmeler geleneksel bezemenin bir devamı olarak kabul edilmektedir. Gene Mengücüklülere ait bir kümbet de Kemah’ta karşımıza çıkmaktadır. 12. yüzyıl sonu ya da 13. yüzyılın başına tarihlendirilebilecek Melik Gazi Kümbeti, tuğladan bezemeli sekizgen gövdesi ve mumyalık kısmındaki sekizgen payeden gelişen örtü sistemiyle Azerbaycan bölgesi mezar anıtlarına bağlanmaktadır. Yapının mimarı Ömer bin İbrahim el-Taberi’dir.


Diğer yapılar
Anadolu’daki Erken Türk Beylikleri’nden cami, medrese, mezar anıtı dışında-sayıları az olmakla beraber-başka yapılar da günümüze gelmiştir. Bu yapıların başında, eski yollar üzerinde karşımıza çıkan köprüleri saymak gerekir. Geçit görevinin yanı sıra mimari özellikleriyle de dikkati çeken köprüler, yapıldıkları yerin koşulları içinde gerçekten ilginç denemelerdir. Erken devir örnekleri Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Artuklu topraklarında karşımıza çıkmaktadır. Biçimsel zenginlikleri, üzerlerinde yer yer karşılaşılan plastik örnekleri, bu yapıların yalnız bir yeri aşma gereksinimiyle yapılmadıklarını göstermektedir.

Dicle Irmağı üzerinde 1116 yılında yapılmış olması mümkün Hasankeyf Köprüsü, Cizre yakınlarındaki 1164 tarihli Dicle Köprüsü, Silvan yolunda Batman Suyu üzerinde 1147 tarihli tek bir kemerden oluşan ünlü Malabadi Köprüsü, 1179 tarihli Çermik Köprüsü, 1204 tarihli Mardin yakınlarında Dunaysır Köprüsü, Diyarbakır yakınlarındaki 1218 tarihli Devegeçidi Köprüsü ve yakın zamanlarda tamamen ortadan kalkan gene Diyarbakır yakınlarındaki Ainbarçayı Köprüsü Artuklular döneminden kalma önemli örneklerdir. Her biri başlıbaşına mimari bir değer olan ve bir kısmı bugün de kullanılan bu köprülerde, eski geleneksel motiflerle yüklü figürlerin bulunuşu ilgi çekicidir.

Anadolu’da sürekli yenilenmek, genişletilmek suretiyle günümüze ulaşabilen savunma amaçlı yapılar arasında kale ve surları özellikle belirtmek gerekir. Zamanla ulaşım sisteminin, yerleşme merkezlerinin, savunma sistemlerinin değişmesi sonucu terk edilen bu kalelerden çoğunun ilk kuruluşları, Türkler’den öncesine gitmektedir. Ancak Türkler’in de bu alanda önemli çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Diyarbakır surlarında Artuklular’dan kalma 1208 tarihli Evli Beden Burcu ile Yedi Kardeş Burcu bu konuda verilebilecek en güzel örneklerdir.
alıntıdır.
_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
6 Ocak 2013       Mesaj #5
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
Atlı göçer kültürde görünen bu özelliklerin etkileri ile birlikte Çin çevresinde yaşayan Türklerin bezeme biçimlerinde Çin bulutu ile karşılaşılmaktadır. Yine Türk inançlarında Uygur dönemlerinde Budizm etkileri görülmektedir. Ta-pa Türklerinin Budist olduğu ve ipek yolu üzerinden bu inancın batı ve doğu Türkleri arasında yayılmaya başladığı bilinmektedir. Bununla birlikte Türk sanatına ilişkin en net ve kalıcı verileri Göktürklerde bulmak mümkündür. Göktürklerden kalma Orhun yazıtları, anıtsal heykelcikler, sunaklar, mezar yapıları bunlara örnektir. Kurganlarda eyer takımları üzerine hayvan motifleri ve av sahneleri olan süs eşyaları toprak ve madeni kaplar bulunmaktadır. Uygur mimarisi bindirme ahşap, tavan tekniği ile yapılmış ve duvar resimlerinde Hint- Çin Budist etkisi görülmektedir. Bu resimlerdeki insan fizyonomisi Çinli Türk karışımı bir tip olarak sonradan Selçuklular kanalı ile İslam İran minyatürüne taşınmıştır. ( Kuban , s:77) Bu resimlerde ki portrelerin klişeden uzak kişisel nitelikler taşıdığı bilinmektedir.

İslam Felsefesi, Sanat ve Estetiği

Realizmden kaçış; İslam sanatının eserleri incelendiğinde, doğayı olduğu gibi taklit eden realizmden şiddetle kaçınılması, nesneleri soyutlaştırarak ifade etmesi göze çarpmaktadır. Emeviler de ilk devir süslemelerinde realizm görülsede giderek bundan uzaklaşılmıştır. M.9. yüzyılın ortalarından itibaren ise soyut bir nitelik kazanmıştır. Abbasi ve Selçuklular devri minyatürlerinde de benzer bir durum görülmekte ve 13. yüzyıla gelindiğinde daha soyut bir karakter kazandığı görülmektedir. İslam sanatı nesne yada figürleri aynen resmetmek yerine onları yorumlayıp, üsluplaştırarak, figürleri, bitki yada çizgilerin arasına saklayarak İslam (sanatının) süslemesinin temelini oluşturmuştur. Bu yönü ile de İslam sanatı; derinlikten yüzeye, gerçekten stilizasyona yönelirken, (Yetkin:1953 s.33). batı sanatı; Giotto ile yüzeyde derinliğe, tecritten gerçeğe doğru tersi bir yol ile ilerlemiştir. ( Ghomrıch.1998 s:175)

Ortaçağ Türklerinin figüratif karakterli eserlerinin İslamiyet içerisinde stilizasyona uğraması İslam dininin putperestliğe karşı figürü yasaklaması ile olmuştur kanısı oldukça yaygındır. Yakın tarihimizde yapılan araştırmalar ve 1980’li yıllarda oryantalistler tarafından Kuseyr Amra’da bulunan duvar resimlerinin bulunmasıyla bu görüş farklılaşmaya başlamıştır. İslami yaşam içerisinde figürün hoş görülmemesi her ne kadar gerçek bir olgu ise de bu Kuranı Kerim’den daha çok hadislere dayanmaktadır. (Grabar, 1988 s:58). İslam tarihinde figür yapımı ile ilgili bir çok eser günümüzde bilinmektedir. Örneğin;

* Hırbet-el Mefcer sarayındaki mozaikler,
* Hırbet-el Mefcer sarayındaki kuş heykelleri,
* Hırbet-el Mefcer sarayındaki rakkase heykelleri,
* Kasru’l hayri’l’in dış cephesindeki heykeller,
* Samarra Cevsaku’l hakani’nin duvarındaki figürlü resimler,
* Cevsaku’l Hakani’nin kubbeli holün dekorasyonları,
* 12.-13. yy. Selçuklu seramik tabakları,
* Tolunoğlu devrinden kalma keten üzerine hipopatam figürü,
* 12. yy.’da Fatımiler devrinde figürlerle dolu fildişi panolar,
* Fatımilerden kalma hayvan figürlü dokumalar,
* Tunus’taki Fatımi dönemi figür kabartma heykelleri,
* Fatımilerdeki figürlü sürahi,
* Fatımilerdeki hayvan heykelleri,
* Divriği Ulu Camii’nin batı cephesindeki taçkapı süslemeleri,
* Irak’ta Selçuklular’dan kalma insan figürlü kabartmalar.
Orta Asya nın komşusu olan bölgelerdeki Çin, Hint, İran gibi büyük kültür çevrelerinin etkileriyle zenginleşmiş; onları da etkileyerek evrensel seviyesini göstermiş olan Türk mimari faaliyeti, Gazneliler, ve Büyük Selçuklu devirlerinde de gittikçe teknik ve estetik kalitesini de artırarak islamın da azımsanmayacak etkisi ile gelişmeye devam etmiştir.(Arık, 1990 s:139)

Selçuklular döneminde İran tipi cami denilen camiler ortaya çıkmıştır.12. yy. ‘da önemli kentlerde ayaklı camilerin yeni planlarla (İslamiyet’le birlikte) inşa edildiği bilinmektedir. Bunun yanında 11. yy.’dan günümüze cami mimarisine Türklerin Orta Asya’dan getirdiği en belirgin öğe silindirik, poliganol yada yıldız biçimindeki minarelerdir. Yine köken olarak Orta Asya (İslamiyet öncesi) geleneklere bağlı kule yapıları da İslam mimarisine Türklerce taşınmıştır. Mimari bezemeler açısından tuğla minare, taşıyıcı gövdeye kaplanan, mozaik pişmiş tuğlanın olanak verdiği geometrik desenlerle süslenmektedir. Yatay kufi yazı şeritleri 11. yy.’da (İslamiyet’le) ortaya çıkmıştır. Mihrapların mozaik ile bezenmesi de Selçuklu döneminde gerçekleştirilmiştir. Medreselerin ve zaviyelerin ilk örnekleri de eyvanlı ev örneklerine dayandığı düşünüldüğünde islami eğitim kurumlarının , İslamiyet öncesi Türk mimarisine dayandığı görülmekte, mimari tarzınında Budist manastır geleneğine dayandığı bilinmektedir.

Orta Asya’dan gelen halı sanatı Selçuklular döneminde İslami kültürlerde yayılmaya başlamıştır. İslam estetiği ise halı sanatında uygulanan desen biçimlerini etkilemiştir. Türk halılarının keskin çizgili motifleri, yerlerini yumuşayan ve dalgalı çizgilere ve biçimlere bırakmaya başladığı örneklerden izlenebilmektedir. İlk dönemlerde hayvan motifleri görünse de zamanla ağırlık İslam bezemesinin arabesk biçimleri palmetler ve dolama dal kompozisyonlarına ayrıca yer yer kufi yazı bantlarına yerini bırakmıştır.

Lüsterli (yaldızlı) çini tekniği İslam kültürünün seramik yaratımıdır, ve çok yüksek bir soyutlama iradesi ve soyut desenle karşımıza çıkmıştır. Türk tarihinin çömlekçiliğinde önemli bir yeri olan Semerkant çömleklerinde de hiç insan figürü görülmemektedir. Tanınabilen hayvanlar(kuşlar) da çok azdır. Yine vahşi yaşam izleri taşıyan seramik bezemeleri noktalı dolama şeritleri ve palmetin vahşi türleri desenlere egemen olur. 12.-13. yy. seramikleri (Moğol istilası öncesi) Selçuklu çömlek sanatının zirve dönemidir ve bitkisel motifler İslam geleneğini yansıtırken zengin, yumuşak, eğrisel hareketli bir karakterdedir. Kullanılan yazılar keskin köşeli kufiden, çiçekli kufiye ilerde de nesih kullanımına kayacaktır. İnsan ve hayvan bezemeleri diğer öğelerde olduğu gibi karakter yapısını kaybederek, küçük boyutlu bezeme öğelerine dönüşür; yüzey arabesk devamlılığında ve hiç boşlu kalmayacak biçimde süslenilir. II. Dönem Selçuklu seramiğinde ise arabesk desenlerinin güçlü örneklerini taşıyan büyük kavanozlar nesihle yazılmış bordür panoları ile minyatüre en yakın teknik olan minai tekniği ile yapılan seramikler İslam etkisi taşımaktadır.

Türk resim ve heykel sanatında görülen İslami etki ise daha net ve keskindir. Büyük Selçukluların Rey sarayında ve Isfahan gibi merkezlerde alçıdan ve boyalı insan heykelleri yaptıkları duvarları süvari kabartmaları ile süsledikleri bilinmektedir. Ayrıca Konya şehir surlarında kabartmalar; Diyarbakır şehir surları ve Kayseri iç kale duvarlarında kabartma ve heykeller, Karatay hanı, Erzurum çifte minareli medrese, Divriği ulu cami ve şifahanesi gibi yapıların duvarlarında ve taç-kapılarında kabartmalar bulunmaktadır. Ancak 14.yy. dan itibaren bu örnekler azalmış, 15.yy. sonlarında ise artık hiç kullanılmamıştır.(Arık, 1990 s:139). İç Asya’dan orta Anadolu’ya gelen Türk kültürü içerisinde resim sanatı İran Selçuklu döneminde, (duvar resmi) neredeyse bıçakla kesilmiş gibi yok olur.

Benzer Konular

22 Kasım 2011 / Ziyaretçi Soru-Cevap
27 Kasım 2010 / afet Cevaplanmış
4 Şubat 2013 / byz Soru-Cevap
11 Şubat 2013 / Misafir Soru-Cevap
7 Kasım 2012 / --Mis4F1R-- Soru-Cevap