Arama

Hz. Muhammed Medineliler tarafından nasıl karşılanmıştır?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 15 Nisan 2013 Gösterim: 20.802 Cevap: 24
~SeDa~ - avatarı
~SeDa~
Ziyaretçi
14 Aralık 2010       Mesaj #1
~SeDa~ - avatarı
Ziyaretçi
Hz. Muhammed, Medinelilerce nasıl karşılanmıştır ?Msn Dunno
Lütfen Cevap Gönderin !!Msn Sleepy
EN İYİ CEVABI Misafir verdi
Allah’ın Rasulü ashabıyla rüyasını paylaştı. Rüyasında Hurmalığı olan bir beldeye göç ettiğini, şehre yaklaştığında Medine olduğunu anladığı rüyasını anlattıktan sonra gizli gizli hicret hazırlıkları hızla başladı. İçlerinden biri var ki, O na Ömer derler, gizleme ihtiyacı duymadan kılıcını kuşanarak Mescid-i Harama varıp ilan etti:
- Şunu iyi bilin ki Ey Ahali! hicret etmeye karar vermiş bulunuyorum, kim karısını dul, evladını yetim bırakmak isterse şafak sökerken istediği yerde buluşmak üzere gelsin..
Sponsorlu Bağlantılar
Kimsenin gıkı çıkmadı, kolay mı bu Hattab’ın oğlu Ömer.. En ufak itiraz sesiyle başına neler gelebileceğini O’nu tanıyanlar çok iyi biliyor. Hz. Ömer ilk hicret edenlerden…
Allahın Rasulü can dostu Ebubekir’e varıp:
- Allahü Teala hicret yolculuğunda seni bana ARKADAŞ kıldı ey Ebubekir!
Hz. Ebubekir yolculuk için hazırladı iki deveyi Abdullah b. Üreykıt’a teslim ederek bu meseleyi gizli tutmasını ve üç gün sonra develeri Sevr mağarasına getirerek yola çıkacaklarını söyledi.
Mekke artık iyice boşalmaya yüz tutmuştu ki Ebu Cehil:
- Muhammed hala buralarda, eğer giderse onu yakalamamız müşkül olabilir, bu konuda herkes fikrini serd etsin.
Kimi hapsedelim, kimi sürgün edelim dediyse de nihai kararı belirleyecek fikir yine Ebu Cehil’den geldi:
- Her kabileden kanını üstlenecek yiğitler belirleyelim, kan diyetini de kabileler arası paylaşalım fikri kabül gördü.
Müşrikler peygamberimizin öldürülmesini bile göze alacak kadar ölçüyü kaçırmışlardı.. Cibril Emin Rasulüllah’a durumu vahiyle haberdar ettikten sonra Allahü Teala İsra suresinin 80.nci ayetini kalbine şöyle vahyetti:
- ‘’Ey Rabbim, beni dürüst bir girişle yeni yurduma girdir. Dürüst bir çıkışla yurdumdan çıkar. Kendi canibinden bana yardımcı olan bir delil ve güç ver.’’
Habib-i Kibriya Hz.Aliyi çağırdı gelen vahyin talimatı üzerine O’na:
- Ya Ali bu gece yatağımda benim yerime sen yatacaksın, dedi.
Kureyş Habib-i Kibriya’nın evini akşam üstü çembere almışlardı, Rasulüllah’da hane halkıyla vedalaştıktan sonra kapıyı açıp Yasin süresini okuyaraktan müşriklerin arasından çıkıp HANE-İ SAADETİNDEN ayrıldı. Allahü Teala ayeti kerime de:
- ‘’Biz onların önlerine bir set.. koyduk da onların üzerini örtüverdik. Artık onlar göremezler’’ beyan buyurdu.
Gerçektende önlerinden geçtiği halde O’nu ne gördüler ne de bir sese şahit oldular. O Allah’ın ilahi koruması altında bir kelebek misali aralarından uçuverdi.
Hz Ebubekir Allah Rasulünü bekliyordu ve birazdan geldiğinde birlikte Sevr’e yürümeye koyuldular. Mağaraya geldiklerinde yorgun düşmüşlerdi, Nebiyyi Ekrem Ebubekir’in dizine başını koyarak uyumaya başladı ama birazdan yüzüne düşen gözyaşı damlaları uyanmasına yetmişti. Rasululah Ebubekir’e baktı :
-Ya Ebubekir neler oluyor?
Hz. Ebubekir;
-Bir yılanın deliğinden çıktığını gördüm, sana zarar vereceğini düşünerekden ayağımla deliği kapatmaya çalışırken ayağımı ısırdı, canım yandı, bunun üzerine gözyaşımı tutamadım..
Allah Rasulü tükrüğünü ayağına çalınca Ebubekir rahatlayıverdi, bir anda sızısı diniverdi.
Mağarada bunlar olurken Ebu Cehil başta olmak üzere peygamberimizin evine girdiklerinde yatağında bulamamışlardı, O’nun yerine Hz. Ali yatıyordu. Ali’yi sıkıştırmaya başladılar:
- Derhal söyle , nerede O?
Ali:
- Geceliyin çıkıp gitti, deyince tez elden iz sürmekle meşhur Müdlic’e yüz deve karşılığında teklif götürülerek Rasulullah’ın ve Ebubekir’in izlerini iz sürerek ilerlemeye başladılar. Derken mağaranın kapısına kadar dayandılar. Hz. Ebubbekir rengi sararmıştı, çünkü müşrikleri yakından görüyordu.. Rasulü Ekrem:
- Ya Ebubbekir korkma Allah bizimle beraber,dedi.
Müşrikler örümcekle örülmüş mağara girişini görünce:
- Baksanıza boşa vakit geçiriyoruz örümcek örmüş burayı deyip mağaranın kapısından döndüler, Ebubekir de rahatlamıştı, kendisi için değil, Rasulü Kibriya’nın başına bir hal gelmemesi için derin bir nefes almıştı.
Sevr mağarasına üç gün boyunca Hz. Ebubekir’in oğlu ve hanımı tarafından yemek taşındı, iaşeleri giderildi. Ebubekir’in oğlu iman etmemesine rağmen hem oğul olarak görevini yaptı hem de sır gibi bu durumu saklamayı bildi.
Mağarada geçen üç gün, aslında üç asra bedeldi. Nitekim o üç günün önemini Hz. Ömer’in şu sözlerinden daha iyi anlıyabiliriz. Bakın Hz. Ömer diyor ki:
- Vallahi Ebubekir’in o mağarada bir gecesi Ömer’den ve Ömer ailesinden daha hayırlıdır..
Bu sözler gerçekten mağaranın mağara olmanın ötesinde bir başka anlamları çağrıştıran yönü olduğu besbelli. Ki ; bazı rivayetlerde gizli zikrin ve rabıtanın o mağarada talim edildiği bildirilir. Şöyle ki; Ebubekir’in müşriklerin mağaranın kapısına geldiğin de Rasulüllahın:
- Ya Ebubbekir dilini damağına yapıştır kalbinden Allah, Allah de şeklinde hafi zikir öğretildiği bildirilmektedir. Yine o mağarada :
- Ya Ebubekir! Gönlünü gönlüme bağla ve rahat ol, beyan buyurarak rabıta-i şerifeye işaret edilmiştir. Gerçekten de gönlü gönle bağlamanın adıdır rabıta, rabıta rabt etmekten gelir, rabt etmek ise bağlanmak demek. Zaten Ebubekir’in meşreb olarak da gönlü hep O’nunla idi, ona uygunda bir talimattı.
Üç günlük mağara hayatı Abdullah b. Üreykıt’ın develeri getirip, Medine yoluna revan olmakla sona erdi. Bu arada Mekke’de Rasulullah’ı ölü yada sağ yakalayıp getirene 100 deve verileceği ilanını duyan Süraka b. Malik derhal atına binip hızla aramaya koyuldu.Atı ile beraber alabildiğine koşturuyordu.
Hz. Ebubekir arkasına baktığında toz bulutunun kalktığını görünce:
- Ya Rasululah arkamızdan bir atlı yetişmek üzere!.. dediği an , Nebiyyi Ekrem ardına baktı ve atlıya nazar edince atın ayakları kumlara gömülüp Süraka da yere düşerek yuvarlanmaya başladı.
Süraka derhal doğrulup yeniden atına binip tekrar Nebiyyi Ekremin üzerine doğru sürmeye başlayınca yine attan düşüp yuvarlandı. Bu sefer tekrar hızını alamamış olacak ki tekrar şansını denedi yine aynı akibetle karşılaştı. Nihayet atın ayakları kuma gömülü halde Süraka canhıraş halde Efendimizden yardım isteyerek:
-Ya Muhammed! anladım ki bu yaşadığım olay bir tesadüf eseri değil, yaptığıma çok pişmanım . Ve sözlerine şunları ilave etti:
Sizin için ne yapabilirim?
Allah Rasulü:
- Ardımızdan gelenleri hedef şaşırtarak geri çevirsen yeter dedi.
Süraka:
- Peki dedi ve böylece Hicret yolcuları yoluna devam etti.
Medine sınırlarına yaklaşmışlardı, gözler yolda , hep O’nu bağırlarına basacakları anı heyacanla bekliyorlardı. O heyacan içerisinde Bir Yahudinin:
- Müjde, müjde.. Ey Yesrib halkı geliyorlar!.. seslenmesi yüreklere su serpti. Üç yolcu yaklaştıkça aşk ve vecd içinde yolunu gözleyen beşyüze yakın insan tekbir getirerek Allahü Ekber…. nidalarıyla karşıladılar. Kuba toprakları böyle bir anı şimdiye kadar hiç tadmamıştı..
Kuba’da ilk iş mescid yapımı. İlk taşı Allah Rasülü, sonra sırasıyla Ebubekir , Osman ve diğerleri takip etti. Kuba’ya konakladıktan üçgün sonra da Hz.Ali geldi, ayakları şişmişti ağrıdan canı yandığını fark eden Allah Rasülü ayağını mübarek elleriyle sıvazlayınca ağrı kesildi. Bu arada Kuba mescidi de tamamlanmış oldu, İlk mescid, ilk imam Peygamberimiz idi.
Habib- i Kibriya ondört günlük Kuba konaklamasının ardından Medine’ye Kasva adındaki devesiyle hareket etti. Yaşlısı, genci, çocuklar yollara düşmüş, damlara ve ağaç dalları üzerine çıkmış O’nu gözlüyordu. Nihayet adı güzel kendi güzel Muhammed göründü. Çocuklar:
- İşte Allah’ın Habibi geldi! diye heyacanvarı haykırıyorlardı..
Genç kızlar:
- Taleal bedrü aleyna minseniyyetül veda.. ilahisiyle şeref verdin beldemize diyerek övgü yağdırıyorlardı. Yediden yetmişe herkes sevinç naraları arasında kendinden geçmiş ve coşmuştu. Aynı zamanda kendi aralarında paylaşamıyorlardı, Ensar:
- Ya Rasulullah buyurun bizim evimize, diyerekten davet etmekte yarışıyorlardı.
Habib-i Kibriya Kasva adlı devesiyle bu meseleyi halletmeyi tercih etti, devenin yularını bırakıp:
- O nereye çökerse o evde konaklayacağım dedi.
Nihayet deve bugünkü Mescid-i Nebevi’nin bulunduğu yer olan boş arsaya çöktü. Çöktüğü yere en yakın ev Ebu Eyyub halid b. Zeyd’in eviydi. Gözleri dolmuştu sevinçten. Sevinen sadece Ebu Eyyub El Ensari değil, bütün Medine halkı idi.
Ebu Eyyub El Ensari Rasulü Erkemi yukarı kata buyur edince gelen misafirler için ziyaret rahat olsun düşüncesiyle kabül görmedi. Fakat akşam olduğunda Ebu Eyyub El Ensari ve hanımı rahat değillerdi; O alt kattayken üst katta olmak içlerine sinmemişti. Bu düşüncelerle kaygılanırken bir anda su destisi devrildi, su damlamasın diye üzerlerine örttüğü örtüyü üzerine kapadılar. Sabah olduğunda Ebu Eyyub El Ensari:
- Ya Rasulullah sen altta iken biz üst kata çıkamayız dedi.
Allah Rasulü bu samimiyet kokan ifadeler karşısında :
- Peki, dedi.
Rasululahı ziyarete gelenlerle görüştü, bu görüşme esnasında Yahudi bilginlerinden Abdullah b. Selam Rasululah’a sorduğu sorulara aldığı doğru cevaplar karşısında kelime-i şehadet getirerek Müslümanlıkla şereflendi.
Kuba’da Mescid yapılır da Medine de yapılmaz mı? Tıpkı Kuba Mescidin de olduğu gibi birlik ve beraberlik anlayışıyla kısa zamanda devenin çöktüğü yer mescid olarak yapıldı. Mescidi Haramdan sonra kutsallık bakımdan ikinci sırada kutsiyet kazanan Mescid-i Nebevi’dir.
Mescidi Nebevinin faaliyete girmenin ardından inananları namaza nasıl çağrılacağı ilanı da bu mescidin damından yankılandı tüm alemlere. Bilal-i Habeşi hem namaza çağırıyor hemde tüm ins ve cins alemini tevhide çağırıyordu adeta.
Hicret çile, meşakkat demekti.. Her çilenin ardından pembe şafaklar doğar derler ya. İşte Rasulullah’ın Medineye şeref vermesiyle pek yakında zafer Müslümanların olacağının işareti gönüllere yerleşti bile
snackbloot - avatarı
snackbloot
Ziyaretçi
16 Ocak 2011       Mesaj #2
snackbloot - avatarı
Ziyaretçi
Peygamber Efendimiz, Rânûna mevkiinde Cuma namazını kıldıktan sonra tekrar devesine bindi ve yularını boynuna doladı. Arkasında Hz. Ebû Bekir, etrafında ise Neccaroğulları yiğitleri ile Medineli Müslümanlar yer alıyordu. Kimi yaya, kimi binekli olan Müslümanların sevinç ve tekbir getirişlerinden âdeta yer gök inliyordu.
Fahr-i Âlem, devesinin üzerinde ağır ağır Medine içlerine doğru ilerliyordu. Sevinç dalgaları şehrin her tarafını sarmıştı. İslâma merkez olma şerefine erecek bu kudsî şehir, sürûrundan âdeta çalkalanıyordu. Kâinatın Efendisini sînesine alışın, ona yurt ve hicret yeri olmanın sevincini yaşıyordu.
Sponsorlu Bağlantılar
Kadınlar, çocuklar söyledikleri şiirlerle manzaraya bir başka tatlılık katıyorlardı. Dillerinden düşmeyen mısralar şunlardı:"Veda yokuşundan doğdu dolunay bize.
"Allah'a yalvaran oldukça, şükretmek gerekir mes'ud halimize,
"Ey bize gönderilen yüce peygamber, sen,
"İtaat etmemiz gereken bir emirle geldin bize."1
Medine halkı, etrafa pırıl pırıl nurlar saçan Hz. Resûlullahın mübârek yüzünü görmek için sokaklara dökülmüştü. Çocuklar, bayramlıklarını giymişler, neşe ve sevinç içinde oynuyorlardı.
Evlerinin damından kadınlar, yollarda erkekler ona, "Hoşgeldin" diyorlardı:"Muhammed geldi! Yâ Muhammed! Yâ Resûlallah!
Yâ Muhammed, Yâ Muhammed!"2
Bu kalbî ve duygulu tezahürat arasında Peygamberimiz (s.a.v.) tevazu ve vakarı birleştiren müstesna bir eda içinde Kasvâ'nın üstünde yoluna devam ediyordu. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz ilerlerken, önünden geçtiği her evin sahibi, kendisini evinde misafir etme şerefine nâil olmak istiyor ve devesinin yularını tutup, "Yâ Resûlallah, bize buyurun" diyordu.
Efendimiz ise, mübârek tebessümleri arasında, "Hayra erin, deveye yol verin. Ona gideceği yer buyurulmuştur" diye cevap veriyordu. O mübârek hayvan da sağa ve sola bakarak kendiliğinden gidiyordu.
Yuları boynuna dolanmış Kasvâ, ilerleyerek Malik bin Neccaroğullarına ait develerin yanına kadar gitti ve oradaki boş bir arsaya çöktü.
Peygamber Efendimiz, üzerinden hemen inmedi. Deve az sonra ayağa kalktı, biraz ilerledikten sonra birdenbire geriye döndü ve ilk çöktüğü yere geldi. Oraya tekrar çöktü ve artık kalkmadı. Boynunu ve göğsünü yere uzatarak tatlı tatlı böğürmeye ve sağa sola debelenmeye başladı.
Dikkatler Kasvâ'nın üzerine çevrilmişti. Resûl-i Ekrem, onun çöktüğü yere mi misafir olacaktı, yoksa başka bir yere mi? Henüz kimsenin bu hususta bilgisi yoktu.
O sırada Neccaroğullarının mini mini masum kız çocukları, defler çalarak Sevgili Efendimize "hoşâmedi" ediyorlardı:"Biz Neccaroğulları kızlarıyız. Muhammed'in akrabalığı, komşuluğu ne hoştur."3
Resûl-i Ekrem, bu masum yavruların samimî duygu ve sevinçlerini gülümseyerek karşıladı ve "Beni seviyor musunuz? diye sordu.
Hep bir ağızdan, "Evet, seni seviyoruz, yâ Resûlallah" dediler. Kâinatın Efendisi ise, "Allah biliyor ki, ben de sizi seviyorum. Vallahi, ben de sizi seviyorum. Vallahi, ben de sizi seviyorum. Vallahi, ben de sizi seviyorum" buyurdu.
Medineli Müslümanlardan her biri Fahr-i Âlem Efendimizin hanesine şeref vermesini can u gönülden istiyordu. Hatta bir ara Kasvâ çöktüğü zaman, Cebbar bin Sahr, kaldırmak için ayağıyla ona vurdu. Bunu farkeden Hz. Ebû Eyyûb el-Ensari hiddete gelerek şöyle dedi:"Ey Cebbar! Sen benim evimin önünden kaldırmak için ona vurdun. Resûlullahı hak dinle gönderen Allah'a yemin ederim ki, İslâmiyet mâni olmasaydı sana kılıçla vururdum."

Peygamberimiz (s.a.v.) Ebû Eyyûb'un Evinde
Kasvâ, ikinci sefer çöküp yerinden kalkmayınca, Peygamber Efendimiz, "İnşallah menzilimiz burasıdır" buyurarak indi.
Böylece, İslâm ve cihân tarihinin kaydettiği en parlak hâdiselerden biri olan Hicret-i Muhammediye (a.s.m.) bu inişle sona eriyordu.
Müslümanlar merak ve heyecan içinde bekliyorlardı. Acaba kâinatın medar-ı iftiharı olan Resûl-i Kibriyâ kimin evini şereflendirecekti? Hepsinin göz ve gönüllerinde sevinç dalga dalga idi. Bu sevince Kâinatın Efendisini evlerinde misafir etmek hadsiz şerefini de katmak istiyorlardı.
Peygamber Efendimiz etrafını saranlara, "Akrabalarımızdan hangisinin evi buraya daha yakındır?" diye sordu. Neccâroğullarından Ebû Eyyûb el-Ensâri Hazretleri sevinç ve heyecanla ortaya atıldı:"Yâ Nebiyyallah! Benim evim daha yakındır. İşte şu evim, şu da kapısı" diyerek gösterdi.
Sonra da, "Müsâade buyurursanız, devenizin üzerindekileri oraya taşıyayım" dedi ve Kasvâ'nın yükünü indirip palanını soydu ve evine taşıdı.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz de, "Kişi bineğinin ve ağırlığının yanında bulunur" buyurdu ve Ebû Eyyub el-Ensarî'ye, "Git, bizi kabul için yer hazırla!" diye emretti.4
Bu esnâda Medineli Müslümanların ileri gelenlerinden olan Es'ad bin Zürâre Hazretleri de teberrüken Kasvâ'yı alıp kendi evine götürdü.
Hz. Eyyûb el-Ensarî, derhal gidip evini hazırladı ve gelip Efendimize, "Yâ Resûlallah! İkinize de yer hazırladım. Allah'ın bereketi ile ikiniz de yerinize buyurunuz" dedi.5
Sevgi tezahürleri arasında Resûl-i Ekrem Efendimiz de kalkıp Ebû Eyyûb el Ensarî Hazretlerinin hânesine gitti. Böylece Kâinatın Efendisini ağırlama eşsiz şerefi bu aziz Sahabîye nasib oluyordu.
Fahr-i Âlem Efendimizin, Medine'ye teşrifiyle vatanlarından ayrı düşüp de gönülleri mahzun olan Muhacirlere taze kan geldi. Ensarın yüzü ve gönlü sürûra gark oldu. Medine ise sevinçten çalkalandı ve âdeta bir bayram havasına büründü. Ashab-ı Kiramdan Bera bin Azib, o müstesna gündeki sevinç ve heyecanı şu cümlelerle anlatır:"Resûlullah (a.s.m.) Medine'ye gelince, Medinelilerin onun gelişine sevindikleri kadar, hiç bir şeye öylesine sevindiklerini görmedim. Kadınların, çocukların, 'İşte Resûlullah geldi. İşte Muhammed (a.s.m.) geldi' diyerek sevinçten coştuklarını müşâhede ettim."6
O zaman henüz bir çocuk olan Ensardan Enes bin Mâlik ise şu sözlerle o günün azamet ve parlaklığını nazara vermek ister:"Ben, Resûlullahın (a.s.m.), Medine'ye girdiği günden daha güzel, parlak ve daha azametli hiç bir gün görmedim."7
Mihmandar-ı Fahr-i Âlem Hz. Eyyûb el-Ensarî Hazretleri der ki:"Resûlullah, evime şeref verdiği zaman, alt kata inmişti. Ben ve zevcem Ümmü Eyyûb ise yukarı katta bulunuyorduk. 'Anam, babam, sana fedâ olsun, yâ Resûlallah! Ben, benim yukarıda olmamı, senin ise alt katta bulunmanı hoş görmüyorum. Bu durum bana çok ağır geliyor. Sen yukarı çık, orada bulun! Biz de aşağı inelim, orada oturalım' dedim."Resûlullah, 'Yâ Ebâ Eyyûb! Evin alt katında bulunmamız, bize daha uygun ve münasibdir' dedi ve alt katta oturdu. Biz de meskende onun üstünde bulunuyorduk."O sırada içinde su bulunan testimiz kırıldı. Resûlullahın üzerine damlayıp, onu rahatsız etmesinden korkarak zevcemle tek örtüneceğimiz kadife yorganımızı hemen suyun üzerine bastırdık."8
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, fazla ziyaretçi geleceği ve onlarla rahat görüşüp konuşabilme düşüncesiyle alt katta kalmayı münasib görmüştü. Ancak, büyük îmân sahibi Hz. Ebû Eyyûb ve zevcesinin gönlü bir türlü rahat etmiyordu.
"Fahr-i Âlem alt katta, bizler üst katta, bu nasıl olur?" diye düşünüyor ve bundan son derece sıkılıyorlardı.
Hz. Ebû Eyyûb, bir gece uyandı ve bu duygunun tesiriyle bir türlü uyuyamadı. Ufak tefek eşyalarını evin bir başka tarafına taşıdılar ve orada uykusuz sabahladılar.
Sabah olunca, Hz. Ebû Eyyûb, olanları Efendimize anlattı. Peygamber Efendimiz yine, "Aşâğısı bana daha uygundur" dedi. Fakat, büyük Sahabî buna daha fazla tahammül edemedi ve "Yâ Nebiyyallah! Ben yukarıda, siz aşağıda olmaz" dedi.Bunun üzerine Resûl-i Kibriyâ Efendimiz üst kata, Ebû Eyyûb ve zevcesi Ümmü Eyyûb ise alt kata taşındılar.9
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Ebû Eyyûb el-Ensarî Hazretlerinin mütevazi evinde tam yedi ay ikâmet buyurdu. Bu zaman zarfında Medineli Müslümanlar, bu eve yemekler taşımada ve Efendimizin ihtiyaçlarını yerine getirmede birbirleriyle âdeta yarışırlardı.
Hz. Ebû Eyyûb el-Ensarî'nin evine yerleşen Fâhr-i Âlem Efendimize, Medineli Müslümanlar her gün muntazaman yemek getirirlerdi. Hz. Ebû Eyyûb ve ailesi ise devamlı akşam yemeklerini hazırlarlardı. Hazırladıkları yemeklerden geri kalanını ise teberrüken yerlerdi.
Yine bir gece soğanlı ve sarımsaklı bir yemek yapıp göndermişlerdi. Resûlullah yemeği geri çevirdi.
Ebû Eyyûb (r.a.), yemekte Resûlullahın parmaklarının izini görmeyince feryâd ederek yanına gitti, "Yâ Resûlallah! Anam, babam sana fedâ olsun. Sen akşam yemeğini niçin geri çevirdin?" dedi.
Resûlullah, "O sebzede bir koku hissettim. Ondan yemedim. Ben arkadaşım Cebrâil'i rahatsız etmek istemem" buyurdu ve ilâve etti:"İnsanı rahatsız eden şeyden, melekler de rahatsız olurlar." Bunun üzerine Ebû Eyyûb, "Yâ Resûlallah! Yoksa o yemek haram mıdır?" diye sordu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Hayır! Fakat, ben kokusundan dolayı ondan hoşlanmadım"10 buyurdu.
Ebû Eyyûb Hazretleri de, "Senin hoşlanmadığın şeyden ben de hoşlanmam" dedi.11

Mu'cizeli Bir Yemek Ziyafeti
Resûl-i Kibriyâ Efendimizin, Hz. Ebû Eyyûb el-Ensarî'nin evinde kaldığı sıradaydı. Hz. Ebû Eyyûb, Nebiyy-i Muhterem Efendimizle Hz. Ebû Bekir-i Sıddıka kâfi gelecek iki kişilik yemek yapıp getirmişti.
Peygamber Efendimiz ona, "Git, Ensârın eşrafından bana otuz kişi çağır!" diye emretti.
Hz. Ebû Eyyûb emri yerine getirdi. Otuz kişi gelip yedilerSonra yine fermân etti: "Altmış kişi daha çağır!"
Hz. Ebû Eyyûb altmış kişi daha davet etti. Onlar da gelip yediler. Efendimiz sonra tekrar, "Yetmiş kişi daha çağır!" diye ferman etti.
Hz. Ebû Eyyûb bu emri de yerine getirdi. Yetmiş kişi daha gelip yediler.
Hz. Ebû Eyyûb der ki:"Kaplarda yemek daha kaldı. Bütün gelenler o mu'cize karşısında İslâmiyete girip bîat ettiler. O iki kişi için yaptığım yemeğimden yüz seksen adam yediler." 12
Bu, Resûl-i Kibriyâ Efendimizin mu'cizeli bir yemek ziyâfeti idi. Berekete dâir olan bu mu'cizeler gösteriyor ki, "Muhammed-i Arabî Aleyhissalatü Vesselâm umuma rızk veren ve rızıkları halkeden bir Zât-ı Rahîm ve Kerîm'in sevgili me'murudur; pek hürmetli bir abdidir ki, rızkın envâında, hilâf ı âdet olarak, ona hiçten ve sırf gaybdan ziyâfetler gönderiyor." 13
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Ocak 2011       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ARAPLAR KENDİ YAPTIKLARI PUTLARA TAPARLARDI. İSLAMİYET.610 yılında doğduğunda arap yarımadasında toplumsal yaşam bu durumdaydı.hz.Mmuhammed isalam dinine davet ederek islamiyetin yayılmasını sağladı.medinelilerde eski dinlerinden vazgeçmeyeceğini anladı. onlara islamı anlattı medineliler karşı gelmişti o yüzden hz. MUHAMMED
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Şubat 2011       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
yaa kısa niye yapmıyorsunuz ben bunu nası 2 satıra sıdıracam!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Mart 2011       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Allah’ın Rasulü ashabıyla rüyasını paylaştı. Rüyasında Hurmalığı olan bir beldeye göç ettiğini, şehre yaklaştığında Medine olduğunu anladığı rüyasını anlattıktan sonra gizli gizli hicret hazırlıkları hızla başladı. İçlerinden biri var ki, O na Ömer derler, gizleme ihtiyacı duymadan kılıcını kuşanarak Mescid-i Harama varıp ilan etti:
- Şunu iyi bilin ki Ey Ahali! hicret etmeye karar vermiş bulunuyorum, kim karısını dul, evladını yetim bırakmak isterse şafak sökerken istediği yerde buluşmak üzere gelsin..
Kimsenin gıkı çıkmadı, kolay mı bu Hattab’ın oğlu Ömer.. En ufak itiraz sesiyle başına neler gelebileceğini O’nu tanıyanlar çok iyi biliyor. Hz. Ömer ilk hicret edenlerden…
Allahın Rasulü can dostu Ebubekir’e varıp:
- Allahü Teala hicret yolculuğunda seni bana ARKADAŞ kıldı ey Ebubekir!
Hz. Ebubekir yolculuk için hazırladı iki deveyi Abdullah b. Üreykıt’a teslim ederek bu meseleyi gizli tutmasını ve üç gün sonra develeri Sevr mağarasına getirerek yola çıkacaklarını söyledi.
Mekke artık iyice boşalmaya yüz tutmuştu ki Ebu Cehil:
- Muhammed hala buralarda, eğer giderse onu yakalamamız müşkül olabilir, bu konuda herkes fikrini serd etsin.
Kimi hapsedelim, kimi sürgün edelim dediyse de nihai kararı belirleyecek fikir yine Ebu Cehil’den geldi:
- Her kabileden kanını üstlenecek yiğitler belirleyelim, kan diyetini de kabileler arası paylaşalım fikri kabül gördü.
Müşrikler peygamberimizin öldürülmesini bile göze alacak kadar ölçüyü kaçırmışlardı.. Cibril Emin Rasulüllah’a durumu vahiyle haberdar ettikten sonra Allahü Teala İsra suresinin 80.nci ayetini kalbine şöyle vahyetti:
- ‘’Ey Rabbim, beni dürüst bir girişle yeni yurduma girdir. Dürüst bir çıkışla yurdumdan çıkar. Kendi canibinden bana yardımcı olan bir delil ve güç ver.’’
Habib-i Kibriya Hz.Aliyi çağırdı gelen vahyin talimatı üzerine O’na:
- Ya Ali bu gece yatağımda benim yerime sen yatacaksın, dedi.
Kureyş Habib-i Kibriya’nın evini akşam üstü çembere almışlardı, Rasulüllah’da hane halkıyla vedalaştıktan sonra kapıyı açıp Yasin süresini okuyaraktan müşriklerin arasından çıkıp HANE-İ SAADETİNDEN ayrıldı. Allahü Teala ayeti kerime de:
- ‘’Biz onların önlerine bir set.. koyduk da onların üzerini örtüverdik. Artık onlar göremezler’’ beyan buyurdu.
Gerçektende önlerinden geçtiği halde O’nu ne gördüler ne de bir sese şahit oldular. O Allah’ın ilahi koruması altında bir kelebek misali aralarından uçuverdi.
Hz Ebubekir Allah Rasulünü bekliyordu ve birazdan geldiğinde birlikte Sevr’e yürümeye koyuldular. Mağaraya geldiklerinde yorgun düşmüşlerdi, Nebiyyi Ekrem Ebubekir’in dizine başını koyarak uyumaya başladı ama birazdan yüzüne düşen gözyaşı damlaları uyanmasına yetmişti. Rasululah Ebubekir’e baktı :
-Ya Ebubekir neler oluyor?
Hz. Ebubekir;
-Bir yılanın deliğinden çıktığını gördüm, sana zarar vereceğini düşünerekden ayağımla deliği kapatmaya çalışırken ayağımı ısırdı, canım yandı, bunun üzerine gözyaşımı tutamadım..
Allah Rasulü tükrüğünü ayağına çalınca Ebubekir rahatlayıverdi, bir anda sızısı diniverdi.
Mağarada bunlar olurken Ebu Cehil başta olmak üzere peygamberimizin evine girdiklerinde yatağında bulamamışlardı, O’nun yerine Hz. Ali yatıyordu. Ali’yi sıkıştırmaya başladılar:
- Derhal söyle , nerede O?
Ali:
- Geceliyin çıkıp gitti, deyince tez elden iz sürmekle meşhur Müdlic’e yüz deve karşılığında teklif götürülerek Rasulullah’ın ve Ebubekir’in izlerini iz sürerek ilerlemeye başladılar. Derken mağaranın kapısına kadar dayandılar. Hz. Ebubbekir rengi sararmıştı, çünkü müşrikleri yakından görüyordu.. Rasulü Ekrem:
- Ya Ebubbekir korkma Allah bizimle beraber,dedi.
Müşrikler örümcekle örülmüş mağara girişini görünce:
- Baksanıza boşa vakit geçiriyoruz örümcek örmüş burayı deyip mağaranın kapısından döndüler, Ebubekir de rahatlamıştı, kendisi için değil, Rasulü Kibriya’nın başına bir hal gelmemesi için derin bir nefes almıştı.
Sevr mağarasına üç gün boyunca Hz. Ebubekir’in oğlu ve hanımı tarafından yemek taşındı, iaşeleri giderildi. Ebubekir’in oğlu iman etmemesine rağmen hem oğul olarak görevini yaptı hem de sır gibi bu durumu saklamayı bildi.
Mağarada geçen üç gün, aslında üç asra bedeldi. Nitekim o üç günün önemini Hz. Ömer’in şu sözlerinden daha iyi anlıyabiliriz. Bakın Hz. Ömer diyor ki:
- Vallahi Ebubekir’in o mağarada bir gecesi Ömer’den ve Ömer ailesinden daha hayırlıdır..
Bu sözler gerçekten mağaranın mağara olmanın ötesinde bir başka anlamları çağrıştıran yönü olduğu besbelli. Ki ; bazı rivayetlerde gizli zikrin ve rabıtanın o mağarada talim edildiği bildirilir. Şöyle ki; Ebubekir’in müşriklerin mağaranın kapısına geldiğin de Rasulüllahın:
- Ya Ebubbekir dilini damağına yapıştır kalbinden Allah, Allah de şeklinde hafi zikir öğretildiği bildirilmektedir. Yine o mağarada :
- Ya Ebubekir! Gönlünü gönlüme bağla ve rahat ol, beyan buyurarak rabıta-i şerifeye işaret edilmiştir. Gerçekten de gönlü gönle bağlamanın adıdır rabıta, rabıta rabt etmekten gelir, rabt etmek ise bağlanmak demek. Zaten Ebubekir’in meşreb olarak da gönlü hep O’nunla idi, ona uygunda bir talimattı.
Üç günlük mağara hayatı Abdullah b. Üreykıt’ın develeri getirip, Medine yoluna revan olmakla sona erdi. Bu arada Mekke’de Rasulullah’ı ölü yada sağ yakalayıp getirene 100 deve verileceği ilanını duyan Süraka b. Malik derhal atına binip hızla aramaya koyuldu.Atı ile beraber alabildiğine koşturuyordu.
Hz. Ebubekir arkasına baktığında toz bulutunun kalktığını görünce:
- Ya Rasululah arkamızdan bir atlı yetişmek üzere!.. dediği an , Nebiyyi Ekrem ardına baktı ve atlıya nazar edince atın ayakları kumlara gömülüp Süraka da yere düşerek yuvarlanmaya başladı.
Süraka derhal doğrulup yeniden atına binip tekrar Nebiyyi Ekremin üzerine doğru sürmeye başlayınca yine attan düşüp yuvarlandı. Bu sefer tekrar hızını alamamış olacak ki tekrar şansını denedi yine aynı akibetle karşılaştı. Nihayet atın ayakları kuma gömülü halde Süraka canhıraş halde Efendimizden yardım isteyerek:
-Ya Muhammed! anladım ki bu yaşadığım olay bir tesadüf eseri değil, yaptığıma çok pişmanım . Ve sözlerine şunları ilave etti:
Sizin için ne yapabilirim?
Allah Rasulü:
- Ardımızdan gelenleri hedef şaşırtarak geri çevirsen yeter dedi.
Süraka:
- Peki dedi ve böylece Hicret yolcuları yoluna devam etti.
Medine sınırlarına yaklaşmışlardı, gözler yolda , hep O’nu bağırlarına basacakları anı heyacanla bekliyorlardı. O heyacan içerisinde Bir Yahudinin:
- Müjde, müjde.. Ey Yesrib halkı geliyorlar!.. seslenmesi yüreklere su serpti. Üç yolcu yaklaştıkça aşk ve vecd içinde yolunu gözleyen beşyüze yakın insan tekbir getirerek Allahü Ekber…. nidalarıyla karşıladılar. Kuba toprakları böyle bir anı şimdiye kadar hiç tadmamıştı..
Kuba’da ilk iş mescid yapımı. İlk taşı Allah Rasülü, sonra sırasıyla Ebubekir , Osman ve diğerleri takip etti. Kuba’ya konakladıktan üçgün sonra da Hz.Ali geldi, ayakları şişmişti ağrıdan canı yandığını fark eden Allah Rasülü ayağını mübarek elleriyle sıvazlayınca ağrı kesildi. Bu arada Kuba mescidi de tamamlanmış oldu, İlk mescid, ilk imam Peygamberimiz idi.
Habib- i Kibriya ondört günlük Kuba konaklamasının ardından Medine’ye Kasva adındaki devesiyle hareket etti. Yaşlısı, genci, çocuklar yollara düşmüş, damlara ve ağaç dalları üzerine çıkmış O’nu gözlüyordu. Nihayet adı güzel kendi güzel Muhammed göründü. Çocuklar:
- İşte Allah’ın Habibi geldi! diye heyacanvarı haykırıyorlardı..
Genç kızlar:
- Taleal bedrü aleyna minseniyyetül veda.. ilahisiyle şeref verdin beldemize diyerek övgü yağdırıyorlardı. Yediden yetmişe herkes sevinç naraları arasında kendinden geçmiş ve coşmuştu. Aynı zamanda kendi aralarında paylaşamıyorlardı, Ensar:
- Ya Rasulullah buyurun bizim evimize, diyerekten davet etmekte yarışıyorlardı.
Habib-i Kibriya Kasva adlı devesiyle bu meseleyi halletmeyi tercih etti, devenin yularını bırakıp:
- O nereye çökerse o evde konaklayacağım dedi.
Nihayet deve bugünkü Mescid-i Nebevi’nin bulunduğu yer olan boş arsaya çöktü. Çöktüğü yere en yakın ev Ebu Eyyub halid b. Zeyd’in eviydi. Gözleri dolmuştu sevinçten. Sevinen sadece Ebu Eyyub El Ensari değil, bütün Medine halkı idi.
Ebu Eyyub El Ensari Rasulü Erkemi yukarı kata buyur edince gelen misafirler için ziyaret rahat olsun düşüncesiyle kabül görmedi. Fakat akşam olduğunda Ebu Eyyub El Ensari ve hanımı rahat değillerdi; O alt kattayken üst katta olmak içlerine sinmemişti. Bu düşüncelerle kaygılanırken bir anda su destisi devrildi, su damlamasın diye üzerlerine örttüğü örtüyü üzerine kapadılar. Sabah olduğunda Ebu Eyyub El Ensari:
- Ya Rasulullah sen altta iken biz üst kata çıkamayız dedi.
Allah Rasulü bu samimiyet kokan ifadeler karşısında :
- Peki, dedi.
Rasululahı ziyarete gelenlerle görüştü, bu görüşme esnasında Yahudi bilginlerinden Abdullah b. Selam Rasululah’a sorduğu sorulara aldığı doğru cevaplar karşısında kelime-i şehadet getirerek Müslümanlıkla şereflendi.
Kuba’da Mescid yapılır da Medine de yapılmaz mı? Tıpkı Kuba Mescidin de olduğu gibi birlik ve beraberlik anlayışıyla kısa zamanda devenin çöktüğü yer mescid olarak yapıldı. Mescidi Haramdan sonra kutsallık bakımdan ikinci sırada kutsiyet kazanan Mescid-i Nebevi’dir.
Mescidi Nebevinin faaliyete girmenin ardından inananları namaza nasıl çağrılacağı ilanı da bu mescidin damından yankılandı tüm alemlere. Bilal-i Habeşi hem namaza çağırıyor hemde tüm ins ve cins alemini tevhide çağırıyordu adeta.
Hicret çile, meşakkat demekti.. Her çilenin ardından pembe şafaklar doğar derler ya. İşte Rasulullah’ın Medineye şeref vermesiyle pek yakında zafer Müslümanların olacağının işareti gönüllere yerleşti bile.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Aralık 2011       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Allah’ın Rasulü ashabıyla rüyasını paylaştı. Rüyasında Hurmalığı olan bir beldeye göç ettiğini, şehre yaklaştığında Medine olduğunu anladığı rüyasını anlattıktan sonra gizli gizli hicret hazırlıkları hızla başladı. İçlerinden biri var ki, O na Ömer derler, gizleme ihtiyacı duymadan kılıcını kuşanarak Mescid-i Harama varıp ilan etti:
- Şunu iyi bilin ki Ey Ahali! hicret etmeye karar vermiş bulunuyorum, kim karısını dul, evladını yetim bırakmak isterse şafak sökerken istediği yerde buluşmak üzere gelsin..
Kimsenin gıkı çıkmadı, kolay mı bu Hattab’ın oğlu Ömer.. En ufak itiraz sesiyle başına neler gelebileceğini O’nu tanıyanlar çok iyi biliyor. Hz. Ömer ilk hicret edenlerden…
Allahın Rasulü can dostu Ebubekir’e varıp:
- Allahü Teala hicret yolculuğunda seni bana ARKADAŞ kıldı ey Ebubekir!
Hz. Ebubekir yolculuk için hazırladı iki deveyi Abdullah b. Üreykıt’a teslim ederek bu meseleyi gizli tutmasını ve üç gün sonra develeri Sevr mağarasına getirerek yola çıkacaklarını söyledi.
Mekke artık iyice boşalmaya yüz tutmuştu ki Ebu Cehil:
- Muhammed hala buralarda, eğer giderse onu yakalamamız müşkül olabilir, bu konuda herkes fikrini serd etsin.
Kimi hapsedelim, kimi sürgün edelim dediyse de nihai kararı belirleyecek fikir yine Ebu Cehil’den geldi:
- Her kabileden kanını üstlenecek yiğitler belirleyelim, kan diyetini de kabileler arası paylaşalım fikri kabül gördü.
Müşrikler peygamberimizin öldürülmesini bile göze alacak kadar ölçüyü kaçırmışlardı.. Cibril Emin Rasulüllah’a durumu vahiyle haberdar ettikten sonra Allahü Teala İsra suresinin 80.nci ayetini kalbine şöyle vahyetti:
- ‘’Ey Rabbim, beni dürüst bir girişle yeni yurduma girdir. Dürüst bir çıkışla yurdumdan çıkar. Kendi canibinden bana yardımcı olan bir delil ve güç ver.’’
Habib-i Kibriya Hz.Aliyi çağırdı gelen vahyin talimatı üzerine O’na:
- Ya Ali bu gece yatağımda benim yerime sen yatacaksın, dedi.
Kureyş Habib-i Kibriya’nın evini akşam üstü çembere almışlardı, Rasulüllah’da hane halkıyla vedalaştıktan sonra kapıyı açıp Yasin süresini okuyaraktan müşriklerin arasından çıkıp HANE-İ SAADETİNDEN ayrıldı. Allahü Teala ayeti kerime de:
- ‘’Biz onların önlerine bir set.. koyduk da onların üzerini örtüverdik. Artık onlar göremezler’’ beyan buyurdu.
Gerçektende önlerinden geçtiği halde O’nu ne gördüler ne de bir sese şahit oldular. O Allah’ın ilahi koruması altında bir kelebek misali aralarından uçuverdi.
Hz Ebubekir Allah Rasulünü bekliyordu ve birazdan geldiğinde birlikte Sevr’e yürümeye koyuldular. Mağaraya geldiklerinde yorgun düşmüşlerdi, Nebiyyi Ekrem Ebubekir’in dizine başını koyarak uyumaya başladı ama birazdan yüzüne düşen gözyaşı damlaları uyanmasına yetmişti. Rasululah Ebubekir’e baktı :
-Ya Ebubekir neler oluyor?
Hz. Ebubekir;
-Bir yılanın deliğinden çıktığını gördüm, sana zarar vereceğini düşünerekden ayağımla deliği kapatmaya çalışırken ayağımı ısırdı, canım yandı, bunun üzerine gözyaşımı tutamadım..
Allah Rasulü tükrüğünü ayağına çalınca Ebubekir rahatlayıverdi, bir anda sızısı diniverdi.
Mağarada bunlar olurken Ebu Cehil başta olmak üzere peygamberimizin evine girdiklerinde yatağında bulamamışlardı, O’nun yerine Hz. Ali yatıyordu. Ali’yi sıkıştırmaya başladılar:
- Derhal söyle , nerede O?
Ali:
- Geceliyin çıkıp gitti, deyince tez elden iz sürmekle meşhur Müdlic’e yüz deve karşılığında teklif götürülerek Rasulullah’ın ve Ebubekir’in izlerini iz sürerek ilerlemeye başladılar. Derken mağaranın kapısına kadar dayandılar. Hz. Ebubbekir rengi sararmıştı, çünkü müşrikleri yakından görüyordu.. Rasulü Ekrem:
- Ya Ebubbekir korkma Allah bizimle beraber,dedi.
Müşrikler örümcekle örülmüş mağara girişini görünce:
- Baksanıza boşa vakit geçiriyoruz örümcek örmüş burayı deyip mağaranın kapısından döndüler, Ebubekir de rahatlamıştı, kendisi için değil, Rasulü Kibriya’nın başına bir hal gelmemesi için derin bir nefes almıştı.
Sevr mağarasına üç gün boyunca Hz. Ebubekir’in oğlu ve hanımı tarafından yemek taşındı, iaşeleri giderildi. Ebubekir’in oğlu iman etmemesine rağmen hem oğul olarak görevini yaptı hem de sır gibi bu durumu saklamayı bildi.
Mağarada geçen üç gün, aslında üç asra bedeldi. Nitekim o üç günün önemini Hz. Ömer’in şu sözlerinden daha iyi anlıyabiliriz. Bakın Hz. Ömer diyor ki:
- Vallahi Ebubekir’in o mağarada bir gecesi Ömer’den ve Ömer ailesinden daha hayırlıdır..
Bu sözler gerçekten mağaranın mağara olmanın ötesinde bir başka anlamları çağrıştıran yönü olduğu besbelli. Ki ; bazı rivayetlerde gizli zikrin ve rabıtanın o mağarada talim edildiği bildirilir. Şöyle ki; Ebubekir’in müşriklerin mağaranın kapısına geldiğin de Rasulüllahın:
- Ya Ebubbekir dilini damağına yapıştır kalbinden Allah, Allah de şeklinde hafi zikir öğretildiği bildirilmektedir. Yine o mağarada :
- Ya Ebubekir! Gönlünü gönlüme bağla ve rahat ol, beyan buyurarak rabıta-i şerifeye işaret edilmiştir. Gerçekten de gönlü gönle bağlamanın adıdır rabıta, rabıta rabt etmekten gelir, rabt etmek ise bağlanmak demek. Zaten Ebubekir’in meşreb olarak da gönlü hep O’nunla idi, ona uygunda bir talimattı.
Üç günlük mağara hayatı Abdullah b. Üreykıt’ın develeri getirip, Medine yoluna revan olmakla sona erdi. Bu arada Mekke’de Rasulullah’ı ölü yada sağ yakalayıp getirene 100 deve verileceği ilanını duyan Süraka b. Malik derhal atına binip hızla aramaya koyuldu.Atı ile beraber alabildiğine koşturuyordu.
Hz. Ebubekir arkasına baktığında toz bulutunun kalktığını görünce:
- Ya Rasululah arkamızdan bir atlı yetişmek üzere!.. dediği an , Nebiyyi Ekrem ardına baktı ve atlıya nazar edince atın ayakları kumlara gömülüp Süraka da yere düşerek yuvarlanmaya başladı.
Süraka derhal doğrulup yeniden atına binip tekrar Nebiyyi Ekremin üzerine doğru sürmeye başlayınca yine attan düşüp yuvarlandı. Bu sefer tekrar hızını alamamış olacak ki tekrar şansını denedi yine aynı akibetle karşılaştı. Nihayet atın ayakları kuma gömülü halde Süraka canhıraş halde Efendimizden yardım isteyerek:
-Ya Muhammed! anladım ki bu yaşadığım olay bir tesadüf eseri değil, yaptığıma çok pişmanım . Ve sözlerine şunları ilave etti:
Sizin için ne yapabilirim?
Allah Rasulü:
- Ardımızdan gelenleri hedef şaşırtarak geri çevirsen yeter dedi.
Süraka:
- Peki dedi ve böylece Hicret yolcuları yoluna devam etti.
Medine sınırlarına yaklaşmışlardı, gözler yolda , hep O’nu bağırlarına basacakları anı heyacanla bekliyorlardı. O heyacan içerisinde Bir Yahudinin:
- Müjde, müjde.. Ey Yesrib halkı geliyorlar!.. seslenmesi yüreklere su serpti. Üç yolcu yaklaştıkça aşk ve vecd içinde yolunu gözleyen beşyüze yakın insan tekbir getirerek Allahü Ekber…. nidalarıyla karşıladılar. Kuba toprakları böyle bir anı şimdiye kadar hiç tadmamıştı..
Kuba’da ilk iş mescid yapımı. İlk taşı Allah Rasülü, sonra sırasıyla Ebubekir , Osman ve diğerleri takip etti. Kuba’ya konakladıktan üçgün sonra da Hz.Ali geldi, ayakları şişmişti ağrıdan canı yandığını fark eden Allah Rasülü ayağını mübarek elleriyle sıvazlayınca ağrı kesildi. Bu arada Kuba mescidi de tamamlanmış oldu, İlk mescid, ilk imam Peygamberimiz idi.
Habib- i Kibriya ondört günlük Kuba konaklamasının ardından Medine’ye Kasva adındaki devesiyle hareket etti. Yaşlısı, genci, çocuklar yollara düşmüş, damlara ve ağaç dalları üzerine çıkmış O’nu gözlüyordu. Nihayet adı güzel kendi güzel Muhammed göründü. Çocuklar:
- İşte Allah’ın Habibi geldi! diye heyacanvarı haykırıyorlardı..
Genç kızlar:
- Taleal bedrü aleyna minseniyyetül veda.. ilahisiyle şeref verdin beldemize diyerek övgü yağdırıyorlardı. Yediden yetmişe herkes sevinç naraları arasında kendinden geçmiş ve coşmuştu. Aynı zamanda kendi aralarında paylaşamıyorlardı, Ensar:
- Ya Rasulullah buyurun bizim evimize, diyerekten davet etmekte yarışıyorlardı.
Habib-i Kibriya Kasva adlı devesiyle bu meseleyi halletmeyi tercih etti, devenin yularını bırakıp:
- O nereye çökerse o evde konaklayacağım dedi.
Nihayet deve bugünkü Mescid-i Nebevi’nin bulunduğu yer olan boş arsaya çöktü. Çöktüğü yere en yakın ev Ebu Eyyub halid b. Zeyd’in eviydi. Gözleri dolmuştu sevinçten. Sevinen sadece Ebu Eyyub El Ensari değil, bütün Medine halkı idi.
Ebu Eyyub El Ensari Rasulü Erkemi yukarı kata buyur edince gelen misafirler için ziyaret rahat olsun düşüncesiyle kabül görmedi. Fakat akşam olduğunda Ebu Eyyub El Ensari ve hanımı rahat değillerdi; O alt kattayken üst katta olmak içlerine sinmemişti. Bu düşüncelerle kaygılanırken bir anda su destisi devrildi, su damlamasın diye üzerlerine örttüğü örtüyü üzerine kapadılar. Sabah olduğunda Ebu Eyyub El Ensari:
- Ya Rasulullah sen altta iken biz üst kata çıkamayız dedi.
Allah Rasulü bu samimiyet kokan ifadeler karşısında :
- Peki, dedi.
Rasululahı ziyarete gelenlerle görüştü, bu görüşme esnasında Yahudi bilginlerinden Abdullah b. Selam Rasululah’a sorduğu sorulara aldığı doğru cevaplar karşısında kelime-i şehadet getirerek Müslümanlıkla şereflendi.
Kuba’da Mescid yapılır da Medine de yapılmaz mı? Tıpkı Kuba Mescidin de olduğu gibi birlik ve beraberlik anlayışıyla kısa zamanda devenin çöktüğü yer mescid olarak yapıldı. Mescidi Haramdan sonra kutsallık bakımdan ikinci sırada kutsiyet kazanan Mescid-i Nebevi’dir.
Mescidi Nebevinin faaliyete girmenin ardından inananları namaza nasıl çağrılacağı ilanı da bu mescidin damından yankılandı tüm alemlere. Bilal-i Habeşi hem namaza çağırıyor hemde tüm ins ve cins alemini tevhide çağırıyordu adeta.
Hicret çile, meşakkat demekti.. Her çilenin ardından pembe şafaklar doğar derler ya. İşte Rasulullah’ın Medineye şeref vermesiyle pek yakında zafer Müslümanların olacağının işareti gönüllere yerleşti bile
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Ocak 2012       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Medine halkı, etrafa pırıl pırıl nurlar saçan Hz. Resûlullahın mübârek yüzünü görmek için sokaklara dökülmüştü. Çocuklar, bayramlıklarını giymişler, neşe ve sevinç içinde oynuyorlardı.
Evlerinin damından kadınlar, yollarda erkekler ona, "Hoşgeldin" diyorlardı:"Muhammed geldi! Yâ Muhammed! Yâ Resûlallah
oguz1886 - avatarı
oguz1886
Ziyaretçi
11 Ocak 2012       Mesaj #8
oguz1886 - avatarı
Ziyaretçi
Peygamber Efendimiz, Rânûna mevkiinde Cuma namazını kıldıktan sonra tekrar devesine bindi ve yularını boynuna doladı. Arkasında Hz. Ebû Bekir, etrafında ise Neccaroğulları yiğitleri ile Medineli Müslümanlar yer alıyordu. Kimi yaya, kimi binekli olan Müslümanların sevinç ve tekbir getirişlerinden âdeta yer gök inliyordu.
Fahr-i Âlem, devesinin üzerinde ağır ağır Medine içlerine doğru ilerliyordu. Sevinç dalgaları şehrin her tarafını sarmıştı. İslâma merkez olma şerefine erecek bu kudsî şehir, sürûrundan âdeta çalkalanıyordu. Kâinatın Efendisini sînesine alışın, ona yurt ve hicret yeri olmanın sevincini yaşıyordu.
Kadınlar, çocuklar söyledikleri şiirlerle manzaraya bir başka tatlılık katıyorlardı. Dillerinden düşmeyen mısralar şunlardı:"Veda yokuşundan doğdu dolunay bize.
"Allah'a yalvaran oldukça, şükretmek gerekir mes'ud halimize,
"Ey bize gönderilen yüce peygamber, sen,
"İtaat etmemiz gereken bir emirle geldin bize."1
Medine halkı, etrafa pırıl pırıl nurlar saçan Hz. Resûlullahın mübârek yüzünü görmek için sokaklara dökülmüştü. Çocuklar, bayramlıklarını giymişler, neşe ve sevinç içinde oynuyorlardı.
Evlerinin damından kadınlar, yollarda erkekler ona, "Hoşgeldin" diyorlardı:"Muhammed geldi! Yâ Muhammed! Yâ Resûlallah!
Yâ Muhammed, Yâ Muhammed!"2
Bu kalbî ve duygulu tezahürat arasında Peygamberimiz (s.a.v.) tevazu ve vakarı birleştiren müstesna bir eda içinde Kasvâ'nın üstünde yoluna devam ediyordu. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz ilerlerken, önünden geçtiği her evin sahibi, kendisini evinde misafir etme şerefine nâil olmak istiyor ve devesinin yularını tutup, "Yâ Resûlallah, bize buyurun" diyordu.
Efendimiz ise, mübârek tebessümleri arasında, "Hayra erin, deveye yol verin. Ona gideceği yer buyurulmuştur" diye cevap veriyordu. O mübârek hayvan da sağa ve sola bakarak kendiliğinden gidiyordu.
Yuları boynuna dolanmış Kasvâ, ilerleyerek Malik bin Neccaroğullarına ait develerin yanına kadar gitti ve oradaki boş bir arsaya çöktü.
Peygamber Efendimiz, üzerinden hemen inmedi. Deve az sonra ayağa kalktı, biraz ilerledikten sonra birdenbire geriye döndü ve ilk çöktüğü yere geldi. Oraya tekrar çöktü ve artık kalkmadı. Boynunu ve göğsünü yere uzatarak tatlı tatlı böğürmeye ve sağa sola debelenmeye başladı.
Dikkatler Kasvâ'nın üzerine çevrilmişti. Resûl-i Ekrem, onun çöktüğü yere mi misafir olacaktı, yoksa başka bir yere mi? Henüz kimsenin bu hususta bilgisi yoktu.
O sırada Neccaroğullarının mini mini masum kız çocukları, defler çalarak Sevgili Efendimize "hoşâmedi" ediyorlardı:"Biz Neccaroğulları kızlarıyız. Muhammed'in akrabalığı, komşuluğu ne hoştur."3
Resûl-i Ekrem, bu masum yavruların samimî duygu ve sevinçlerini gülümseyerek karşıladı ve "Beni seviyor musunuz? diye sordu.
Hep bir ağızdan, "Evet, seni seviyoruz, yâ Resûlallah" dediler. Kâinatın Efendisi ise, "Allah biliyor ki, ben de sizi seviyorum. Vallahi, ben de sizi seviyorum. Vallahi, ben de sizi seviyorum. Vallahi, ben de sizi seviyorum" buyurdu.
Medineli Müslümanlardan her biri Fahr-i Âlem Efendimizin hanesine şeref vermesini can u gönülden istiyordu. Hatta bir ara Kasvâ çöktüğü zaman, Cebbar bin Sahr, kaldırmak için ayağıyla ona vurdu. Bunu farkeden Hz. Ebû Eyyûb el-Ensari hiddete gelerek şöyle dedi:"Ey Cebbar! Sen benim evimin önünden kaldırmak için ona vurdun. Resûlullahı hak dinle gönderen Allah'a yemin ederim ki, İslâmiyet mâni olmasaydı sana kılıçla vururdum."

Peygamberimiz (s.a.v.) Ebû Eyyûb'un Evinde
Kasvâ, ikinci sefer çöküp yerinden kalkmayınca, Peygamber Efendimiz, "İnşallah menzilimiz burasıdır" buyurarak indi.
Böylece, İslâm ve cihân tarihinin kaydettiği en parlak hâdiselerden biri olan Hicret-i Muhammediye (a.s.m.) bu inişle sona eriyordu.
Müslümanlar merak ve heyecan içinde bekliyorlardı. Acaba kâinatın medar-ı iftiharı olan Resûl-i Kibriyâ kimin evini şereflendirecekti? Hepsinin göz ve gönüllerinde sevinç dalga dalga idi. Bu sevince Kâinatın Efendisini evlerinde misafir etmek hadsiz şerefini de katmak istiyorlardı.
Peygamber Efendimiz etrafını saranlara, "Akrabalarımızdan hangisinin evi buraya daha yakındır?" diye sordu. Neccâroğullarından Ebû Eyyûb el-Ensâri Hazretleri sevinç ve heyecanla ortaya atıldı:"Yâ Nebiyyallah! Benim evim daha yakındır. İşte şu evim, şu da kapısı" diyerek gösterdi.
Sonra da, "Müsâade buyurursanız, devenizin üzerindekileri oraya taşıyayım" dedi ve Kasvâ'nın yükünü indirip palanını soydu ve evine taşıdı.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz de, "Kişi bineğinin ve ağırlığının yanında bulunur" buyurdu ve Ebû Eyyub el-Ensarî'ye, "Git, bizi kabul için yer hazırla!" diye emretti.4
Bu esnâda Medineli Müslümanların ileri gelenlerinden olan Es'ad bin Zürâre Hazretleri de teberrüken Kasvâ'yı alıp kendi evine götürdü.
Hz. Eyyûb el-Ensarî, derhal gidip evini hazırladı ve gelip Efendimize, "Yâ Resûlallah! İkinize de yer hazırladım. Allah'ın bereketi ile ikiniz de yerinize buyurunuz" dedi.5
Sevgi tezahürleri arasında Resûl-i Ekrem Efendimiz de kalkıp Ebû Eyyûb el Ensarî Hazretlerinin hânesine gitti. Böylece Kâinatın Efendisini ağırlama eşsiz şerefi bu aziz Sahabîye nasib oluyordu.
Fahr-i Âlem Efendimizin, Medine'ye teşrifiyle vatanlarından ayrı düşüp de gönülleri mahzun olan Muhacirlere taze kan geldi. Ensarın yüzü ve gönlü sürûra gark oldu. Medine ise sevinçten çalkalandı ve âdeta bir bayram havasına büründü. Ashab-ı Kiramdan Bera bin Azib, o müstesna gündeki sevinç ve heyecanı şu cümlelerle anlatır:"Resûlullah (a.s.m.) Medine'ye gelince, Medinelilerin onun gelişine sevindikleri kadar, hiç bir şeye öylesine sevindiklerini görmedim. Kadınların, çocukların, 'İşte Resûlullah geldi. İşte Muhammed (a.s.m.) geldi' diyerek sevinçten coştuklarını müşâhede ettim."6
O zaman henüz bir çocuk olan Ensardan Enes bin Mâlik ise şu sözlerle o günün azamet ve parlaklığını nazara vermek ister:"Ben, Resûlullahın (a.s.m.), Medine'ye girdiği günden daha güzel, parlak ve daha azametli hiç bir gün görmedim."7
Mihmandar-ı Fahr-i Âlem Hz. Eyyûb el-Ensarî Hazretleri der ki:"Resûlullah, evime şeref verdiği zaman, alt kata inmişti. Ben ve zevcem Ümmü Eyyûb ise yukarı katta bulunuyorduk. 'Anam, babam, sana fedâ olsun, yâ Resûlallah! Ben, benim yukarıda olmamı, senin ise alt katta bulunmanı hoş görmüyorum. Bu durum bana çok ağır geliyor. Sen yukarı çık, orada bulun! Biz de aşağı inelim, orada oturalım' dedim."Resûlullah, 'Yâ Ebâ Eyyûb! Evin alt katında bulunmamız, bize daha uygun ve münasibdir' dedi ve alt katta oturdu. Biz de meskende onun üstünde bulunuyorduk."O sırada içinde su bulunan testimiz kırıldı. Resûlullahın üzerine damlayıp, onu rahatsız etmesinden korkarak zevcemle tek örtüneceğimiz kadife yorganımızı hemen suyun üzerine bastırdık."8
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, fazla ziyaretçi geleceği ve onlarla rahat görüşüp konuşabilme düşüncesiyle alt katta kalmayı münasib görmüştü. Ancak, büyük îmân sahibi Hz. Ebû Eyyûb ve zevcesinin gönlü bir türlü rahat etmiyordu.
"Fahr-i Âlem alt katta, bizler üst katta, bu nasıl olur?" diye düşünüyor ve bundan son derece sıkılıyorlardı.
Hz. Ebû Eyyûb, bir gece uyandı ve bu duygunun tesiriyle bir türlü uyuyamadı. Ufak tefek eşyalarını evin bir başka tarafına taşıdılar ve orada uykusuz sabahladılar.
Sabah olunca, Hz. Ebû Eyyûb, olanları Efendimize anlattı. Peygamber Efendimiz yine, "Aşâğısı bana daha uygundur" dedi. Fakat, büyük Sahabî buna daha fazla tahammül edemedi ve "Yâ Nebiyyallah! Ben yukarıda, siz aşağıda olmaz" dedi.Bunun üzerine Resûl-i Kibriyâ Efendimiz üst kata, Ebû Eyyûb ve zevcesi Ümmü Eyyûb ise alt kata taşındılar.9
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Ebû Eyyûb el-Ensarî Hazretlerinin mütevazi evinde tam yedi ay ikâmet buyurdu. Bu zaman zarfında Medineli Müslümanlar, bu eve yemekler taşımada ve Efendimizin ihtiyaçlarını yerine getirmede birbirleriyle âdeta yarışırlardı.
Hz. Ebû Eyyûb el-Ensarî'nin evine yerleşen Fâhr-i Âlem Efendimize, Medineli Müslümanlar her gün muntazaman yemek getirirlerdi. Hz. Ebû Eyyûb ve ailesi ise devamlı akşam yemeklerini hazırlarlardı. Hazırladıkları yemeklerden geri kalanını ise teberrüken yerlerdi.
Yine bir gece soğanlı ve sarımsaklı bir yemek yapıp göndermişlerdi. Resûlullah yemeği geri çevirdi.
Ebû Eyyûb (r.a.), yemekte Resûlullahın parmaklarının izini görmeyince feryâd ederek yanına gitti, "Yâ Resûlallah! Anam, babam sana fedâ olsun. Sen akşam yemeğini niçin geri çevirdin?" dedi.
Resûlullah, "O sebzede bir koku hissettim. Ondan yemedim. Ben arkadaşım Cebrâil'i rahatsız etmek istemem" buyurdu ve ilâve etti:"İnsanı rahatsız eden şeyden, melekler de rahatsız olurlar." Bunun üzerine Ebû Eyyûb, "Yâ Resûlallah! Yoksa o yemek haram mıdır?" diye sordu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Hayır! Fakat, ben kokusundan dolayı ondan hoşlanmadım"10 buyurdu.
Ebû Eyyûb Hazretleri de, "Senin hoşlanmadığın şeyden ben de hoşlanmam" dedi.11

Mu'cizeli Bir Yemek Ziyafeti
Resûl-i Kibriyâ Efendimizin, Hz. Ebû Eyyûb el-Ensarî'nin evinde kaldığı sıradaydı. Hz. Ebû Eyyûb, Nebiyy-i Muhterem Efendimizle Hz. Ebû Bekir-i Sıddıka kâfi gelecek iki kişilik yemek yapıp getirmişti.
Peygamber Efendimiz ona, "Git, Ensârın eşrafından bana otuz kişi çağır!" diye emretti.
Hz. Ebû Eyyûb emri yerine getirdi. Otuz kişi gelip yedilerSonra yine fermân etti: "Altmış kişi daha çağır!"
Hz. Ebû Eyyûb altmış kişi daha davet etti. Onlar da gelip yediler. Efendimiz sonra tekrar, "Yetmiş kişi daha çağır!" diye ferman etti.
Hz. Ebû Eyyûb bu emri de yerine getirdi. Yetmiş kişi daha gelip yediler.
Hz. Ebû Eyyûb der ki:"Kaplarda yemek daha kaldı. Bütün gelenler o mu'cize karşısında İslâmiyete girip bîat ettiler. O iki kişi için yaptığım yemeğimden yüz seksen adam yediler." 12
Bu, Resûl-i Kibriyâ Efendimizin mu'cizeli bir yemek ziyâfeti idi. Berekete dâir olan bu mu'cizeler gösteriyor ki, "Muhammed-i Arabî Aleyhissalatü Vesselâm umuma rızk veren ve rızıkları halkeden bir Zât-ı Rahîm ve Kerîm'in sevgili me'murudur; pek hürmetli bir abdidir ki, rızkın envâında, hilâf ı âdet olarak, ona hiçten ve sırf gaybdan ziyâfetler gönderiyor." 13
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Ocak 2012       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ne olur biraz acele edin mutlaka bulmam gerek
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Ocak 2012       Mesaj #10
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ne olur ßiraz kısa yazın

Benzer Konular

18 Ekim 2012 / elif_yaren Soru-Cevap
21 Ocak 2010 / Misafir Soru-Cevap
19 Nisan 2015 / Misafir Soru-Cevap
12 Ocak 2011 / Ziyaretçi Soru-Cevap
2 Temmuz 2015 / ruzgar1 Soru-Cevap