Arama

İmla nedir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 15 Mayıs 2013 Gösterim: 4.517 Cevap: 5
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Mart 2011       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
yha ben size imlanın ne demk olduğunu soruyorum siz ban başka şeyi söylüyorsunuz yha cwbı amayım plase Msn Mad@@@
EN İYİ CEVABI Electrify verdi
Alm. Rechtschreibung. Orthographie (f), Fr. Orthographe (f), İng. Ortohography. Bir dilin yazıya geçirilmesinde uyulması şart olan kâideler. Bunlar her dilin hususiyetlerine göre değişik olabildiği gibi, birçok dillerde ortaklaşa kullanılanları da vardır. Bir dilin yazıya geçirilmesinde birlik, doğruluk, anlaşılırlık ve düzgünlüğün sağlanması için o dilin imlâ kurallarına uymak mecbûridir. Türkçedeki imlâ kurallarının bir kısmını harfler, ekler, bâzı kelimelerin yazılışları, bir kısmını da noktalama işâretleri ihtivâ eder. Bunlar şu şekilde sıralanır:
Büyük harfin kullanıldığı yerler:
Sponsorlu Bağlantılar
1. Her cümlenin başındaki kelimenin ilk harfi veya cümle sonunda nokta (.), iki nokta üstüste (:), ünlem (!), soru işâretinden (?) sonra gelen kelimenin ilk harfi;
2. Bütün orta yazı başlıklarının her kelimesinin ilk harfi;
3. Hürmet ve meslek bildiren ünvanların ilk harfi;
4. Özel isim (insan, hayvan, şehir, gazete, kitap) ve tamlamalarının ilk harfi (Ali Kahraman’ın, Minnoş’un, Edirne’den, Şanlıurfa’nın, Türkiye Gazetesi’ne, İslâm Âlimleri Ansiklopedisi’nin, Türkiye Çocuk Dergisi’ne gibi);
5. Dağ, göl, deniz, vâdi, yön, savaş, kurum, kale, eser gibi ibâre ve tamlamalar, kesme işâreti kullanılmadan (Ağrı Dağında, Van Gölüne, Güneydoğuda, Malazgirt Zaferine, Türkiye Büyük Millet Meclisinden, Ankara Kalesine, Ulu Câmide, Beylerbeyi Câmiinden gibi);
6. Saygı, ünvan, meslek bildiren takma isimler, kesme kullanmadan (Ali Beyden, Selma Hanımın, Merkez Efendiye, Rüstem Paşanın, Remzi Hocanın, Demirci Osman Ustaya, Orhan Gâziden, Yavuz Sultan Selîm Hanın, Mekke-i mükerremede, Başbakandan, İçişleri Bakanının gibi);
7. Dil, din, millet, topluluk isimleri, kesme kullanmadan (Türkçenin, İslâmiyette, Müslümanlıkta, Hanefîlerin, Japonlardan, Beşiktaşlıların, Selçuklulardan, Aydınoğulları gibi);
8. Şiirlerde mısra başlarındaki kelimelerin ilk harfi;
9. Kısaltmalar;
10. Târihlerde, ay ve günler (10 Temmuz 1991, Cumartesi günü gibi);
11. Dünyâ hâricindeki diğer sekiz gezegenin ilk harfleri, büyük harfle başlar.
ki bağlacının yazılışı:
Türkçede iki çeşit “ki” vardır. Bunlardan âitlik eki olan “-ki”, kendisinden önceki kelimeye bitişik yazılır ve bir isimle kullanılır:
Evdeki çocuk, köşedeki döşek, gazetedeki yazı…
Bağlaç olan ki aslında bir kelime olup mutlaka ayrı yazılır:
Buyuruyor ki, tam kapıyı açmıştı ki, bir duydu ki geri döndü, öyle ki…
Soru eki olan mi (mı, mi, mu, mü) nin yazılışı:
Soru eki olan mi, kendisinden önce gelen kelimeden (fiilden) ayrı yazılır ve sona soru işareti (?) konur:
Nedim evde mi? Gider misiniz? Doğru mudur?
de bağlacının yazılışı:
Türkçede iki çeşit (de) vardır. Bunlardan biri ismin hallerinden bulunma hâlini ifâde eder. Bu “-de” kendisinden önce gelen kelimeye bitişik yazılır:
Havada uçtu. Yemekte buluşuruz.
Bağlaç olan ve “dahi” mânâsına gelen “de” ise ayrı yazılır:
Yere de düştü. O da gitti. Sen de mi? Olsa da olmasa da fark etmez.
ile bağlacının yazılışı:
Kendisinden önce gelen kelime sessiz harfle biterse, “i” düşerek “-le” veya “-la” hâlinde birleşir ve bitişik yazılır:
elimle, îmânla…
Kendisinden önce gelen kelime sesli hafle biterse araya “y” harfini alarak birleşir ve bitişik yazılır:
gemiyle, arabayla…
İle bağlacı, üçüncü şahıs iyelik (sâhib olma) ekinden sonra gelirse, kendisinden önce gelen kelime ister kalın, ister ince sesliyle bitsin, muhakkak “-yla, -yle” şeklinde birleşir ve bitişik yazılır:
arabasıyla, mendiliyle…
Sessiz harflerin uyumu:
1. Kelimelerin sonunda bulunan “p,ç,t,k” harflerinden sonra sesli harfle başlayan bir ek gelirse, bu harfler yumuşayarak “b,c,d,g” ye çevrilir:
dolap-dolabı, ağaç- ağacı, geçit, geçidi, kapak-kapağı…
2. “ç,f,h,k,p,s,ş,t” harfleri “sert sessiz” dediğimiz harflerdir. Bir kelimenin sonunda, bu sert sessizlerden birisi varsa ve (c,d,g) dediğimiz yumuşak sessizlerle başlayan bir ek gelecekse, bu ek (ç,t,k) hâline döner. Kısacası; bir kelimenin sonu “f(ı)st(ı)kç(ı)ş(a)h(a)p” harfleri ile biterse “c,d,g”li ekler, yine bu harflerden olan “ç,t,k” ile yazılır:
Kireçci (değil) kireççi, kireçden (değil) kireçten, biçgi (değil) biçki, tarihci (değil) tarihçi, birlikden (değil) birlikten, gözlükcü (değil) gözlükçü, aşcı (değil) aşçı, sütden (değil) sütten…
Bitişik yazılan kelimeler ve fiiller:
Birleşik kelimeler (aslanağzı, akbaba, önsöz, dedikodu, işbaşı, yüzbaşı, binbaşı, cumartesi, pazartesi, asbaşkan gibi); pekiştirme sıfatları (kapkara, masmavi, büsbütün gibi); yeterlik, tezlik, yakınlık, sürerlik birleşik fiilleri (şaşakalmak, bakadurmak, olagelmek, sürüvermek, düşeyazmak, gidebilmek gibi); yardımcı fiillerin (et- eyle-, ol-) kullanılması hâlinde ses düşmesine veya ses artmasına uğrayan kelimeler (sabretmek, şükretti, hapsetmiş, hatmetmiş, kahreyle, kahrol, hapsoldu, emredince; affetti, affoldu, zannet, reddet, reddoldu, addedince gibi) bitişik yazılır.
Burada dikkat edilecek husus “et-, eyle-, ol-” fiillerinden önce gelen kelimenin bünyesinde düşme veya artma olup olmadığıdır: sabır kelimesinde “ı” düşünce sabretmek olur; af kelmesinde “f” harfi ikiye çıkınca (artınca) affettti olur. Bu kelimeler bitişik yazılır. Ancak, kelimelerin bünyesinde düşme veya artma olmazsa ayrı yazılır: arz etti, naz etmiş, mest oldu, geniş olmak gibi.
Uzatma ve inceltme işâretleri:
1. Uzatma işâreti (^):
a) Türkçeleşmiş birçok kelimede daha çok “f,h,k,y” gibi sessizlerden sonra gelen “a” harfinin üzerine konur (fâil, hâsılat, hâsılı, kâtil, Kâzım, hayâ gibi).
b) Yazılışları aynı, mânâları ve okunuşları ayrı olan kelimelerde kullanılır(adem-âdem, alem-âlem, Ali-âli, mani-mâni, ahır-âhir, hala-hâlâ gibi).
c) Nisbet (î) sinin üzerine konur (medenî, İslâmî, millî, dînî, edebî gibi).
2. İnceltme işâreti (^):
“g,k,l” seslerinden sonra gelen “a” ve “u” üzerine konur: “a”yı (ea), “u”yu (üu) okutur (kâğıt-keağıt, Kâzım, keazım, rüzgâr-rüzgear, hâlâ-hâlea, sükût-süküut gibi).
Kesme işâreti:
1. İnsan, hayvan, şehir, gazete, kitap, dergi gibi özel isimlerden ve tamlamalardan sonra gelen ekleri ayırmada kullanılır (Bahri’den, İhsan Şanlı’ya, Kıtmir’in, Tekir’den, Şanlıurfa’da, Gürcüboğazı’na, Türkiye Gazetesi’ne, İslâm Ahlâkı’nın, Türk Edebiyâtı Târihi’nin, Türkiye Çocuk Dergisi’ne gibi);
2. Rakamlardan ve kısaltmalardan sonra kesme kullanılır, ekler rakamın ve kısaltmanın okunuşuna göre yazılır: (1984’ten, 1970’te, 622’de; PTT’nin, ABD’ye, DMO’ya, İhlâs A.Ş’ye, 30 cm’den. 100 m2den kısaltmasında kesme kullanılmaz);
3. Harf veya ek’lerin ayrılmasında (ü’lü, a’sız, z’dir, -miş’li geçmiş, -aş-’lar tam kafiye, -mış’lar rediftir, -yle’dir gibi);
4. Özel isimlere gelen ekler satır sonuna geliyorsa, sâdece kesme kullanılır, satırsonu çizgisi kullanılmaz:
………………………………………………………….. Ali’ nin kalemidir.
………………………………………………….. Antalya’ dan geldi.
5. Önemi belirtilmek istenen kelimeler kesmeyle ayrılır (Yüzü ben’li olanı tanıdın mı? Onun pulculuk’tan kârı ne?);
6. Eski döneme âit metinlerde ve konuşma dilinin aynen aktarıldığı yazılarda düşen sesin yerine kullanılır:
Karac’oğlan sen bu ilden gidersen
Var m’ola, n’olursun, n’apsınlar gibi.
NOKTALAMA İŞÂRETLERİ
Nokta (.):
1. Tamamlanmış cümlenin sonuna konulur. Sonraki cümle büyük harfle başlar:
Ali geldi. Yemeğini yedikten sonra derse oturdu.
2. Ünvan, kelime, isim kısaltmalarından sonra:
Dr. (doktor), Alb. (albay), J.Gn.K.lığı, Bkz. (bakınız), Bşk. (başkan), mad. (madde), m. (metre), vs., Prof. F. Arndt gibi.
3. Madde başlarını ve bölümleri belirtmek için; inci eki yerine; târihleri, saatlerin küsurlarını yazarken; binler hânesini gösterirken:
A., B., C.; a., b., c.; 1., 2., 3., I., II., III.; 1. ders yılı, 20. yüzyıl, 72. sayfa; 26.2.1984; 10.30’da (10:30, 1030 yanlış), 36.000 gibi.
Virgül (,):
1. Uzun cümlelerde özneden sonra; cümlede ardarda sıralanan fiillerden, öznelerden, nesnelerden, tamlamalardan sonra:
Her millet, kendi târihindeki bilim adamlarıyla övünür.
Her canlı doğar, büyür, ölür.
Dağlar, tepeler, ağaçlar rengârenkti.
Yurdumu, milletimi, bayrağımı çok severim.
Türk milletinin yükselmesini, Türk vatanının kalkınmasını istedi.
2. Çeşitçe aynı cümleler arasında:
Çocuk ağladı, baktı ilgilenen yok, sustu; sonunda oturdu.
Önce mehter geçti, onları askerler tâkib etti, arkadan gâziler yürüdü.
3. Mânâyı kuvvetlendirmek için tekrarlar arasında:
Simitçi, zavallı simitçi, dolaşıp durdu.
4. Seslenme, mektupta hitap sözlerinden sonra; dedi, diyor kelimelerinden önce ve sonra:
Efendiler, bilirsiniz ki…
Sevgili Anneciğim,
-Ben, diyordu, Londra’dayken…
5. Ara sözlerin, cümlelerin başına ve sonuna:
Sen istersen, ben pek sevmedim de, gidebilirsin.
Şimdi, efendiler, müsâade ederseniz, suâlim şudur.
6. Cümlenin başında, sıfat tamlaması olmasın, diye:
Hırsız, hâkimin gözlerine baktı.
Yeşil, gözlerde unutulmaz izler bıraktı.
Yaramaz, çocuğa dokunma.
7. Küçük rakamlarda, buçuk mânâsında ve târihlerde:
Senede 2,5 milyon îmâl edilir.
Sıcaklık +34,5 ile -8,4°C arasındadır.
28 Aralık 1989’da, Pazar günü Yalova’ya gitti.
8. Kısa konuşmalarda tırnak işâretinden önce:
Onu görünce, “İşte bir kahraman!” dedim.
9. Birleşik cümlelerde “fakat, ancak, ne, çünkü, yahut, yâni, lâkin, eğer” gibi edat ve bağlaçlardan önce:
Ali’yi evde aradım, fakat bulamadım.
Pazar günü bekledim, ancak gelmedin.
Yapamazsın, çünkü bilmiyorsun.
“için, gibi, halde, rağmen, değil, bile, sonra” gibi edat ve bağlaçlardan sonra kullanılır:
Havalar soğuduğu için, dışarı çıkarken ceket giyiniz.
Çalıştığı halde, plansızlıktan başarısız oldu.
İzne çıkmak istesek bile, iş çok.
10. Yanlış kullanıldığı yerler:
“ve, veya” edatlarından önce ve sonra kullanılmaz:
Derinin, tâze, veya kuru olsun, üzerini, ve içini temizleyin. (Yanlış)
Derinin, tâze veya kuru olsun, üzerini ve içini temizleyin. (Doğru)
Ardarda sıralanan aynı cins kelimelerin ilkinden önce ve sonrakinden sonra konulmaz:
Selim’in, renkli, güzel, irili ufaklı, balıkları var. (Yanlış)
Selim’in renkli, güzel, irili ufaklı balıkları var. (Doğru)
Noktalı virgül (;):
1. Tamamlanmış ve fikirce birbirine bağlı cümleler arasında:
Ana caddeye çıkınca bir kargaşa gördüm; ayakta bir arabacı ile çamurda yatan bir at vardı.
Çocuklar, artık okullar bitti; şimdi herkes tatile çıkacak; neneler, dedeler, âh bir torunum gelse de koklasam, diyorlar.
2. Bir cümledeki fikirce zıtlık, cins, mikdar, tür vs. farklılıklarını ayırmada:
Çok sevdiğimiz bu çocuklardan birisi Türk, birisi Japon; birisi kız, birisi de erkekti.
Kardeşlerimden Nuri, Sedat’a; Nermin, Nuran’a göre daha çalışkandır. (Doğru)
Kardeşlerimden Nuri; Sedat’a, Nermin; Nuran’a göre daha çalışkandır. (Yanlış)
Meyvelerden şeftali, elma, muz; sebzelerden tahıllar, havuç, baklagiller verilebilir. (Doğru)
Meyvelerden; şeftali, elma, muz, sebzelerden; tahıllar, havuç, baklagiller verilebilir. (Yanlış)
Yemeği oburca, yâni ne bulduysak, tıkıştırarak değil; yeterince, ihtiyaç kadarıyla yemelidir. (Doğru)
Yemeği oburca; yâni ne bulduysak, tıkıştırarak değil, yeterince; ihtiyaç kadarıyla yemelidir. (Yanlış)
3. Özneyle yüklem arasındaki virgüllü cümle unsurlarını özneden ayırmak için:
Bütün güller; tohum, çelik, daldırma ve aşı şekillerinden birisi ile üretilir.
Bunlar; kapitalizm, komünizm ve İslâmiyetin iktisâdî esaslarıdır.
Özneden sonra noktalı virgül kullanmayı alışkanlık hâline getirmemelidir. Meselâ üstteki cümlede kullanmayabiliriz. Aynı şekilde özneyle yüklem arasında virgüllü unsurlar yoksa, özneden sonra (;) kullanmamalı, (,) kullanmalıdır:
İskandil; aynı zamanda deniz dibi hayvanlarını ve bitkilerini inceleyen bir metoddur. (Yanlış)
İskandil, aynı zamanda deniz dibi hayvanlarını ve bitkilerini inceleyen bir metoddur. (Doğru)
4. Cümleler birbirlerine “ama, ancak, bu sebeple, buna rağmen, çünkü, fakat, hatta, halbuki, lâkin, ne var ki, öyleyse, sonra, şu kadar ki, zîrâ” gibi edatlarla bağlanırsa, bu edatlardan önce kullanılır; ancak iki cümle de gramerce tamamlanmış olmalıdır:
Kendi kendime hem güler, hem ağlarım; çünkü hayatımda ne böyle bir komedi yaşadım, ne de böyle bir dram seyrettim.
5. Konuşmalarda tırnak işâretinden önce kullanılır:
Süleyman Şah, Üsküdar’dan İstanbul’u seyrettikten sonra; “Bu güzel belde neden bizim olmasın?” demiştir. (Doğru)
Süleyman Şah, Üsküdar’dan İstanbul’u seyrederek şöyle konuştu; “Bu güzel belde neden bizim olmasın?” demiştir. (Yanlış)
Buradaki yanlışlığın sebebi “konuştu” ve “demiştir” kelimeleriyle iki defa yüklem kullanılmasıdır ki “demiştir” yüklemini kaldırmak gerekir.
İki nokta (:):
1. Bir cümlede, sözde veya ifâdede yer alan örnekleri (misâlleri), açıklamaları, maddeleri, ihtimalleri göstermek için:
Yemekte güz meyveleri vardı: Ayva, nar, üzüm…
Oraya gitmek için iki vâsıtadan birini tercih etmek durumundasınız:Tren veya otobüs.
Esas olarak ayak oyunları dört çeşittir: İlerleme, gerileme, sol yana ve sağ yana yapılan adım hareketleri.
Türkiye’nin büyük şehirleri şunlardır: İstanbul, Ankara, İzmir, Konya, Adana.
Bulut varsa: a)Yağmur, b) Kar yağabilir.
Aklın ve ilmin üç düşmanı vardır:Fenâlık, câhillik ve tembellik.
2. Paragrafların başındaki yan başlıklardan sonra:
Âdî iskandiller filika iskandili, el iskandili ve derin su iskandili olmak üzere üç çeşittir:
Filika iskandili: ……………………………………….. ………………………………………..
El iskandili: …………………………………………….. …………………………………………
Derin su iskandili: …………………………………… …………………………………………
3. Konuşmalarda tırnak işâretinden önce ve konuşma çizgisinden önceki ifâdenin sonunda kullanılır:
Alparslan, Malazgirt Savaşından önce secdeye kapanarak şöyle duâ etti: “Yâ Rabbî! Senin rızân için savaşıyorum. Bana yardım et.”
Fâtih Sultan Mehmed Han, yerlere kapanan ahâli ve Ortodoks Patriğine karşı şöyle hitab etti: “Kalkınız! Ben SultanMehmed, sana ve bütün ahâliye söylüyorum ki, bugünden itibaren ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz husûsunda benim gazâbımdan korkmayınız.”
Yûnus, başı önünde, mahcûb cevap verdi:
- Bu kapıdan odunun bile eğrisi giremez…
Üç nokta (…):
Bu üç noktaya “susma” veye “kesme” noktaları da denir.
1. Bir cümlede sıralanan örneklerin hepsini saymamak için:
Çantası ağzına kadar doluydu! Kitaplar, dergiler, kalemler …
-Zayıf dersin çok muydu?
-Eh … Matematik, Fizik, Kimya, İngilizce, Tarih …
2. Cümlenin geri kalanını okuyucunun anlayışına bırakmak için:
-Öyle bir nutuk attı ki … (herkes şaşırdı.)
-Sorma! O birinci sınıfı hatırlıyorum da … (içime bir korku düşüyor.)
3. Atlanan bölüm olunca, bir başka yerden aktarma (iktibas) yapılınca:
10 Aralık 1896’da ölen Alfred Nobel’in vasiyetnâmesinde şu sözler yer alıyordu:
“… Servetime el koyanlar şu şekilde hareket edeceklerdir: Mirasımın getireceği kazanç, paraya çevrilecek ve …” (İnsan ve Kâinat, Ocak 1988, s. 33)
4. Yazıda kullanılması uygun olmayan çirkin, bayağı, müstehcen sözlerin yerine:
Sarhoş, sokaktan geçenlere; “Şimdi sizin …” diye sataşmaya başladı.
5. Söylemek istemediğimiz bir sözün yerine kullanılır:
Genç adam, faâliyetinden bir türlü memnun olmadığı (…) Müessesesine mektup yazmayı düşündü.
Sıra noktalar (…….):
1. Konuşmalı ifadelerde düşünmek ve sükût etmek maksadıyla:
-Yaptığın işin günâhını biliyor musun?
-……..
-Tövbe et, tövbe et!
- ……..
2. Bir kelimenin tam şeklini yazmamak gerektiğinde:
Masama yeni oturmuştum; ……. yan gözle beni süzüyordu.
3. Bir konudan başka bir konuya geçerken veya şiirlerde atlama yaparken kullanılır:
Şimdi bu mevzuu ele almayacağız.
……..
Asıl üzerinde duracağımız konuya gelince, sizlere şunu ifade etmek istiyorum ki …
Rabbim, nihâyet sana itâat edeceğiz…
Artık ne kin, ne haset, ne de yaşamak hırsı,
…………………
Ümitler içindeyim, çok şükür öleceğiz …
Ünlem işâreti (!):
1. Seslenme, şaşırma, hayret, acıma, nefret, emir, komut gibi duygu, heyecan ve ifadeleri kuvvetli bir şekilde anlatmak; tabiat seslerini taklid etmek için:
Ey mâvi göklerin beyaz ve kızıl süsü !.. (seslenme)
Aaa..! Görülmüş şey değil! (şaşırma)
Bir haftadır uyumamış! (hayret)
Vah vah, pek de gençti! (acıma)
Bir kaşık suda boğacak! (nefret)
Yazı, yarın sabaha kadar bitecek! (emir)
Uygun adım marş! (komut)
“Vuu, vuuu!” diye esen fırtına, insana ürperti veriyordu. (tabiat)
2. Tek başına (!), soru işaretiyle (!?) veya sıra noktalarla (!..) birlikte alay, küçümseme mânâsında kullanılır:
Bilmediği bir şey yokmuş (!), evi Bâyezid Kütüphanesi (!), neler keşfetmemiş neler (!?)
Daha yumurta kadarken (!?) bu işlere girişmiş; altı yaşındayken sürmeyi, on beşinde ehliyet almayı becermiş, şimdi Avrupa’da bilmem nerede!..
Soru işâreti (?):
1. Soru mânâsı taşıyan cümlelerde, soru edatlarının (mı, mi, mu, mü; mıdır, miyiz …) sonunda:
Ne yapacaksın? Hangi köşede? Ne zamandan beri? Hava karardı mı?Gülünç mü? Sıcak mıdır? Gidecek miyiz?
2. Konuşmalı cümlelerde tırnak içinde:
Annesi pencereden; “Daha gelmiyor musun?” dedi.
3. Cümlede birden çok soru grupları varsa, her soru grubunun sonunda değil, cümlenin bitiminde:
İstanbul neydi?Neresiydi?Orada ne yapacaktı?Taşında toprağında altın var mıydı? (Yanlış)
İstanbul neydi, neresiydi; orada ne yapacaktı?Taşında toprağında altın var mıydı? (Doğru)
4. Verilen bilginin kesinlik kazanmadığı yerde kullanılır:
Karacaoğlan 17. yüzyılda (?) yaşamıştır.
Süleyman Çelebi (?-1422)
5. Soru anlamı taşımayan cümlelerde soru işâreti kullanılmaz:
Ömer’e bizimle çalışıp çalışmayacağını sordum? (Yanlış)
Ömer’e bizimle çalışıp çalışmayacağını sordum. (Doğru)
Kısa çizgi (-):
1. Kısa çizgi işâreti, satır sonunda hece bölünmesinde kullanılır. Bir özel isim, satır sonunda kesme işâreti almışsa, kesme işâretinden sonra kısa çizgi konmaz.
Satır sonunda kelimeler hecelerden bölünür:
Yavuz Sultan Selim, Mısır’
a giderken der ki:
“Bu seferler, bu at koştu-
rmalar beyhûde değ- (YANLIŞ)
il! Biz gönülleri toplu bul-
undurmak için perişan ol-
uyoruz.”
Yavuz Sultan Selim Mısır’
a giderken der ki:
“Bu seferler, bu at koş-
turmalar beyhûde de- (DOĞRU)
ğil! Biz gönülleri toplu bu-
lundurmak için perişan olu-
yoruz.”
2. Târihler arasında; iki kelime arasındaki ilgi ve bağlantıyı kurmada kullanılır:
Bu sene okullar, 1993-1994 öğretim yılına başlayacak.
İnsan gözü en çok sarı-yeşil (5550 A°) ışığa duyarlıdır.
İstanbul-Edirne arası 250 kilometredir.
Işgın, mayıs-haziran aylarında çiçek açar.
3. Kesin bir sayı vermeyen rakam ve yazılar arasında kullanılır:
İstanbul-Ankara arası 450-500 km kadardır.
Konya’dan geleli beş-altı ay oldu.
4. Farsça ve Arapça tamlama (terkip)larda kullanılır:
Servet-i Fünûn, rûz-ı mahşer; beyt-ül-mâl, Dürr-ül-Muhtâr, Ziyâret-ül-Kubûr…
Tırnak işâreti (“…”):
1. Konuşmalı ifâdelerde (Bkz. Noktalı virgül, mad. 5; İki nokta, mad.3).
2. Üzerinde durulması, dikkat çekilmesi istenen kelime ve ifadelerde:
Türkler çeliğe “çift su” vermesini Avrupa’ya da öğretti.
Halk şiirlerinin yer aldığı “cönk”ler birer antoloji sayılır.
Parantez işâreti ( ):
1. Cümlede, asıl ve yan cümlelerin birer açıklaması olarak kullanılır:
Bu sene sınıfımı doğrudan geçmek için Faruk’la (daha önce sizi tanıştırmıştım) ders çalışıyoruz.
İmtihana giderken kalem (tercihen kalemtraşla açılan cinsten ve yumuşak), silgi almayı unutma.
2. Tarihler, rakamlar, aynı mânâlı kelimeler, bir kelimenin başka dildeki karşılığı parantez içinde yazılır:
Birinci Dünya Harbi (1914-1918) sonunda ittifak devletleri yenildi.
Senette yazılı olan elli bin (50.000) lirayı ödedim.
İmlâ kuralları (kâideleri) kompozisyon için çok lüzumludur.
Dilbilgisinin konularından birisi de ses bilgisi (fonetik)dir. (Burada görüldüğü gibi, parantezden sonraki ek parantezden önceki kelimenin devamı olmalıdır:bilgisi-dir.)

HandsoMe nr1 - avatarı
HandsoMe nr1
Ziyaretçi
25 Mart 2011       Mesaj #2
HandsoMe nr1 - avatarı
Ziyaretçi
İmla yazım demektir imla kuralı da yazım kuralı demektir Msn Happy)
Sponsorlu Bağlantılar
Theni's - avatarı
Theni's
Ziyaretçi
25 Mart 2011       Mesaj #3
Theni's - avatarı
Ziyaretçi
H arf sistemini kullanan yazılarda üç türlü imlâ düzeni vardır:
1. Sese (söyleyişe) bağlı imlâ düzeni,
2. Kökene bağlı imlâ düzeni,
3. Geleneğe bağlı imlâ düzeni.

Alfabe sistemi yüzyıllardan beri değişmemiş olan dillerde genellikle geleneğe bağlı imlâ düzeni hâkimdir. Böyle dillerdeki imlâ düzeni, başlangıçta sese ve kökene bağlı olsa da zaman içinde söyleyişte meydana gelen değişmeler imlâya yansıtılmadığı için imlâ, söyleyiş veya kökene bağlı olmaktan çıkar ve gelenekleşmiş olur. Yeni alfabelerin uygulandığı dillerde ise söyleyişe bağlı bir imlâ düzeni benimsenebilir. Ancak diller sürekli bir değişim içinde olduğu, dolayısıyla söyleyiş de sürekli olarak değiştiği için bu tür imlâ düzenlerinde de zamanla gelenekleşmeler başlar.

Bilindiği gibi Türk alfabesi de 1928'de kabul ettiğimiz yeni bir alfabedir. Tabiî olarak yeni alfabemizde söyleyiş esas alınmış ve söyleyişe bağlı bir imlâ düzeni öngörülmüştür. Bu bakımdan yeni Türk alfabesi dünyada örnek gösterilecek alfabelerden biridir. Ancak aşağıda belirteceğimiz bazı sebepler yüzünden imlâmız bir türlü yerine oturamamış ve birtakım sıkıntılarla karşı karşıya kalınmıştır. Bu sebepler şunlardır:

1. Dil Encümeni tarafından hazırlanan ve 1929'da yayımlanan İmlâ Lûgati, bütün ihtiyaçlara cevap verebilecek ayrıntılardan yoksundu. Yeni alfabenin kabul edilmesinden çok kısa bir süre sonra basılan bu imlâ kılavuzunda birçok eksikliklerin olması tabiîdir. Ancak birkaç yıl içindeki uygulama da göz önünde bulundurularak eksiklikler giderilebilir ve fazla zaman kaybetmeden ayrıntılı bir imlâ kılavuzu çıkarılabilirdi. Oysa 1929'daki İmlâ Lûgati'nden ancak 12 yıl sonra, 1941'de yeni İmlâ Kılavuzu basılmıştır.

2. Geç de olsa 1941'de basılan İmlâ Kılavuzu, Türk imlâsının birçok sorununu çözmüş ve imlâda sorun olabilecek birçok konuyu istikrara kavuşturmuştu. İmlâ kurallarının çoğu 1929'dan 1965'e kadar, tam 36 yıl hiç değişmemiş ve böylece bir gelenek oluşmuştu. Ancak başına "yeni" sözü eklenerek ve 1. baskı olduğu belirtilerek 1965'te basılan Yeni İmlâ Kılavuzu bazı değişiklikler getirmiş ve oluşmuş geleneği sarsmıştır. Söz gelişi 1965'e kadar düzeltme işaretiyle yazılan lâstik, klâsik, plân, Lâtin gibi kelimelerden 1965'te düzeltme işareti kaldırılmıştır. 1965'e kadar ayrı yazılan baba tatlısı, mine çiçeği, salkım söğüt gibi kelimeler, 36 yıl sonra birleştirilmiştir. 1965'e kadar arabasiyle, ordusiyle şeklinde yazılan kelimelerin 1965 kılavuzuna göre arabasıyla, ordusuyla şeklinde yazılması gerekmiştir. Burada birkaç örneğini gösterdiğimiz değişiklikler 1965 kılavuzuyla sınırlı kalmamış, yerleşmiş düzen bir defa sarsılınca artık sık sık değişikliklere gidilmiş ve imlâdaki istikrar iyice bozulmuştur. Söz gelişi 1965'te sadece batı kökenli kelimelerden kaldırılan düzeltme işareti, 1970'te lâtif, telâffuz gibi doğu kökenli kelimelerden de kaldırılmıştır. 36 yıllık arabasiyle sözünü 1965'te arabasıyla yapan yeni kılavuz 1970'te bu defa arabasıyle biçimini benimsemiş, 1977'de ise tekrar 1965'e dönmüştür. Meslekî, millî, resmî gibi kelimelerde 1977'ye kadar, tam 48 yıl kullanılan düzeltme işareti 1977'de nispet î'sinin üzerinden kaldırılmıştır. 1965'teki Yeni İmlâ Kılavuzu'yla başlayan ve burada ancak küçük bir kısmını gösterdiğimiz bu değişiklikler, hem imlâmızdaki gelenek ve istikrarı ortadan kaldırmış, hem de toplumda birçok tartışmalara yol açmıştır.

1982'de bir anayasa kuruluşu hâline getirilen ve buna göre yeniden düzenlenen Türk Dil Kurumunun 1985'teki İmlâ Kılavuzu'nda da birtakım değişikliklerin olması tabiîydi. Çünkü Kurum imlâda ilk defa değişiklik yapmıyordu. Maalesef 1965'te değişiklikler başlamış ve imlâmızdaki istikrar bozulmuştu. Kurumun istikrarsızlığa bir çözüm araması ve 1985'te çözümünü kamuoyuna sunması çok normaldi. Elbette bu çözüm teklifine karşı da eleştiriler olacaktı ve oldu. Ancak tartışmaların ardı arkası kesilmediği gibi imlâmızdaki istikrar da bir türlü sağlanamadı. Bütün bunları göz önünde bulunduran Türk Dil Kurumu, yeni baskı için İmlâ Kılavuzu'nu tekrar gözden geçirmeye karar verdi. Kurum üyeleri arasından 7 kişilik bir komisyon oluşturuldu. Talim ve Terbiye Kurulunun edebiyatçı iki üyesi de komisyona davet edildi. Bazen haftada birkaç defa toplanılarak iki yıla yakın süreyle kılavuz üzerinde çalışıldı. Komisyonun hazırladığı taslak, dört gün boyunca 40 kişilik Bilim Kurulunda tartışıldı ve taslağa son şekil verildi.

Komisyon, yeni baskıda, aşağıdaki hususların göz önünde bulundurulmasına karar vermişti:

1. İmlâ kuralları mümkün olduğu kadar kesin olmalı ve kesin bir ifade ile belirtilmelidir. Ancak çok zorunlu durumlarda ikili şekillere ve ihtimallere izin verilmelidir.

2. İmlâ Kılavuzu üzerindeki eleştiriler de dikkate alınarak uzlaşmacı bir yol tutulmalıdır. Yeni değişikliklerle yeni bir istikrarsızlığa yol açmak yerine imlâmızda az çok gelenekleşmiş hususlar benimsenmeli; tespit edilen ilkelere aykırı da olsa gelenekleşmiş yazılışlar tercih edilmelidir.

3. İlkeler mümkün olduğu kadar ayrıntılı olmalı ve bol örneklerle açıklanmalıdır.

4. Kılavuzun dizin bölümü geniş tutulmalı, sözlükteki bütün maddeleri, hatta daha fazlasını kapsamalıdır. Dizine bakan okuyucu, bitişik ayrı demeden her kelimeyi orada bulabilmelidir.

Yukarıdaki kararların uygulanması tabiî ki kolay olmamıştır. Özellikle ilkelerle gelenekleşmiş yazılışlar arasındaki çelişki bizi sürekli olarak zorlamıştır. En büyük sıkıntının da birleşik kelimelerde ortaya çıktığı görülmüştür. Birleşik kelimelerdeki bitişik yazma eğiliminin sınır tanımaz bir şekilde yaygınlaşması karşısında bunu sınırlayıcı bir kuralın getirilmesi şart olmuştu. Yanlış eğilimi yaygınlaştıran düşünce şuydu: İki veya üç kelimeden oluşan bir yapı; yeni bir nesne, kavram veya hareketi karşılıyorsa bitişik yazılır. Bu durumda masa saati, duvar saati, masa takvimi, duvar takvimi, beyaz peynir, dil peyniri, şiş kebabı, kök boyası, kuş uçuşu, lâvanta mavisi, kefal balığı, muhalefet partisi, örümcek ağı, pul biber, yok etmek, var olmak, arz etmek, azat edilmek gibi binlerce kelimenin bitişik yazılması gerekecekti. Bir kısmı yazılmaya başlanmıştı bile. Evet bunlar yeni nesne, kavram ve hareketleri karşılayan birleşik kelimelerdi; ama Türk imlâ geleneğinde bunları bitişik yazmak yoktu. Üstelik bunları bitişik yazmak Türkçenin yapısına da uygun düşmüyordu; bitişik yazılan kelime, tek kelime gibi algılanıyor ve vurgunun yeri değiştirilebiliyordu. Kara borsa ve yaş çay kelimelerini bitişik gören spikerlerimiz vurguyu ikinci kelimeye kaydırarak dilimizin vurgu sistemini bozuyorlardı. Esasen Türkçe; binlerce nesne, kavram ve hareketi tek kelimeyle değil, iki kelimeyle karşılayan bir dildi ve bugüne kadar olduğu gibi bunların ayrı yazılmasında hiçbir sakınca yoktu. Bu bakımdan komisyonumuz, öncelikle bitişik yazılan birleşik kelime ile ayrı yazılan birleşik kelime kavramlarını birbirinden ayırdı ve bitişik yazılanlara bitişik kelime denmesini uygun gördü. Ses düşmesi, ses türemesi ve vurgunun yer değiştirmesiyle kaynaşmış hâle gelen bitişikler dışındaki bitişik kelimeler için şu kuralı getirdik: Kelimelerden biri veya ikisi, birleşme sırasında benzetme yoluyla anlam değişmesine uğrarsa bu tür birleşik kelimeler bitişik yazılır. Demek ki bitişik yazılmak için yeni bir kavramı karşılamak yetmeyecekti; kelimelerden en az birisinin anlam değişmesine uğraması şart olacaktı ve bu değişik anlam, kelimenin yalnızken taşıdığı anlamlardan biri olmayacaktı; birleşme sırasında ortaya çıkacaktı. Söz gelişi kapı kolu, kapı'dan da kol'dan da farklı yeni bir nesnenin adıdır; ama birleşiği oluşturan her iki kelime de kendi anlamını korumaktadır. Kol kelimesi "insanın kolu" anlamında olmadığı için ilk bakışta anlamca farklılaşmış görünüyorsa da kol'un bu anlamı yalnız kullanıldığında da mevcuttur; anlam farklılaşması birleşme sırasında olmamıştır; o hâlde bu birleşik, ayrı yazılmalıdır. Buna karşılık bir alet adı olan kargaburnu sözünde ne karga ne burun vardır; bu kelimeler birleşme sırasında kendi anlamlarından çıkmışlar ve benzetme yoluyla yeni bir nesneye ad olmuşlardır; o hâlde bu birleşik, bitişik yazılmalıdır. İmlâ kuralları bölümümüzde bütün bunlar gruplara ayrılarak ve bol örneklerle desteklenerek gösterilmiştir. Ayrıca gelenekten gelen bütün bitişik kelimeler de mümkün olduğu kadar sınıflandırılarak ayrı ayrı maddeler hâlinde belirtilmiştir. Aynı şekilde ayrı yazılan birleşik kelimeler de sınıflandırılmış ve madde madde gösterilmiştir. Hangi tür birleşik kelimenin bitişik yazılışının gelenekleştiği tabiî yine de tartışılacak bir konudur. Biz böyle durumlarda bütün imlâ kılavuzlarına başvurarak bitişik yazılışı gelenekleşmiş olan yapı ve kelimeleri belirlemeye çalıştık. İmlâ kılavuzlarının büyük çoğunluğunda bitişik olanları gelenekleşmiş saydık. Bitişik veya ayrı yazılışlar çeşitli imlâ kılavuzlarında farklılık gösteriyorsa tabiî ki yukarda belirlediğimiz kurala uyduk. Bu arada birçok imlâ kılavuzunda bitişik yazılan fakat yaygın olarak kullanılmayan yapı ve kelimeleri de gelenekleşmiş saymadık.

Hane, zade, name, perver, perest gibi kelimelerle, Farsça kurala göre oluşturulan yemekhane, dayızade, beyanname, vatanperver, putperest gibi birleşiklerle yine Farsça ve Arapça kurallara göre oluşturulan ehvenişer, gayrimenkul, meth-ü sena, özbeöz, daüssıla, aleykümselâm, maşallah, fisebilillâh gibi birleşiklerin bitişik yazılması tabiîdir. Bunlar kalıp olarak, tek bir kelime gibi dilimize yerleşmişlerdir ve bu kalıplar yeni kelime yapımında artık kullanılmamaktadır. Buna karşılık Türkçe kurallara göre kurulan benzer anlamlardaki birleşiklerin, gelenekleşmedikleri takdirde bitişik yazılmalarına gerek yoktur. Söz gelişi aş evi, doğum evi ayrı yazılır. Bu örneklerde kelimeler kendi anlamlarını korumaktadır ve aynı yapıyla huzur evi, konuk evi gibi pek çok yeni terim yapılmıştır.

Kuruluşların kanunca belirlenmiş adlarına da İmlâ Kılavuzu'nun müdahale etmesi düşünülemez. Dışi İleri Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Yükseköğretim Kurulu gibi kuruluşların özel adları tabiî ki kanunda belirlendiği gibi kullanılacaktır; ancak bir kuruluş adı söz konusu olmayıp kavramlardan bahsediliyorsa bunların iç işleri, yüksek öğretim şeklinde ayrı yazılması, imlâ kurallarımızın gereğidir.

Uzun ünlülerin belli durumlar dışında gösterilmemesi, kesmesiz söylenişi yadırganmayan kelimelerde kesme işaretlerinin kullanılmaması, Arapça ve Farsça kurallara göre oluşturulmuş birleşik yapıların tek bir kelime şeklinde bitişik yazılması ve bunlarda kesme, kısa çizgi gibi birtakım işaretlerin kullanılmaması vb. kurallar tabiî ki ilmî yayınları içine almaz. Eski metinlerin yeni yazıya çevrilmesinde, eski metinlerden yapılan alıntılarda ve bilimsel çalışmalarda, bu çalışmaların gerektirdiği yazılış ve işaretlere başvurulabilir; bu hususa kuralların ilgili bölümlerinde de yer verilmiştir. Ağızlara ait farklı söyleyişlerin de bilimsel çalışmalarda ve sanat eserlerinde gösterilebileceğini unutmamak gerekir.

Kılavuz hazırlanırken bugüne kadar ki bütün kılavuzlara bakılmış ve imlâda sorun olan birçok husus veya kelimenin eski kılavuzlarda yer almadığı hayretle görülmüştür. Biz, hiçbir konunun açıkta kalmamasına, sorun olan her nokta ve kelimenin kılavuzda yer almasına çalıştık. Bu bakımdan elimizdeki kılavuz, bugüne kadar ki en ayrıntılı kılavuz olmuştur. Bütün bunlara rağmen imlâda istikrara kavuşmak, bütün toplumun uzlaşmasına ve bundan da önemli olarak herkesin imlâda titizlik göstermesine bağlıdır. Özellikle her gün insanımızın eline ulaşan basın yayın organlarının gerekli titizlik ve duyarlığı göstermesi şarttır. Gazetelerimizde imlâ kurallarına uyulursa bu dalga dalga bütün topluma yayılır. Tabiî okullarımızda imlâ kurallarının titizlikle öğretilmesi ve konunun öneminin öğrencilere benimsetilmesi temel şarttır.

Bu kılavuzdan sonra da şüphesiz eleştiriler olacaktır. Yapıcı eleştirilerin dikkate alınacağı da muhakkaktır. İmlâ konusunda toplumca göstereceğimiz duyarlık, bu kılavuzun işlevinin daha iyi bir şekilde yerine getirilmesini sağlayacaktır.
plum - avatarı
plum
Ziyaretçi
5 Mart 2013       Mesaj #4
plum - avatarı
Ziyaretçi
Bir dilin, belli kurallar çerçevesinde yazıya geçirilmesi. Dildeki seslerin karşılığı olan harflerden meydana gelen alfabe, dilin yapısına uygun bir imla meydana getirir. Bu imla, uzun senelerin deneme ve değişikliği neticesinde belli kurallarda oturur. Bu ise o milletin kültürünü etkiler. Sık sık imla değişmesi, o milletin kültüründe kopukluğa ve karışıklığa yol açar. Dünyada kullanılan 770 çeşit dil içinde imla kuralları, fesahat (güzel ve açık konuşma) ve belagat (düzgün söz söyleme) bakımından en mükemmel dil Arabidir. Fransızca ve İngilizce konuşma dilleri, kullanılmayan seslerin bulundurulması, sesli ve sesdeşleri bir kaç çeşit değerlendirmesi sebepleriyle imlası en zor diller içinde yer alırlar. Fonetik imla: Bir dilin konuşulduğu gibi, yani kelimelerin telaffuz edildiği şekilde yazılmasıdır. Dilin bu şekilde kullanılması birçok karışıklıklara yol açar. Böylece dil, ağız yani bölge konuşmalarına göre değişiklik göstererek, zorlanır. Fonetik imlanın zorlukları karışıklığa sebep olmuş, harf inkılabından günümüze kadar yirmiye yakın imla kılavuzu yazılmıştır. Bu karışıklık bugün de devam etmektedir. Gerek Dil Kurumu, gerekse bu konu ile ilgilenenler, çıkan kılavuzlarda çeşitli görüşlere yer vermişler, ancak karışıklık bir türlü önlenememiştir

Şekli imla: Kelimelerin ilk asli şekillerinin yazılmasıdır. Bölgeler arası farklılığı kaldıracağı için bu görüşü de tenkid edenler olmuştur. Konuşma dili, zamanla kelimelerin ilk şekillerinden uzaklaştığı için bazı sesleri kaybetmekte ve bazı yeni sesleri almaktadır.

Bu vaziyette gelişme ve değişmeye müsait olarak fonatik imla ile birlikte gramer kurallarını ve kelimelerin doğru şekillerini veren bir imlanın kabulü, en uygun imla şeklinde yorumlanmıştır. Türkçenin imlasında her sesi kendi harfi ile yazmak esası kabul edilmiştir. Yazı dilinin amacı, bir memlekette konuşulan dilin bölgeler arası farklılıklarını kaldırarak dilde birliği sağlamaktır. Eğer bu birlik sağlanamazsa haberleşme ve eğitimde birlik ve disiplin sağlanamaz.

Türkçenin bilinen en eski imlası Orhun Abidelerindeki imladır. Türkçede bütün seslerin yazılması, gösterilmesi gerekirken abidelerde bile alfabenin özelliğinden dolayı imla kuralına tam uyulmamıştır. Bunda Türkçenin bilhassa büyük ses uyumunun etkisi vardır. Türkçede sekiz sesli için dört işaret kullanılmıştır. Azlığından dolayı sesli harfler, sesdeşlerin ince ve kalın şekilleriyle giderilmeye çalışılmıştır. Kelime başında ve ilk hece sonunda "a, e" yazılmamış, sonda yazılmış; "ı, i" ise başta ve ilk hece sonunda yazılmış, sonda yazılmamıştır. "o, ö, u, ü" başta ve ikinci hecede yazılmamış sonda yazılmıştır: (Bglr) (begler), bşblıg (beşbalığ), budn (budun), şidn (eşidin), rsnka (ersinka), tkuz (tokuz) gibi. Bazı hecelerde ünlüler hiç yazılmamıştır. Sesdeşlerde de düzensizlik görülmektedir. Bir kelime hem s, hem ş harfleri ile yazılmıştır. Fakat s ve ş yerine aynı işaret kullanıldığından; kişi-kisi, öküs-öküş, Türk-Türük gibi kelimeler iki ayrı şekilde yazılmıştır.

İslam harflerinin kullanılmasından sonra da imlada bazı karışıklıklar olmuştur. İslam harflerinde sesli harf yerine hareke kullanılmıştır.

İmlanın ıslahı üzerinde ilk duran Enderun-i Daniş olmuştur. Bundan başka bazı yazarlar, çeşitli şekilde okunabildiği ve karışıklıklara sebep olduğu gerekçesi ile elif, vav ve kaf harfleri üzerinde durmuşlar ve bazı işaretler koymuşlardır.

1928 yılında kabul edilen Latin asıllı yeni alfabe 29 ses işaretine dayanır. İslam harflerinde bulunmayan sekiz ayrı ünlü kabul edildi. Böylece bir ünsüz, sekiz türlü ünlünün her biri ile başlatılınca 168 türlü ses meydana gelmektedir. Eski alfabede bulunan kaf ve kef harflerinin, yenisinde sadece k işareti ile gösterilmesi imlada birçok aksaklıklar doğurmuştur. Bunun gibi batı dillerinden Türkçeye giren bazı kelimelerin yazılması da mesele olmuştur. Tren, plastik, grub, gram, program gibi kelimeler bir süre sipor, tiren, pilastik, gurup, gıram, pırogram şeklinde yazıldı. Sonradan tekrar eski yazılış

şekillerine dönüldü.

En iyi imla en kolay imladır. 1928’den sonra Türk Dil Kurumu, Latin harfleri tespit edilirken, imla lügatı çalışmalarına da başladı. Bu lügat değişik zamanlarda, İmla Kılavuzu olarak birçok defa yayımlandı. Halen Türkçede imlanın oturduğu ve bir düzene girdiği söylenemez. Bunda keyfiliğin büyük payı vardır. Ayrıca kullanılan kelimelerin imla olarak harflere bağlılığı yanında, konuşmadaki yeri, ikili bir durum ortaya çıkarmaktadır. Bu halde doğruluk ve yaygınlık meseleleri imlada göz önüne alınmalı, çözümü bu ikisinin ortasında aramalıdır. Ayrıca nispet (i)si gibi seslerin dilde muhafazası gerekir. Çünkü bunların bir gramer ve mana vazifesi vardır. Sese dayalı bir imla köksüz ve çabuk değişiklik gösterir. İmlanın yazı hayatımızda geçirdiği merhaleler gözden geçirilirse, bu imlanın yerli yerine oturabilmesi için asırların geçmesi lazımdır. Nitekim eski imlamız, İslam dairesi içine girdiğimiz yıllardan ve ilk eserlerimizden sonra, yani 1100 yıllarından 1600 yıllarına kadar bir kararlılık gösterememiştir. Ancak beş yüz senelik bir denemeden sonra alfabemizin imkanlarına göre her kelime ve söz, kalıp haline gelmiş, ek ve köklerde kararlı bir imla ortaya çıkmıştır. Bunun yanında imla ile ilgili bazı hususlar Tanzimattan sonra tekrar ortaya çıkmış; Şemseddin Sami yeni bazı işaretler getirmiştir. Ancak bu yaygınlaşmamıştır. Teknoloji ve fen ilerledikçe yabancı kelimeler Türkçeyi istila etmektedir. Bununla birlikte imla kurallarında yeniden düzensizlik başlamaktadır. Tabii ki Avrupa dillerinden gelen kelimeler bunda büyük bir yekün tutmaktadır. Bunlar yeni alfabe içinde yer aldıklarından söylenişlerine göre yazılmalı, geldikleri dillerdeki imlalarına yer verilmemelidir.


Kaynak
Electrify - avatarı
Electrify
Ziyaretçi
5 Mart 2013       Mesaj #5
Electrify - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Alm. Rechtschreibung. Orthographie (f), Fr. Orthographe (f), İng. Ortohography. Bir dilin yazıya geçirilmesinde uyulması şart olan kâideler. Bunlar her dilin hususiyetlerine göre değişik olabildiği gibi, birçok dillerde ortaklaşa kullanılanları da vardır. Bir dilin yazıya geçirilmesinde birlik, doğruluk, anlaşılırlık ve düzgünlüğün sağlanması için o dilin imlâ kurallarına uymak mecbûridir. Türkçedeki imlâ kurallarının bir kısmını harfler, ekler, bâzı kelimelerin yazılışları, bir kısmını da noktalama işâretleri ihtivâ eder. Bunlar şu şekilde sıralanır:
Büyük harfin kullanıldığı yerler:
1. Her cümlenin başındaki kelimenin ilk harfi veya cümle sonunda nokta (.), iki nokta üstüste (Msn Happy, ünlem (!), soru işâretinden (?) sonra gelen kelimenin ilk harfi;
2. Bütün orta yazı başlıklarının her kelimesinin ilk harfi;
3. Hürmet ve meslek bildiren ünvanların ilk harfi;
4. Özel isim (insan, hayvan, şehir, gazete, kitap) ve tamlamalarının ilk harfi (Ali Kahraman’ın, Minnoş’un, Edirne’den, Şanlıurfa’nın, Türkiye Gazetesi’ne, İslâm Âlimleri Ansiklopedisi’nin, Türkiye Çocuk Dergisi’ne gibi);
5. Dağ, göl, deniz, vâdi, yön, savaş, kurum, kale, eser gibi ibâre ve tamlamalar, kesme işâreti kullanılmadan (Ağrı Dağında, Van Gölüne, Güneydoğuda, Malazgirt Zaferine, Türkiye Büyük Millet Meclisinden, Ankara Kalesine, Ulu Câmide, Beylerbeyi Câmiinden gibi);
6. Saygı, ünvan, meslek bildiren takma isimler, kesme kullanmadan (Ali Beyden, Selma Hanımın, Merkez Efendiye, Rüstem Paşanın, Remzi Hocanın, Demirci Osman Ustaya, Orhan Gâziden, Yavuz Sultan Selîm Hanın, Mekke-i mükerremede, Başbakandan, İçişleri Bakanının gibi);
7. Dil, din, millet, topluluk isimleri, kesme kullanmadan (Türkçenin, İslâmiyette, Müslümanlıkta, Hanefîlerin, Japonlardan, Beşiktaşlıların, Selçuklulardan, Aydınoğulları gibi);
8. Şiirlerde mısra başlarındaki kelimelerin ilk harfi;
9. Kısaltmalar;
10. Târihlerde, ay ve günler (10 Temmuz 1991, Cumartesi günü gibi);
11. Dünyâ hâricindeki diğer sekiz gezegenin ilk harfleri, büyük harfle başlar.
ki bağlacının yazılışı:
Türkçede iki çeşit “ki” vardır. Bunlardan âitlik eki olan “-ki”, kendisinden önceki kelimeye bitişik yazılır ve bir isimle kullanılır:
Evdeki çocuk, köşedeki döşek, gazetedeki yazı…
Bağlaç olan ki aslında bir kelime olup mutlaka ayrı yazılır:
Buyuruyor ki, tam kapıyı açmıştı ki, bir duydu ki geri döndü, öyle ki…
Soru eki olan mi (mı, mi, mu, mü) nin yazılışı:
Soru eki olan mi, kendisinden önce gelen kelimeden (fiilden) ayrı yazılır ve sona soru işareti (?) konur:
Nedim evde mi? Gider misiniz? Doğru mudur?
de bağlacının yazılışı:
Türkçede iki çeşit (de) vardır. Bunlardan biri ismin hallerinden bulunma hâlini ifâde eder. Bu “-de” kendisinden önce gelen kelimeye bitişik yazılır:
Havada uçtu. Yemekte buluşuruz.
Bağlaç olan ve “dahi” mânâsına gelen “de” ise ayrı yazılır:
Yere de düştü. O da gitti. Sen de mi? Olsa da olmasa da fark etmez.
ile bağlacının yazılışı:
Kendisinden önce gelen kelime sessiz harfle biterse, “i” düşerek “-le” veya “-la” hâlinde birleşir ve bitişik yazılır:
elimle, îmânla…
Kendisinden önce gelen kelime sesli hafle biterse araya “y” harfini alarak birleşir ve bitişik yazılır:
gemiyle, arabayla…
İle bağlacı, üçüncü şahıs iyelik (sâhib olma) ekinden sonra gelirse, kendisinden önce gelen kelime ister kalın, ister ince sesliyle bitsin, muhakkak “-yla, -yle” şeklinde birleşir ve bitişik yazılır:
arabasıyla, mendiliyle…
Sessiz harflerin uyumu:
1. Kelimelerin sonunda bulunan “p,ç,t,k” harflerinden sonra sesli harfle başlayan bir ek gelirse, bu harfler yumuşayarak “b,c,d,g” ye çevrilir:
dolap-dolabı, ağaç- ağacı, geçit, geçidi, kapak-kapağı…
2. “ç,f,h,k,p,s,ş,t” harfleri “sert sessiz” dediğimiz harflerdir. Bir kelimenin sonunda, bu sert sessizlerden birisi varsa ve (c,d,g) dediğimiz yumuşak sessizlerle başlayan bir ek gelecekse, bu ek (ç,t,k) hâline döner. Kısacası; bir kelimenin sonu “f(ı)st(ı)kç(ı)ş(a)h(a)p” harfleri ile biterse “c,d,g”li ekler, yine bu harflerden olan “ç,t,k” ile yazılır:
Kireçci (değil) kireççi, kireçden (değil) kireçten, biçgi (değil) biçki, tarihci (değil) tarihçi, birlikden (değil) birlikten, gözlükcü (değil) gözlükçü, aşcı (değil) aşçı, sütden (değil) sütten…
Bitişik yazılan kelimeler ve fiiller:
Birleşik kelimeler (aslanağzı, akbaba, önsöz, dedikodu, işbaşı, yüzbaşı, binbaşı, cumartesi, pazartesi, asbaşkan gibi); pekiştirme sıfatları (kapkara, masmavi, büsbütün gibi); yeterlik, tezlik, yakınlık, sürerlik birleşik fiilleri (şaşakalmak, bakadurmak, olagelmek, sürüvermek, düşeyazmak, gidebilmek gibi); yardımcı fiillerin (et- eyle-, ol-) kullanılması hâlinde ses düşmesine veya ses artmasına uğrayan kelimeler (sabretmek, şükretti, hapsetmiş, hatmetmiş, kahreyle, kahrol, hapsoldu, emredince; affetti, affoldu, zannet, reddet, reddoldu, addedince gibi) bitişik yazılır.
Burada dikkat edilecek husus “et-, eyle-, ol-” fiillerinden önce gelen kelimenin bünyesinde düşme veya artma olup olmadığıdır: sabır kelimesinde “ı” düşünce sabretmek olur; af kelmesinde “f” harfi ikiye çıkınca (artınca) affettti olur. Bu kelimeler bitişik yazılır. Ancak, kelimelerin bünyesinde düşme veya artma olmazsa ayrı yazılır: arz etti, naz etmiş, mest oldu, geniş olmak gibi.
Uzatma ve inceltme işâretleri:
1. Uzatma işâreti Msn Cake:
a) Türkçeleşmiş birçok kelimede daha çok “f,h,k,y” gibi sessizlerden sonra gelen “a” harfinin üzerine konur (fâil, hâsılat, hâsılı, kâtil, Kâzım, hayâ gibi).
b) Yazılışları aynı, mânâları ve okunuşları ayrı olan kelimelerde kullanılır(adem-âdem, alem-âlem, Ali-âli, mani-mâni, ahır-âhir, hala-hâlâ gibi).
c) Nisbet (î) sinin üzerine konur (medenî, İslâmî, millî, dînî, edebî gibi).
2. İnceltme işâreti Msn Cake:
“g,k,l” seslerinden sonra gelen “a” ve “u” üzerine konur: “a”yı (ea), “u”yu (üu) okutur (kâğıt-keağıt, Kâzım, keazım, rüzgâr-rüzgear, hâlâ-hâlea, sükût-süküut gibi).
Kesme işâreti:
1. İnsan, hayvan, şehir, gazete, kitap, dergi gibi özel isimlerden ve tamlamalardan sonra gelen ekleri ayırmada kullanılır (Bahri’den, İhsan Şanlı’ya, Kıtmir’in, Tekir’den, Şanlıurfa’da, Gürcüboğazı’na, Türkiye Gazetesi’ne, İslâm Ahlâkı’nın, Türk Edebiyâtı Târihi’nin, Türkiye Çocuk Dergisi’ne gibi);
2. Rakamlardan ve kısaltmalardan sonra kesme kullanılır, ekler rakamın ve kısaltmanın okunuşuna göre yazılır: (1984’ten, 1970’te, 622’de; PTT’nin, ABD’ye, DMO’ya, İhlâs A.Ş’ye, 30 cm’den. 100 m2den kısaltmasında kesme kullanılmaz);
3. Harf veya ek’lerin ayrılmasında (ü’lü, a’sız, z’dir, -miş’li geçmiş, -aş-’lar tam kafiye, -mış’lar rediftir, -yle’dir gibi);
4. Özel isimlere gelen ekler satır sonuna geliyorsa, sâdece kesme kullanılır, satırsonu çizgisi kullanılmaz:
………………………………………………………….. Ali’ nin kalemidir.
………………………………………………….. Antalya’ dan geldi.
5. Önemi belirtilmek istenen kelimeler kesmeyle ayrılır (Yüzü ben’li olanı tanıdın mı? Onun pulculuk’tan kârı ne?);
6. Eski döneme âit metinlerde ve konuşma dilinin aynen aktarıldığı yazılarda düşen sesin yerine kullanılır:
Karac’oğlan sen bu ilden gidersen
Var m’ola, n’olursun, n’apsınlar gibi.
NOKTALAMA İŞÂRETLERİ
Nokta (.):
1. Tamamlanmış cümlenin sonuna konulur. Sonraki cümle büyük harfle başlar:
Ali geldi. Yemeğini yedikten sonra derse oturdu.
2. Ünvan, kelime, isim kısaltmalarından sonra:
Dr. (doktor), Alb. (albay), J.Gn.K.lığı, Bkz. (bakınız), Bşk. (başkan), mad. (madde), m. (metre), vs., Prof. F. Arndt gibi.
3. Madde başlarını ve bölümleri belirtmek için; inci eki yerine; târihleri, saatlerin küsurlarını yazarken; binler hânesini gösterirken:
A., B., C.; a., b., c.; 1., 2., 3., I., II., III.; 1. ders yılı, 20. yüzyıl, 72. sayfa; 26.2.1984; 10.30’da (10:30, 1030 yanlış), 36.000 gibi.
Virgül (,):
1. Uzun cümlelerde özneden sonra; cümlede ardarda sıralanan fiillerden, öznelerden, nesnelerden, tamlamalardan sonra:
Her millet, kendi târihindeki bilim adamlarıyla övünür.
Her canlı doğar, büyür, ölür.
Dağlar, tepeler, ağaçlar rengârenkti.
Yurdumu, milletimi, bayrağımı çok severim.
Türk milletinin yükselmesini, Türk vatanının kalkınmasını istedi.
2. Çeşitçe aynı cümleler arasında:
Çocuk ağladı, baktı ilgilenen yok, sustu; sonunda oturdu.
Önce mehter geçti, onları askerler tâkib etti, arkadan gâziler yürüdü.
3. Mânâyı kuvvetlendirmek için tekrarlar arasında:
Simitçi, zavallı simitçi, dolaşıp durdu.
4. Seslenme, mektupta hitap sözlerinden sonra; dedi, diyor kelimelerinden önce ve sonra:
Efendiler, bilirsiniz ki…
Sevgili Anneciğim,
-Ben, diyordu, Londra’dayken…
5. Ara sözlerin, cümlelerin başına ve sonuna:
Sen istersen, ben pek sevmedim de, gidebilirsin.
Şimdi, efendiler, müsâade ederseniz, suâlim şudur.
6. Cümlenin başında, sıfat tamlaması olmasın, diye:
Hırsız, hâkimin gözlerine baktı.
Yeşil, gözlerde unutulmaz izler bıraktı.
Yaramaz, çocuğa dokunma.
7. Küçük rakamlarda, buçuk mânâsında ve târihlerde:
Senede 2,5 milyon îmâl edilir.
Sıcaklık +34,5 ile -8,4°C arasındadır.
28 Aralık 1989’da, Pazar günü Yalova’ya gitti.
8. Kısa konuşmalarda tırnak işâretinden önce:
Onu görünce, “İşte bir kahraman!” dedim.
9. Birleşik cümlelerde “fakat, ancak, ne, çünkü, yahut, yâni, lâkin, eğer” gibi edat ve bağlaçlardan önce:
Ali’yi evde aradım, fakat bulamadım.
Pazar günü bekledim, ancak gelmedin.
Yapamazsın, çünkü bilmiyorsun.
“için, gibi, halde, rağmen, değil, bile, sonra” gibi edat ve bağlaçlardan sonra kullanılır:
Havalar soğuduğu için, dışarı çıkarken ceket giyiniz.
Çalıştığı halde, plansızlıktan başarısız oldu.
İzne çıkmak istesek bile, iş çok.
10. Yanlış kullanıldığı yerler:
“ve, veya” edatlarından önce ve sonra kullanılmaz:
Derinin, tâze, veya kuru olsun, üzerini, ve içini temizleyin. (Yanlış)
Derinin, tâze veya kuru olsun, üzerini ve içini temizleyin. (Doğru)
Ardarda sıralanan aynı cins kelimelerin ilkinden önce ve sonrakinden sonra konulmaz:
Selim’in, renkli, güzel, irili ufaklı, balıkları var. (Yanlış)
Selim’in renkli, güzel, irili ufaklı balıkları var. (Doğru)
Noktalı virgül (Msn Wink:
1. Tamamlanmış ve fikirce birbirine bağlı cümleler arasında:
Ana caddeye çıkınca bir kargaşa gördüm; ayakta bir arabacı ile çamurda yatan bir at vardı.
Çocuklar, artık okullar bitti; şimdi herkes tatile çıkacak; neneler, dedeler, âh bir torunum gelse de koklasam, diyorlar.
2. Bir cümledeki fikirce zıtlık, cins, mikdar, tür vs. farklılıklarını ayırmada:
Çok sevdiğimiz bu çocuklardan birisi Türk, birisi Japon; birisi kız, birisi de erkekti.
Kardeşlerimden Nuri, Sedat’a; Nermin, Nuran’a göre daha çalışkandır. (Doğru)
Kardeşlerimden Nuri; Sedat’a, Nermin; Nuran’a göre daha çalışkandır. (Yanlış)
Meyvelerden şeftali, elma, muz; sebzelerden tahıllar, havuç, baklagiller verilebilir. (Doğru)
Meyvelerden; şeftali, elma, muz, sebzelerden; tahıllar, havuç, baklagiller verilebilir. (Yanlış)
Yemeği oburca, yâni ne bulduysak, tıkıştırarak değil; yeterince, ihtiyaç kadarıyla yemelidir. (Doğru)
Yemeği oburca; yâni ne bulduysak, tıkıştırarak değil, yeterince; ihtiyaç kadarıyla yemelidir. (Yanlış)
3. Özneyle yüklem arasındaki virgüllü cümle unsurlarını özneden ayırmak için:
Bütün güller; tohum, çelik, daldırma ve aşı şekillerinden birisi ile üretilir.
Bunlar; kapitalizm, komünizm ve İslâmiyetin iktisâdî esaslarıdır.
Özneden sonra noktalı virgül kullanmayı alışkanlık hâline getirmemelidir. Meselâ üstteki cümlede kullanmayabiliriz. Aynı şekilde özneyle yüklem arasında virgüllü unsurlar yoksa, özneden sonra (Msn Wink kullanmamalı, (,) kullanmalıdır:
İskandil; aynı zamanda deniz dibi hayvanlarını ve bitkilerini inceleyen bir metoddur. (Yanlış)
İskandil, aynı zamanda deniz dibi hayvanlarını ve bitkilerini inceleyen bir metoddur. (Doğru)
4. Cümleler birbirlerine “ama, ancak, bu sebeple, buna rağmen, çünkü, fakat, hatta, halbuki, lâkin, ne var ki, öyleyse, sonra, şu kadar ki, zîrâ” gibi edatlarla bağlanırsa, bu edatlardan önce kullanılır; ancak iki cümle de gramerce tamamlanmış olmalıdır:
Kendi kendime hem güler, hem ağlarım; çünkü hayatımda ne böyle bir komedi yaşadım, ne de böyle bir dram seyrettim.
5. Konuşmalarda tırnak işâretinden önce kullanılır:
Süleyman Şah, Üsküdar’dan İstanbul’u seyrettikten sonra; “Bu güzel belde neden bizim olmasın?” demiştir. (Doğru)
Süleyman Şah, Üsküdar’dan İstanbul’u seyrederek şöyle konuştu; “Bu güzel belde neden bizim olmasın?” demiştir. (Yanlış)
Buradaki yanlışlığın sebebi “konuştu” ve “demiştir” kelimeleriyle iki defa yüklem kullanılmasıdır ki “demiştir” yüklemini kaldırmak gerekir.
İki nokta (Msn Happy:
1. Bir cümlede, sözde veya ifâdede yer alan örnekleri (misâlleri), açıklamaları, maddeleri, ihtimalleri göstermek için:
Yemekte güz meyveleri vardı: Ayva, nar, üzüm…
Oraya gitmek için iki vâsıtadan birini tercih etmek durumundasınız:Tren veya otobüs.
Esas olarak ayak oyunları dört çeşittir: İlerleme, gerileme, sol yana ve sağ yana yapılan adım hareketleri.
Türkiye’nin büyük şehirleri şunlardır: İstanbul, Ankara, İzmir, Konya, Adana.
Bulut varsa: a)Yağmur, b) Kar yağabilir.
Aklın ve ilmin üç düşmanı vardır:Fenâlık, câhillik ve tembellik.
2. Paragrafların başındaki yan başlıklardan sonra:
Âdî iskandiller filika iskandili, el iskandili ve derin su iskandili olmak üzere üç çeşittir:
Filika iskandili: ……………………………………….. ………………………………………..
El iskandili: …………………………………………….. …………………………………………
Derin su iskandili: …………………………………… …………………………………………
3. Konuşmalarda tırnak işâretinden önce ve konuşma çizgisinden önceki ifâdenin sonunda kullanılır:
Alparslan, Malazgirt Savaşından önce secdeye kapanarak şöyle duâ etti: “Yâ Rabbî! Senin rızân için savaşıyorum. Bana yardım et.”
Fâtih Sultan Mehmed Han, yerlere kapanan ahâli ve Ortodoks Patriğine karşı şöyle hitab etti: “Kalkınız! Ben SultanMehmed, sana ve bütün ahâliye söylüyorum ki, bugünden itibaren ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz husûsunda benim gazâbımdan korkmayınız.”
Yûnus, başı önünde, mahcûb cevap verdi:
- Bu kapıdan odunun bile eğrisi giremez…
Üç nokta (…):
Bu üç noktaya “susma” veye “kesme” noktaları da denir.
1. Bir cümlede sıralanan örneklerin hepsini saymamak için:
Çantası ağzına kadar doluydu! Kitaplar, dergiler, kalemler …
-Zayıf dersin çok muydu?
-Eh … Matematik, Fizik, Kimya, İngilizce, Tarih …
2. Cümlenin geri kalanını okuyucunun anlayışına bırakmak için:
-Öyle bir nutuk attı ki … (herkes şaşırdı.)
-Sorma! O birinci sınıfı hatırlıyorum da … (içime bir korku düşüyor.)
3. Atlanan bölüm olunca, bir başka yerden aktarma (iktibas) yapılınca:
10 Aralık 1896’da ölen Alfred Nobel’in vasiyetnâmesinde şu sözler yer alıyordu:
“… Servetime el koyanlar şu şekilde hareket edeceklerdir: Mirasımın getireceği kazanç, paraya çevrilecek ve …” (İnsan ve Kâinat, Ocak 1988, s. 33)
4. Yazıda kullanılması uygun olmayan çirkin, bayağı, müstehcen sözlerin yerine:
Sarhoş, sokaktan geçenlere; “Şimdi sizin …” diye sataşmaya başladı.
5. Söylemek istemediğimiz bir sözün yerine kullanılır:
Genç adam, faâliyetinden bir türlü memnun olmadığı (…) Müessesesine mektup yazmayı düşündü.
Sıra noktalar (…….):
1. Konuşmalı ifadelerde düşünmek ve sükût etmek maksadıyla:
-Yaptığın işin günâhını biliyor musun?
-……..
-Tövbe et, tövbe et!
- ……..
2. Bir kelimenin tam şeklini yazmamak gerektiğinde:
Masama yeni oturmuştum; ……. yan gözle beni süzüyordu.
3. Bir konudan başka bir konuya geçerken veya şiirlerde atlama yaparken kullanılır:
Şimdi bu mevzuu ele almayacağız.
……..
Asıl üzerinde duracağımız konuya gelince, sizlere şunu ifade etmek istiyorum ki …
Rabbim, nihâyet sana itâat edeceğiz…
Artık ne kin, ne haset, ne de yaşamak hırsı,
…………………
Ümitler içindeyim, çok şükür öleceğiz …
Ünlem işâreti (!):
1. Seslenme, şaşırma, hayret, acıma, nefret, emir, komut gibi duygu, heyecan ve ifadeleri kuvvetli bir şekilde anlatmak; tabiat seslerini taklid etmek için:
Ey mâvi göklerin beyaz ve kızıl süsü !.. (seslenme)
Aaa..! Görülmüş şey değil! (şaşırma)
Bir haftadır uyumamış! (hayret)
Vah vah, pek de gençti! (acıma)
Bir kaşık suda boğacak! (nefret)
Yazı, yarın sabaha kadar bitecek! (emir)
Uygun adım marş! (komut)
“Vuu, vuuu!” diye esen fırtına, insana ürperti veriyordu. (tabiat)
2. Tek başına (!), soru işaretiyle (!?) veya sıra noktalarla (!..) birlikte alay, küçümseme mânâsında kullanılır:
Bilmediği bir şey yokmuş (!), evi Bâyezid Kütüphanesi (!), neler keşfetmemiş neler (!?)
Daha yumurta kadarken (!?) bu işlere girişmiş; altı yaşındayken sürmeyi, on beşinde ehliyet almayı becermiş, şimdi Avrupa’da bilmem nerede!..
Soru işâreti (?):
1. Soru mânâsı taşıyan cümlelerde, soru edatlarının (mı, mi, mu, mü; mıdır, miyiz …) sonunda:
Ne yapacaksın? Hangi köşede? Ne zamandan beri? Hava karardı mı?Gülünç mü? Sıcak mıdır? Gidecek miyiz?
2. Konuşmalı cümlelerde tırnak içinde:
Annesi pencereden; “Daha gelmiyor musun?” dedi.
3. Cümlede birden çok soru grupları varsa, her soru grubunun sonunda değil, cümlenin bitiminde:
İstanbul neydi?Neresiydi?Orada ne yapacaktı?Taşında toprağında altın var mıydı? (Yanlış)
İstanbul neydi, neresiydi; orada ne yapacaktı?Taşında toprağında altın var mıydı? (Doğru)
4. Verilen bilginin kesinlik kazanmadığı yerde kullanılır:
Karacaoğlan 17. yüzyılda (?) yaşamıştır.
Süleyman Çelebi (?-1422)
5. Soru anlamı taşımayan cümlelerde soru işâreti kullanılmaz:
Ömer’e bizimle çalışıp çalışmayacağını sordum? (Yanlış)
Ömer’e bizimle çalışıp çalışmayacağını sordum. (Doğru)
Kısa çizgi (-):
1. Kısa çizgi işâreti, satır sonunda hece bölünmesinde kullanılır. Bir özel isim, satır sonunda kesme işâreti almışsa, kesme işâretinden sonra kısa çizgi konmaz.
Satır sonunda kelimeler hecelerden bölünür:
Yavuz Sultan Selim, Mısır’
a giderken der ki:
“Bu seferler, bu at koştu-
rmalar beyhûde değ- (YANLIŞ)
il! Biz gönülleri toplu bul-
undurmak için perişan ol-
uyoruz.”
Yavuz Sultan Selim Mısır’
a giderken der ki:
“Bu seferler, bu at koş-
turmalar beyhûde de- (DOĞRU)
ğil! Biz gönülleri toplu bu-
lundurmak için perişan olu-
yoruz.”
2. Târihler arasında; iki kelime arasındaki ilgi ve bağlantıyı kurmada kullanılır:
Bu sene okullar, 1993-1994 öğretim yılına başlayacak.
İnsan gözü en çok sarı-yeşil (5550 A°) ışığa duyarlıdır.
İstanbul-Edirne arası 250 kilometredir.
Işgın, mayıs-haziran aylarında çiçek açar.
3. Kesin bir sayı vermeyen rakam ve yazılar arasında kullanılır:
İstanbul-Ankara arası 450-500 km kadardır.
Konya’dan geleli beş-altı ay oldu.
4. Farsça ve Arapça tamlama (terkip)larda kullanılır:
Servet-i Fünûn, rûz-ı mahşer; beyt-ül-mâl, Dürr-ül-Muhtâr, Ziyâret-ül-Kubûr…
Tırnak işâreti (“…”):
1. Konuşmalı ifâdelerde (Bkz. Noktalı virgül, mad. 5; İki nokta, mad.3).
2. Üzerinde durulması, dikkat çekilmesi istenen kelime ve ifadelerde:
Türkler çeliğe “çift su” vermesini Avrupa’ya da öğretti.
Halk şiirlerinin yer aldığı “cönk”ler birer antoloji sayılır.
Parantez işâreti ( ):
1. Cümlede, asıl ve yan cümlelerin birer açıklaması olarak kullanılır:
Bu sene sınıfımı doğrudan geçmek için Faruk’la (daha önce sizi tanıştırmıştım) ders çalışıyoruz.
İmtihana giderken kalem (tercihen kalemtraşla açılan cinsten ve yumuşak), silgi almayı unutma.
2. Tarihler, rakamlar, aynı mânâlı kelimeler, bir kelimenin başka dildeki karşılığı parantez içinde yazılır:
Birinci Dünya Harbi (1914-1918) sonunda ittifak devletleri yenildi.
Senette yazılı olan elli bin (50.000) lirayı ödedim.
İmlâ kuralları (kâideleri) kompozisyon için çok lüzumludur.
Dilbilgisinin konularından birisi de ses bilgisi (fonetik)dir. (Burada görüldüğü gibi, parantezden sonraki ek parantezden önceki kelimenin devamı olmalıdır:bilgisi-dir.)
armeys onlie - avatarı
armeys onlie
Ziyaretçi
15 Mayıs 2013       Mesaj #6
armeys onlie - avatarı
Ziyaretçi
imla nedir
Alm. Rechtschreibung. Orthographie (f), Fr. Orthographe (f), İng. Ortohography. Bir dilin yazıya geçirilmesinde uyulması şart olan kâideler. Bunlar her dilin hususiyetlerine göre değişik olabildiği gibi, birçok dillerde ortaklaşa kullanılanları da vardır. Bir dilin yazıya geçirilmesinde birlik, doğruluk, anlaşılırlık ve düzgünlüğün sağlanması için o dilin imlâ kurallarına uymak mecbûridir. Türkçedeki imlâ kurallarının bir kısmını harfler, ekler, bâzı kelimelerin yazılışları, bir kısmını da noktalama işâretleri ihtivâ eder. Bunlar şu şekilde sıralanır:
Büyük harfin kullanıldığı yerler:
1. Her cümlenin başındaki kelimenin ilk harfi veya cümle sonunda nokta (.), iki nokta üstüste (, ünlem (!), soru işâretinden (?) sonra gelen kelimenin ilk harfi;
2. Bütün orta yazı başlıklarının her kelimesinin ilk harfi;
3. Hürmet ve meslek bildiren ünvanların ilk harfi;
4. Özel isim (insan, hayvan, şehir, gazete, kitap) ve tamlamalarının ilk harfi (Ali Kahraman’ın, Minnoş’un, Edirne’den, Şanlıurfa’nın, Türkiye Gazetesi’ne, İslâm Âlimleri Ansiklopedisi’nin, Türkiye Çocuk Dergisi’ne gibi);
5. Dağ, göl, deniz, vâdi, yön, savaş, kurum, kale, eser gibi ibâre ve tamlamalar, kesme işâreti kullanılmadan (Ağrı Dağında, Van Gölüne, Güneydoğuda, Malazgirt Zaferine, Türkiye Büyük Millet Meclisinden, Ankara Kalesine, Ulu Câmide, Beylerbeyi Câmiinden gibi);
6. Saygı, ünvan, meslek bildiren takma isimler, kesme kullanmadan (Ali Beyden, Selma Hanımın, Merkez Efendiye, Rüstem Paşanın, Remzi Hocanın, Demirci Osman Ustaya, Orhan Gâziden, Yavuz Sultan Selîm Hanın, Mekke-i mükerremede, Başbakandan, İçişleri Bakanının gibi);
7. Dil, din, millet, topluluk isimleri, kesme kullanmadan (Türkçenin, İslâmiyette, Müslümanlıkta, Hanefîlerin, Japonlardan, Beşiktaşlıların, Selçuklulardan, Aydınoğulları gibi);
8. Şiirlerde mısra başlarındaki kelimelerin ilk harfi;
9. Kısaltmalar;
10. Târihlerde, ay ve günler (10 Temmuz 1991, Cumartesi günü gibi);
11. Dünyâ hâricindeki diğer sekiz gezegenin ilk harfleri, büyük harfle başlar.
ki bağlacının yazılışı:
Türkçede iki çeşit “ki” vardır. Bunlardan âitlik eki olan “-ki”, kendisinden önceki kelimeye bitişik yazılır ve bir isimle kullanılır:
Evdeki çocuk, köşedeki döşek, gazetedeki yazı…
Bağlaç olan ki aslında bir kelime olup mutlaka ayrı yazılır:
Buyuruyor ki, tam kapıyı açmıştı ki, bir duydu ki geri döndü, öyle ki…
Soru eki olan mi (mı, mi, mu, mü) nin yazılışı:
Soru eki olan mi, kendisinden önce gelen kelimeden (fiilden) ayrı yazılır ve sona soru işareti (?) konur:
Nedim evde mi? Gider misiniz? Doğru mudur?
de bağlacının yazılışı:
Türkçede iki çeşit (de) vardır. Bunlardan biri ismin hallerinden bulunma hâlini ifâde eder. Bu “-de” kendisinden önce gelen kelimeye bitişik yazılır:
Havada uçtu. Yemekte buluşuruz.
Bağlaç olan ve “dahi” mânâsına gelen “de” ise ayrı yazılır:
Yere de düştü. O da gitti. Sen de mi? Olsa da olmasa da fark etmez.
ile bağlacının yazılışı:
Kendisinden önce gelen kelime sessiz harfle biterse, “i” düşerek “-le” veya “-la” hâlinde birleşir ve bitişik yazılır:
elimle, îmânla…
Kendisinden önce gelen kelime sesli hafle biterse araya “y” harfini alarak birleşir ve bitişik yazılır:
gemiyle, arabayla…
İle bağlacı, üçüncü şahıs iyelik (sâhib olma) ekinden sonra gelirse, kendisinden önce gelen kelime ister kalın, ister ince sesliyle bitsin, muhakkak “-yla, -yle” şeklinde birleşir ve bitişik yazılır:
arabasıyla, mendiliyle…
Sessiz harflerin uyumu:
1. Kelimelerin sonunda bulunan “p,ç,t,k” harflerinden sonra sesli harfle başlayan bir ek gelirse, bu harfler yumuşayarak “b,c,d,g” ye çevrilir:
dolap-dolabı, ağaç- ağacı, geçit, geçidi, kapak-kapağı…
2. “ç,f,h,k,p,s,ş,t” harfleri “sert sessiz” dediğimiz harflerdir. Bir kelimenin sonunda, bu sert sessizlerden birisi varsa ve (c,d,g) dediğimiz yumuşak sessizlerle başlayan bir ek gelecekse, bu ek (ç,t,k) hâline döner. Kısacası; bir kelimenin sonu “f(ı)st(ı)kç(ı)ş(a)h(a)p” harfleri ile biterse “c,d,g”li ekler, yine bu harflerden olan “ç,t,k” ile yazılır:
Kireçci (değil) kireççi, kireçden (değil) kireçten, biçgi (değil) biçki, tarihci (değil) tarihçi, birlikden (değil) birlikten, gözlükcü (değil) gözlükçü, aşcı (değil) aşçı, sütden (değil) sütten…
Bitişik yazılan kelimeler ve fiiller:
Birleşik kelimeler (aslanağzı, akbaba, önsöz, dedikodu, işbaşı, yüzbaşı, binbaşı, cumartesi, pazartesi, asbaşkan gibi); pekiştirme sıfatları (kapkara, masmavi, büsbütün gibi); yeterlik, tezlik, yakınlık, sürerlik birleşik fiilleri (şaşakalmak, bakadurmak, olagelmek, sürüvermek, düşeyazmak, gidebilmek gibi); yardımcı fiillerin (et- eyle-, ol-) kullanılması hâlinde ses düşmesine veya ses artmasına uğrayan kelimeler (sabretmek, şükretti, hapsetmiş, hatmetmiş, kahreyle, kahrol, hapsoldu, emredince; affetti, affoldu, zannet, reddet, reddoldu, addedince gibi) bitişik yazılır.
Burada dikkat edilecek husus “et-, eyle-, ol-” fiillerinden önce gelen kelimenin bünyesinde düşme veya artma olup olmadığıdır: sabır kelimesinde “ı” düşünce sabretmek olur; af kelmesinde “f” harfi ikiye çıkınca (artınca) affettti olur. Bu kelimeler bitişik yazılır. Ancak, kelimelerin bünyesinde düşme veya artma olmazsa ayrı yazılır: arz etti, naz etmiş, mest oldu, geniş olmak gibi.
Uzatma ve inceltme işâretleri:
1. Uzatma işâreti :
a) Türkçeleşmiş birçok kelimede daha çok “f,h,k,y” gibi sessizlerden sonra gelen “a” harfinin üzerine konur (fâil, hâsılat, hâsılı, kâtil, Kâzım, hayâ gibi).
b) Yazılışları aynı, mânâları ve okunuşları ayrı olan kelimelerde kullanılır(adem-âdem, alem-âlem, Ali-âli, mani-mâni, ahır-âhir, hala-hâlâ gibi).
c) Nisbet (î) sinin üzerine konur (medenî, İslâmî, millî, dînî, edebî gibi).
2. İnceltme işâreti :
“g,k,l” seslerinden sonra gelen “a” ve “u” üzerine konur: “a”yı (ea), “u”yu (üu) okutur (kâğıt-keağıt, Kâzım, keazım, rüzgâr-rüzgear, hâlâ-hâlea, sükût-süküut gibi).
Kesme işâreti:
1. İnsan, hayvan, şehir, gazete, kitap, dergi gibi özel isimlerden ve tamlamalardan sonra gelen ekleri ayırmada kullanılır (Bahri’den, İhsan Şanlı’ya, Kıtmir’in, Tekir’den, Şanlıurfa’da, Gürcüboğazı’na, Türkiye Gazetesi’ne, İslâm Ahlâkı’nın, Türk Edebiyâtı Târihi’nin, Türkiye Çocuk Dergisi’ne gibi);
2. Rakamlardan ve kısaltmalardan sonra kesme kullanılır, ekler rakamın ve kısaltmanın okunuşuna göre yazılır: (1984’ten, 1970’te, 622’de; PTT’nin, ABD’ye, DMO’ya, İhlâs A.Ş’ye, 30 cm’den. 100 m2den kısaltmasında kesme kullanılmaz);
3. Harf veya ek’lerin ayrılmasında (ü’lü, a’sız, z’dir, -miş’li geçmiş, -aş-’lar tam kafiye, -mış’lar rediftir, -yle’dir gibi);
4. Özel isimlere gelen ekler satır sonuna geliyorsa, sâdece kesme kullanılır, satırsonu çizgisi kullanılmaz:
………………………………………………………….. Ali’ nin kalemidir.
………………………………………………….. Antalya’ dan geldi.
5. Önemi belirtilmek istenen kelimeler kesmeyle ayrılır (Yüzü ben’li olanı tanıdın mı? Onun pulculuk’tan kârı ne?);
6. Eski döneme âit metinlerde ve konuşma dilinin aynen aktarıldığı yazılarda düşen sesin yerine kullanılır:
Karac’oğlan sen bu ilden gidersen
Var m’ola, n’olursun, n’apsınlar gibi.
NOKTALAMA İŞÂRETLERİ
Nokta (.):
1. Tamamlanmış cümlenin sonuna konulur. Sonraki cümle büyük harfle başlar:
Ali geldi. Yemeğini yedikten sonra derse oturdu.
2. Ünvan, kelime, isim kısaltmalarından sonra:
Dr. (doktor), Alb. (albay), J.Gn.K.lığı, Bkz. (bakınız), Bşk. (başkan), mad. (madde), m. (metre), vs., Prof. F. Arndt gibi.
3. Madde başlarını ve bölümleri belirtmek için; inci eki yerine; târihleri, saatlerin küsurlarını yazarken; binler hânesini gösterirken:
A., B., C.; a., b., c.; 1., 2., 3., I., II., III.; 1. ders yılı, 20. yüzyıl, 72. sayfa; 26.2.1984; 10.30’da (10:30, 1030 yanlış), 36.000 gibi.
Virgül (,):
1. Uzun cümlelerde özneden sonra; cümlede ardarda sıralanan fiillerden, öznelerden, nesnelerden, tamlamalardan sonra:
Her millet, kendi târihindeki bilim adamlarıyla övünür.
Her canlı doğar, büyür, ölür.
Dağlar, tepeler, ağaçlar rengârenkti.
Yurdumu, milletimi, bayrağımı çok severim.
Türk milletinin yükselmesini, Türk vatanının kalkınmasını istedi.
2. Çeşitçe aynı cümleler arasında:
Çocuk ağladı, baktı ilgilenen yok, sustu; sonunda oturdu.
Önce mehter geçti, onları askerler tâkib etti, arkadan gâziler yürüdü.
3. Mânâyı kuvvetlendirmek için tekrarlar arasında:
Simitçi, zavallı simitçi, dolaşıp durdu.
4. Seslenme, mektupta hitap sözlerinden sonra; dedi, diyor kelimelerinden önce ve sonra:
Efendiler, bilirsiniz ki…
Sevgili Anneciğim,
-Ben, diyordu, Londra’dayken…
5. Ara sözlerin, cümlelerin başına ve sonuna:
Sen istersen, ben pek sevmedim de, gidebilirsin.
Şimdi, efendiler, müsâade ederseniz, suâlim şudur.
6. Cümlenin başında, sıfat tamlaması olmasın, diye:
Hırsız, hâkimin gözlerine baktı.
Yeşil, gözlerde unutulmaz izler bıraktı.
Yaramaz, çocuğa dokunma.
7. Küçük rakamlarda, buçuk mânâsında ve târihlerde:
Senede 2,5 milyon îmâl edilir.
Sıcaklık +34,5 ile -8,4°C arasındadır.
28 Aralık 1989’da, Pazar günü Yalova’ya gitti.
8. Kısa konuşmalarda tırnak işâretinden önce:
Onu görünce, “İşte bir kahraman!” dedim.
9. Birleşik cümlelerde “fakat, ancak, ne, çünkü, yahut, yâni, lâkin, eğer” gibi edat ve bağlaçlardan önce:
Ali’yi evde aradım, fakat bulamadım.
Pazar günü bekledim, ancak gelmedin.
Yapamazsın, çünkü bilmiyorsun.
“için, gibi, halde, rağmen, değil, bile, sonra” gibi edat ve bağlaçlardan sonra kullanılır:
Havalar soğuduğu için, dışarı çıkarken ceket giyiniz.
Çalıştığı halde, plansızlıktan başarısız oldu.
İzne çıkmak istesek bile, iş çok.
10. Yanlış kullanıldığı yerler:
“ve, veya” edatlarından önce ve sonra kullanılmaz:
Derinin, tâze, veya kuru olsun, üzerini, ve içini temizleyin. (Yanlış)
Derinin, tâze veya kuru olsun, üzerini ve içini temizleyin. (Doğru)
Ardarda sıralanan aynı cins kelimelerin ilkinden önce ve sonrakinden sonra konulmaz:
Selim’in, renkli, güzel, irili ufaklı, balıkları var. (Yanlış)
Selim’in renkli, güzel, irili ufaklı balıkları var. (Doğru)
Noktalı virgül (:
1. Tamamlanmış ve fikirce birbirine bağlı cümleler arasında:
Ana caddeye çıkınca bir kargaşa gördüm; ayakta bir arabacı ile çamurda yatan bir at vardı.
Çocuklar, artık okullar bitti; şimdi herkes tatile çıkacak; neneler, dedeler, âh bir torunum gelse de koklasam, diyorlar.
2. Bir cümledeki fikirce zıtlık, cins, mikdar, tür vs. farklılıklarını ayırmada:
Çok sevdiğimiz bu çocuklardan birisi Türk, birisi Japon; birisi kız, birisi de erkekti.
Kardeşlerimden Nuri, Sedat’a; Nermin, Nuran’a göre daha çalışkandır. (Doğru)
Kardeşlerimden Nuri; Sedat’a, Nermin; Nuran’a göre daha çalışkandır. (Yanlış)
Meyvelerden şeftali, elma, muz; sebzelerden tahıllar, havuç, baklagiller verilebilir. (Doğru)
Meyvelerden; şeftali, elma, muz, sebzelerden; tahıllar, havuç, baklagiller verilebilir. (Yanlış)
Yemeği oburca, yâni ne bulduysak, tıkıştırarak değil; yeterince, ihtiyaç kadarıyla yemelidir. (Doğru)
Yemeği oburca; yâni ne bulduysak, tıkıştırarak değil, yeterince; ihtiyaç kadarıyla yemelidir. (Yanlış)
3. Özneyle yüklem arasındaki virgüllü cümle unsurlarını özneden ayırmak için:
Bütün güller; tohum, çelik, daldırma ve aşı şekillerinden birisi ile üretilir.
Bunlar; kapitalizm, komünizm ve İslâmiyetin iktisâdî esaslarıdır.
Özneden sonra noktalı virgül kullanmayı alışkanlık hâline getirmemelidir. Meselâ üstteki cümlede kullanmayabiliriz. Aynı şekilde özneyle yüklem arasında virgüllü unsurlar yoksa, özneden sonra ( kullanmamalı, (,) kullanmalıdır:
İskandil; aynı zamanda deniz dibi hayvanlarını ve bitkilerini inceleyen bir metoddur. (Yanlış)
İskandil, aynı zamanda deniz dibi hayvanlarını ve bitkilerini inceleyen bir metoddur. (Doğru)
4. Cümleler birbirlerine “ama, ancak, bu sebeple, buna rağmen, çünkü, fakat, hatta, halbuki, lâkin, ne var ki, öyleyse, sonra, şu kadar ki, zîrâ” gibi edatlarla bağlanırsa, bu edatlardan önce kullanılır; ancak iki cümle de gramerce tamamlanmış olmalıdır:
Kendi kendime hem güler, hem ağlarım; çünkü hayatımda ne böyle bir komedi yaşadım, ne de böyle bir dram seyrettim.
5. Konuşmalarda tırnak işâretinden önce kullanılır:
Süleyman Şah, Üsküdar’dan İstanbul’u seyrettikten sonra; “Bu güzel belde neden bizim olmasın?” demiştir. (Doğru)
Süleyman Şah, Üsküdar’dan İstanbul’u seyrederek şöyle konuştu; “Bu güzel belde neden bizim olmasın?” demiştir. (Yanlış)
Buradaki yanlışlığın sebebi “konuştu” ve “demiştir” kelimeleriyle iki defa yüklem kullanılmasıdır ki “demiştir” yüklemini kaldırmak gerekir.
İki nokta (:
1. Bir cümlede, sözde veya ifâdede yer alan örnekleri (misâlleri), açıklamaları, maddeleri, ihtimalleri göstermek için:
Yemekte güz meyveleri vardı: Ayva, nar, üzüm…
Oraya gitmek için iki vâsıtadan birini tercih etmek durumundasınız:Tren veya otobüs.
Esas olarak ayak oyunları dört çeşittir: İlerleme, gerileme, sol yana ve sağ yana yapılan adım hareketleri.
Türkiye’nin büyük şehirleri şunlardır: İstanbul, Ankara, İzmir, Konya, Adana.
Bulut varsa: a)Yağmur, b) Kar yağabilir.
Aklın ve ilmin üç düşmanı vardır:Fenâlık, câhillik ve tembellik.
2. Paragrafların başındaki yan başlıklardan sonra:
Âdî iskandiller filika iskandili, el iskandili ve derin su iskandili olmak üzere üç çeşittir:
Filika iskandili: ……………………………………….. ………………………………………..
El iskandili: …………………………………………….. …………………………………………
Derin su iskandili: …………………………………… …………………………………………
3. Konuşmalarda tırnak işâretinden önce ve konuşma çizgisinden önceki ifâdenin sonunda kullanılır:
Alparslan, Malazgirt Savaşından önce secdeye kapanarak şöyle duâ etti: “Yâ Rabbî! Senin rızân için savaşıyorum. Bana yardım et.”
Fâtih Sultan Mehmed Han, yerlere kapanan ahâli ve Ortodoks Patriğine karşı şöyle hitab etti: “Kalkınız! Ben SultanMehmed, sana ve bütün ahâliye söylüyorum ki, bugünden itibaren ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz husûsunda benim gazâbımdan korkmayınız.”
Yûnus, başı önünde, mahcûb cevap verdi:
- Bu kapıdan odunun bile eğrisi giremez…
Üç nokta (…):
Bu üç noktaya “susma” veye “kesme” noktaları da denir.
1. Bir cümlede sıralanan örneklerin hepsini saymamak için:
Çantası ağzına kadar doluydu! Kitaplar, dergiler, kalemler …
-Zayıf dersin çok muydu?
-Eh … Matematik, Fizik, Kimya, İngilizce, Tarih …
2. Cümlenin geri kalanını okuyucunun anlayışına bırakmak için:
-Öyle bir nutuk attı ki … (herkes şaşırdı.)
-Sorma! O birinci sınıfı hatırlıyorum da … (içime bir korku düşüyor.)
3. Atlanan bölüm olunca, bir başka yerden aktarma (iktibas) yapılınca:
10 Aralık 1896’da ölen Alfred Nobel’in vasiyetnâmesinde şu sözler yer alıyordu:
“… Servetime el koyanlar şu şekilde hareket edeceklerdir: Mirasımın getireceği kazanç, paraya çevrilecek ve …” (İnsan ve Kâinat, Ocak 1988, s. 33)
4. Yazıda kullanılması uygun olmayan çirkin, bayağı, müstehcen sözlerin yerine:
Sarhoş, sokaktan geçenlere; “Şimdi sizin …” diye sataşmaya başladı.
5. Söylemek istemediğimiz bir sözün yerine kullanılır:
Genç adam, faâliyetinden bir türlü memnun olmadığı (…) Müessesesine mektup yazmayı düşündü.
Sıra noktalar (…….):
1. Konuşmalı ifadelerde düşünmek ve sükût etmek maksadıyla:
-Yaptığın işin günâhını biliyor musun?
-……..
-Tövbe et, tövbe et!
- ……..
2. Bir kelimenin tam şeklini yazmamak gerektiğinde:
Masama yeni oturmuştum; ……. yan gözle beni süzüyordu.
3. Bir konudan başka bir konuya geçerken veya şiirlerde atlama yaparken kullanılır:
Şimdi bu mevzuu ele almayacağız.
……..
Asıl üzerinde duracağımız konuya gelince, sizlere şunu ifade etmek istiyorum ki …
Rabbim, nihâyet sana itâat edeceğiz…
Artık ne kin, ne haset, ne de yaşamak hırsı,
…………………
Ümitler içindeyim, çok şükür öleceğiz …
Ünlem işâreti (!):
1. Seslenme, şaşırma, hayret, acıma, nefret, emir, komut gibi duygu, heyecan ve ifadeleri kuvvetli bir şekilde anlatmak; tabiat seslerini taklid etmek için:
Ey mâvi göklerin beyaz ve kızıl süsü !.. (seslenme)
Aaa..! Görülmüş şey değil! (şaşırma)
Bir haftadır uyumamış! (hayret)
Vah vah, pek de gençti! (acıma)
Bir kaşık suda boğacak! (nefret)
Yazı, yarın sabaha kadar bitecek! (emir)
Uygun adım marş! (komut)
“Vuu, vuuu!” diye esen fırtına, insana ürperti veriyordu. (tabiat)
2. Tek başına (!), soru işaretiyle (!?) veya sıra noktalarla (!..) birlikte alay, küçümseme mânâsında kullanılır:
Bilmediği bir şey yokmuş (!), evi Bâyezid Kütüphanesi (!), neler keşfetmemiş neler (!?)
Daha yumurta kadarken (!?) bu işlere girişmiş; altı yaşındayken sürmeyi, on beşinde ehliyet almayı becermiş, şimdi Avrupa’da bilmem nerede!..
Soru işâreti (?):
1. Soru mânâsı taşıyan cümlelerde, soru edatlarının (mı, mi, mu, mü; mıdır, miyiz …) sonunda:
Ne yapacaksın? Hangi köşede? Ne zamandan beri? Hava karardı mı?Gülünç mü? Sıcak mıdır? Gidecek miyiz?
2. Konuşmalı cümlelerde tırnak içinde:
Annesi pencereden; “Daha gelmiyor musun?” dedi.
3. Cümlede birden çok soru grupları varsa, her soru grubunun sonunda değil, cümlenin bitiminde:
İstanbul neydi?Neresiydi?Orada ne yapacaktı?Taşında toprağında altın var mıydı? (Yanlış)
İstanbul neydi, neresiydi; orada ne yapacaktı?Taşında toprağında altın var mıydı? (Doğru)
4. Verilen bilginin kesinlik kazanmadığı yerde kullanılır:
Karacaoğlan 17. yüzyılda (?) yaşamıştır.
Süleyman Çelebi (?-1422)
5. Soru anlamı taşımayan cümlelerde soru işâreti kullanılmaz:
Ömer’e bizimle çalışıp çalışmayacağını sordum? (Yanlış)
Ömer’e bizimle çalışıp çalışmayacağını sordum. (Doğru)
Kısa çizgi (-):
1. Kısa çizgi işâreti, satır sonunda hece bölünmesinde kullanılır. Bir özel isim, satır sonunda kesme işâreti almışsa, kesme işâretinden sonra kısa çizgi konmaz.
Satır sonunda kelimeler hecelerden bölünür:
Yavuz Sultan Selim, Mısır’
a giderken der ki:
“Bu seferler, bu at koştu-
rmalar beyhûde değ- (YANLIŞ)
il! Biz gönülleri toplu bul-
undurmak için perişan ol-
uyoruz.”
Yavuz Sultan Selim Mısır’
a giderken der ki:
“Bu seferler, bu at koş-
turmalar beyhûde de- (DOĞRU)
ğil! Biz gönülleri toplu bu-
lundurmak için perişan olu-
yoruz.”
2. Târihler arasında; iki kelime arasındaki ilgi ve bağlantıyı kurmada kullanılır:
Bu sene okullar, 1993-1994 öğretim yılına başlayacak.
İnsan gözü en çok sarı-yeşil (5550 A°) ışığa duyarlıdır.
İstanbul-Edirne arası 250 kilometredir.
Işgın, mayıs-haziran aylarında çiçek açar.
3. Kesin bir sayı vermeyen rakam ve yazılar arasında kullanılır:
İstanbul-Ankara arası 450-500 km kadardır.
Konya’dan geleli beş-altı ay oldu.
4. Farsça ve Arapça tamlama (terkip)larda kullanılır:
Servet-i Fünûn, rûz-ı mahşer; beyt-ül-mâl, Dürr-ül-Muhtâr, Ziyâret-ül-Kubûr…
Tırnak işâreti (“…”):
1. Konuşmalı ifâdelerde (Bkz. Noktalı virgül, mad. 5; İki nokta, mad.3).
2. Üzerinde durulması, dikkat çekilmesi istenen kelime ve ifadelerde:
Türkler çeliğe “çift su” vermesini Avrupa’ya da öğretti.
Halk şiirlerinin yer aldığı “cönk”ler birer antoloji sayılır.
Parantez işâreti ( ):
1. Cümlede, asıl ve yan cümlelerin birer açıklaması olarak kullanılır:
Bu sene sınıfımı doğrudan geçmek için Faruk’la (daha önce sizi tanıştırmıştım) ders çalışıyoruz.
İmtihana giderken kalem (tercihen kalemtraşla açılan cinsten ve yumuşak), silgi almayı unutma.
2. Tarihler, rakamlar, aynı mânâlı kelimeler, bir kelimenin başka dildeki karşılığı parantez içinde yazılır:
Birinci Dünya Harbi (1914-1918) sonunda ittifak devletleri yenildi.
Senette yazılı olan elli bin (50.000) lirayı ödedim.
İmlâ kuralları (kâideleri) kompozisyon için çok lüzumludur.
Dilbilgisinin konularından birisi de ses bilgisi (fonetik)dir. (Burada görüldüğü gibi, parantezden sonraki ek parantezden önceki kelimenin devamı olmalıdır:bilgisi-dir.)

Benzer Konular

1 Mart 2009 / Misafir X-Sözlük